30 Nisan 2020 Perşembe

Tarih İçinde Yunanistan’da Türk Dili: Hun-Avar-Bulgar Dönemi



Avar Turks


Tarih İçinde Yunanistan’da Türk Dili: Hun-Avar-Bulgar Dönemi
The Turkic Language in Greece Throughout History: The HunicAvaric-Bulghar Period
Gökçe Yükselen Peler



Günümüzde Yunanistan’da Türk dili, yedi grup insan tarafından kullanılmaktadır. Bunlar; Osmanlı fetihleri neticesinde gelip bölgeye yerleşen Gümülcine ve İskeçe bölgelerinde yaşayan Batı Trakyalı Müslüman Türkler, yine Batı Trakya’da Balkan Kolu denilen bölgede yaşayan Müslüman Pomak Türkleri, Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Romanlar, On İki Adalarda yaşayan Müslüman Türkler, genellikle Dedeağaç (Evros) ilinde yaşayan ve Gagavuz denilen Hristiyan Türkler, Lozan Antlaşmasından sonra mübadele yoluyla Anadolu’dan Yunanistan’ın çeşitli yerlerine getirilip yerleştirilen ve genel olarak Karamanlılar olarak bilinen Hristiyan Türkler ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Gürcistan başta olmak üzere, Karadeniz çevresinden getirilen ve daha çok Batı Trakya’ya yerleştirilen Gürcistan Urumları veya Pontus Urumları denilen Hristiyan Türklerdir.

Çeşitli tarihî, siyasi ve kültürel amiller sebebiyle bu toplulukların Türk kimliği ve Türk dili karşısındaki algıları ve tavırları farklılıklar arz etmektedir. Yunanistan özelinde, Türk kimliğine aidiyet hissini, Türkçeden çok dinin, yani Müslümanlığın belirlediği görülmektedir. Türkçe konuştukları hâlde, Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup olan Karamanlılar, Urumlar ve Gagavuzlar arasında Türklük dairesine mensubiyet şuuru ya hiç yoktur veya çok zayıftır. Bilhassa, Gagavuzlar arasında, - Moldova, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan Gagavuzlarının aksine – çeşitli tarihî olayların bir sonucu olarak güçlü bir Türklük aleyhtarlığının var olduğu bilinmektedir. Beri taraftan Türkçenin oldukça zayıfladığı On İki Adalar Türkleri ve Türkçe dışında bir anadilleri olan Pomak Türkleri ve Müslüman Romanlar arasında çok köklü bir Türklüğe mensubiyet şuuru bulunmaktadır. Özellikle Pomak Türkleri ve Müslüman Romanlar, geriye kalan Batı Trakya Türkleri ile birlikte, Yunanistan’da Türk hakları için çetin bir mücadele vermektedirler.

Türk kimliğine aidiyet hisleri farklılık arz eden bu topluluklar, Türkçe ile olan bağları dikkate alındığında bir ortaklık ortaya koymaktadırlar. Bütün bu toplulukların Türkçe ile bağları Oğuz Türkçesi üzerindendir. Osmanlı fethi sonrasında Yunanistan’a getirilip yerleştirilen Türklerin torunları, Gagavuzlar ve Karamanlılar Türkiye Türkçesinin ağızlarını konuşmaktadırlar. Aynı şekilde On İki Ada Türklerinin günümüzde unutmak üzere oldukları anadilleri de Türkiye Türkçesidir. Keza Pomak Türkleri ve Müslüman Romanların da ikinci dilleri Türkiye Türkçesinin ağızlarıdır ve kimlik kurguları da din ile birlikte bu dil üzerindendir. Gürcistan Urumları ise Azerbaycan Türkçesine benzer bir Türkçe konuşmaktadırlar. Görüldüğü üzere yedi grubun da konuştukları Türkçe Batı Oğuz Türkçesinin değişkeleridir. Ancak günümüzdeki bu manzaranın aksine, Yunanistan’da Türkçe her zaman Oğuz Türkçesi ile temsil edilmemiştir. Geçmişte Yunanistan’da Türkçe, Hun dilinden Bulgar diline, Peçenek dilinden Kuman diline kadar uzanan çok çeşitli değişkelerle temsil edilmiştir.


1. Yunanistan ve Türkçe Konuşan Halklar: Kısa Bir Bakış

Türkçenin Yunanistan’daki geçmişine bakıldığı zaman, gerek konuşulduğu coğrafya olsun gerek konuşurlarının etnik manzarası ve buna bağlı olarak diyalektik görünümü olsun gerekse sosyolengüistik durumu olsun, çeşitli tarihî devirlerde büyük farklılıklar arz ettiği görülmektedir. Türkçe, Yunanistan coğrafyasında zaman zaman yayılırken zaman zaman da gerilemiş, hatta yok olma noktasına gelmiştir. Kimi zaman yönetim dili olurken kimi zaman da ötelenen dil olmuştur. Bu yüzden Yunanistan’da günümüzde Türkçe konuşan toplulukları ve Türkçenin durumunu doğru kavrayabilmek için, Türk topluluklarının ve hâliyle Türkçenin Yunanistan’daki tarihî gelişim sürecine kısaca da olsa göz atmak faydalı olacaktır.

Yukarıda da zikredildiği üzere, tarihî seyir içerisinde Türkçenin Yunanistan’daki vaziyeti dönem dönem oldukça değişmiştir. Balkanların geriye kalanı gibi, günümüzde Yunanistan olarak adlandırılan coğrafya da birçok Türk halkının istilasına uğramıştır. Hunlarla başlayan bu istilalar, Avarlar, Ogurlar, Bulgarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar ve nihayet Osmanlılarla devam etmiştir. Bu Türk halklarının özelde Yunanistan ve genelde Balkanlar üzerindeki siyasi, toplumluk ve dolayısıyla dillik etkileri, bölgeye geliş tarzları ile doğrudan alakalı olarak çeşitlilik göstermiştir. Kimileri bölgeyi kısa süreliğine istila ve yağma ederken, kimileri fetih hareketlerine girişip bölgeye yerleşmiş ve uzun süre kalmışlar, kimileri de daha önce istilacı veya fatih olarak geldikleri bölgeye sığınmacı ya da esir olarak gelip yerleşmişlerdir. Tabiatıyla, Türk halklarının toplumluk statüleri ve kalış süreleri Türkçenin bölgedeki durumunu da belirlemiştir.

Hemen belirtmekte fayda var ki, Balkanları istila eden Hun, Avar, Ogur ve Bulgar Türkleri sık sık birbiri ile karıştırılmıştır. Bu karışıklığın iki sebebi vardır. Evvela, bu halklar birbirlerinin devletlerine tabi olmuşlardır. Mesela Ogur Türklerinin bir birliği olan Bulgar Türkleri, aynı zamanda Hun birliği içerisinde yer almaktaydı Keza, Avrupa’ya gelen Avarların bölgede bulunan bütün halklar gibi bu Türk boylarını da hâkimiyetleri altına aldıkları bilinmektedir. Dolayısıyla, istila hareketlerine umumiyetle birlikte girişmişlerdir. Bu da, istilaya uğrayanların istila edenlerin Hun mu, Bulgar mı, Avar mı olduklarını tespit etmelerini zorlaştırmıştır. Karışıklığa sebep olan bir diğer sebep ise, bu Türk boylarının hepsinin genellikle Bulgar Türkçesi olarak adlandırılan r-l Türkçesi konuşuyor (1) olmaları yani birbirlerine sadece görünüş açısından değil dillik bakımdan da benzemeleridir. Bu karışıklıkların daha sonraki devirlerde Balkanları istila etmiş Genel Türkçe konuşan Türk toplulukları için geçerli olmadığı görülmektedir. Binaenaleyh, Türkçenin bölgedeki tarihini, Bulgar Türkçesi ve Genel Türkçe olarak iki bakımdan tetkik etmek doğru olacaktır. Aslında Türkçenin Balkanlardaki geçmişi umumi olarak ihmal edilmiş olmakla birlikte tarihî kayıtların da azlığı sebebiyle bilhassa Bulgar Türkçesi devri, Tuna Bulgar yazıtları üzerinde yapılan çalışmalar hariç, tamamen atıl bırakılmıştır. Bu çalışmada, bu devir boyunca Yunanistan’da, yani sınırları çizilmiş muayyen bir coğrafyada, Türkçenin durumu tespit edilmeye çalışılacaktır.


2. Hun Devri

Tarihî kayıtlarla kesin olarak tespit edilebilen Yunanistan’daki ilk Türk varlığı, Hunlar dönemine tekabül etmektedir. Günümüzde Yunanistan olarak adlandırılan bölgeyi defalarca istila ettikleri görülen Hunların bölgedeki kayıtlı ilk varlığının 377 yılında, Balkanlar’da baş gösteren Got İsyanı esnasında olduğu bilinmektedir. Bir taraftan Romalıların emrinde olan ve Balkan dağlarındaki müstahkem geçitleri oluşturan limeslerde (2) görevli olan Hun-Alan kıtaları Batı Gotları ile ittifak edip bütün Trakya’yı yakarken, diğer taraftan Hun birliklerinin Makedonya ve Trakya’da Doğu Gotları’nın kralı Viderik’i kovaladıkları kaydedilmiştir (Ahmetbeyoğlu, 2013a, s. 59; Hodgkin, 2001, C. 1, s. 140–142; Thompson, 2008, s. 41–42). 386 yılında Trakya’yı ziyaret eden Aziz Hypatius, Hun birliklerinin kırsal bölgelerde serbestçe dolaşıp her yeri yağmaladıklarını kaydetmiştir (Thompson, 2008,s. 55). Muhtemelen Balamir döneminde cereyan eden bu olaylardan sonra, doğrudan Doğu Roma’yı hedef alan ilk Hun saldırısı, 395 yılında Uldız dönemindedir. Doğu Roma ve Batı Roma’nın kendi aralarında savaşa tutuşmaları üzerine, Hunlar iki koldan Doğu Roma üzerine saldırıya geçmişlerdir. Basık ve Kursık Beyler komutasındaki bir kol Kafkaslar üzerinden Anadolu ve Suriye’ye saldırırken, Hunların Batı kanadı Tuna’yı geçip Moesia (3) düzlüklerini zapt ederek buradan Balkanlara, İllirya’ya (4) ve Trakya’ya kadar ilerlemişler ve buraları tahrip etmişlerdir (Ahmetbeyoğlu, 2013a, s. 67, 2013b, s. 129; Hodgkin, 2001, C. 1, s. 375; Meanchen-Helfen, 1973, s. 53; Thompson, 2008, s. 43–44). 

Ancak, Bizans’a yöneltilen bu çift yönlü taarruzdan bir yıl evvel, Trakya’dan gelen Hun savaşçılarının Eugenius’a karşı I. Theodosius’u desteklediklerini Antakyalı İoannnes kaydetmektedir (Sinor, 2000, s. 251). Bu Hun savaşçılarının Uldız’ın Hunları mı, yoksa Trakya’da yerleşmiş Bizans’ın emrindeki başka bir Hun grubu mu olduklarını günümüz itibarı ile tespit etmek pek mümkün görünmemektedir. Ancak İoannes’in bu Hun savaşçılarının kabile yöneticileri ile birlikte geldiklerini belirtmesi (Maenchen-Helfen, 1973, s. 49), bu Hunların Trakya’da yerleşik Hun kabilelerine işaret ettiği şüphesini uyandırmaktadır ki zaten 392 yılında, yine Theodosius’un rızasıyla Rufinus ile ittifak eden birtakım Hunların Trakya’ya yerleştiği bilinmektedir (Maenchen-Helfen, 1973, s. 48). 404-405’te Trakya’yı yeniden istila eden Hunlar, 408 yılında, Doğu Roma üzerine iyi örgütlenmiş ilk saldırıyı gerçekleştirmişlerdir. Yine Uldız döneminde gerçekleşen bu saldırı neticesinde Hunlar, Trakya’yla Makedonya’yı yağmalamışlar ve müteakip bin yılda Bizans’ı koruyacak olan Anthemik Surunun inşasına sebep olmuşlardır (Ahmetbeyoğlu, 2013a, s. 75–76, 2013b, s. 136; Meanchen-Helfen,1973, s. 63; Sinor, 2000, s. 255–256; Thompson, 2008, s. 46–47 ).

Uldız döneminde yağma akınları şeklinde olan Yunanistan’daki Hun hareketlerinin Rua döneminde istila hareketlerine dönüştüğü görülmektedir. Doğu Roma’nın iç karışıklıklar içerisinde olmasından ve doğuda İranlılar tarafından tehdit edilmesinden faydalanan Rua, 422 yılında Makedonya ve Trakya’yı istila etti. Rua’nın 430 ve 434 yıllarında iki kez daha Trakya’yı istila ettiği görülmektedir. Bu istilalar neticesinde Doğu Roma haraca bağlanmış ve sonuncu istilada İstanbul da tehdit edilmiştir (Ahmetbeyoğlu, 2013a, s. 81–82, 2013b, s.139–140; Meanchen-Helfen, 1973, s. 76).

441 ve 442’deki I. Balkan seferi esnasında, Bleda ve Atilla kumandası altında bütün İllirya’yı ve Trakya’yı harap edip birçok şehri fetheden Hunları, 447 yılında, Atilla’nın II. Balkan seferi sırasında yeniden Yunanistan topraklarında görmekteyiz. Bu sefer sırasında Hunlar, hemen hemen bütün Trakya şehirlerini fethettikten sonra, Teselya içlerine ilerleyerek Yunanistan’ın güneyindeki Thermopylae (Termopil Geçidi)’yi ele geçirmiştir. Bu sefer neticesinde İstanbul’un büyük bir tehdit altında kalması sebebiyle Romalılar Atilla ile çok ağır şartlar altında Anatolius Barışı'nı imzalamak zorunda kalmışlardır (Ahmetbeyoğlu, 2013a, s. 108, 119, 2013b, s. 155; Hodgkin, 2001, C. 2, s. 33; Meanchen-Helfen, 1973, s. 111– 125; Levtechenko, 2007, s. 44; Mango, 2005, s. 22; Sinor, 2000, s. 262; Thompson, 2008, s. 120). Doğu Roma’yı Balkan seferleri ile haraca bağlayıp itaat altına aldıktan sonra, Atilla’nın daha çok Batı Roma üzerine yoğunlaşmasına rağmen, 451 yılında Hunların yeniden, İllirya ve Trakya’yı istila edip yağmaladıkları görülmektedir (Meanchen-Helfen, 1973, s. 131).


Atilla’nın ölümünden kısa bir süre sonra Hun siyasi birliğinin dağılması ile de Yunanistan’daki Hun varlığının sona ermediği görülmektedir. Bizans çeşitli Hun gruplarından askerî olarak faydalanmıştır. Mesela, birtakım Hun gruplarının Kelkal isimli bir şahsın kumandası altında, Magister Militum (5) Flavius Ardabur Aspar’ın yönettiği Bizans ordusuna katılıp ordunun atlı birliklerini teşkil etmişlerdir (Ahmetbeyoğlu, 2013b, s. 183). 474 yılında tahta çıkan Zenon’un orduyu İsaurialı ve Ermeni askerlerle yeniden yapılandırmasına kadar, Bizans ordusunun yarısını Germenlerle birlikte Hunların oluşturduğu bilinmektedir (Levtchenko, 2007, s. 54). V. Yüzyılın sonunda başlayan Bulgar ve Slav akınları sebebiyle kıtlık baş göstermesi üzerine, Trakya’da ayaklanan foederati (6) topluluklar arasında Hunların da bulunmuş (Levtchenko, 2007, s. 60) olmasına bakılacak olursa, Hunların Atilla sonrası dönemde de Trakya’da yerleşik olarak bulundukları sonucuna varılabilir. Mesela, Hodgkin (2001, C. 3, s. 244) bu dönemde Hunların Balkanlar’daki Bizans ordusunun büyük kısmını teşkil ettiğini düşünmekte ve bu Hunların Sabir ve Tarrak adlı reislerin komutası altında, 514 yılında Trakya’yı, Moesia ile birlikte talan ettiklerini belirtmektedir. Dengizik’in Doğu Gotları tarafından mağlup edilmesinin ardından, birtakım Hun gruplarının Bizans’a sığınıp Sarmatlar ve Cemandierler ile birlikte İllirya’ya yerleştirildiğini Jordanes kaydetmektedir (Ahmetbeyoğlu, 2013a, s. 172).

540 yılında cereyan eden Bulgar ve Slav akınları sırasında, Hunların yeniden sahneye çıktığı görülmektedir. Bu Hunlar, Trakya, Makedonya ve İllirya’yı istila etmişler, Korint Kıstağı’na kadar ilerleyerek Yunanistan’ı talan etmişlerdir (Hodgkin, 2001, C. 4, s. 223;Levtchenko, 2007, s. 90). Yukarıda zikredildiği gibi, V. Yüzyılın sonundan itibaren orduda hâkim unsurun İsauriali ve Ermeni askerlerin olmasına rağmen, İmparator Mavrikios’un (582-602) ordusunda, Lombardlar ve Bulgarlarla birlikte hâlâ Hunların da bulunduğuna dair kayıtlar mevcuttur (Charanis, 1959, s. 32).


3. Avar Devri


Avar döneminde Türklerin Yunanistan coğrafyasında Hun dönemine nazaran daha etkin oldukları görülmektedir. 579-587 yılları arasında, Avarların yönetimi altında Bizans topraklarına birçok ‘barbar’ akını olmakla (Charanis, 1959, s. 36) birlikte, en etkili saldırı 586 yılında gelmiştir (7). Bu tarihler arasında, Mora Yarımadası en az on kez istila edilmiştir (Runciman, 1930, s. 23). 586 yılı öncesindeki akınların etkisi, Bizans’ın İllirya ve Trakya gibi batı eyaletleri ile bağını koparıp buralardan asker tedarik etmesini engellemekle kalmıştır (Charanis, 1959, s. 32). Ancak 586 yılında Avarların Slavlarla birlikte gerçekleştirdiği saldırıda, İllirya ve Trakya eyaletleri talan edildiği gibi, Makedonya, Teselya ve Mora Yarımadası da dâhil olmak üzere, bütün Yunanistan ele geçirildi. Bu akın sırasında, Singidunum (Belgrad), Viminacium (Kostolac), Durostorum (Silistre), Marcianopolis (Devnya) ve Anchialos (Pomorie) gibi Balkan şehirlerinin yanında, günümüzde Yunanistan’da yer alan Selanik ve Korint gibi şehirler de Slavların yardımıyla Avarlar tarafından istila edildi (Charanis, 1959, s. 37; Mangaltepe, 2013, s. 219–220; Mango, 2005, s. 24).


587 yılında Avarların Bizans’a yenilmesi üzerine, Avar akınları bir müddet durulmuş, ancak 592 yılında Avarlar tekrar saldırıya geçmişler ve Anchialos’a kadar ilerlemişlerse de yeniden yenilmişlerdir. 592-602 yılları arasında karşılıklı akınların devam etmesine rağmen, Bizans’taki iç karışıklıklar, Bizans’ın Avarları Balkanlardan atmasına mani olmuş, bilakis Avarlar Balkanlara iyice yerleşmişlerdir. Bilhassa, Selanik’in de istila edildiği 597 yılındaki Avar saldırısının çok şiddetli olduğu bilinmektedir. 602 yılında, İmparator Mavrikos’un Avarlar üzerine ordu sevk etme girişimine karşı, ordunun Phokas önderliğinde isyan edip başkente yürüyerek imparatoru devirmesi üzerine, Balkanlardaki Bizans – Avar-Slav mücadelesi tamamen Avarların ve onların yönetimindeki Slavların lehine sonuçlanmıştır. Balkanlar’da Bizans’ın hiçbir askerî ve siyasi varlığı kalmamış ve burada meskûn olan halklardan vergiyi Avarlar toplamaya başlamıştır (Hodgkin, 2001, C. 5, s. 262; Mangaltepe, 2013, s. 220–221; Szadeczky-Kardoss, 2000, s. 286-287, 290–291; Vryonis, 1981, s. 389). 587-602 yılları arasında, Trakya ve günümüz Bulgaristan toparlaklarında cereyan eden olaylarda Avarlar karşısında kısmi de olsa Bizans’ın başarılı olduğunun görülmesine rağmen, durumun Yunanistan coğrafyasında çok farklı olduğu anlaşılmaktadır. Zira Avarların, 587 yılında ele geçirdikleri Mora Yarımadasını 805 yılına kadar, iki yüz on sekiz yıl yönettiklerini Monemvasia Kroniği ile Evagrius, Efesli John ve Menander gibi tarihçiler kaydetmektedir (Charanis, 1950, s. 149–151, 1952, s. 347; Mango, 2005, s. 24; Szadeczky-Kardoss, 2000, s. 294). Trakya bölgesinde ise Avarlarla Bizanslılar arasındaki mücadelenin 626 yılında Avarların İstanbul’u kuşatması ve akabinde yenilmelerine kadar, karşılıklı saldırılar şeklinde devam ettiği görülmektedir.

Bu olaylar içerisinde, 610 yılından itibaren Adriyatik ve Ege denizleri arasındaki arazide üstünlüğü ele geçiren Avarların 617 yılındaki saldırısı, bu çalışmanın konusu itibariyle bilhassa ehemmiyet teşkil etmektedir. Avarlar, bu saldırıda Teselya, Epir ve Trakya’yı bir kez daha baştan başa istila etmişler ve yağmalamışlardır (Levtchenko, 2007, s. 126; Mangaltepe, 2013, s. 221–229; Whittow, 1996, s. 262-66;). 626 yılında Avarların mağlup olması sonucunda, Trakya’dan askeri güç olarak çekilmiş olmalarına rağmen (Mangaltepe, 2013, s. 228–229), bölgedeki Avar varlığının daha uzun süre devam ettiği anlaşılmaktadır. Zira 813 yılında Bizans’ın Trakya’daki topraklarını istila eden Bulgar Hanı Kurum Han, Slavlarla birlikte Avarları da yardıma çağırmıştır (Karatay, 2013b, s. 289). Zaten yukarıda zikredildiği gibi, Mora Yarımadasını 805 yılına kadar ellerinde tutmuş olmaları da bu durumu teyit etmektedir. Mora Yarımadasının kaybı sonrasında da Avar varlığının Trakya ve Teselya’da X. yüzyıla kadar devam ettiği yönünde kayıtlar mevcuttur (Levtchenko, 2007, s. 169).



4. Ogur Devri

Ogur Türklerinin Bizans ile ilk ilişkilerinin Atila’nın vefatından on yıl sonra, 463 yılı civarlarında başladığı, Priskos’un Saraogur, Ogur ve Onogurların Doğu Roma’ya elçiler gönderdiğini kaydetmesinden anlaşılmaktadır (Karatay, 2013a, s. 241). Ancak, günümüz Yunanistan coğrafyasını da şamil Ogur istilalarının çok daha geç döneme rastladığı görülmektedir. Kinyalon komutasındaki 12.000 Kutrigur’un, 551 yılında Gepidlerle birlikte, Bizans’a saldırdıkları ve bütün Balkanları işgal edip yağmaladıkları anlaşılmaktadır. Bu saldırının Bizans’ın teşviki ile Kutrigurların Sandilk komutasındaki Utrigurlar tarafından kılıçtan geçirilmeleri sonucunda bertaraf edilmesi üzerine, Kutrigurlardan 2000 ailenin Bizans hizmetine girip Trakya’ya yerleştikleri görülmektedir (Anzerlioğlu, 2002, s. 220; Golden, 2006, s. 115; Runciman, 1930, s. 8–9; Rasonyi, 1984, s. 5; Stepanov, 2010, s. 41; Üren, 2013, s. 262). Aynı on yılın sonunda Kutrigur saldırısının tekrarlandığı anlaşılmaktadır. Agathias tarafından, 558-559 yılında Zabergan isimli biri komutasında Kutrigurların büyük bir istila hareketine giriştikleri kaydedilmektedir. Kuvvetlerini ikiye ayıran Zabergan, bir taraftan Gelibolu’ya ve İstanbul’a kadar Trakya’yı istila ederken diğer taraftan Termopil Geçidine kadar Yunanistan’ı ele geçirmiştir (Charanis, 1950, s. 160; Hodgkin, 2001, C. 4, s. 355–360; Runciman, 1930, s. 9; Vryonis, 1967, s. 69). Kayıtlardan 641-642 yılları civarında da Balkanlarda büyük bir Ogur istilasının cereyan ettiği anlaşılmaktadır. Kievli İsodore, Kutrigurlar Yukarı Moesia (8), Pannonia (9) , Dalmaçya ve İyonya Denizine kadar olan toprakları istila ederken Utrigurların İstanbul surlarına kadar olan bölgeyi ve Gelibolu Yarımadasını da içine alacak şekilde bütün Trakya’yı istila ettiklerini; Onogurların ise, Makedonya, Teselya, Yunanistan, Termopil Geçidi ve Korint’e kadar her yeri yağma ettiklerini ve Korint’i hiçbir çaba sarf etmeden ele geçirdiklerini kaydetmektedir. Kutrigurların ve Utrigurların püskürtülüp mağlup edildiği anlaşılmaktadır. (Setton, 1950, s. 502–503). Ancak, Korint şehrinin Onogurlardan ancak 657-658 yılında Bizanslılar tarafından geri alınabildiği (Setton, 1950, s. 522) dikkate alınırsa, Onogur istilasının diğerlerine göre daha kalıcı sonuçlarının olduğu anlaşılmaktadır.


5. Bulgar Devri

540 yılında Bulgar Türkleri Balkan Yarımadasını istila ettiler. Bütün Trakya, Makedonya, İllirya ve güneyde Korint’e kadar olan her yer yağmalandı (Charanis, 1952, s. 348; Vryonis, 1967, s. 68). Bulgar saldırısının 544 yılında tekrarlandığı ve bu saldırıdan bilhassa İllirya’nın büyük zarar gördüğü anlaşılmaktadır. Zira bu sırada, İtalya’da Vitalius’un ordusunda bulunan İlliryalılar, bu saldırıları sebep göstererek orduyu terk etmişlerdir (Hodgkin, 2001, C. 4, s. 310; Mangaltepe, 2013, s. 209). 578-585 yılları arasında, Bulgar Türklerinin Slavlarla birlikte, Avarlar adına, Selanik civarlarına ve Yunanistan’ın geriye kalanına akınlar düzenlediği görülmektedir (Charanis, 1952, s. 346). VII. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, birçok Bulgar Türkünün Trakya’ya yerleşmiş olduğuna şahit olunur (Treadgold, 2002, s. 134–135). 711 yılında İmparator Justinien’in ordusunda, Thrace (10) ve Opsikion (11) Temalarında (12) konuşlandırılmış 3000 Bulgar askerinin olduğu görülmektedir (Anzerlioğlu, 2002, s. 220). VIII. yüzyılda, Bulgarların Makedonya üzerinden nüfuzlarını günümüz Yunanistan toprakları içine doğru yaymaya başladıkları görülür. Telering Han (768-777) Orta Makedonya’ya 12.000 kişilik bir ordu gönderip burada yaşayan Bulgar Türklerini ve Slavları kendine bağlamaya çalışmış ve Kardam Han (777-804) da Struma bölgesinde yaşayan kabileleri kendine bağlamak için bölgeyi işgal etmiştir (Feher, 1984, s. 51–52). 812 yılında Makedonya’daki kaleler Kurum Han önderliğindeki Bulgar Türklerine teslim oldu. Ertesi yıl ise Edirne alındı ve bütün Trakya yakıldı (Karatay, 2013b, s. 287–289). 846 yılında, Malamir Han döneminde, Kavkan İsbules kumandasındaki Bulgarlar, StrumaKarasu (Strimonas) ve Mesta Karasu (Nestos) nehirleri civarını istila ettiler. Bu istilaya karşılık olarak Bizanslıların Trakya’yı tahrip etmesi üzerine geriye dönen İsbules, dönüş yolu üzerinde, Doğu Makedonya’daki Kavala yakınlarında bulunan Filippi şehrini ve bugün Bulgaristan’da yer alan Filibe’yi Bulgar topraklarına katmıştır (Runciman, 1930, s. 88). X. Yüzyılın başlarında Bulgar toprakları Trakya ve Makedonya’nın derinliklerine, Selanik yakınlarına kadar uzanmakta idi (Levtchenko, 2007, s. 188)

1014 yılında Bulgar Hanlığının II. Basil tarafından yıkılmasından sonra, pek çok Bulgar’ın Teselya’daki kalelere yerleştirildiği bilinmektedir (Charanis, 1961, s. 148). Malamir Han’ın (831-836) Selanik seferi neticesinde Bulgarların Yukarı Makedonya’ya (aşağı yukarı bugünkü Yunan Batı Makedonyası ve Makedonya Cumhuriyeti’nin güneydoğu köşesi) yerleşmeye başladıkları görülmektedir (Runciman, 1930, s. 87). Malamir’in Bulgar sınırlarını güneye doğru genişletme çabalarının bir devamı olarak Persiyan Kavala’ya kadar ilerlemiş, 860 yılında ise Boris Han, sınırlarını Mora Yarımadasının hemen kuzeyinde yer alan Pindos Dağlarına kadar genişletmiştir (Feher, 1984, s. 54–55; Runciman, 1930, s. 92). Çar Simeon’un ölümüne kadar Kuzey Yunanistan’ın Bulgarların elinde kaldığı ve buradan Adriyatik kıyıları ile Mora Yarımadasına akınlar düzenleyip istila hareketlerinde bulundukları bilinmektedir (Runciman, 1930, s.174). Yunanistan’daki Bulgar hâkimiyetinin Çar Samuel (997-1014) zamanında da devam ettiği görülmektedir. Ancak Samuel, daha çar olmadan önce, Komutopuli adı altında ülkeyi kardeşleri ile birlikte yönettiği sırada, Yunanistan coğrafyasında faal olmuştur. Daha 976 yılında Serez’e bir başarısız saldırıda bulunduklarını kaynaklar kaydeder. Edessa / Vodena’yı kendine merkez olarak seçen Samuel, buradan Trakya, Makedonya ve Adriyatik kıyılarına akınlarda bulunmuştur. 980’den itibaren ise Teselya’ya yöneldiği görülmektedir. Bilhassa Larissa’yı hedef almış ve 986 yılında bu şehirle birlikte bütün Teselya’yı ele geçirmiştir. Larissa’yı (Yenişehr-i Fener) üs olarak kullanan Samuel, buradan Tempe Vadisi, Termopil Geçidi ve Boeotia üzerinden Korint Kıstağına ve Mora Yarımadasına saldırılar düzenleyerek Bulgar hâkimiyetini Güney Yunanistan’a kadar genişletmiştir. Yunanistan’daki Bulgar hâkimiyeti, 1001 yılında, II. Basil’in başlattığı ve 1014 yılında Samuel’in ölümüyle neticelenen saldırılara kadar devam etmiştir (Runciman, 1930, s. 219–242).


6. Tarihî Olayların Muhtemel Dillik Neticeleri

Hunların siyasi ağırlığının daha kuzeyde, Pannonia’da olduğu dikkate alındığı zaman, Hunlar devrinde, Türkçenin genelde Balkan, özelde ise Yunanistan coğrafyasında pek etkin olmadığı, sadece akın ve istila dönemlerinde müstevlilerle birlikte bölgeye girip çıkan bir dil olduğu düşünülebilir. Hunların günümüzde Yunanistan olarak adlandırılan bölgelerde görülmeye başlandığı Balamir ve Uldız dönemlerinde bunun böyle olmuş olması pek muhtemeldir. Ancak daha 377 yılında, Balkan Dağlarındaki limeslerde Hun-Alan kıtalarının bulunmuş olması, Hun Türkçesinin en azından asker dili olarak bölgede bulunduğuna delalet eder. Tabii ki bu durum, aynı zamanda daha güneyde de Romalılar tarafından yerleştirilmiş Hun topluluklarının veya konuşlandırılmış Hun askerlerinin olabileceğine işarettir. Ancak bu ihtimalin tarihî gerçeklikle ne kadar uyuştuğunu tespit etmek, günümüz itibarıyla pek mümkün görülmemektedir. Yine de Antakyalı İoannes’in kaydettiği, Eugenius’a karşı I. Theodosius’u desteklemek için Trakya’dan gelen Hun savaşçıları meselesi ve özellikle Rufinus’un 392 yılında Trakya’ya yerleştirdiği Hunlar gerçeği bu ihtimali güçlendirmektedir. Meanchen-Helfen (1973, s. 51), Trakya’ya yerleştirilen bu Hunların yalnız yaşamak istemeyecekleri için, ailelerini ve sürülerini de getirttiklerini düşünmektedir ki; bu akla yatkın ihtimal, Trakya’da Türkçeyi sadece bir asker dili olmaktan çıkarıp cemiyet dili hâline getirmektedir. Hunların bölgedeki nüfuzlarını artırmaya başladıkları Rua döneminde ve bilhassa bölgeye iyice yerleştikleri Atilla’nın II. Balkan Seferinden sonra, siyasi ve askerî gelişmelere koşut olarak Türkçenin de bölgedeki etkinliğinin artmış olması gerekir ki kayıtlarda bunun böyle olduğuna dair bazı işaretler mevcuttur. Mesela, Hun bürokrasisinin tepesinde bulunan iki kardeş olan ve Pontus çevresinden gelen Helenleşmiş barbar oldukları düşünülen Onegesios ve Scottas’ın Latince ve Yunancanın yanında Hun dilini de çok iyi biliyor (Ahmetbeyolu, 2013a, s. 111) olmaları, Hun Türkçesinin bu devirde Yunanca ve Latince gibi uluslararası etkinliğe sahip bir dil hâline geldiğinin bir delili olmalıdır. 

Uluslararası etkinliğe sahip Hun Türkçesinin, Hun devletinin hâkimiyeti ve nüfuzu altındaki bölgelerde yaşayanlar üzerinde etki yapmamış olması düşünülemez. Bu iki kardeşin istisna olmadığı da anlaşılmaktadır. 448 yılında Atilla tarafından Doğu Roma’ya gönderilen elçilik heyetinde bir Hun olan Edekon ile birlikte Roma kökenli olup Atilla’nın hizmetinde çalışan Orestes de bulunmaktadır (Ahmetbeyoğlu, 1995, s. 29; Hodgkin, 2001, C. 2, s. 35). Bu elçilik heyetinin dillik açıdan bir diğer dikkate şayan yönü, Orestes’in varlığına rağmen, Edekon’un meramını Hun dilinde aktarmış olması ve söylediklerinin Bigila tarafından tercüme edilmesidir (Ahmetbeyoğlu, 1995, s. 30) ki bu durum Hun devletinin Doğu Roma karşısındaki siyasi üstünlüğünün neticesinde Hun Türkçesinin de uluslararası anlaşma dili olarak Yunancanın ve Latincenin önüne geçtiğine işaret eder. Hun dilinin yabancılar tarafından konuşulduğuna dair bir diğer misal, yine Priskos tarafından kaydedilen İtalya’dan gelmiş olan Rusticus’tur (Ahmetbeyoğlu, 1995, s. 34). Yine Priskos’un kaydettiği Hun merkezindeki saçını Hunlar gibi kesmiş, Hun yöneticileri gibi giyinmiş Yunanlı örneği de oldukça ilginçtir (Ahmetbeyoğlu,1995, s. 41; Thompson, 2008, s. 145). Bu durum, en azından Hun hâkimiyeti altındaki bölgelerde Hun Türkçesinin konuşma dili olarak Yunancanın önüne geçmiş olduğuna delalet eder. Zira Hun topraklarında, sadece Yunanistan’dan getirilen esirler tarafından konuşulan bir dil olduğu yine Priskos tarafından ifade edilen Yunancayı konuşarak bu Yunanlının Hun devletinde yöneticilik yapmış olması düşünülemez. Bu Yunanlının saçlarını Hunlar gibi kestirip Hunlar gibi giyinmesi de dikkate alınması gereken bir husustur. Zira bu tavır, tarih kitaplarında yaygın bir şekilde zikredildiği gibi, Hunların muhatap oldukları herkes tarafından insan dışı vahşi varlıklar olarak görülmediğine, bilakis Hun hayat tarzının imrenilip taklit edilen bir hayat tarzı olduğuna işaret eder.

Tekrar dil konusuna dönülecek olursa bilhassa Hun yönetimi altındaki bölgelerde yaşayan soylular üzerinde Hun Türkçesinin oldukça etkili olmuş olması gerekir. Zira soylu sınıf Hun devlet mekanizması ile istilaya uğramış halk arasında aracı rolünü görmüş olmalıdır. Bu, Hun Türkçesinin Yunanistan coğrafyasında Yunancayı ve Latinceyi ortadan kaldırdığı manasında yorumlanmamalıdır. Zira gerek demografik gerekse dinî ve siyasi askerî sebeplerle bu iki dilin yerinin oldukça sağlam olduğuna şüphe yoktur. Ancak, yukarıda zikredilen örneklerden de anlaşılabileceği gibi, en azından yönetilenlerle yönetenler arasındaki bağı oluşturan soylu kesimler arasında Hun Türkçesi yayılmıştır. Hem de bu yayılmanın Latince ve Yunanca gibi çok köklü yazılı ve siyasi geleneğe sahip iki dile rağmen gerçekleşmiş olduğu, Hun siyasi gücünün ve dolayısı ile Hun Türkçesinin kazandığı itibarı anlayabilmek bakımından gözden kaçırılmaması gereken ehemmiyetli bir husustur.

Hun devletinin askerî ve dolayısıyla siyasi gücünün zayıflamasından veya devletin dağılmasından sonra, Hun Türkçesinin durumunun ne olduğu meselesi akla gelebilecek sorulardan biridir. Hun merkezî gücünün zayıflamasının ardından birtakım Hun kümelerinin Bizans’ın hizmetine girdiği veya günümüzde Yunanistan’ı oluşturan coğrafyayı da kapsayan Bizans arazisine iskân edildikleri yukarıda zikredilmişti. Bu Hun kümelerinin hızlı bir şekilde dillerini kaybedip Hristiyanlaştıkları ve eridikleri düşünülebilir. Zaten, tarih boyunca Bizanslılaşmanın veya Helenleşmenin en önemli üç unsurunun Rum Ortodoks Kilisesi, ordu ve bu iki kurumun kullandığı dil olan Yunanca olduğu kanısı mevcuttur (Mango, 2005, s. 26– 27; Vryonis, 1986). Özellikle Ortodoks Kilisesi, Yunancanın birçok topluluğa nüfuz etmesine sebep olmuştur. O yüzden durumun bu Hunlar için de aynı olmuş olması akla yakın gelmektedir. Meseleyle alakalı doğrudan kaynak bulunmamakla birlikte, var olan bilgilere dikkatlice bakıldığı zaman, durumun hiç de böyle olmadığına dair önemli işaretler vardır.

Mesela, 536 yılında, merkezde konuşlanmış olan Bizans hizmetindeki Hun askerlerinin dahi İstanbul sokaklarında yollarını bulabilecek kadar bile Yunanca konuşamadıklarına dair kayıtlar mevcuttur (Hodgkin, 2001, C. 4, s. 16–17). Bu durum göz önünde bulundurulduğu zaman, Hun devleti güçten düşüp dağıldıktan sonra, Hun Türkçesinin, uluslararası etkinliğini kaybetmiş olmakla birlikte, daha uzun süre varlığını devam ettirdiği anlaşılır. Keza, kendisi Ortodoks olan Belisarius’un ordusunda bulunan Hunların Hristiyan olmayıp kendi dinlerini korudukları da kayıtlıdır (Hodgkin, 2001, C. 4, s. 40, 148–149) ki bu durum dil kaybının önündeki en büyük engel olmuş olmalı. Zaten, Ortodokslaşmanın da asimilasyon yönünde ehemmiyetli bir aşama olmakla birlikte, iddia edildiği kadar dil üzerinde etkili olmadığına işaret eden durumlar mevcuttur. Mesela, 518 yılında, İstanbul’da bulunan bir manastırın baş keşişinin Yunanca bilmediği için bir dilekçeyi imzalayamadığı kayıtları mevcuttur (Mango, 2005, s. 23) ve bunun bir istisna olduğunu düşünmeyi gerektirecek herhangi bir durum da yoktur. Zira Yunancanın en güçlü olduğu yapılardan biri, belki de birincisi, olan Ortodoks kilisesine ait bir kurumda, hem de Elen kültürünün en güçlü olduğu yerlerden birisi olan başkentte bile Yunanca bilmeyen bir baş keşişin bulunuyor olması, başlı başına bir olgunun yansımasıdır zaten. İstanbul’da dahi Hunların dillerini korudukları düşünülecek olursa Trakya, Makedonya ve İllirya gibi merkeze daha uzak ve sık sık istilaya uğrayan eyaletlerde Hun Türkçesinin daha uzun süre varlığını devam ettirdiğini ileri sürmek çok iddialı olmayacaktır. Hele eyalet merkezlerinden uzak, Hunların aileleri ile birlikte cemiyet hâlinde yaşadıkları bölgelerde, muhtemelen dil kaybı hiç gerçekleşmemiş ve Bulgar Türkleri bölgeye hâkim olana kadar Hun Türkçesi konuşulmaya devam etmiştir. Zaten kendisi de Bulgar Türkçesi türünden bir lehçe olan Hun Türkçesi muhtemelen daha sonra Bulgar Türkçesi ile aynı kaderi paylaşmıştır. 


Avar döneminde Türk dilinin durumunun ne olduğunu tespit etmek, Hun dönemine göre çok daha çetrefilli görünmektedir. Avarlar, Hunlara göre Balkan Yarımadasında ve bilhassa Yunanistan’da daha etkin olmakla birlikte, kaynakların eksikliği bu konuda bir hüküm vermeyi çok zor hâle getirmektedir. Mesela, Avarların sadece Bizans’la değil Lombardlar ve Franklarla da diplomatik ilişkiler içerisinde bulunduğu (Szadecky-Kardoss, 2000, s.290), hatta kısa süreliğine de olsa Bizans ile Avarlar arasında bir ittifakın kurulmuş olduğu ve bu ittifakın bir neticesi olarak 578 yılında 60.000 Avar askerinin kağana vergi vermeyi reddeden Slavların Aşağı Tuna bölgesindeki yurtlarına sefer yaparken Bizans gemileri ile taşındığı (Obelensky, 1997, s. 74; Szadeczky-Kardoss, 2000, s. 286) bilinmektedir. Ancak, Hunların sosyal hayatı ve Hun – Doğu Roma ilişkileri hakkında çok değerli bilgiler sağlayan Priskos gibi bir kaynağın bu dönemde bulunmaması, dönemin dillik açıdan manzarasının karanlık kalmasına sebep olmaktadır. Yine de Efesli İoannes’in Kilise Tarihi’nde, Menandros Protektor’un eserinin bazı kısımlarında ve Theophylakos Simokattes’in eserinde yeri geldikçe Avarlardan bahsetmesi, araştırmacıları tamamen karanlıkta kalmaktan kurtarmaktadır. Biri 558 yılında, diğeri 562 yılında olmak üzere Avarların Bizans’a iki elçilik heyeti gönderdiği bilinmektedir (Karatay, 2004, s. 28–30). Ancak bu elçilik heyetinin diplomatik ilişiklerini hangi dilde yürüttüğünü tespit etmek mümkün değil. 

Gelenlerin kılıklarının tarifinden Avar oldukları anlaşılmakla beraber, ilişkilerin Avar dilinde yürütüldüğünü düşünmek doğru olmaz. Zira bu tarihlerde Avarlar, Bizans’tan yerleşmek için toprak talep etmektedirler. Ancak Avarların Balkanlarda nüfuzlarını artırmaları ile Türkçenin durumunun da değiştiği düşünülebilir. 588 yılında ele geçirilen Mora Yarımadasından yerli halkın sürüldüğü ve yerlerine Avarların ve Slavların yerleştiği anlaşılmaktadır. Vryonis (1967, s. 69–79) bu istila neticesinde Trakya ve Yunanistan’ın esaslı bir etnografik değişim geçirdiği, Bizans ve Hristiyan medeniyetine dair her şeyin yok olduğu görüşündedir. Gerçekten de Monemvasia Kroniği “İyi Rumların” sürüldüğünü, imha edildiğini, yerlerine kendilerinin yerleştiğini, “katillerin” ellerinden kaçabilenlerin çeşitli yerlere dağıldıklarını kaydeder. Yine aynı kronik, sadece Slavların elinde olan yarımadanın doğu kesimlerinin ulaşılması zor olduğu için özgür olduğunu kaydetmektedir (Davidson ve Horvath, 1937, s. 228). Bu istila neticesinde Mora Yarımadasının nüfusunun Slavlaştığı kanısı yaygındır. Ancak bu ifadeden yarımadanın batı kesimlerinin Avarların ellerinde olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de bu istila sebebiyle İtalya ve Sicilya’ya kaçan Rumlar, kendilerini sürenlerin Avarlar olduğunu ifade etmişler, Slavlardan bahsetmemişlerdir (Curta, 2004, s. 68) (13).

Fakat IX. ve X. yüzyıllarda Mora Yarımadasının tekrar Hristiyanlaşmasını konu alan kaynaklar, Avarlardan hiç bahsetmezler ve yarımadanın batısında “Slavlardan, tanassur yolu ile Rumlar yaratıldığından” bahsederler (Dunn, 1977, s. 71-86). Bundan hareketle iki üç asır içerisinde Avarların Slavlaştığı sonucuna varılabilir. Ancak bazı Yunan kaynaklarında Avarların Slavlarla karıştırıldıkları görülmektedir. Mesela Aziz Pankraitos’un Biyografisinde 750’li yıllarda Atina civarında yaşayan Avarların Slavlar olarak adlandırıldığı yazmaktadır (Rasonyi, 1984, s. 11). Bu kayıtlardan anlaşılmaktadır ki 588 yılındaki istiladan sonra Yunanistan coğrafyasına Avar grupları yerleşmiştir. Bu da Avarların konuştuğu Türkçenin bir cemiyet dili olarak bu coğrafyada kullanıldığı anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, Slavların yerleştiği bölgelerde de Avar Türkçesinin yönetim dili olduğu düşünülebilir. Gerçekten de Avarların işgal ettikleri bazı bölgelerde toprakların işlenmesi için Slavları iskân ettiklerini kaynaklar kaydeder (Rasonyi, 1984, s. 9). Nitekim 587- 88 sonrasında Mora Yarımadasında meydana gelen istiladan bahseden kaynaklar, bunun Avar – Slav istilası ya da Avarlar tarafından yönlendirilen Slavların bir istilası olarak zikrederler (Charanis, 1952, s. 343; Mango, 1980, s. 24, 97; Vryonis, 1981). 

Bu durumdan da Slavların en azından yönetici sınıflarının Avar Türkçesini anlayıp konuştukları sonucu çıkarılabilir. Netice olarak anlaşılmaktadır ki Avar Türkçesi VI. yüzyıldan itibaren Yunanistan coğrafyasında hem yönetim dili hem de cemiyet dili olarak kullanılmıştır. Ancak bu dilin varlığını ne zamana kadar devam ettirdiğini söylemek mümkün değil. Yine de bilgi kırıntıları üzerinde düşünüldüğü zaman Avar Türkçesinin en azından VIII. yüzyıla kadar Yunanistan’da varlığını devam ettirdiği düşünülebilir. Mesela 750 yılında Atina civarında Avarlardan bahsedilmesi, Avar dilinin de bu tarihte hâlâ konuşulduğu şeklinde yorumlanabilir. Keza kaynakların Telering Han’ın (768-777) Orta Makedonya’da bulunan Bulgarları ve Slavları kendine bağlamak için sefer düzenlediğinden bahsetmesi, bu Bulgarların hâlâ Slavlaşmadığını gösterir. Bu da Türkçe konuşan toplulukların Slavlar arasında varlıklarını bu tarihte hâlâ devam ettirdiklerinin bir işaretidir. Dolayısıyla pek muhtemeldir ki en azından bazı bölgelerde aynı Hun Türkçesi gibi Avar Türkçesi de dil kaybı olmaksızın Bulgar Türkçesi ile birleşmiştir.

VI. ve VII. yüzyıllarda Ogur Türklerinin Balkan coğrafyasında Yunanistan’a kadar uzanan birçok istila hareketine girişmiş olmasına rağmen, dillerinin umumi olarak Balkanlar’da ve hususi olarak Yunanistan’da ne gibi etkiler yaptığını tespit etmek çok zordur. Bu zorluğun birkaç sebebi vardır. Her şeyden önce kaynak yetersizliği bu konuda sağlıklı bir yorum yapmaya izin vermemektedir. Bir diğer önemli sebep ise, daha önce de zikredildiği üzere, Hunları, Avarları, Ogurları ve Bulgarları dil bakımından ayırt etmenin pek mümkün olmamasıdır. Ancak şüphesiz bu benzerlik, en azından mahalli olarak bu coğrafyada bulunan Ogur öncesi Hun varlığını pekiştirirken kendileri ile eş zamanlı ve kendilerinden sonra cereyan eden Avar ve Bulgar istilalarının dil bakımından etkilerinin pekişmesine zemin hazırlamıştır. Yine de kırıntı hâlindeki tarihî kayıtlar birtakım ipuçları sağlamaktadır.

Mesela 551 yılında cereyan eden olaylar neticesinde 2000 Kutrigur ailesinin Trakya’ya yerleşmesi sonucunda Ogur Türkçesinin Kutrigurlar tarafından konuşulan şeklinin burada en azından bir cemiyet dili olarak kullanılmaya başladığının bir delili olarak kabul edilebilir. Aynı on yılın sonunda cereyan eden Zabergan komutasındaki Kutrigur istilasının bu durumu pekiştirdiği ve Ogur Türkçesinin toplumluk itibarını ve işlevini artırdığı düşünülebilir. Ancak şüphesiz Ogur Türkçesi Yunanistan’daki en etkin konumuna 641-642 yıllarında gerçekleşen birleşik Ogur saldırısı neticesinde kavuşmuştur. Bu istila hareketi neticesinde günümüz Yunanistan coğrafyasının tamamı Onogurların eline geçerken bilhassa Korint şehrinin yirmi yıla yakın Onogurların elinde kaldığı düşünülürse Ogur Türkçesinin burada yönetim dili hâline geldiği görülmektedir. Fakat bu şehrin Ogurların eline geçmesinin esas önemini bulunduğu yer teşkil etmektedir. Bu şehrin 587-805 yılları arasında Avarların elinde bulunan Mora Yarımadası ile anakara Yunanistan’ı birbirinden ayıran noktada bulunduğu unutulmamalıdır. Yani 220 yıldan fazla Türkçenin yönetim ve muhtemelen cemiyet dili olduğu bir coğrafyanın hemen sınırındaki bir şehirde de Türkçe yönetim dili hâline gelmiştir. Üstelik hem Mora’daki hem de Korint’teki Türkçenin aynı lehçe özelliklerini (r-l Türkçesi) gösteren Türkçeler olduğu düşünüldüğü zaman meydana gelen toplumluk etki daha iyi anlaşılmaktadır.

Bu dönemde Balkanlar’da cereyan eden Türk fetih ve istilalarının en etkilisi şüphesiz Bulgar Türklerininkidir. Bulgarlar Balkanlar’ı sadece istila etmekle kalmamış, sonuçları günümüze kadar etki edecek şekilde bu coğrafyayı vatan hâline getirmişlerdir. 540 yılında Balkan Yarımadası’nda ilk görülmelerinden itibaren 1014 yılında yıkılana kadar ve yıkıldıktan sonra bu coğrafyanın etnik yapısına ve dolayısıyla dillik manzarasına birçok kere farklı derecelerde etki yapmışlardır. 540 ve 544 yıllarında cereyan eden istila hareketlerinin kalıcı sonuçları olmaması sebebiyle bölgeye dil bakımından bir etki yaptıklarını söylemek zordur. Ancak 578-585 yılları arasında Slavlarla birlikte Avarlar adına gerçekleştirdikleri saldırıların bir sonucu olarak Yunanistan’ın Bizans ile bağının kopması neticesinde, birtakım Slavlarla birlikte Bulgar Türklerinin de Yunanistan’ın çeşitli bölgelerine yerleştikleri düşünülebilir. Eğer bu varsayım doğru ise VI. yüzyıldan itibaren Bulgar Türkçesi Yunanistan’da bir cemiyet dili hâline gelmiş demektir. Fakat bunu doğrulayacak veriler elde yoktur.

Ancak VII. yüzyılın ikinci yarısında birçok Bulgar Türkünün Teselya’ya yerleştiğinin kaydı mevcuttur. Bu demektir ki bu tarihten itibaren Bulgar Türkçesi Yunanistan’da bir cemiyet dili olmuştur. 711 yılında ise 3000 Bulgar askerinin Thrace ve Opsikion Temalarında konuşlandırılması üzerine, Bulgar Türkçesi, Bizans sınırları dâhilindeki Yunanistan coğrafyasında ordu dili hâline de gelmiştir. Müteakip yüzyıllarda Tuna Bulgar Hanlığının hâkimiyetinin Yunanistan’a yayılmasına koşut olarak Bulgar Türk nüfusunun da arttığı ve dolayısıyla Bulgar Türkçesinin hem konuşulduğu alanın büyüdüğü hem de toplumluk itibarının arttığı düşünülebilir. 

Nitekim 831-836 yılları arasında Malamir Han’ın gerçekleştirdiği Selanik seferi neticesinde bugünkü Yunan Makedonyası’nın batısını da içine alan Yukarı Makedonya’ya birçok Bulgar yerleşmiştir. Boris Han’ın Yunanistan’daki Bulgar hâkimiyetini Mora sınırına kadar genişletmesi ve bu durumun 1014 yılında Tuna Bulgar Hanlığının yıkılmasına kadar devam etmesi sonucunda, Bulgar nüfusunun da Mora sınırına kadar yayıldığı düşünülebilir. Hatta Yunanistan’da Bulgar yayılmasının Bulgar Hanlığının 1014 yılında yıkılmasından sonra da devam ettiği görülmektedir. 1014 sonrasında birçok Bulgar’ın Teselya’daki kalelere yerleştikleri daha önce zikredilmişti. Ancak maalesef Bulgar nüfusunun yayılmasına koşut olarak Türkçenin nüfuzunun da yayıldığını söylemek mümkün değil. Zira Bulgarların arasında Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte Slavlaşmanın da başladığı ve IX. yüzyıldan itibaren Bulgarların tamamen Slavlaştığı görüşü genel kabul görmektedir (Golden, 2006, s. 297–298; Feher, 1984, s. 87; Kafesoğlu, 1985, s. 32; Karatay, 2013b, s. 294; Kayapınar, 2013, s. 111; Rasonyi, 1984, s. 27). Ancak bunun umumi bir durum olmadığına dair ciddi işaretler mevcuttur. Dimitrov (1993), bir Bulgar kroniğine dayanarak XII. yüzyıla kadar Tuna nehri boyunca Türkçe konuşan bir Bulgar tabakasının mevcudiyetini ortaya koymuştur. 

Keza Hristiyan olup Knez Mihail adını alan Boris Han’ın oğlu Vladimir, muhtemelen kendini destekleyen bir nüfusa güvenerek tahta geçtikten sonra Hristiyanlığı bırakıp eski Türk dinine dönmüştür (Karatay, 2013b, s. 294). Bu durum, Slavlaşmanın genel kanının aksine umumi bir durum olmadığını göstermektedir ki bu da Türk dilinin de birtakım Bulgarlar arasında yaşıyor olması gerektiği manasına gelir. Görülmektedir ki birtakım Bulgarlar Slavlaşırken birtakım Bulgarlar eski Türk geleneklerini ve Türk dilini XII. yüzyıla kadar yaşatmışlardır. 


Hakeza, Yunanistan coğrafyasında da bazı Bulgar gruplarının Türkçeyi koruduklarını varsaymak yanlış olmayacaktır. Bilhassa önceki Hun, Avar ve Ogur istilaları neticesinde Yunanistan coğrafyasına yerleşen Türklerin bulunduğu bölgelerde Bulgar Türkçesinin bir süre daha cemiyet dili veya en azından hane içi konuşma dili olarak varlığını devam ettirdiği düşünülebilir.



SONUÇ

IV.-X. yüzyıllar arasında dalgalar hâlinde, umumi olarak Balkanlara ve hususi olarak Yunanistan’a, önce akınlar düzenleyip sonra gelip yerleşen Hun, Avar, Ogur ve Bulgar Türkleri hiç şüphesiz kendileri ile birlikte dillerini de getirmişlerdir. Her dört topluluğun dili de (Eski) Bulgar Türkçesi, Hun-Bulgar Türkçesi veya Eski Batı Türkçesi adlarıyla anılması adet hâline gelmiş Türk lehçe grubuna mensup değişkeler olması sebebiyle birbirine zemin hazırlamış veya birbirini pekiştirmiştir. Bu dönemde Türkçe, Yunanistan’a bazen istilacı dili olarak girmiş, bazen de sığınmacı veya yerleşimci dili olarak girmiştir. Bazen cemiyet dili olurken bazen sadece ordu dili olarak kalmıştır, bazen ise yönetim dili hâline gelmiştir. 

Hun devrinde, devletin gücüne koşut olarak Türkçenin Latince ve Yunancayı geride bırakarak uluslararası iletişim ve diplomasi dili hâline geldiği görülmektedir. Hun devleti gücünü kaybedip dağıldıktan sonra ise bu sefer Türkçenin varlığını Yunanistan coğrafyasında yerleşimci ve ordu dili olarak devam ettirdiği tarihî kayıtların ortaya koyduğu delillerle sabittir. Elde Hun devrine göre verilerin daha az olmasına rağmen, Avarların Yunanistan’daki hâkimiyetlerinin Hun devrine nazaran daha sağlam ve daha uzun olması sebebiyle, Türk dilinin de daha sağlam bir yere sahip olduğu düşünülebilir. Bilhassa Mora Yarımadası uzun süre Avarların elinde kalmıştır. Avarlardan kalan yer isimleri de Avar döneminde Hun dönemine kıyasla daha etkin bir Türk unsurunun ve dolayısıyla Türk dilinin mevcut olduğunun bir delilidir. Muhtemelen Avarlar kendi dillerine benzer bir Türkçe konuşan Hun kalıntılarını da Yunanistan’da bulup bünyelerine almışlardır. Üstelik Hun devleti dağıldıktan sonra Avarlardan hemen önce bazı Ogur grupları Yunanistan’a gelip yerleştiği gibi Avarlarla birlikte de birtakım Ogur ve Bulgar gruplarının Yunanistan’a girip yerleştiği bilinmektedir. Bütün bunlar Avar döneminde Yunanistan’da zaten yönetim dili olan Türk dilinin durumunu cemiyet dili olarak da takviye etmiş olmalı. Avarların Slavların içerisinde eridikleri kanısı yaygın olmakla birlikte en azından mahalli olarak bunun gerçekleşmediğine dair bazı deliller mevcuttur. Pek muhtemeldir ki Yunanistan’ın bazı bölgelerinde Avarlar dillerini kaybetmeden kendilerini müteakip bütün Balkanları hâkimiyetleri altına alan Bulgar Türklerine katılmışlardır. Bulgar Türklerinin Avarlardan devraldıkları bütün Slavları yönetme hedefleri neticede beş-altı asır boyunca tekâmül etmiş olan bir Türk topluluğunun, dolayısıyla Türk dilinin, ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Hun – Avar – Bulgar devrinin Yunanistan Türkleri önce Slavlaşmış sonra da Yunanistan’ın yeniden Bizans hâkimiyetine girmesiyle büyük oranda Rumlaşmıştır.





Dipnotlar:
1) Konuştukları dil bakımından oldukça büyük tartışmalara sebep olan Avrupa Avarlarının dillerinin bir Bulgar Türkçesi lehçesi olduğunu Rona-Tas (1996) sarih bir şekilde ortaya koymaktadır.
2) Roma İmparatorluğunda sınırları savunmakla görevli birliklerin bulunduğu müstahkem mevkiler (https://www.britannica.com/technology/limes) (31 Ağustos 2018).
3) Sırbistan, Makedonya, Bulgaristan ve Romanya’nın Tuna nehrinin güneyinde kalan topraklarından oluşan Roma eyaleti (https://www.britannica.com/place/Moesia) (31 Ağustos 2018).
4) Balkan Yarımadasının batısında kalan Roma eyaleti (https://www.britannica.com/place/Illyria) (31 Ağustos 2018).
5) Trakya Ordusu Başkomutanı (Levtchenko, 2007, s. 90)
6) Askerî hizmet karşılığında yarı bağımsız olarak yaşayan topluluklar. Bunlar Bizans devletine anlaşma ile bağlı olup ne Roma kolonisi ne de Roma vatandaşı olarak kabul edilmekte idiler. Ancak savaş zamanında askerî birlikler sağlamakla mükelleftiler. (https://www.princeton.edu/~achaney/tmve/wiki100k/docs/Foederati.html) (31 Ağustos 2018)
7) Bazı tarihçiler bu akının 589 yılında olduğunu söyler (Mangaltepe, 2013, s. 219).
8) Makedonya Cumhuriyeti ve Güney Sırbistan (https://www.britannica.com/place/Moesia) (31 Ağustos 2018).
9) Çoğunluğu bugünkü Macaristan’da olmak üzere Doğu Avusturya ve kısmen Hırvatistan, Sırbistan (Voyvodina), Slovenya ve Bosna-Hersek gibi Balkan ülkelerini içine alan Roma eyaleti (https://www.britannica.com/place/Pannonia) (31 Ağustos 2018).
10) Güney Batı Balkanlarda bir Bizans themesi (https://wikivisually.com/wiki/Thrace_%28theme%29) (31 Ağustos 2018).
11) Kuzeybatı Anadolu’da bir Bizans themesi (https://wikivisually.com/wiki/Opsikion) (31 Ağustos 2018).

12) Mark Whittow, theme kelimesinin Türkçedeki 10,000 manasına gelen tümen kelimesinden geldiğini, kelimenin önceleri askerî birliği, X. yüzyıldan itibaren ise askerî birliklerin yerleştiği yerleri ifade ettiğini belirtmektedir (Whittow, 1996, s. 120–121).
13) Bu bölgede yoğun bir Avar nüfusunun olduğunu ispatlayan birtakım yer adları da mevcuttur. Mesela günümüzdeki adı Pylos olan Mora Yarımadasındaki şehrin eski ismi olan Navarin/Navarino adının Yunanca Eis Tôn Avarinon “Avarlardan gelme” deyiminden çıktığı kaydedilmektedir. Yine bugün Karadağ’da kalan daha kuzeydeki Antivari şehrinin eski adı Civtas Avarorum “Avarların şehri” idi (Rasonyi, 1984, s. 11).







"Yaşadıkları dönemi Batılı kaynakların Altın Çağ olarak adlandıkları Avarlar, bu adlandırmaya layık çok güzel eserler bırakmışlardır. Örneğin kemer tokaları. Bilindiği üzere Kemer tokalarının üzerindeki sembol veya figürler hem bulunulan makamı, hem de mesleğini gösteriyordu."
Prof. Dr. Mualla Uydu Yücel
Avar Turks in Europe
Fleur de Lys was first used by Turkish Tribes, even in Pazyryk kurgans to be seen.





There is no doubt that Turkic groups like the Huns, Avars, Oghurs, and Bulghars, who surged into the Balkans between the 4th and 10th centuries initially carrying out raids but then settling into the Balkans in general and Greece in particular, had brought their language with them. The languages of all four groups were varieties belonging to Turkic languages, which are universally called (Old) Bulghar Turkic, Hun-Bulghar Turkic, or Old Western Turkic. Therefore, they either provided a basis for or consolidated with each other. In this period, Turkic entered Greece in various forms. It was sometimes used as the language of the invader, sometimes as the language of refugees or settlers, and sometimes it merely remained as a community language, whereas sometimes it had become the language of the administration.

In parallel with the military and political powers of the Hunnic state, Turkic became the language of international communication and diplomacy, surpassing Latin and Greek during the Hunnic period. Historical records provide evidence that the Turkic language survived in Greece as a language of refugees and soldiery after the collapse and disintegration of the Hunnic state. Despite the small amount of data on hand when compared to the Hunnic period, it could be assumed that the Turkic language had a firmer status during the Avaric period, as the Avar dominance in Greece had lasted longer and was more entrenched than that of the Huns. The Peloponnese, in particular, had remained in the hands of the Avars for a very long period. Historical records provide information that the institutions of the Byzantine civilization and culture were erased from the surface of the peninsula, and “barbarism” ruled for more than two centuries. The Avaric names of places among the Greek and Balkanic toponymy could be considered as evidence that a more influential Turkic element existed during the Avar period than that of the Hunnic period. Clearly, a more influential population meant a more influential language. Most probably, the Avars had encountered Hunnic residues in Greece, who had spoken a language similar to theirs, and absorbed them, strengthening their linguistic basis. Additionally, some Oghur groups arrived and settled in Greece shortly before the Avars and after the collapse of the Hunnic state. On the other hand a number of Oghur and Bulghar groups entered and settled in Greece together with the Avars. All of these factors must had consolidated Turkic as a community language, which was already serving as the language of the administration during the Avar period.

It is a widespread view that the Avars were absorbed by the Slavonic groups. However, there is evidence that this did not happen, at least in some regions. There is a great possibility that in some regions of Greece, the Avars were incorporated into the Bulghar state, which domineered the whole of the Balkans after them, without losing their language. Layers of Turkic peoples, who had poured into the Balkans in general and Greece in particular, entrenched and enrooted the Turkic language in the region. However, the Bulghars inherited the mission of dominating and ruling all of the Slavonic peoples from the Avars, and this mission eventually paved the way to the disappearance of a Turkic community, which evolved over five to six centuries. The Turkic language disappeared together, perhaps before the people, as they were outnumbered by the Slavs and absorbed by them. The Turkic groups of the Hunnic–Avaric–Bulghar period in

Greece were initially Slavicized and later Grecified to a great extent after Byzantine rule was reestablished in Greece.


30'larında ölmüş bir Avar Kağanın Atlı Kurganı - 7.yy - Deri Müzesi-Macaristan
Avar-Turk Kagan - 7th c
Died in his 30's and buried with his horse. Found in 2017.

* Kurgan and horse burials is a Turkish tradition.
(The word Kurgan is not Russian of origin as some scholars claim!)
* Kagan (Kağan) = Etymology Turkish; A title used by rulers-leaders, the meaning can be accepted as king or emperor.
(The word Kagan is not Jewish or Russian of origin as some scholars claim!.. The Surname Kagan is used by many Jewish people, but that does not make them "Jewish ethnicity", or maybe not even Turkish, because of the common use. However, many of them are Turkish, i.e. Khazar Turks. Eventually, the origin of this surname 'Kagan' is Turkish. Turkish ethnicity is not limited with the country Turkey... No... Turk is the surname of all the Turkish tribes (Avars, Huns, Khazars, Kazakhs, Kyrgyz, Uzbeks, Azerbaijans, Oghuzes, Seljuks, Nogays, Karachay Turks, Kipchaks, Cumans, Artiquids, etc.), Turk is the name of the ethnicity, the nation. (for example; Ottoman is not an ethnicity, it's a dynasty name, the name of the leader who establish the Ottoman Empire was Atman, which became Otman, and they belong to Oghuz Group). And the statement of wikipedia about "Kagan (surname)" > "Kagan" is a primarily Russian-Jewish surname which could be derived from the surname Cohen (in Russian the consonant h is replaced with the consonant g)"... is absolutely NONSENSE!



SB




29 Nisan 2020 Çarşamba

Doğu Roma'da Theme - Türklerde Tümen


Doğu Roma'da kullanılan Theme sistemi ve kelimesi Türklerden geçmiştir.



"Bizans İmparatorluğu ile yapılan savaşlar sonunda esir düşen veya anlaşmalı olarak kendi istekleriyle Bizans arazilerine iskan edilen onbinlerce Bulgar, Peçenek, Uz ve Kuman-Kıpçak Türkü’nün yerleşimi belirli bir sistem dahilinde gerçekleştirilmiştir. Bahsi geçen bu sistemin temeli İmparatorluğun yüzyıllar boyunca Pers ve Arap istilaları, iç savaşlar, hastalık, kıtlık gibi nedenlerle insan gücünün azalmasına bağlı olarak dışarıdan temin edilen yerleşimcilerle nüfusu azalan bölgelerin yeniden canlandırılmaya çalışılmasına dayanmaktadır. Nitekim, özellikle İmparatoratorluğa yönelik dış tehditler arttıkça böyle bir teşkilat geliştirilmiş ve bu teşkilata theme adı verilmiştir. Diğer bir ifadeyle theme’ler, başlangıçta olmasa dahi zamanla, askeri ve mülki idareyi bir elde toplayan Stratikosların emrinde bulunan idari birimlerdir.

Kelime olarak kökeni tam açıklanamayan theme’in Yunanca bir kelime olan ve İmparatorluk görevlileri tarafından kayıt defterine yazılma anlamına gelen thesis’den geldiğini ileri süren Aikatarina Christophilopolou’ya (7) karşın, Mark Wittow, kelimenin ‘step dünyasıyla’ ilgili olduğu görüşünün ikna edici olduğunu belirtmekte ve Türkçe’de 10.000 kişiden oluşan ve Tümen adı verilen askeri birlikle alakalı olabileceğinin altını çizmektedir. Nitekim, göçebe komşuları Türklerin savaş kabiliyetlerine aşikar olan Roma ve Bizanslıların kelimeyi almış olmalarının gayet doğal olduğunu belirten Witthow, kelimenin başlangıçta askeri birliği ifade ederken, 10. yy.’dan itibaren bu askeri birliklerin yerleştiği yerleri ifade etmeye başladığını belirtmektedir.(8)

Tüm Bizans tarihi boyunca themeler’den sınırlara yakın olanlar ayrı bir öneme sahip olmuştur. Bu birimlere askerler aileleriyle birlikte yerleştirilir vergiden muaf tutulur ve dolayısıyla askerlik karşılığı toprak sahibi olurlardı. Aslında bu türden sınır bölgelerine asker yerleştirme uygulaması eskiden limitanei olarak adlandırılan ve sınırlara asker yerleştirme anlamına gelen eski sistemin geliştirilmiş şeklidir. (9) Yabancı olan bu askerler aileleriyle birlikte ve kendi mülklerinde oturduklarından sahip oldukları toprakları müdafaya mecbur olurlardı ve bu da beraberinde İmparatorluğa sadakatı getirmekteydi. Genel olarak bakıldığında theme sisteminin Anadolu’da daha fazla geliştiği söylenebilir. 6. yy.’dan itibaren Anadolu’da meydana gelen nüfus azalmasına karşı oluşturulan bu themelere yerleştirilmek üzere İmparatorluğu’n çeşitli bölgelerinden özellikle de Balkanlar’dan yeni insanlar nakledilmiştir.(10) Diğer taraftan, zaman içerisinde benzer organizasyon Balkanlar’da da gündeme gelmiştir.



7. yy.’ın orijinal themeleri Anatolikon (669), Armeniakon (667), Thracian (680-685) ve Opsikion’dur (680). İlk iki theme eski “magister militum per orientem ve magister militum Per Armeniam” olarak adlandırılan ordulardır. Doğu ordusu Mezopotamya ve Suriye’den çekilip Güney- Orta Anadolu’ya yerleşmiş ve Anatolikon theme’i adını almıştır. Armenia ordusu da Yukarı Fırat bölgesinden çekilerek Kuzeydoğu Anadolu’ya yerleşmiş ve Armeniakon adını almış, Balkanlar’daki eski “Magister militum per Thraciam” olarak bilinen Batı birlikleri de Trakya’dan çekilerek verimli batı Anadolu topraklarına yerleşip Thrakesion theme’sini oluşturmuştur.(11) Son theme olan Opsikion ise İstanbul’a yakın, Kuzeybatı Anadolu’da ve İmparatorluk muhafız birliklerini ve 6. yy.’da merkezi ordudan kalan birlikleri içeren bir theme’dir. 



Ancak 9. yy.’a gelindiğinde Anadolu themeleri küçültülerek Opsikion, Bucellarion, Optimaton, Paphlagonia, Armeniakon, Chaldia, Colonea, Charsianon, Anatolikon, Thraceion, Kappadokya, Mezopotamya, Sebastea, Lycandus, Leontocomis, Seleukia ve Cbyraeots(12) adlarında yeni theme’ler oluşturulmuştur."


Yonca Anzerlioğlu
Bizans İmparatorluğu'nda Türk Varlığı
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Enstitüsü
Türkler Ansiklopedisi, Cilt 6, s.351-375 ya da link
Dipnotlar:
[7] Aikatarina, Christophilopolou, Byzantine History, II, 610-867, trans. by Timothy Cullen, Amsterdam, 1993, s. 346.
[8] Mark Whittow, The Making of Orthodox Byzantium, 600-1025, London, 1996, s. 113.
[9] George Ostrogorsky, History of the Byzantine State, tran. By John Hussey, oxford, 1968, ss. 97, 131-132; Baykurt, op. cit., s. 115; Diehl, op. cit., s. 42.
[10] Peter Charanis, ”The Demography of Byzantine Empire,” Proceedings of 13th international Congress of Byzantine Studies, ed. by J. M. Hussey, D. Obelensky and S. Runciman, Sofia, 1935,.
[11] Witthow, op. cit., ss. 113-114; Christophilopolou, op. cit., s. 349.







Rusya'da Tümen Oblastı ve Tümen (Tyumen) adında bir kent de bulunmaktadır.

The name of the Russian city Tyumen is Turkish of etymology, just like the Theme's of the Byzantine Empire.
Tümen = Tr.ety., Army of 10.000 soldiers.
SB




19 Nisan 2020 Pazar

Tatikios; Doğu Roma İmparatorluğu'nda Bir Türk Komutan






Doğu Roma İmparatorluğu'nda Bir Türk Komutan; Tatikios
ve Tatikios’un kumandasında bir başka Türk: İlhan


"İmparator I.Aleksion Komnenos (1081-1118)'un en güvendiği kumandanlarından biri ve yakın dostu olan Tatikios'un hayatı ve faaliyetleri hakkında bize imparatorun kızı prenses Anna Komnene'nin babasının hayatını konu alan tanınmış eseri Alexiade ile, Anna'nın kocası Caesar Nikephoros Bryennios'un kaleme aldığı tarih eseri bilgi vermektedirler. Ayrıca Birinci Haçlı Seferi'ni anlatan çoğu çağdaş Haçlı eser ve yazarları, Gesta Francorum, Albertus Aquensis, Raimundus Aguilers, Tudobodus, Guibertus Novigenti, Baldricus ve Willermus Tyrensis İznik ve Antakya kuşatmaları sırasındaki olaylar içinde Tatikios'tan bahsetmişlerdir.

Anna Komnene'nin kaydına göre, müthiş bir savaşçı ve çarpışmalarda soğukkanlılığını kaybetmeyen, gözü pek bir kumandan olan Tatikios hür soydan gelmiyordu. Tatikios'un babası, Anna'nın büyükbabası dux Ioannes Komnenos tarafından bir yağma saldırısı sırasında esir alınmıştı. Anna, bu olayın hangi tarihte cereyan ettiğini kaydetmemiştir. Bununla beraber, büyük bir ihtimalle Tatikios da babası ile birlikte esir alınmış olmalıdır ki, o takdirde bu olayı 1057 yılından sonraki bir tarihe yerleştirmek gerekecektir. Çünkü Nikephoros Bryennios eserinde, Tatikios'un imparator Aleksios ile aynı yaşta olduğunu ve onunla beraber yetişip büyüdüğünü yazmıştır. Aleksios'un doğumu için 1057 yılı kabul edildiğine göre, Tatikios da aynı yıl, yani 1057'de doğmuş olmalıdır.

Anna Komnene'nin eserinde yabancılar için hemen hemen hiçbir methedici söz kullanmamasına rağmen, Tatikios'un cesareti ve savaşçılığının yanı sıra temkinli ve uzakgörüşe sahip bir kişi olarak övmesi dikkat çekicidir. Tatikios için Bryennios'un ifadesi de aynı şekilde övgülerle doludur; onun imparatora bağlılığını ve ileri görüşlü kişiliğini dile getirmiştir. Aynı zamanda Bryennios Tatikios'un adeta imparator Aleksios'un ailesinden biriymiş gibi olduğunu kaydetmiş ve böylece onunla Aleksios arasındaki samimiyeti vurgulamak istemiştir. Tatikios ile ilgili olarak Anna'nın şöyle bir kaydı da vardır: Anna babasının sonraları dizinden duyduğu ağrıya her ikisi polo oynarken istemeyerek Tatikios'un sebep olduğunu yazmıştır. Anna Komnene ve N.Bryennios'un hiç değinmedikleri fakat Haçlı yazarları tarafından dile getirilen bir husus da, Tatikios'un burnunun kesik olduğu ve onun burnunun yerinde altından yapılmış takma bir burun taşıdığıdır....

Tatikios'un ne ölümü ne de özel hayatı ile ilgili herhangi bir bilgi aktarılmamış. Evlenip evlenmediği veya çocukları olup olmadığı hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Bununla beraber babasının Tatikios, annesinin Komnene olduğunu söyleyen Mikhail adında biri ,belki de gerçekten onun oğludur. Ayrıca 1104 sözleşmesinde, kuropalates ve anaagrapheos olan Konstantinos adındaki birinden 'megas primikerios'un yeğeni' diye bahsolunmuştur. Bunun dışında 12.yüzyıl sonunda imparator II.Isaakios Angelos'a karşı düzenlenen entrikalar içinde Konstantinos Tatikios adını taşıyan şahıs, belki de Tatikios'un torunlarından birisiydi.

Kinnamos'un eserinde de Tatikios adında bir kumandanın varlığından haberdar olmaktayız. Kinnamos, imparator Manuel'in Macarlara karşı 1167 yılında yaptığı sefer ve savaş sırasında ordusunda 'Aspietes' lakaplı Tatikios adında bir kumandanın bulunduğundan bahseder. Bu şahsın da megas primikerios Tatikios'un soyundan gelmiş olması pekala mümkündür."


Işın Demirkent
Tatikios (Türk Asıllı Bir Bizans Kumandanı)
Belleten, Cilt: LXVII – Sayı: 248 – Yıl: 2003 Nisan



Tatikios'un soyundan Konstantine Tatikios'un Sikkesi
12.yy'ın ilk yarısı
Yazıt: Tanrım, "en asil"* hizmetkarınız olan Konstantine Tatikios'a yardım edin.
*Protonobelissimos > en asil anlamına gelen fahri bir unvan.




"Tatikios İmparator Alexios’un babası, Ioannes tarafından esir alınmış bir Selçuklu Türk’üdür. İmparator’un çocuğu ile birlikte büyüyen ve tahta geçtiğinde de Bizans’ın askeri komutanlığını yapan Tatikios Bizans hizmetinde Aleksios’un tahta yükselmesinden sonra megas primikerios ünvanını almış ve bu ünvanla başarılı bir yaşam sürmüştür.

1081 yılında Makedonya’nın Ahrida bölgesinde yerleşik olan Türklerin önderliğini yapan Tatikios, Arnavutluğu ele geçiren ve Aşağı İtalya Normanlarının lideri Roverta Giskadru’ya karşı İmparator Alexios Komnenos adına savaşan komutandır. 1086 yılında Peçeneklere yenilmiş olan Bizans ordusunu toparlamak üzere Edirne’ye gönderilen Tatikios, burada Peçenekleri yenilgiye uğratmıştır. Bu arada 1094 yılında Nicephore Diogen’e karşı düzenlenen bir suikasti de engellemeyi başaran Tatikios, aynı yıl içerisinde bu defa Kuman Türklerine karşı Bizans topraklarını savunmuş, yine Kuman Türklerinin akınlarına karşı kaynak elde edilmesi için kilise mülklerinin müsaderesi hakkında düzenlenen Sinod’da idareciler arasında görev almıştır.

Bundan sonra ise daha önce de bahsedildiği gibi İznik kuşatması sırasında emrindeki Vardar Türkleri ile 40.000 kişilik bir ordunun başında İznik’teki Türklerin su takviyesini önlemekle görevlendirilmiştir. Bu kuşatmada gösterdiği başarıdan dolayı İmparator Alexius tarafından yine emrindeki Türkopoller ile birlikte 1098 yılında Antakya’ya kadar Haçlılara eşlik etmekle görevlendirilmiştir. Burada kendisine karşı girişilen bir komplo sonucu askeri birliği terk ederek önce Kıbrıs’a gitmiş daha sonra da İstanbul’a dönmüştür. Bundan yıllar sonra ise Tatikios 1099 yılında Kephale Periphanestate ünvanı ile Bizans deniz kuvvetleri amirali olarak atanmıştır...

1092-93 yılları arasında Bizans hizmetine giren bir başka Türk de İlhan’dır.

Bursa’nın batısında Kyzikos ve Apollonia adı verilen yerlerin savunmasını üstlenmiş olan İlhan, Bizans baskısına dayanamayarak bu yerleri Bizans’a teslim etmiş ve Bizans hizmetine girmiştir. Aldığı birçok hediye yanında Hristiyanlığı da kabul eden İlhan’ı bazı aile mensupları da takip etmiştir. Akrabaları ile Bizans ordusunda savaşan İlhan 1094-5 yılları arasında Tatikios’un kumandasında Kumanlara karşı savaşan Türk birliği içinde görev almıştır."


ve diğerleri...


"Türk olduğu açıkça belirtilen İsa (John İses), Bizans eğitimi almış bir Selçukludur. 1146 yılında Konya’ya düzenlenen bir saldırıda İmparator Manuel’in yanında yaverlik yapan Poupakes da daha sonra Grand Domestikos Aksukhos’un koruması olmuştur. "

"Nicephorus Chalouphes (Halife) adındaki Türk, önce Korinth adası valisi olmuşken, daha sonra bir dönem Venedik Bizans ilişkileri çerçevesinde Venedik’e Bizans elçisi olarak gitmiştir." 

"Prosouch, yine bir Selçuklu komutanı olup özellikle İmparator Manuel Dönemi’nde Antakya Hükümdarı Raymond’a karşı girişilen seferde görev almış bir kişidir.[69] Prosouch’un oğlu veya torunu olan Nicephorus Prosouchos askeri bir görev dışında hizmette bulunan Türkler arasındadır ve bir dönem Yunanistan’ın valiliğini yapmıştır."

"Tziknoglos retorik eğitimi almış olan ve Aya Sofya idaresinde görevli bir Selçuk Türkü’dür." 

"İshak, Manuel Dönemi’nde (1154-5) hizmet eden Türklerden birisidir."

"1156 yılında Normanlara karşı verilen bir mücadelede Bizans ordusu bünyesinde görev yapan küçük bir birliğin başındaki komutanın adı Pairames’dır (Bayram)."



Yonca Anzerlioğlu
Bizans İmparatorluğu'nda Türk Varlığı
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Enstitüsü
Türkler Ansiklopedisi, Cilt 6, s.351-375







Doğu Roma'da her şey "Grek" değildir...
SB






16 Nisan 2020 Perşembe

Deli - Delirium




 "... Dünyalılar Delirdi ..."



Deli: Latince değil, Türkçe kökenlidir. İlk kez MS 1.yy'da Cornelius Celsus tarafından "delirium" olarak kullanıldı. Avrupa dillerinde ise sadece akademi çevresinde 16.yy'dan itibaren görülür, halk arasında kullanımı yoktur. Tarihimiz içinde birçok kahraman Deli lakabını taşır bunlardan biri de Deli Dündar/Tundar'dır. Turovalı Elene'nin babasının adı da Tyndareus, yani < Tundar(-eus) olarak geçer ki -eus eki bile Yunanca değildir... ;)

Akdeniz Havzası'nda Türkçe...

SB





The earthlings went Delirious


* Deliratio: Latin verb, which is 'deliriare' meaning 'to rave, to be crazy' and its related noun 'delirium', meaning 'madness'...

* Delirium (n.)
1590s, "a disordered state, more or less temporary, of the mind, often occurring during fever or illness," from Latin delirium "madness," from deliriare "be crazy, rave," literally "go off the furrow," a plowing metaphor, from phrase de lire, from de "off, away" (see de-) + lira "furrow, earth thrown up between two furrows," from PIE root *lois- "track, furrow." Meaning "violent excitement, mad rapture" is from 1640s. (link)



But... the etymology is Not Latin !...

It is Turkish of etymology: DELİRMEK (Telü, Delü, Deli)
First used by Cornelius Celsus in the 1st century BC, as "delirium". From the 16th century used in European languages, but not among the people, only among the scholars.

We have many heroes with the nickname "Deli" in history:
Deli Dumrul, Deli Budak, Deli Hasan, Deli Urak, Deli Dündar/Tundar** or Deliler, bold and brave scout warriors in Seljuk and Ottoman period.

** Tundar; male name, just like the name of Tyndareus (Tundar-eus), the father of Helen of Troy!.. ;)

So, who are you kidding with all that "indo-european language centric" resources !... Definitely not us ... ;)

Turkish Language in the Mediterranean Basin...

SB








Georgios Maniakes; Doğu Roma İmparatorluğu'nda Bir Türk Komutan




Doğu Roma İmparatorluğu'nda Bir Türk Komutan;
"Deli" Georgios "Maniakes"


Maniakes'in İsyanı - Psellos

"Bu adamı kendim de gördüm ve hayretler içersinde bakakaldım. Çünkü doğa, komuta etmek isteyen bir adamın tüm niteliklerini ona vermişti. Boyu on metreydi, onu görenler sanki bir tepeye ya da bir dağın zirvesine bakar gibi bakmak zorundaydı. Maniaces'in görünümünde bir yumuşaklık ya da hoşluk yoktu. İşin doğrusu, daha çok ateşli bir kasırga gibiydi. Sesi gök gürültüsünü andırıyordu. Elleri de yeterince güçlüydü, sanki duvarları ve pirinç kapılarını titretecek, yerinden oynatacaktı. Bir aslan gibi hızlıydı. Kaşları ürkütüyordu. Adamla ilgili beklediğiniz her şey özellikleriyle uyumluydu. Bazıları, hakkındaki korkunç söylentileri, kahramanlıklarını duymuş ve anlatılan abartılı görünüşünden dolayı ondan korkuyordu. Onu görenler ise gördükleri karşısında şaşkına dönmüştü...

Georgios Maniakes bir anda ordu komutanı rütbesine yükselmedi. Yani, bir gün trompet üflerken ertesi günü ona lejyonun önderliği emanet edilmedi. O basamakları kademeli olarak üst sıralara kadar yükseldi. Bununla birlikte, zaferi göğüslediği sırada tekrar hapse atıldı ve bir süre daha elde edeceği başarılarından uzak kaldı. İmparatora bir fatih olarak dönmüştü, ama sırtından bıçaklanmıştı. Üst düzey bir görevli ile birlikte tüm silahlı kuvvetlerin komutanı olarak Edessa'ya (Urfa) gönderilmişti. Bu askerler genç ve hırslıydı, böylece asla geçmemesi gereken bir yola çağırdılar. Burada hem onun, hem de bizim için işler ters gitmişti ve Edessa'da yakalanarak suçlandı... 

[Maniakes, 1030-1031 arasında Urfa'yı garnizon merkezi olarak elinde tutuyordu. Ancak tekrar Arapların eline geçti. (görsel) -SB]




Daha sonra Sicilya'yı feth etmesi için gönderildi....

İmparatorluğumuzun en soylu kısmını kaybedince İmparator Maniakes'i göndererek kaybettiğimiz yerleri tekrar geri almamızı istedi. Maniakes tüm gücüyle saldırdı. Düşmanı buralardan tamamıyle kovacak ve yolların kontrolünü geri alacaktı... Sicilya feth edilince oraya yerleşti. Ancak komşusu ondan nefret ediyordu. İmparatorla sıkı bir dostluk kurdu ve kızkardeşini de imparatora arkadaşlık etmesi için gönderdi. Aslında kızkadeşi vasıtasıyla imparatorun kulağına Maniakes hakkında doğru olmayan dedikodular fısıldıyordu. Maniakes'e karşı güvensizlik tohumları ekiliyordu. İmparator onu ödüllendireceğine hor görmeye başladı, bu da Maniakes'in İmparatorluğa karşı güvenini sarstı. Hatta Maniakes'in isyan ettiğini söylediler. Konstantin'in diploması yollarına başvurdu ama başarısız oldu. Çünkü gönderdiği elçi ne askeri deneyimi ne de gücü vardı. O sadece saraya girmeyi başarabilen bir sokak solucanıydı. Görevleri Maniakes'i öldürmek, ya da hapse atmak idi.

Elçi Maniakes'e doğru yelken açtı. Bir şeylerin döndüğünü anlayan Maniakes isyana hazır bir şekilde elçiyi bekliyordu. Aslında elçi gelmeden önce düşünceleri barışçıl idi ama elçi hiçbir şekilde güvence vermiyordu. Hatta elçi aniden bir ordu komutanı edasıyla atıyla Maniakes'e doğru hamle yaptı ve onu taciz etti. Kibirli bir şekilde ona vurdu ve korkunç bir şekilde cezalandırılacağını söyledi. Maniakes artık emindi, gizli niyetler vardı ve elçiyi vurmak için değil, korkutmak amacıyla elini kaldırdı. Elçinin yanındaki adamı ise isyana kalkıştığını söyleyerek yanındakilerini da şahit olmaya çağırdı. Maniakes'in de sonuçlarından kaçamayacağını da ekledi. Bu çok ciddi bir konuydu. Doğal olarak Maniakes'in ordusu onun yanında yer aldı ve elçi ile yanındakini öldürdüler. Artık imparator ile müzakere edilemeyeceğini de biliyorlardı ve açıkca isyanı başlattılar.

[Kendi askerleri tarafından imparator ilan edilen Georgios Maniakes İstanbul'a doğru yola çıktı, ancak Selanik'te İmparator'un sadık askerleriyle karşılaştı - SB]

Böylesine cesur ve strateji ustası olan birinin yanında savaşmak için sadece askeri çağdakilerin değil, genç yaşlı tüm erkeklerin akın akın gelmesi hiç de şaşırtıcı değildi. Zaferleri sadece sayıyla değil, deneyemi ve becerisiyle de kazandığını bilen ordusu savaş halinde paniğe hiç kapılmazdı. Birçok şehri ele geçirdi, hazinelerine sahip oldu ve birçok da esir aldı. Düşmanlarının hiçbiri ona saldırmaya cesaret edemezdi, çok korkuyorlardı. Hatta ondan o kadar çok korkuyorlardı ki bazıları güvenli bir mesafe oluşturmak kenara çekilerek emekli oldu.

Bu arada imparator elçinin suikastını ve Maniakes'in aptalca davranışı duydu. Onunla savaşmak için muazzam bir ordu hazırlattı. Sonra bu kuvvete kimin komuta edeceği sorunu çıktı. Konstantin eğer bu isyanı bastıramaz ve başarısız olursa, bunun bir işaret olacağını ve bir başka isyanın daha patlayabileceğinden korkuyordu. Kendi generalleri kendisine dönebilirdi. İkinci bir taklitçi ilkinden daha tehlikeli olabilirdi, çünkü emrinde hatırı sayılır bir ordusu olacaktı. İmparator bu sebeple bir generali değil, hadım edilmiş ve hiçbir şeye saygısı olmayan çok sadık bir hizmetkarını ordunun komutanı olarak görevlendirdi. 

Başkentten yola çıkan sadık hizmetkarı ile büyük ordusunun haberi Maniakes'e ulaştı. Ama ne ordunun üstün sayısı ne de stratejik konumları onu alarma geçirmemişti, planlarından sapamazdı. Amacı öncelikle imparatorun ordusu onu beklemeden nöbetçilerini yakalamak ve hafif silahlı birlikleriyle saldırmaktı.

İmparatorluğun ordusu savaş için pozisyon alırken çok yavaştı. Hatta, İmparatorun askerleri Maniakes'in de dövüşe katılacak olmasından endişe duyuyordu. Gerçi onu meydanda pek görme şansları olmadı, çünkü çok hızlı hareket ediyordu. Meydanda gürleyen sesiyle bir yandan emirler yağdırıyor, diğer yandan herkesin kalbine dehşet saçacak şekilde terör estiriyordu. Onun gururlu bir şekilde sayısız düşmanı alt ettiğini görmüşlerdi.... Birden sağ tarafından vuruldu. Görünüşe göre darbenin farkında değildi ve yüzeysel bir yara sandı, elini götürdü. Yarasından oluk oluk kan aktığını görünce ölümcül olduğunu anladı. Çaresizlik içinde kendi askerlerini geri çekmeye çalıştı. Aslında ordumuz biraz yol almıştı ama... Maniakes tüm gücünü yitirmişti ve bayılma üzereydi ve artık atını da kontrol edemiyordu. Son nefesini verirken dizginler elinden kaydı ve eyerinden yere düştü. Adamlarımız yine de cesaretlerini yitirmedi ve dövüşmeye devam ettiler.

Maniakes'in yaveri atının başıboş dolaştığını görünce hemen iki ordunun arasındaki boşluğa koştu ve Maniakes'in yerde yatan cansız bedenini gördü. Manzara o kadar şaşırtıcıydı ki Maniakes sanki toprağın tümünü kaplıyordu. İmparatorun askerleri Maniakes'i kendilerinin öldürdüklerini iddia ediyorlardı. Kafasını bedeninden ayırıp komutanlarına götürdüler. Hayal güçleri hiç bitmemişti, herkes bir şeyler söylüyordu. Ama asıl öldüreni asla bulamadılar. Yarasına bakılacak olursa da bir mızrakla öldürüldüğü ortaya çıkmıştı.

Maniakes kuşkusuz hayatı boyunca adaletsizliğe uğramıştı, ancak yaptığı her şeyle de övülmez. Ordusuna gelince, bazıları düşmanın dikkatini çekmeden kendi ülkesine kaçtı. Bazıları da kaçak olarak yaşadı. İmparatorun ordusu dönerken isyancının kafasını bir kazığa geçirerek başkente getirdiler. İmparator da halkın uzaktan bile görmesi için Büyük Tiyatronun tepesine diktirdi..." 

Michael Psellos (Chronographia, 1018-1078)
çev. SB


İmparator IX. Konstantinos Monomakos'a (1042-1055, Eşi Zoe ile Ayasofya mozaiklerinde görülmektedir) karşı Türk kökenli komutan "Deli" Maniakes ile başlayan isyan (1043) böylece sona erer. Maniakes'in Sicilya'daki macerası arkasından, Sicilya'daki "Maniace" kasabası ile Siraküza kalesi (Castello Maniace) ismini ondan alır.



İskandinav destanlarında "Gyrgir" olarak geçen,
Batılıların "Grek" diye tanıttığı, ancak Türk asıllı olan Komutan; 
"George Maniakes"


Ayasofya / Konstantin - İsa - Zoe



"11. yy.’ın tanınmış kumandanlarından olan George Maniakes, Selçukluların Ermenistan’da ilk görünmeye başladığı dönemde Anadolu’ya yerleşen ve İmparator Basileios II’nin hizmetine giren bir Türk aileye mensuptur. Maniakes, genç yaşta Anadolu’daki Bizans garnizonunda görev yapmaya başlamış ve 1029 yılında bir kumandan olarak Bizans tarihindeki yerini almıştır. Aynı yıl içinde Protospatharios ünvanıyla, Telukh (Dülük) olarak adlandırılan (bugün Ceyhan nehrinin doğusuna düşmektedir) theme’in Strategosu (vali-kumandan) olmuştur. Daha sonra İmparator Romanus III, Devri’nde Araplara karşı girişilen savaşta göstermiş olduğu başarıdan dolayı aşağı Fırat vilayetlerinin idaresi ile ödüllendirilen Maniakes, Katepanos sıfatıyla Samasota’ya (Samsat) tayin edilmiştir.

Bu idari bölge haricinde Kapadokya’da da arazi sahibi olan Maniakes, 1031 yılında Bizans adına Urfa şehrini ele geçirmiş ve Hz. İsa’nın Kral Abgar’a göndermiş olduğu söylenen meşhur mektubu bularak İmparator Romanus III’e göndermiştir. Maniakes’ın Urfa’yı ele geçirmesi ile ilgili olarak Muralt, şehrin Urfa Emiri Nasr Eddaullah Mervan safında yer alan Türk Süleyman ismindeki bir kişinin Araplara ihanet etmesi sonucu Maniakes’ın Urfa’da birçok yeri ele geçirdiğini belirtmektedir. Bu bilgiye göre, Maniakes ile Türk Süleyman’ın kuşatma sırasında birbirlerinden haberdar olabilecekleri uzak bir ihtimal olmasa gerektir.

İmparator Manuel Dönemi’nde de komutanlığa devam eden Maniakes, Urfa’daki görevinden alınarak Türkmenlere karşı koymak üzere Vaspurakan’a [Van Gölü çevresi - SB] gönderilmiştir. Daha sonraki yıllarda ise İmparatorluğ’un batı sınırında Sicilya’da Araplara karşı düzenlenen savaşlarda görev alan Maniakes büyük başarılara imza atmıştır. 

Daha sonra Magistros ünvanıyla 1042 yılında asayişi sağlamak üzere İtalya’ya gönderilen Maniakes bir iftira sonucu sahip olduğu ünvanı kaybetmiştir. Bunun üzerine isyan eden Maniakes, bulunduğu Güney İtalya’dan aynı dönemde isyan etmiş olan Sırplardan da yardım alarak, Selanik’e doğru ilerlemiştir. İstanbul’dan gönderilen ordu ile Ostrovo’da karşılaşan Maniakes, savaş başlamadan önce kendi askerleri tarafından imparator ilan edilmiştir. Bundan sonra ise savaşı kazanmak üzereyken hayatını kaybeden Maniakes’in ölümü ile Bizans tarihinin seyri değişmiştir denilebilir."


Yonca Anzerlioğlu
Bizans İmparatorluğu'nda Türk Varlığı
Türkler Cilt 6, s.351-375






Goudelios Maniakes (Maneak), father of Georgios Maniakes (Skylitzes 387.87)

1030
Deception & massacre of Arabs by Georgios Maniakes at Telouch.

1031
Capture of Edessa by Georgios Maniakes.

1032
Defence of Edessa by Georgios Maniakes against Nasr ad-Dawla ibn Marwan of Miepherkeim.
Dispatch from Edessa to Constantinople of Christ's letter to Abgar.

1033
Georgios Maniakes began yearly tribute from Edessa.

1034
Military commanders (Georgios Maniakes & Leon Lependrenos) sent to new posts.

1035
Georgios Maniakes sent to Southern Italy as supreme commander.

1037
Reconciliation & African intervention in Sicilian civil war put Byzantines on defensive. 

1038
Michael Sp(hr)ondeles & Georgios Maniakes arrived in Sicily. 
Georgios Maniakes won much of Sicily, defeating Arabs at Remata with Norman aid.

1040
African Arab ruler again crushed by Maniakes in Sicily, but escaped home (through fault of Stephanos?).
Disputes with Stephanos led to conviction & recall of Maniakes for treachery.

1042
Release from prison of Konstantinos Dalassenos & Georgios Maniakes  
Georgios Maniakes arrived at Taranto, united Byzantine forces & built fort at Tara  
United Norman forces drove Maniakes back to Taranto, but failed to lure him out to fight  
Reign of Zoe & Theodora: military men (Nikolaos, Konstantinos Kabasilas, Georgios Maniakes)  
Maniakes went to Monopoli, then Matera, conducting mass executions   
Romanos Skleros took vengeance on Maniakes in Anatolikon, attacking his estates & his wife  
Peace established in Italy by Georgios Maniakes  
Pardos patrikios arrived in Italy with 2 colleagues & a large sum of gold & silver, to replace Maniakes  
Pardos brought a guaranteed pardon for Georgios Maniakes if he immediately gave up his rebellion  
Georgios Maniakes rebelled in S Italy, killing Pardos & later "Tubachi" protospatharios  
Georgios Maniakes went to Bari, but nobody obeyed him  
Konstantinos IX organised a huge army under Stephanos the eunuch against Georgios Maniake

1043
Basilieos Theodorokanos arrived in Italy as katepano to capture Maniakes with local aid: but he had left  
Maniakes crossed to Dyrrachion & won a first battle  
Battle of Ostrobos: sudden death of Georgios Maniakes at moment of victory
His head was sent by the general (Stephanos) to the emperor (Konstantinos) who raised it on high in the theatre (Zonaras 17.22.18) 
Collapse of Maniakes' rebellion after his death; triumph of Konstantinos IX (& Stephanos Pergamenos)  
Epitaph in the persona of the dead Georgios Maniakes  
Psellos wrote Orationes panegyricae 2 for Konstantinos IX, with summary of recent history  
Failed plot of Stephanos Pergamenos in favour of Leon, strategos of Melitene











Doğu Roma'da her şey "Grek" değildir...