Aryanlar tarihsel dilbilimin aksine Pers dilli halklardan değildi. Aksine, antik Çin kaynaklarının karşılaştırmalı bilimsel analizine göre, Aryan dili Türk dilli uluslara aitti. MÖ 2.binyılın ortalarında güneye yapılan göçü arkeolojik olarak izini sürebiliyoruz.
Soğd dil bilimci M.Iskhakov'a göre, eski Türk yazıtlarının çok sayıda sürümleri vardı. Eski Türk yazılı anıtları sadece Orhun ve Yenisey'de değil, aynı zamanda Güney Sibirya'da, Altay Dağlarında, Yakutia'da (Sakha), Obi ve İrtiş nehri havzasında, Moğolistan'dan Yedi-su, Talas ve Fergana vadisinde, Kaşkaderya vahasında, Kazakistan bozkırlarında, İtil/Volga ve Don nehri havzasında, Kuzey Kafkasya'da, Kuban nehir havzasına, Kırım'da, Moldova, Macaristan ve Bulgaristan'da da rastlanıyordu. Bu eski Türk yazılarının Tuna havzasına kadar yayılması, antik çağın Türk tarihinde, kültürel ve sosyopolitik alanını oluşturan geniş bir bölgeye tanıklık etmektedir.
Orta Çağ döneminde, Doğu Avrupa'daki Slavların güneye ilerlemesi ile bağlantılı olarak, Türk budunları arasında nispeten küçük bir boşluk oluşturmaktaydı. Ancak İtil/Volga bölgesinde, Kuzey Kafkasya'da, Kuzeybatı Hazar Denizi bölgesinde, Kırım ve Moldova'da Türk dilli halklar bugün dahi yaşamaktadır. Son binyılda Bulgarlar (Türkleri) bölgede hâkim olan dilin etkisiyle Slav dilli oldu. Altay dil ailesinden olan Macarlar ise bugüne dek Tuna kıyılarında yaşıyor (Macar dilinin Türkçe ile bağı yaygın olarak biliniyor, ama tartışılan bir sırdır (!)). Don-Kuban'da bulunan Türk dilli yazıtlarının tanınması ve bunların Türk uluslarına atfedilmesi kesinlikle şüphe uyandırmamaktadır. Bu açıdan dilbilimci A.M Scherbak'ın görüşü önemlidir; "Don havzasında - Novoçerkassk'tan Voronej'e kadar - bulunan Türkçe yazı örnekleri Peçeneklerle ilişkilendirilebilinir." (MS 750-900)
Eski Türk yazılı eserlerinin coğrafi alanını inceleyen Prof.M.İskakov, Türk yazısının bin kilometreye yayıldığı sonucuna vardı. Avrasya bozkırlarının vadi ve vahalarında birkaç yerel sürümlerinin ortaya çıkması sonucu coğrafi olarak Türk dilli uluslar sadece Altay dağlarının, Güney Sibirya ya da Doğu Türkistan topraklarıyla sınırlandırılamazdı. Çünkü bu yazılı anıtlar eski zamanlardan kalma Türkçe konuşan kabilelerin Orta Asya'nın tüm iç bölgelerinden, doğuda Yakutia'dan (Sakha) batıdaki Tuna'ya kadar ve Kıpçakların kuzey bozkırlarından güneydeki Turan'a (Tarım havzası, Seyhun-Ceyhun nehir havzası- Tibet'e kadar) kadar otokton, yani yerlisi olduğuna işaret ediyordu.
Ne yazık ki, tarih biliminde Türk dilli uluslar, bu bölgelerde "göçmen", "fatih" ya da "istilacı" olarak gösterilmektedir. Bu görüşün bilimsel bir temeli yoktur! Gerçekte 'göç', en ama en eski tarihlerde gerçekleşmişti. Örneğin Tunç Çağı döneminde eski çiftçilerin göçü verimli topraklara olan ihtiyaçla bağlantılıdır. Ayrıca göçebe kabileler de sığır (hayvancılık) yetiştirmek için meralara ihtiyaç duyar. Bununla birlikte, bu göçlerin yaşanmış olmasıyla da 'eski zamanlarda Orta Asya'da sadece İranî dilli kabileler yaşıyordu' olgusunu da kanıtlanamaz. Türk dilli uluslar bölgenin diğer halklarıyla birlikte yanyana yaşamıştır. Bu gerçek Tunç Çağı (MÖ 3200 – MÖ 1200) dönemi sonrası arkeolojik verilerle de kanıtlanmaktadır.
A.Askarov
Aryan Sorunu; Yeni Yaklaşımlar ve Görüşler
Arkeolojik ve Yazılı Kaynaklarda Özbekistan Tarihi,
Taşkent, 2005
ENG:
Contrary to the historical linguistics, they were not the peoples of the Iranian languages; on the contrary, according to the comparative scientific analysis of the ancient Chinese sources, the Arian language belonged to the Türkic-lingual ethnos. Their migration to the south in the middle of the 2nd millennium BC is well traced on the archeological material.
According to the information of the Sogdiologist M.Iskhakov, the ancient Turkic writing had numerous local versions. The ancient Turkic written monuments are found not only in Orkhon and Yenisei, but also in the Southern Siberia, in Mountain Altai, in Yakutia (i.e. Sakha), in the Ob and Irtysh river basins, from Mongolia to the Jeti-su, in the Talas valley, in Fergana valley, in the Kashkadarya oasis, in Kazakhstan steppes, Itil/Volga basin, in the Don river basin, in the Northern Caucasus, in the Kuban river basin, in Crimea, in Moldova, in Hungary and Bulgaria. The spread of the ancient Turkic writing to the basin of Danube testifies about a wide arena where in antiquity formed the Türkic historical, cultural, and sociopolitical space.
During the Middle Age period, in connection with the advance of the Slavs in the Eastern Europe to the south, in the chain of Türkic ethnos formed relatively small gap, but in the Itil/Volga area, in the Northern Caucasus, in the northwestern Caspian sea area, in Crimea and Moldova, the Türkic-lingual peoples live till now. In the last millennium Bulgars, under an influence of the prevailing surrounding language, became Slavic-lingual (see the linguistic and historical analysis of P. Tzvetkov “Origin Of Bulgarians”). The Magyars, who belong to the Altai linguistic family, till now live on the banks of Danube (The Türkic component of the Hungarian language is a widely known and argued secret). A recognition of the Don - Kuban complex of written monuments as a variation of the Türkic writing does not leave any doubts of its attribution to the Türkic ethnos. In this respect is important the opinion of a known linguist A.M Scherbak, who came to a conclusion that “significant number of the Türkic writing samples found in the basin of Don, from Novocherkassk to Voronej, can be attributed as belonging to Besenyos (Badjinaks)” (750 - 900 AD).
Professor M.Ishakov, after studying the geographical area of ancient Turkic written monuments, came to a conclusion that distribution of Türkic writing along the thousand kilometers, in the valleys and oases of the Eurasian steppes, and emerging of several its local variations, cannot be geographically restricted only to the territory of the Mountain Altai, Eastern Turkestan, and Southern Siberia, because the finds of written monuments point that the Türkic-lingual tribes from the most ancient times were autochthonous population in all inner part of the Central Asia, from Yakutia in the east to Danube in the west, and from the Kipchak northern steppes to the southern Turan (Iskhakov, 2003, pp. 7-12) (Iskhakov D.M. Southeast Tatarstan: Problem of study the ethnic history of the region in the XIV-XVII centuries. / Elmet - Almetievsk. 2003 ?).
Unfortunately, in the historical science settled an opinion that Türkic-lingual tribes came there as “immigrants”, “conquerors”, “invaders”. This view has no scientific base. In reality, the migration took place in the most ancient and ancient history of our peoples. For example, during Bronze Epoch the migration of the ancient farmers was connected with a need for fertile lands, and migration of the nomadic tribes was connected with acquiring pastures for cattle.
However, these migrations did not prove that since most ancient times in the Middle Asia lived only Iranian-lingual tribes. Simultaneously, in these territories side by side also lived Türkic-lingual tribes and peoples. This historical truth is well traced on an archeological material since an Bronze Epoch.
A.Askarov
The Aryan problem: new approaches and views
History of Uzbekistan in archeological and written sources
Tashkent 2005
Academician of the Uzbekistan Academy of Sciences Prof. A.Askarov addresses the controversial subject of the Arian phenomenon in conjunction with the Türkic history. The text is a double translation from the Uzbek to Russian, and then to English. Though some inaccuracies may result from incorrectly transmitted idiosyncrasies of the terms and grammar in the double translation, the gist of the matter and the logic of the arguments are loud and clear.
N.Kisamov
Türkçesi ; SB