"Selçuklu fetih ve iskan hareketlerinden asırlarca önce yöreye yerleşen Saka, Hun, Kuman/ Kıpçak, Macar, Hazar, Avar, Bulgar ve saire gibi Türk urukları bölgeyi Türkleştirmeye başlamışlardı. Bu Türk boylarının bir kısmı yurt tutmak için bölgeye geliyordu, bir kısmı da siyasi ve askeri zaruretlerden dolayı Bizans veya Gürcistan kralları tarafından özel olarak iskan ediliyordu."
PONTUS DEVLETİ KİMİN DEVLETİYDİ ?
Yunanlıların devleti değildi.
Devletin kurucusunun da, hanedanın da, halkının da, Yunanlılarla herhangi bir ilgisi yoktu. Tarihin hiçbir çağında Doğu Karadeniz Bölgesi'ne Yunan göçü olmamıştı ki, (1) Helen' in çocukları orada bir devlet kurmuş olsunlar! Tarih sahnesine M.Ö. 281 , 298, 301 yıllarında çıktığı telaffuz edilen bu devletçik Pers Genel Valisi'nin oğlu Mitridat tarafından kurulmuştur.
- Bu Pers Genel Valisi'nin oğlu Mitridat (veya Mihirdat) Yunanlı mıdır?
- Hayır, Makedonyalı İskender'in ölümünden sonra çıkan post kavgasından istifade ederek Pontus Devleti'ni kuran Mitridat İranlıdır. (2)
Devletin ahalisini de Yunanlılar değil, Halibler, Haldiler, Tibarenler, Makronlar, Mosinekler, Kolhlar, Driller, İskitler gibi (3) Anadolu'nun kadim halkları teşkil ederler. Ünlü tarihçi Faruk Sümer, bu kavimlerin hangi soydan olduklarının bilinmediğini yazıyor ve diyor ki: "Yalnız onlardan hiçbirinin Yunan asıllı olmadığı kesindir!" (4)
Biz bu net ifadeye, Genelkurmay Başkanlığı'nın verilerinde de rastlıyoruz. Genelkurmay'ın bir kaynak eserinde Pontus Devleti'nden bahsedilirken deniyor ki: "Halkı Yunanlı değildi!" (5)
Bu hüküm sadece Faruk Sümer ve Türk Genelkurmay Başkanlığt'na ait değildir. Yunanlı tarihçi Yorgos Kardatos da aynı kanıdadır. Bakın ne diyor: "Yunanlıların Pontus ile hiçbir ilgileri yoktur! Yunanlıların Pontus'la ilgileri Atinalı tüccarların gemilerle gelip, Trabzon bölgesinden çaldıkları inekleri Atina ve Mısıra götürüp satmalarından ibarettir!"
Alfred Duggan, King of Pontus adlı eserinde bu inek hırsızlığından nezaketen bahsetmez ama Pontus krallarının Yunanlılarla hiçbir ilgilerinin bulunmadığını da yazar. Tarihçilerin babası olarak kabul edilen Heredot, İran egemenliği altındaki ulusları sayarken, incelediğimiz bölgede Moşililerin, Tibaren, Makronlu, Mosinekli ve Marlıların yaşadığından bahseder, Yunanlılardan bahsetmez!
M.Ö. 63 yılında yani Pontus Devleti'nin çöktüğü yılda doğup, M.Ö. 23 yılında öldüğü bilinen ünlü coğrafyacı Strabon ve M.Ö. 900 yılında yaşadığı tahmin edilen Homer, İlyada Destanı'nda Truva Savaşları sırasında Doğu Karadeniz Bölgesi'nden Alizonların [(Alazonların-NS) Xalub - Halup - Chalub/p - Gargar - Gasga - Kaşka - Tibaren; diğer adlarıdır. SB] Truvalıların yardımına gittiğini kaydederler. Heredot ve Ksnefon, Pontus adını dahi kullanmazlar, bölgeden, orada yaşayanların adını zikretmek suretiyle bahsederler. M.S. 105 yılında doğan Makedonyalı İskender'in Asya seferini anlatan eserinden başka, bize önemli bir Karadeniz Seyahatnamesi bırakan tarihçi Arrianus'un Doğu Karadeniz halklarıyla ilgili listesinde de Yunanlılar yoktur. (6)
Fransız bilim adamı Lebeau (Löba), yukarıda zikrettiğimiz kadim Pontus ahalisinin "burayı çok eskiden beri vatan yapmış olan Turanlılar olduğunu " söylüyor. (7)
Mehmet Aşıki Menazirü'l- Avalim'de, Şemsettin Sami Kamus'ta, Diyarbakırlı Sait Paşa Mirat'ül İber'de, Süleyman Hüsnü Tarih-i Alem'de, Hüseyin Hüsamettin Amasya Tarihi'nde, Tibarenlerin, Mosineklerin, Haldilerin, Haliblerin, Makronların, Doğu Karadeniz'in eski halkları olduklarını yazarlar. Lebeau, Ksenefon'un milattan 400 yıl önce Doğu Karadeniz'de karşılaştığı Mosineklerin "tıpkı Doğu Karadeniz'in diğer kadim halkları gibi Turanlı olduğunu " belirtir!
Hüseyin Hüsamettin Efendi ile Diyarbakırlı Sait Paşa bu "Turanlı" kavramına açıklık getirerek "Mosineklerin Türk olduğunu" yazarlar! Hüseyin Hüsamettin Efendi, Doğu Karadeniz'in diğer eski halkları gibi ''Makronların da Türk olduğunu" kaydeder. Ona göre bu halka daha sonra "Çan" adı takılmış, oturdukları bölgeye "Çanika" demiştir ki, işte koca bir bölgenin adı olan Canik, bu Çanika kelimesinden bozmadır. (8)
Jakop Phillipp Falmerayer adında bir Alman tarihçi vardır. Bu tarihçi 19. yüzyılın başlarında Batılı kralların ve sarayların yardımıyla canlandırılmak istenen "Elen Dostluk Akımı" nedeniyle Danimarka'nın Kopenhag Üniversitesi tarafından açılan yarışmaya, maksada pek uygun bir eserle katılır: Trabzon İmparatorluğu Tarihi.' (9) Ödül almak için eserini Elen dostlarına beğendirmek zorunda olan bu tarihçi bile bütün gayretlerine rağmen "Trabzon'un Kafkasya'dan gelen Türkler tarafından kurulduğunu" gizleyememiştir.
Friedrich Hrozny, "Ortaasya'dan Kafkasya'nın kıyı kesimine gelen boyların uygarlık öğreterek buralara yerleştiğinden" bahseder. R.P. Pullant ve Charles Texier de aynı görüştedir. Onlar da "Trabzon'un yerli halkının Türk olduğunu " yazmışlardır. Fransız seyyah Texier, Architecture Byzantine adlı eserinde, "Trabzon'un milattan yüzyıllarca önce Ortaasya'dan gelen Türk boyları tarafından kurulduğunu " kaydeder.
Türklerin M.Ö. 1000 yıllarından itibaren Doğu Karadeniz Bölgesi'ne yerleşmeye başladıkları, başka bilim adamları tarafından da tespit edilmiştir. (10) Bazı tarihçiler ise bu tarihi M.Ö. 2000 yıllarından başlatırlar. (11)
Yunanlılar ise Fenikelilerden az sonra M.Ö. 670 yıllarında bölgede bazı ticaret kolonileri ve balıkçılık merkezleri kurmuşlarsa da yöreye kalabalık kitleler halinde yerleşmemişlerdir. Sadece şehirlerde ticaret maksadıyla bulunmuşlardır. Nitekim Bizans İmparatoru Teophiros, 9. yüzyılda, ülkenin idari taksimatını yeniden düzenlerken, Trabzon'u eyalet merkezi yaptığı halde, yeni eyalete Helen, Yunan veya Grek dememiştir, bir Turani kavim olduğunu gördüğümüz Haldilere izafeten Haldiya adını vermiştir.(12)
Yunanlılar, Pontus'un tarihinde hırsızlıktan sonra ancak bir cinayet ve ihanetle adlarını duyurabilmişlerdir ki, zaten Kral VI. Mihridat'ın bir Yunanlı olan kraliçe tarafından öldürülmesiyle devletin de sonu gelmiştir. Mahmut Goloğlu, bu hain kraliçenin Romalılara yaranmak için Pontus'un ayyıldızlı devlet armasını da kaldırdığını yazıyor.
Latince sözlüklerde Grek kelimesinin hilekar, dolandırıcı anlamlarına geldiği yazılıdır. Eğer ünlü Fransız ansiklopedisi Larousse'un 1930 baskısı, 3 . cilt, 867. sayfasını açarsanız bu hilekar komşunun şöyle tanımlandığını görürsünüz. "Grek: Roue, fripon, escroc, particulierement au yev: Etpulser les grees d'un cerele." Ne demektir bu ?
Türk Dil Kurumu'nun Fransızca - Türkçe Büyük Sözlük'üne göre yukarıdaki metnin manası şudur: "Çıkarı için anasını satar. Kurnaz, sinsi, düzenbaz, dümenci, üçkağıtçı, hin oğlu hin, edepsiz, bilhassa oyunda kulüpten kovulan!" (13)
Böylece çıkarı için anasını satacak kadar tiynetsiz olduğunu öğrendiğimiz bu edepsiz komşuda, hilekarlığın karakter
haline geldiği anlaşılıyor. Şöyle ki:
Eski çağda Yunanlılar Karadeniz'e Pontus adını vermişlerdi. Zaten " Pontus': Grekçe'de "deniz" demekti. (14) Yunanlılar tiynetlerine uygun olarak bir elçabukluğuyla, kendileriyle hiçbir ilgisi bulunmayan bu devleti kendi devletleri, devletin İranlı kurucusu Mihirdat'ı da Mihirdates yaparak kendi kahramanları ilan ettiler! Karadeniz'in güney sahillerine Pontus , bölge sakinlerine de Pontuslu dediler. Sonra bölgede yaşayan bütün Hıristiyanları Yunanlı ilan ettiler. Onlara göre Karadeniz Müslümanları da Türklerin zoruyla din değiştirmiş Ortodokslardı.
Aynı oyunun Trabzon isminde de oynandığı anlaşılıyor. Hüseyin Hüsamettin Efendi, Amasya Tarihi'nde Trabzon adının Tibaren veya Tibaron kelimelerinden bozma olduğunu yazar. Diyarbakırlı Sait Paşa'nın Miratü'l İbar'da bildirdiğine göre bazı Arap tarihlerinde Trabzon'un adı, şehirde çoğunluğu teşkil ettikleri anlaşılan Tibarenler'e izafeten Tibarende, Tibarite, Trabende, Trabzende imlaları ile yazılmıştır. Bazı Arapça eserlerde ise Karadeniz'e Bahr-i Trabezanda yani Trabzon Denizi denmektedir. İdrisi şehrin adını Atreb ezun olarak kaydeder.
Konuyu inceleyen Mahmut Ak, Joachim Lelewel'in Atlası'nda Trabezonda olarak geçen kelimeyi Batılı kartografların Trabezonda, Trebxonda, Trebezonda, Trebisond, Trapezunt, Trabiso n şeklinde okuduklarını yazmaktadır. (15) Yunanlılar, yine bir el çabukluğu ile bu kelimeyi " Trapezous" haline getir rek güya Yunanlılaştırıvermişlerdir! Oysa Karadeniz sahilinde Yunanlılar tarafından kurulmuş herhangi bir şehir yoktur! (16)
NECDET SEVİNÇ
''Pontus''ta Hesaplaşma
(okuyalım,okutalım-SB)
1) Mahmut Goloğlu, Anadolu'nun Milli Devleti Pontus, Ankara, 1973, s.xvıı.
2) Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi, İstanbul, 1992, s.14.
3) Sakalar'ın ismi Anabasis'te Skythenler (yani İskitler) olarak geçiyor.
4) Faruk Sümer, a.g.e . s.12.
5) Türk İstiklal Harbi, c. VI, İstiklal Harbi'nde Ayaklanmalar, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1974, s.281
6) Mahmut Goloğlu, a.g.e., s.79.
7) Bakınız: Mahmut Goloğlu, a.g.e., s.12, 97.
8) Doğu Karadeniz'in Türklüğü ile ilgili birçok araştırması yayımlanan dilbilimci Necati Demir. Canik adının Pcçeneklerle ilgili olabileceğini yazıyor. Bakınız: "Bir Coğrafi Bölge Olarak Canik ve Tarihi Altyapısı': Silahlı Kuvvetler dergisi, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, sayı 380, Ankara, 2004, s.66, 67.
9) Hüseyin Albayrak, "Trabzon'un İlk Kuruluşu, Yerli Halkı ve Adı" Yeşil Karadeniz dergisi, sayı 1, Ankara, 2003, s.17.
10) Muhammed Beşir Aşan, "Bazı Anadolu Beylikleri'nin Trabzon ile Olan İlişkileri". Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Trabzon, 2000, s.123.
1 1) Geniş bilgi için bakınız: Bilgehan Atsız Gökdağ, "M.Ö. 2000'1i Yıllardan Günümüze Giresun'daki Türk Varlığı': Giresun Tarihi Sempozyumu, 20-25 Mayıs 1996, İstanbul, 1997, s.25-49.
12) 1554 tarihli Trabzon Tahrir Defteri'nde Rize Kazası'nda Haldi adını taşıyan kişilere rastlanmıştır. (Hanefi Bostan, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağı'nda Sosyal ve lktisadi Hayat, Ankara, 2002, s.340) Bir araştırmacımız da Oftaki Haldizan ve
Maçka'daki Haldiyan köy adlarının Haldi kelimesinden muharref olduğunu yazıyor. (İlyas Karagöz, Grek, Bizans ve Eski Türk Kaynaklarına Göre Trabzon Yer Adları,Ankara, 2004. s.51)
13) Bakınız Aydın Taneri, Türk-Yunan Kültür Savaşı, Ankara, (Ocak Yayınları arasında çıkan eserde baskı tarihi yoktur). Aydın Taneri Yunan Hükümeti'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra müracaatı üzerine Grek kelimesinin anlamında düzeltme yapıldığını yazıyor.
14) P. Minas Bijiskyan, Karadeniz kıyıları Tarih ve Coğrafyası (1817-1819), Tercüme ve Notlar, Hırand D. Andreasyan, İstanbul, 1969, s.1.
15) Mahmut Ak, "İslam Coğrafyacılarına Göre Trabzon": Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, 6"8 Kasım 1998, Trabzon, 2000, s.29.
16) Yusuf Gedikli, Pontus Meselesi, İstanbul, 2002, s.102, 76 numaralı dipnot.
İçindekiler:
Gaflet, Dalalet ve Hatta
Bizimkiler Uyurken
Pontus Devleti Kimin Devletiydi?
Doğu Karadeniz'e Türk Yerleşmesi
Hıristiyan Türkler
Rum Demek, Yunanlı Demek Değildir
Milletlerarası Tezgah
İhanet ve Tehcir
***
Murat Arslan
Mithradates VI Eupator
kitabından
"Pontos [πόντος] kelimesi ilk olarak Homeros’ta karşımıza çıkmaktadır. Ozan pontos sözcüğünü hem geniş ve büyük denizler hem de kendi başına deniz anlamında kullanmıştır. (7) Ancak eserlerinde Karadeniz’den bahsetmediği için, burayı ne şekilde adlandırdığı bilinmemektedir (8). Homeros’la hemzaman diğer yazarlar ise, antikçağın en büyük denizi olarak düşündükleri Atlantik Okyanusu’nu nitelerken deniz anlamına gelen pontos ifadesini kullandıkları gibi, Karadeniz’i de ikinci bir okyanus olarak algılamışlar ve ona sadece ‘Pontos’ demişlerdir (9). Strabon (10), bu durumu insanların Homeros’tan bahsederken ona sadece ‘Ozan’ demelerine benzetmiştir.
Bununla birlikte πόντος terimi Hellen kökenli bir kelime değildir. Pont- ya da bent- kökünden türetilmiştir. Karadeniz havzasında ikamet eden Thrakia ya da Armenia dillerinden Hellence’ye adapte edilmiş olduğu düşünülmektedir. Yol ya da geçiş yeri anlamında olabilir. Latince’deki pons (köprü) ile aynı kökten gelmektedir. Bu bakımdan pontos sözcüğünün temel anlamı, deniz üzerindeki yol, deniz yolu olup, zaman içinde deniz anlamı kazandığı sanılmaktadır (11). Öyle ki, Karadeniz’le çeşitli nedenlerle ilişkiye geçen Hellenlerin buraya verdikleri Pontos ismi, bu deniz kıyısında ikamet eden otokton halkın kullandığı dilden kaynaklanıyor olsa gerektir (12).
Akdeniz havzasında yaşayan halklar en eski zamanlardan itibaren ticaret yaparken, yurtlarını değiştirirken, koloni kurarken ya da uzak ülkelere sefer düzenlerken karadan ziyade, daha çabuk ve zahmetsiz olan deniz yolculuğunu tercih etmişlerdir. Denizci bir millet olan Hellenlerin Geç Bronz Çağı’ndan (İÖ. ca. 1600-İÖ. ca. 1200) itibaren Karadeniz’le ilişki içine girdikleri bilinmektedir. Coğrafi keşif, maden arama (13), macera, ticaret amacıyla Karadeniz’e yelken açmışlar ve bölgenin yerli halklarıyla temasta bulunmuşlardır. Bunlardan bazıları kentlerine döndüklerinde, Karadeniz’e yaptıkları yolculuk sırasında başlarından geçen olayları, gördükleri bölgelerin topoğrafyasını, flora/faunasını, iklimini, oralarda ikamet eden kavimlerin adetlerini ve duydukları şeyleri genellikle kendilerini dinleyenlerin merakını cezp edecek şekilde abartarak ve değiştirerek hikaye etmişlerdir. Öyle ki, bu hikayeler birçok toplumda olduğu gibi, zaman içinde gelişip şekillenerek yerlerini efsanelere bırakmışlardır (14). Bu bakımdan, Hellen mitolojisinde ve edebiyatında tanrılar ve kahramanlar çeşitli nedenlerle Karadeniz’i ziyaret etmiş ve bu coğrafyada belirli süre ikamet etmişlerdir (15). Bununla birlikte Hellenlerin Karadeniz’le doğrudan tanışmaları Troia Savaşı’ndan sonra, Ege Adaları ve Küçük Asya sahillerindeki İon kolonizasyon hareketleri sırasında gerçekleşmiştir. Her ne sebeple olursa olsun, Akdeniz için yapılmış gemilerle Karadeniz’e gelen ilk denizcilerin, bu denizin kuvvetli akıntı ları, sık sık oluşan sisleri, önceden tahmin edilemeyen –aniden patlak veren– fırtınaları (16), yüksek dalgaları, adaların ve sığınacak limanların azlığı (17); sahil boyunca ikamet eden kabilelerin düşmanlığı nedeniyle çoğunlukla telef oldukları kesindir (18). Zira Hellenler tarafından ‘barbar’ olarak adlandırılan bu kavimlerin, sahillerine çıkan yabancıları katletme (19) ya da tanrılarına kurban olarak sunma gibi adetleri vardı (20). Ancak bu gemiciler, sahillerinde vahşi kabilelerin yaşadığı bölgelere seyahat etmenin ötesinde, Pontos olarak adlandırılan bu fırtınalı ve meçhul denizin tehlikelerinden korkmuşlardı. Bu yüzden Pontos’a ἄξενος/ἄξε(ι)νος = misafir/yabancı sevmez epitheton’u = lakabı takmışlardı (21). Bu iki kelimenin bir araya gelmesinden, Hellenlerin Karadeniz’e verdikleri isim: Misafir Sevmez Deniz (= Aksenos Pontos [῎Αξενος Πόντος]) ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan bazı bilim adamlarına göre (22), Pontos’a verilen aksenos sıfatı, misafir sevmezden başka bir anlama da gelebilirdi. Zira, Avestan (Sanskritçe: Eski Pers/İran dili) dilinde axšaena sıfatı koyu renk, siyah, gece mavisi anlamına gelmekteydi. Bu bakımdan Karadeniz sahillerinde yaşayan ulusların, günümüzde olduğu gibi, antikçağda da Pontos’un siyaha çalan suları nedeniyle denize, bu sıfatı vermiş oldukları düşünülmektedir. Erken Dönem Hellen denizcileri de Pontos’a geldiklerinde, bu denizi Avestan dilindeki axšaena ile özdeşleştirip ἄξενος olarak adlandırmış olabilirlerdi (23).
İÖ. 750-550 yılları, Hellenlerin Akdeniz ve Karadeniz’de büyük kolonizasyon hareketine giriştikleri dönem olarak kabul edilir (24). Platon’un (25) deyimiyle, Hellenler kısa süre içinde ὥσπερ περὶ τέλμα μύρμηκας ἢ βατράχους περὶ τὴν θάλατταν οἰκοῦντας = tıpkı bir havuzun kenarında yaşayan karıncalar ve kurbağalar gibi deniz kıyısında yerleşmişlerdi. Akdeniz’i büyük ölçüde iskan ettikten sonra Hellespontos ve Propontis’te koloniler kurmaya başlamışlar; ardından fırtınaları ve sahillerinde ikamet eden vahşi insanlarıyla ün salan Pontos’a yelken açmışlardır. Fakat, bu sefer Hellen denizciler şüphesiz daha önceki acı tecrübelerinden ders almış, gemilerini Karadeniz’in akıntılarına ve dalgalarına daha dayanıklı hale getirmişlerdir. Gemi teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak, eskiden kullanılan otuz kürekli (=triakontērēs [τριακοντήρης]) teknelerin yerini, elli kürekli (= pen tēkontērēs [πεντηκοντήρης]) teknelerin alması Karadeniz’de eskiye nazaran daha güvenli bir şekilde seyahat etmelerini sağlamıştır (26). Bu bakımdan Hellenler, Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi), Sinope, Amisos (Samsun), Kotyora (Ordu), Kerasos (Giresun), Trapezus etc. gibi hemen hemen Karadeniz sahillerinin bütün önemli liman ve koylarında tarım, maden, balıkçılık ve ticaret amaçlı birçok koloni kurabilmişlerdir (27).
Dahası, Europe ile Asia arasında, elips şeklindeki kıyılarının kıvrımları her iki yöne doğru uzanan bu denizi ve coğrafyasını daha yakından tanıma imkanı bulmuşlar ve Pontos’un şeklini Skythia yayına benzetmişlerdir (28). Ardından, Pontos’un buğday, darı, kurutulmuş balık gibi nimetlerini; kereste, demir, gümüş ve altın gibi değerli madenlerini Akdeniz havzasına taşımaya başlamışlardır. Böylelikle Pontos, Hellenler için artık vazgeçilmez bir deniz olmuştur. Öyle ki, Karadenizi ‘Misafir Sevmez’ deyip kızdırmaktansa yani söylenmesi çirkin ya da ağır görünen bir sıfatı doğrudan doğruya söylemektense–, hiddetini en aza indir geme ümidiyle –kulağa daha hoş gelen bir sıfat kullanmışlar– Misafir Sever Deniz (= Euksenos Pontos [Εὔξενος Πόντος]) demeyi tercih etmişlerdir (29). Bu surette gemiciler, bir bakıma deniz tanrılarını teskin ederek, onların gazaplarından korunma yoluna gitmiş olabilirler. Sebebi her ne olursa olsun, bu isimlendirme antikçağ literatüründe genel kabul görmüş ve birçok yazar tarafından Pontos, euksenos olarak adlandırılmıştır (30).
Başlangıçta pontos [πόντος] kelimesi Hellenler tarafından kendisine yakıştırılan aksenos–euksenos sıfatlarıyla Karadeniz’i nitelemesine karşın, zaman içinde önce bütün Karadeniz etrafındaki sahilleri, daha sonra da Kuzey Anadolu’nun doğu kıyılarını kapsayan coğrafi bir bölge anlamı kazanmıştır. Zira, Cicero’nun (31) “Tarihin Babası” olarak nitelendirdiği Halikarnassos’lu Herodotos (32), İÖ. V. yüzyılda, pontos terimini οἱτὸν Πόντον οἰκέοντες=Pontos’ta ikamet edenler; diğer bir pasajında ise (33), οἱ ἐκ τοῦ Πόντου στρατευόμενοι = Pontos’tan sefere çıkanlar şeklinde kullanmakla, denizden ziyade Karadeniz sahillerini kastetmiştir.
Herodotos tarafından başlatılan pontos teriminin bu çeşit kullanımı antikçağ yazarları tarafından benimsenmiştir. Öyle ki, pontos kelimesiyle bazen denizi, bazen sahil kesimini, bazen de Küçük Asya’nın kuzey doğusundaki bölgeyi ifade etmişlerdir (34). Zamanla pontos ismi, Hellen ve Latin yazarları tarafından Pontos’lu/Pontos’a ait (= Pontikos [Ποντικός]/Ponticus) şeklinde sıfatlaştırılarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu durum kendini Pontos’a ait cansız nesnelerde (35) olduğu kadar, bölgede ikamet eden halkları, insanları (36) ve hatta kentleri niteleyen bir anlam kazanmıştır. Bu bakımdan Pontos kıyısında kurulmuş olan Herakleia Pontike (37) (Pontos Herakleia’sı) kenti günümüzde dahi Karadeniz Ereğlisi olarak adlandırılmaktadır. Fakat Pontos’un antikçağdaki asıl ünü, bir Pers soylusu olan Mithradates I Ktistes tarafından, İÖ. ca. 301 yılında Anadolu’nun kuzeydoğusunda Iris (Yeşilırmak) ile Lykos (Kelkit) havzalarında kurulan ve Hellenistik Dönem boyunca genişleyerek büyük bir devlet haline gelen Pontos Krallığı’nın isim babalığını yapmasıyla ön plana çıkmıştır (38). Bu durum, söz konusu krallığın Romalılar tarafından yıkılmasından sonra, İÖ. 64 yılın da Kuzey Anadolu sahillerinde oluşturulan Roma eyaletinin provincia Pontus et Bithynia adı altında kurulmasına neden olmuşturn (39). Gene aynı sebepten, İÖ. 47 yılında Caesar’ın komutanlarından Domitius Calvinus, VI. Mithradates’in oğlu II. Pharnakes’e karşı Pontus Bölgesi’nden topladığı birliklere legio Pontica=Pontus legio’su (40); gemilere ise, Ponticae naves=Pontus donanması (41) adını vermiştir.
Bununla birlikte burada altını çizerek belirtmek gerekir ki; geçmişte olduğu gibi, bugün de kullanılan Pontos Krallığı ifadesi gelenekleşmiş bir önyargının sonucudur. Hellenistik Dönem krallıklarının hiçbiri, hiç bir zaman kendilerini bir bölgenin coğrafyasıyla tanımlayıp, o topoğrafyayla sınırlamamıştır. Bu bakımdan, söz konusu ifade Romalıların, İ.Ö. 129 yılında Anadolu”nun batısında, Pergamon Krallığının topraklarının bir kısmında kurdukları eyalete provincia Asia = Asya Eyaleti demeleri gibi, yapay bir tanımlamadır (42). Ayrıca, I. Mithradates”in krallığını ilan ettiği bölge, gerçekte -de facto Pontos”tan ziyade, "Pontos Kappadokia"sı (43) ya da "Euksenos çevresindeki Kappadokia" (44) olarak adlandırılmaktaydı. Belki de bu yüzden, Birinci Mithradates-Roma Savaşı sırasında, IÖ. ca. 86/85 yılında VI. Mithradates”e karşı ayaklanan Ephesos”lular yayımladıkları dekrette (45) ondan "Kappadokia Kralı(?)" olarak söz etmişlerdir (46). Fakat antikçağda, Augustus Dönemi (İ.Ö. 27-IS. 14) yazarları (47) tarafından başlatılan ve IS. II. yüzyıl Roma tarihçileri (48) tarafından pekiştirilen Ποντικὴ Βασιλεία=Pontos Krallığı ifadesi günümüz tarihçileri tarafından da benimsenmiştir (49).
Bu durum, Roma’nın devamı olan Doğu Roma İmparatorluğu’na bu gün ‘Bizans’ demekle, bir fark haricinde, aynıdır. O da, Doğu Roma’nın imparatorları ve halkı kendilerini daima Romalı olarak adlandırmıştır. Bu fenomen sayısız antik kaynak ve epigrafik belgede açıkça belirtilmiştir. Fakat ‘Pontos Krallığı’ olarak isimlendirilen söz konusu krallığın hüküm sürdüğü zamanlarda gerek kralların gerekse halkın kendilerine ne ad verdikleri kesin olarak bilinmemektedir. Krallığa ait antik kaynaklar, Hellen ve Latin yazarlarının eserlerinden ibarettir. Epigrafik belgelerden günümüze ulaşan yazıt sayısı ise, oldukça sınırlıdır. Bunun nedeni, söz konusu krallığın en önemli ve aynı zamanda son kralı olan Mithradates VI Eupator’un, Roma’nın en büyük düşmanı olmasıdır. Bu yüzden Romalılar, krallığı ele geçirdikten sonra, VI. Mithradates’i damnatio memoriae’a uğratmışlar ve onu anımsatacak her türlü nesneyi ortadan kaldırmışlardır. Nümismatik eserler üzerinde ise, krallıktan ziyade basıldıkları kentin ya da kralın adı yer almaktadır.
Sonuç olarak bu krallığın antikçağda kendini nasıl tanımladığını bilmediğimizden dolayı, biz bu çalışmamızda, Roma İmparatorluk Dönemi’nden günümüze değin antikçağ yazarları ve modern tarihçiler arasındaki ortak kanıyı –communis opinio– sürdürerek, söz konusu Hellenistik krallığı ve bölgeyi Pontos olarak adlandırmaya devam edeceğiz."....
Murat Arslan
dipnotlar:
(7) Hom. II. I. 350; II. 145; 210; 613; 665; IV. 276; 278; V. 771; VI. 219; VII. 6 etc.; Od. I. 173; II. 263; 370; 421; III. 15 etc. Bununla birlikte Homeros (Il. I. 157; II. 294; XIII. 29; XIV. 392; XVI. 34 etc.; Od. I. 12; 50; 52; II. 260; 407; III. 5; 142; IV. 313 etc.) eserlerinde denizi, daha çok Ege terminolojisinde denize verilen isim olan (= thalatta/thalassa [θάλαττα/θάλασσα]), bazen (Il. I. 316; 327; 350; 358; 359; II. 565; 626 etc.; Od. I. 72; II. 261; IV. 401 etc.) tuzlu nesne (= hals [ἅλς]), bazen de (Il. IV. 295; V. 695; XIV. 16 etc.; Od. III. 174; 179 etc.), belki su yüzeyini ifade ederken kullanılan Latince planus gibi, Hellence (= pelagos [πέλαγος]) sözcüğüyle
tanımlamıştır. Ayrıca bk. Moorhouse 1940, 124.
(8) Moorhouse 1940, 126.
(9) Pontos kelimesi öznel olduğu kadar Hellespontos [Ἑλλήσποντος] ve Propontis [Προποντίς] örneklerinde olduğu gibi özel denizler için de kullanılmıştır. Bu durum hem Homeros hem de diğer antikçağ yazarları için geçerlidir. Şiirsel anlatımlarda ise,pontos’un genel anlamının deniz olarak kullanıldığı görülür (Ovid. Pont. I.4. 27;II. 9. 67; IV. 7. 7; 9. 85; 10. 45). Konuya ilişkin olarak ayrıca bk. Apul.Mund.VI. 18-22; Moorhouse 1948, 59; West 2003, 158.
(10) Strab. I. 1. 10 c. 6; 2. 10 c. 21.
(11) Moorhouse 1940, 123 vdd.; 1948, 59; Mitchell 2002, 38 dn. 11; West 2003, 157 vd. Buna karşın W. S. Allen (1947, 86) pontos isminin yol olarak tanımlanmasını şüpheyle karşılamaktadır.
(12) Mitchell 2002,38.
(13) Thetskhladze 1994, 114; Greaves 2002, 36.
(14) Diod. IV. 47. 1-6. Konuya ilişkin olarak ayrıca bk. Braund 1994, 8 vdd.; Mitchell 2002, 47.
(15) Hellenlerin Prometheus (Aiskh. Pr. 1-1093; Arr. anab. V. 3. 1-4; periplus XIX. 2), Herakles (Paus. I. 15. 2; Diod. IV. 16. 1-4; 28. 1; Phil. II. 3 c. 45), Phriksos ve Helle (Diod. IV. 47. 1-6) ile Argonaut’lara (Diod. IV. 40. 3-4;Apoll. Rhod. argon. I. 1 vdd.) ait bazı efsaneleri Pontos coğrafyasında geçmiştir. Bu örneklere, içinde Akhilleus’un mezarının bulunduğuna inanılan Borysthenes (Dinyeper) Irmağı ağzındaki Akhilleus Adası, Herakles’in Paphlagonia civarından Hades’e inişi, Kerberos’u yeryüzüne getirişi, Themiskyra yöresinde ikamet eden Amazonlarla savaşması etc. gibi birçok efsane de eklenebilir.
(16) Arr. periplus III. 2-IV. 4. Karadeniz’de fırtınaya yakalanma talihsizliğine uğramış, İS. XVII. yüzyılın ünlü Osmanlı coğrafyacısı Evliya Çelebi, seyahatnamesinin ikinci cildinde başından geçen söz konusu olayı şöyle tasvir etmektedir: Seferin dördüncü günü Bahr-i Siyah acımasızca gemiyi dövmeye başladı; üç gün üç gece boyunca gök gürültüleri, şimşekler, yağmur, dolu, kar ve tipiye direnmekten yolcularda, artık gemi üzerinde duracak mecal kalmamıştı. Yolcuların bir kısmı istifra etmede, bir kısmı dualar edip, kurbanlar, sadakalar, adaklar adamakta; eğer bu fırtınadan sağ salim kurtulurlarsa hacca gideceklerini iddia etmekteydiler (264 b)…. Geminin direği kâh arşı alâya yükselip bulutlara dokunuyordu, kâh deryaya doğru alçalıp sanki cehennemin dibine kadar iniyordu (265 a)…. O andan itibaren bir daha Bahr-i Siyah’a gemiyle çıkmaya tövbe-i nasûh ettim (268 a).
(17) Karadeniz, Ege ve Akdeniz’e oranla, ada bakımından olduğu kadar elverişli limanları bakımından da oldukça fakirdir. Karadeniz’in girişinde, kıyıdan yaklaşık 14 deniz mili uzaklıkta, eskiden çarpıştıklarına inanılan Kyaneia ya da Symplegades olarak adlandırılan Fanari adaları yer almaktadır (Plin. nat. IV. 13. 92; VI. 13. 32). Bosporos’un batısında, Apollonia’nın (Sozopol) yaklaşık bir mil açıklarında, kentleaynı ismi taşıyan bir ada bulunmaktadır. Çevresi yaklaşık 5km olan bu adaya aynı zamanda Thynia denilmekteydi. Lucius Lucullus’un kardeşi, M. T. Varro Lucullus, İÖ. ca. 72/71 yılında bu adadaki Apollon heykelini Roma’ya getirterek Capitolium Tepesi’ne diktirtmiştir (Strab. VII. 6. 1 c. 319; Plin. nat. IV. 13. 92 b; VI. 13. 32; XXXIV. 18.39-40). Kerasos/Pharnakeia kentinin karşısında ise, Hellenlerin Ares Adası olarak adlandırdıkları Khalkeritis Adası yer alırdı. Buranın Savaş Tanrısı’na adanmış bir yer olduğu düşünülürdü. Rhodos’lu Apollonios (argon. II. 1165-1174) burada Ares’e adanmış bir tapınaktan ve siyah kayadan yapılmış bir sunaktan söz etmektedir. Amazonlar burada Savaş Tanrısı için genellikle at kurban ederlermiş. Ayrıca söylenceye göre, burada yaşayan kuşlar, adaya çıkan yabancılara kanatlarını çırparak saldırırlarmış (Plin. nat. VI. 13. 32; Arr. periplus XVI. 4; Anonymi (Arriani, ut fertur) Periplus Pont. Eux. 34 str. 11-12; 36 str. 1-6; Apoll. Rhod. argon. II. 1030-1230; Ps.-Scymnus 911-913). Bugün ada üzerinde halen pek çok deniz kuşu yaşamaktadır. Ares Tapınağı’ndan geriye kalmış antik bir kalıntı izine rastlanmamaktadır. Ama Amazonların dua ettiği varsayılan siyah kayaya günümüzde de yerli halk saygı göstermektedir. Borysthenes Irmağı’nın ağzında ise, çevresi yaklaşık 16km olan Akhilleus’un (Zmeinyi) Adası vardır. Burası aynı zamanda Beyaz Ada ve Kutsal Ada olarak da adlandırılmaktadır (Pind. Nem. IV. 48-49; Eurp. Andr. 1260 1263; Ptol. georg. III. 10. 9; Strab. II. 5. 22 c. 125; Mela II. 5; 98; Paus. III. 19. 11; Arr. periplus XXI. 1-XXIII. 4; ayrıca bk. Liddle 2003, 128 vdd.; West 2003, 162 vdd.). Karkinites (Karkinitskiy) Körfezi’nin diğer adaları ise, Kephalonnesos, Spodusa ve Makra’dır (Plin. nat. IV. 13. 92). Ayrıca bk. Strab. XII. 3. 7 c. 543; Arr. periplus XIII. 1; XVI. 3; XX. 2; Işık 2001, 4; Liddle 2003, 109; West 2003, 156; Arslan 2005, 128 vd.; 153 vdd. Karadeniz’deki yerleşimlerin birbirlerine olan uzaklıkları ve coğrafyasına ilişkin daha detaylı bilgi için ise, bk. Arnaud 1992, 63 vdd.
(18) Strab. VII. 3. 6 c. 298; Arr. periplus IV. 4-V. 3; ayrıca bk. Koromila 1991, 75; Işık 2001, 1 dn. 4; West 2003, 152 dn. 4; 157.
(19) Diod. IV. 40. 3-4; 47. 2.
(20) Eur. IT. 35-42; 335-345; 380-394; Strabon’a (VII. 3. 6 c. 298) göre de, Skythia’lılar topraklarına giren yabancıları tanrılarına kurban ettikten sonra, etlerini yer ve kafataslarını ise, içki kabı olarak kullanırlardı.
(21) Pind. Pyth. IV. 203; Eur. Andr. 793;IT. 253; 341; Anonymi (Arriani, ut fertur) Periplus Pont. Eux. 86 str. 4; Ps.-Scymnus (735 737); ayrıca bk. Diod. IV. 40. 3-4; Strab. VII. 3. 6 c. 298; Plin. nat. IV. 12. 76 a; VI. 1. 1; Mela I. 102; Apoll. Rhod. argon. II. 983.
(22) Moorhouse 1940, 125; Mitchell 2002, 37 dn. 10; King 2004, 12.
(23) Skythia (Hdt. IV. 17 vdd.) ve Sarmatia (Ovid. Pont. IV. 10. 38) kabileleri Karadeniz’in kuzey sahillerinde ikamet etmekteydiler. Burada yaşayan halkların dillerin de ise, büyük ölçüde Avestan (Eski Pers ‘İran’ dilinin) etkisi görülmekteydi (Allen 1947, 87; ayrıca krş. Moorhouse 1948, 59). Söz konusu kavimler Karadeniz’i axšaena yani; kara renkli –ya da buna çok benzer– manaya gelen bir kelime ile tanımlıyorlardı. Ayrıca Perslerin Karadeniz’e verdikleri xašen ismi, Avestan’ın axšaena sıfatıyla synonymum = aynı/benzer bir anlam taşımaktaydı (Allen 1947, 87 dn. 6-8; 1948, 60; West 2003, 157). Bu yüzden, daha sonradan bölgede kolonizasyon hareketinde bulunan Aiolia’lılar tarafından kendi dillerine adapte edilmiş olabilirdi. Zira Hellespontos’a gelen ve Karadeniz’le ticaret yapan Aiolia’lı tacirler Perslerle ilişki içine girmişlerdi. Bu bakımdan Perslerin Karadeniz’e axšaena ismini verdiklerini öğrenmiş oldukları farz edilebilirdi (Moorhouse 1948, 59). Fakat W. S. Allen’e (1947, 88) göre, şu gerçek göz önünde tutulmalıydı ki; antikçağda Hellence ile Avestan dilleri ve kültürleri birbirlerinden çok uzaktı. Bu bakımdan, her ne kadar Persler Karadeniz’i –büyük bir ihtimalle– ‘Karanlık Deniz’; Hellenler ise, ‘Misafir Sevmez Deniz’ olarak adlandırmış olsalar da, bu kelimenin Avestan dilinde axšaena olduğunun Hellenler tarafından bilinmesi ve Pers sözcüğünün baz alınarak Karadeniz’e ἄξενος sıfatını vermeleri olanak dahilinde değildi. Bununla birlikte son yıllarda M. Vasmer ve R. Schmitt’in başını çektiği birçok dil bilimciye göre, Hellenlerin Karadeniz’e verdikleri aksenos sıfatı Eski Pers ‘İran’ dilindeki axšaena –kara renkli– sözcüğünden türemiştir (West 2003, 157 dn. 24-25).
(24) Hellenlerin kolonizasyon hareketlerinin çok çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenlerin ortaya çıkmasında iç ve dış dinamiklerin rolü büyüktür. Bunlar siyasal, sosyal, ekonomik ve dinsel olmalarının yanı sıra, politik etkenlere de dayanabilir. Her zaman için dış güçlerin baskısı ve emperyalist istila hareketleri bağımsızlıklarından ödün vermek istemeyen Hellenleri koloni kurmaya sevk etmiştir. Diğer yandan Hellas’ın dağlık topoğrafyası devamlı artan yoğun nüfusu kaldıracak güçte değildi. Zaten az olan verimli toprakların küçük parsellere bölünmemesi için, Hellenler primigenius yasasını uygularlardı. Yani, ilk doğan erkek çocuk babasının bütün mirasına sahip olurdu. İkinci çocuk ise, hiçbir pay alamazdı. Bu bakımdan işsiz ve parasız gençler çoğunlukla şanslarını askerlikte ya da yeni kurulacak kolonilerde denerlerdi. Her zaman için kentlerdeki parti çekişmeleri, politik sebepler ve bazen de tanrı kehanetleri nedeniyle, bazı yurttaşlar vatanlarından ayrılıp başka topraklarda ve iklimlerde koloni hareketine girişirlerdi. Bütün bunların yanında, Hellas ve Anadolu’nun, İÖ. VIII-VII. yüzyıllardaki endüstriyel gelişimi Hellen kentlerinde bir yandan hammadde ihtiyacının artmasına neden olurken diğer yandan üretilen malların pazarlanması için yeni pazarlar ihtiyacı doğurdu. Bu durum kentler ve bölgeler arasındaki ihracat ve ithalat hacminin büyümesine neden olmasının yanı sıra, aralarındaki rekabeti de arttırdı. Zaten kentlerin her zaman için daha fazla tahıl, kereste, metal ve köleye ihtiyaçları oluyordu. Bu bakımdan Hellenler tarıma, balıkçılığa uygun, doğal ve yeraltı zenginliklerine sahip bölgelerin liman olmaya elverişli koylarında koloniler kurmaya başladılar. Ardından ana kentleriyle olduğu kadar, yörenin otokton halklarıyla ilişkiye geçtiler. Daha detaylı bilgi için bk. Greaves 2002, 104 vdd.
(25) Plat. Phaid. 109 b. D. Braund’a (1997, 121) göre, Platon’un söz konusu ifadesi, Cebelitarık (Herakles Sütunları) Boğazı’ndan Kolkhis’teki Phasis (Rioni) Irmağı’na kadar olan alanı kapsamaktaydı (ayrıca bk. King 2004, 26 dn. 3). S. Mitchell’a (2002, 40) göre, bu ifade Akdeniz’den çok Karadeniz sahillerinde kurulan Hellen kolonilerine ilişkin olarak söylenmişti.
(26) Carpenter 1948, 7 vdd.; Işık 2001, 2 dn.10; West 2003, 153 vd. dn. 8-9.
(27) Pontos sahillerindeki bu Hellen kolonizasyon hareketi bütün Karadeniz havzasına yayılmıştır. Öyle ki, Trapezus’un doğusundan itibaren Kolkhis’te: Phasis (Poti), Dioskurias (Sukhumi), Kimmeria Bosporos’unda: Tanaïs (Tana), Kepoi (Sennoi), Hermonassa (Taman), Phanagoreia (Tozer), Theodosia (Feodosiya), Nymphaion (Kalati), Pantikapaion (Kerç/Yeni Kale), Skythia topraklarında: Khersonesos (Sivas topol) ve Olbia (Parutino), Sarmatia topraklarında: Tyras (Tira/Tiras), Getai sahillerinde: Istria (Istere) ile Tomis (Köstence), Kallatis (Mangalia), Odessos (Varna), Mesembria (Nesebur) ve Apollonia (Sozopol) etc. gibi, Pontos’un bütün önemli koylarında koloniler kurulmuştur. Konuya ilişkin olarak ayrıca bk. Danov 1960, 75 vdd.; 1979b, 281 vd.; Drews 1976, 18 vdd.; Hind 1983/84, 72 vdd.; 1992/93, 84 vdd.; Tsetskhladfze 1994, 78 vdd.; 2004, 225 vdd.; Koshelenko 1996, 17 vdd.; Solovyov 1999, 1 vdd.; Mitchell 2002, 40 vdd.; King 2004, 29 vdd.
(28) Strab. II. 5. 22 c. 125 dn. 4; Plin. nat. IV. 12. 76 b; Mela I. 102 dn. 72; Amm. Marc. XXII. 8. 10 dn. 1. Ammianus Marcellinus (XXII. 8. 4 dn. 1), Ege’nin Propontis vasıtasıyla Pontos’la birleşmesini ise, Hellen alfabesindeki Φ harfinin şekline benzetmektedir. Bugün dünya atlasına baktığımızda ise, bazılarına göre, böbrek biçiminde görünür (Ascherson 20022, 16).
(29) Strab. VII. 3. 6 c. 298; Plin. nat. IV. 12. 76; VI. 1. 1; Ovid. Tri. IV. 4. 55-56; Mela I. 102; ayrıca bk. Moorhouse 1940, 126; Allen 1947, 88; Sevin 2001, 3; West 2003, 156 vd. Bu durum Güney Afrika kıyılarına yelken açan gemileri batırdığından ötürü gemiciler tarafından ‘Fırtınalar Burnu’ olarak adlandırılan yere, daha sonradan ‘Ümit Burnu’ denmesiyle özleştirilebilir.
(30) Karadeniz’e verilen aksenos ve euksenos sıfatları ilk olarak Klasik Dönem yazarlarından Pindaros tarafından kullanılmıştır. Aksenos: Pind. Pyth. IV. 203; ayrıca bk. Eur. Andr. 794; 1262-1263; IT. 94; 218; 253; 341; 395; 438; 1388 etc.; Diod. IV.40. 4-5. Euksenos: Pind. Nem. IV. 48-50; ayrıca bk. Hdt. I. 6; IV. 86 etc.; Eur. Rhes. 428;IT. 125 etc; Strab. I. 3. 4 c. 49; 5 c. 51; II. 5. 22 c. 124; VII. 3. 6 c. 298; XI. 8. 4 c. 512 etc.; Bununla birlikte bütün antikçağ boyunca ὁ ἄξενος πόντος ya da onun değişken versiyonları Hellen ve Latin şiirinde Pontos’u nitelemeye devam etmiştir (Aiskh. Pers. 433). Bazen de Skythia Denizi=Πόντου Σκυθικοῖ olarak adlandırılmıştır (Theoc. Idyl. 16. 99; Seneca Med. 212).
(31) Cic. Leg. I. 1.5.
(32) Hdt. IV. 8.
(33) Hdt. VII. 95.
(34) Ovidius, Karadeniz’den Mektuplar adlı eserinde Pontus kelimesiyle bazen deniz (Pont. I. 4. 27; II. 9. 67; IV. 7. 7; 9. 85; 10. 45), bazen kara (Pont. I. 3. 65, 9. 6; II. 5. 9; IV. 4. 19; 15. 20), bazen de her ikisini (Pont. I. 4. 31; II. 4. 27; 12. 34) kastetmiştir. Cicero (Leg. Man. III. 7)’de ise, Pontus’la Küçük Asya’nın kuzeyindeki VI. Mithradates’in kralı olduğu bölgeyi ifade etmiştir. Konuya ilişkin olarak ayrıca bk. Vitr. de Arch. VII. 7. 5; Cic. Tusc. I. 39. 94; Apul. Mun. VI. 19; Phaed. Fab. IV. 7. 10. Daha detaylı bilgi için bk. Mitchell 2002, 38 dn. 13-17.
(35) Pontica pinus=Pontus çamı, Hor. Odes I. 14. 11; anates Ponticas=Pontus ördekleri, Plin. nat. XXV. 3. 6; Gell. XVII. 16. 1; Ponticae nuces=Pontusfındıkları, Plin. nat. XV. 24. 88 etc.
(36) Ath. Deip. VI. 273 c; VIII. 351 c; IX. 390 a=frg. 24; X. 430 a; XII. 533 e; XIII. 580f-581 a; XIV 624 a; Diog. Laert. VI. 3; 9-10; Mela I. 15. 5; Hist. Aug. Val. I. 5; Prok. Bell. VIII. 2. 2. Daha detaylı bilgi için bk. Mitchell 2002, 39 dn. 20-26.
(37) Plinius (nat. XXVII. 2. 3) ve Plutarkhos (Luc. XIII. 3), Herakleia, Tieion (Hisarönü) ve Amastris (Amasra) kentlerini, πόλεις Ποντικαί=Pontos kentleri olarak belirtmişlerdir.
(38) Strab. XII. 3. 28 c. 555; 5. 2 c. 567; Gell. XVII. 17. 1.
(39) Lucullus, İÖ. 70 yılında Mithradates VI Eupator’un krallığının merkezini ele geçirdikten sonra, yörenin provincia Pontus olarak düzenlenmesi için Roma’dan yetki ve görevli komisyon üyelerinin gönderilmesini istemiştir (Plut. Luc. XXXV. 5; Cass. Dio XXXVI. 43. 2). Fakat Pontos’un Roma eyaleti statüsü kazanması; ancak bölgenin Pompeius tarafından, İÖ. 64 yılında Bithynia ile birleştirilerek ortak bir eyalet oluşturulmasıyla gerçekleşmiştir (Strab. XII. 3. 1 c. 541; 3. 6 c. 543; Liv. perioch. 102). Strabon, bu eyaletten söz ederken, onu bazen Ποντικὴ ἐπαρχία= Pontos eyaleti (XII. 3. 6 c. 543; 40 c. 562), bazen Ποντικὴ χώρα=Pontos ülkesi (I. 12. 1 {ΙΒ}; XII. 3. 40 c. 562), bazen de sadece Πόντος=Pontos (XII. 3. 40 c. 562) olarak adlandırmıştır. Aynı şekilde, bölgenin bazı kısımları, daha sonradan Pontus Mediterraneus, Pontus Galatius ve Pontus Polemoniacus gibi isimler almıştır.
(40) Caes. Bell. Alex. 39-40. Zira, bölge Roma idaresine girdikten sonra, pratik Romalılar yörenin otokton halkına, her ne kadar birbirlerinden çok farklı etnik yapıya sahip olsalar da, kısaca Pontus’lu (= Ponticus/[Ποντικός]) demişlerdir (ayrıca bk. Plin. epist. X. 112-113). Bu bakımdan Pharnakes, İÖ. 47 yılında Domitius ve mütte fiki Galat Kralı Deïotaros’un birliklerini bozguna uğrattıktan sonra, bütün gücüyle Pontus kentlerine saldırmış ve civium Romanorum Ponticorumque=Roma ve Pontus vatandaşlarının mallarını yağmalamıştır (Caes. Bell. Alex. 41). Daha detaylı bilgi için bk. Mitchell 2002, 48 vdd.
(41) Caes. Bell. Alex. 13-14.
(42) Asia'nın sınırları için bk. Strab. XII. l. 3 c. 534.
(43) Strabon”a (XII. l. 4 c. 534) göre, buraya önceleri Pontos Kappadokia'sı ismi verilmişse de daha sonradan Pontos olarak adlandırılmıştır. Bu durumu Strabon (XI. 8. 4 c. 512)'de, ve Kappadokiaylılara ve özellikle Pontos Euksenos tarafına doğru yaşayanlara kadar; ki oraları şimdi Pontos olarak adlandırıyorlar şeklinde ifade ederek tekrar vurgulamıştır.
(44) Polyb. v. 43. ı-, ayrıca bk. Magie 1950, 177 dn. ı-, Shipley 2000, 387.
(45) sIG3 II 742=II.Ephesos Ia 8.
(46) Benzer biçimde, VI. Mithradates”1e çağdaş Stoacı filozof, Rhodos”1u Poseidonios”tan (Edelstein and Kidd 19892, n° 253 str. 27', 180) ve Peripatetik Nikolaos”tan alıntı yapan Athenaios (Deip. V. 212 a', 215 b', VI. 266 e-ƒ)°de, Mithradatesî Kappadokia kralı olarak tanımlamıştır. Appianos ise, Sulla tarafindan Atina kuşatması sırasında (Mithr. 30) ve Fimbria tarafından Küçük Asya”da (Mithr. 53', 61) mağlup edilenleri Kappadokia”lılar olarak belirtmiştir. Ayrıca Pompeius”un, IÖ. 61 yılının 30 Eylül”ünde Roma”da düzenlediği triumphus°unda (zafer töreni) yendiği ve ele geçirdiği krallıkların isimlerinin yazıldığı levhalarda Pontos'tan ziyade Bithynia, Kappadokia ve Pontos Euksenos kıyısında ikamet eden diğer kavimlerin adı geçmektedir (Mithr. 118). Daha detaylı bilgi için bk. Mitchell 2002, 50 vd.
(47) Strabon”a (XII. 3. 33 c. 558) göre, Lucullus, IÖ. 70 yılında, Üçüncü Mithradates-Roma Savaşı sırasında Romalılara yardım ve yataklık yapan 'Pontosylulardan bazılarına bu hizmetlerine karşılık büyük sözler vermiştir. Pompeius, IÖ. 66 yılında, Pontos'u istila ettiğinde VI. Mithradates, 'Pontos Krallığı 7nın en uç kısımlarına kaçmıştır (XII. 2. 28 c. 555). Yine Pompeius, IÖ. ca. 64 yılında, Mithradateion yerleşimini 'Pontos Krallığı’ndan ayırdıktan sonra, Trokmoi tetrarkhes’i Brogitaros’a vermiştir (XII. 5. 2 c. 567).
(48) Memnon (32. 2; 39. 1; 41. 3; 43. 3; 5) Mithradates’in birliklerinden söz ederken onları Ποντικοί=Pontos’lular; Pompeius Trogus (prolog. 32), Iustinus (XXXII. 4. 7; XXXVII. 1. 2; XL. 1. 2), Cornelius Nepos (Han. X. 4-11. 6) ve Frontinus (strat. IV. 7. 10 11)’de Pontici=Pontos’lular; Nikolaos (fr. 77. 3), Plutarkhos (Luc. XXXI. 8; Galb. XIII. 4; XV. 1), Appianos (Mithr. 83; 112; Syr. 48) ve Athenaios (Deip. X. 415 d) ise, Mithradates’i Ποντικός=Pontos’lu sıfatıyla nitelemişlerdir.
(49) S. Mitchell’a (2002, 51 dn. 111) göre, Pontos Krallığı ifadesi, P. S. Frandsen’in 1847 yılında yayımladığı Mithridates VI Eupator, König von Pontos=Mithridates VI Eupator, Pontos Kralı, Eduard Meyer’in 1879 (19682) yılında yayımladığı Geschichte des Königreichs Pontos=Pontos Krallığı’nın Tarihi adlı monografyası ile Théodore Reinach’ın 1890 yılında yayımladığı Mithridates Eupator, Roi du Pont=Pontos Kralı Mithridates Eupator isimli biyografisinden sonra, bu krallık eskiçağ tarihçileri tarafından Pontos olarak adlandırılmıştır. Ayrıca bk, Castagna (1938); Calderini (1949/1950); Lomouri (1979); Molev (1995); Saprykin (1996); Pastor (1996).
NOTUM: Skythia dedikleri İskitler Yamyam değildir, bu bir uydurmadır. İskitler Pers dilli değildir, Türk dillidir. Murat Arslan kitabında Türklerin 11.yy'da geldiği teorisine bağlı olarak kitabında ilerler, yanlıştır. Kimmerler, Kaşkalari İskitler hep Türk boylarındandır:
["Fakat Türklerin Anadolu’ya girişinden itibaren Selçuklular ve Osmanlılar zamanında hemen hemen bütün yazılı belgelerde, Karadeniz adı yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Her ne kadar, Karadeniz ifadesi Osmanlı kaynaklarında İS. XIV. yüzyıldan itibaren değişik formlarda karşımıza çıksa da geniş çevrelerce kabul edilip evrensel kullanımının yaygınlık kazanması; ancak İS. XVII.yüzyıldan itibaren gerçekleşmiştir." Murat Arslan]
Aksin kelimesi de ancak Türkçe ile açıklanır. Ak başlı başına öz Türkçedir, Hellenler -ks yi -x ile yazmıştır, yani kelime iddia edildiği gibi : "Erken Dönem Hellen denizcileri de Pontos’a geldiklerinde, bu denizi Avestan dilindeki axšaena ile özdeşleştirip ἄξενος [áxenos] olarak adlandırmış olabilirlerdi" Pers dilli değil, Türkçedir ve İskitlere göre de güneyde yer alır. Ayrıca Homer'in yazdığı düşünülen kitaplarının en eskisi MÖ 5.yy'dan geriye gitmez, ki MÖ.2.yy'da Efesli Zenodotus tarafından derlenip toplanmıştır. Dönem ise Hellenistik dönemdir. Yani, toponimler, hidronimler, v.s. dönemde anılan adlarıyla kayıtlara geçirilmiştir. MÖ 6.yy'dan daha eskiye giden kayıtlardaki adlarına ulaşmak da gerekir. Aynen Murat Arslan'ın da dediği gibi: [Fakat ‘Pontos Krallığı’ olarak isimlendirilen söz konusu krallığın hüküm sürdüğü zamanlarda gerek kralların gerekse halkın kendilerine ne ad verdikleri kesin olarak bilinmemektedir.] - SB
Axine Pontos = Konuk Sevmez Deniz (erişilemez)
Euxine Pontus = Konuk Sever Deniz (erişilebilinir)
AXİNE = AKSİNE = AKSIN.
Haritadaki Türk boylarının (Budin,Thyssagatae, Scythe, Agathyrsi, gibi) coğrafik konumuna bakarak ve de Türkler'de yönlerin renklerle belirtildiğini hatırlarsak, Karadeniz'e bir zamanlar AK denilmesi şaşırtmamalıdır. Çünkü, İskitlerin yoğun olarak yaşadığı bölge Karadeniz'in kuzeyinde kalır. Bu sebeple güneylerinde kalan bölgenin AK olarak adlandırılmış olma olasılığı vardır. Ancak, Karadeniz çevresinin yoğun Saka Türklerinden dolayı Aşkenaz kelimesinin Yunanca karşılığı olarak Axine (Aksine) demiş de olabilirler. Yabancıların "Konuk sever(miş), sevmez(miş)" [aslında, geçit veren-vermeyen anlamında] açıklaması ise mantığa aykırıdır. Axine deki -sin ekini SİNMEK kelimesi ile de açıklayabiliriz, çünkü sinmek "korkmak" veya "damlamak" anlamındadır. Aksine zamanla Euxine (x=ks) olmuş. Hellence konuşanların Türkçe kelimeleri "Türkçe" olarak kaydedebileceklerini düşünmediniz herhalde ! Tıpkı "kardeşi" kelimesini "Carthasis" olarak kaydetmeleri gibi, duydukları gibi kayıtlara geçmişler... - SB.
siŋ- ‘gizlenmek, saklanmak’: [* -sin buyrum kipi olarak ta geçer. Gel-sin veya Ak-sın da ki gibi; (aksın: sıvının akıtılması...)SB] Kelime, Eski Uygur Türkçesinde sing- ‘damlamak’ şeklinde (EUTS), Orta Türkçede (DLT) sing- ‘gizlenmek, saklanmak’ olarak geçmektedir (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçedeki şekliyle siŋ- olarak; ancak Eski Uygur Türkçesindeki ‘damlamak’ anlamından farklı olarak DLT’deki ‘gizlenmek, saklanmak’ anlamıyla kullanılmıştır: “ galannā burdu siŋnemmiş.” (‘Kalanlar burada gizlenmiş.’: AA, 43/22).
Yrd. Doç. Dr. Ertan Besli, Arş. Gör. Ali Osman Yalkın
***
Dr.Georgios Nakracas
Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni
kitabından
PONTUS VİLAYETLERİ
Pontus, erken antik çağda, Hitit dönemi (İ.Ö. 1700-1200) ve Frig dönemi (İ.Ö. 1200-676) olmak üzere, iki tarihî dönem yaşadı. Bu dönemlerde nüfusu Hitit, Frig, Kolkh ve Kaideli kökenliydi. İ.Ö. 676’da Kafkasya’dan gelen Kimmerler, Anadolu’yu istila etti ve Frig Krallığını egemenlikleri altına alıp. İ.Ö. 546’ya dek Orta Anadolu ve Pontus’u kapsayan bölgeye yerleştiler.
Pontus’a Yunan kolonizasyonu Kimmer egemenliği döneminde başlamış olsa gerek. Bu olay, kıyı şeridindeki soy mozaiğini Yunan öğesiyle zenginleştirmiş oldu. Pontus kıyılarına Yunan kent-kolonilerinin ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Tarihî kaynaklar, Miletosluların Sinop, Amisos (Samsun) ve Trabzon’u İ.Ö. 8. yüzyıl ortalarında kurduklarını kaydetmektedir. Tarihî bilgilerin tersine, bu bölgelerde yapılan arkeolojik araştırmalar, İ.Ö. 600 öncesine ait bulgular çıkarmış değil. Miletosluların Propontis’te (Marmara Denizi) Artake’yi (Erdek) ve daha başka kent-kolonileri ancak İ.Ö. 750’de kurduktan bilinmektedir. Bu olay, arkeolojik bulgularla birlikte ele alındığında, Pontus’taki en uzak Yunan kent kolonilerinin İ.Ö. 600’den sonra kurulmuş olmaları gerektiğini varsaymamıza müsaade etmektedir.
İ.Ö. 546’da İran kökenli Medler (*), Kimmer egemenliğini yıkıp, bölgeye kendi yönetimlerini kurdular. Daha sonralan Perslerle birleşerek tüm Anadolu’ya yayıldılar. Pers egemenliğine İ.Ö. 334’te Büyük İskender tarafından son verildi. Pers dönemlerinde bile Pontus eyaletinin budunsal yapısı kesin olarak bilinmemektedir. Yunan Ulusunun Tarihi ’nde şunlar anlatılmaktadır:
"Yunan öğesinin egemen olduğu kentler dışında. Pontus devletinin budunsal yapısı ve kültürel durumu ile ilgili yeterli tanıklıklar bulunmamaktadır Taşra nüfusu belli ki Iran kökenliydi, zengin soyluların da çoğu öyleydi. Bu nüfus, önceki dönemlere ait birçok kültürel özellikleri (yani Pers. hatta Hitit özelliklerini) korumuştu."
Kesinlikle bilinen bir şey varsa, o da. Yunanlı kolonistlerin yalnızca kıyılardaki kent-kolonilere yerleştikleridir. Bu olay, İ.Ö. 546’ya dek taşra nüfusunun Asya kökenli (**) olduğu sonucuna vardırmaktadır bizi.
Bağımsız ilk Pontus devleti, ancak İ.Ö. 280’de, Büyük İskender’in ölümünden yaklaşık olarak 50 yıl sonra, 1. Mitlıradates tarafından kuruldu. Büyük İskender Pontus’tan geçmemişti. İranlı bir soylu olan I. Mithradates, Pontus kralı olarak tanındıktan sonra, Sinop, Amisos (Samsun) ve Trabzon gibi düşman Yunan kent kolonilerine yayılmayı ilk amaç olarak seçti. 223 yıl bağımsızlığını koruyan Pontus devleti, en büyük gelişimini destanî kral VI. Mithradates’in hüküm sürdüğü dönemde yaşadı (Harita 6). VI. Mithridates, Romalılara karşı 25 yıl savaştıktan sonra, I.Ö. 63’te Roma imparatorluğunun egemenliğini tanımak zorunda kaldı. Daha önce düzenlediği çeşitli akınlarla Makedonya’yı amansızca yağmalamıştı. Mithradates döneminde Pontus kıyılarındaki sakinlerin soy kökeni konusunda, Philostratos, İ.Ö. 2. yüzyıla değinirken, Pontus’un Herakleia (Ereğli) kenti sakinlerinin Yunan uygarlığına hayranlık duyduklarını, ancak Pontuslulann genelde barbar bir ulus olduklarını yazmaktadır.
İ.Ö. 63’ten itibaren Pontus bir Roma eyaleti oldu ve ardından Bizans eyaleti. Bu dönemlerde Pontus’un belirleyici özelliklerinden biri, nüfusunun çok soylu yapısı idi. Roma döneminde Hıristiyanlığın ilk üç yüzyılı boyunca Pontuslulann kökeniyle ilgili olarak, Kirtatas, İncil’in öğretiminde Yunancadan başka bir dil kullanıldığı yolunda en küçük bir işaret bulunmadığı halde, bu dönemde kentlerin dışındaki Pontus sakinlerinin tamamen Hellenleşmedikleri anlaşılmaktadır diye yazmaktadır. Bu bilginin tersine, daha kesin bilgiler veren tarihçi Prokopios, İ.S. 6. yüzyılda Trabzon’un az uzağındaki Pontusluların bile Hıristiyanlaşmayıp barbar kalmaya devam ettiklerini yazmaktadır.
Orta Bizans döneminde Pontus’un çoksoyluluğu, tarihî bir olay olan Thomas Slavos’un isyanıyla da kanıtlanmaktadır. Tahtı ele geçirmeye çalışan bu kişi, İ.S. 820’de Bizans imparotoruna karşı Pontus’un Kaldia bölgesinde isyan başlatarak, o bölgeden topladığı Kaideli, Paulusçu (Ermeni), Med, Vandal, Get, Alan, Sarazen, Mısırlı, Asurlu ve Çingenelerden oluşan bir isyan ordusu kurmuştu. Pontus’taki Bizans egmeııliğini Osmanlı egemenliği izledi. Bu dönemde bölge, yönetsel bakımdan vilayet diye adlandırılan üç parçaya bölünüyordu. Anakara kesiminde Sivas vilayeti, batı kıyılarında Kastamonu vilayeti ve doğu kıyılarında Trabzon vilayeti bulunuyordu.
TRABZON VİLAYETİ
Fransız İhtilaline ve 19. yüzyıl ortalarına dek Trabzon vilayeti sakinlerinin ezici çoğunluğunda ulusal kimlik bilinci yoktu. O döneme dek Trabzon vilayetinde ve tüm Pontus’ta halk kitleleri, ya Müslüman dinî kimliğini ya da Ortodoks Hıristiyan (Rum) dinî kimliğini biliyordu. Anadolu'daki halk kitlelerinin ulusal kimliği, özellikle Tanzimat reform fermanı sonrası dönemin yapay bir ürünüdür.
Padişahın Tanzimat fermanı, Pontus nüfusunun budunsal ayrımlaşmasında katalizör olarak iş gördü. Yol açtığı ekonomik özgürleşme sayesinde, büyük toprak ağalarının köleci haklarını büyük ölçüde kısıtladı. Bu reformcu değişiklik, Hıristiyan ve Müslüman toprak kölelerini bir çiftliğe bağlı kalma zorunluğundan kurtarıp, onlara başka bölgelere göç etme özgürlüğünü sağladı. Daha önemlisi, Tanzimat fermanı ve onu izleyen reformlar, bundan sonra ulusallaşan çeşitli "milletlere" kendi başlarına okul kurmaya müsaade ediyordu. Rum eğitim kurumları, Rumların önemsiz bir azınlık oldukları bölgelerde bile. Yeni Yunan ulusal bilincini oluşturma ve irredantist milliyetçi ideolojiyi işleme odaklarına dönüştü. Bu eğitim politikası, Anadolu’daki Ortodoks toplumlar için felaketli sonuçlar doğuracaktı. Bu ulusal yoğrumların sonunda Pontus nüfusunun soy mozaiği, yapay olarak ulusal gruplara aynldı. Bunlardan başlıcalan Pontuslu Rumlar, Pontuslu Türkler ve Pontuslu Ermeniler idi.
Rum tarafında yeni oluşan orta kentsoylu sınıf, özellikle öğretmen, doktor ve tüccarların öncülüğünde, gerek kiliseyi gerekse yeni kurulan eğitim sistemini kullanarak, Ortodoks Hıristiyanlar (Rumlar) arasında milliyetçiliği yaydı. Bir Yeni Yunan soysal etnik grubunun yaratılışını tarihî bakımdan yasallaştırmak üzere özellikle eğitimciler seferber oldular. Eğitimciler, öbürleri yanında, soysal keşiflerde bulundular. Trabzon Dershanesi öğretmeni S. İoannidis’in 1870’te yayımladığı kitap, bu çeşit görüşleri destekleyen karakteristik bir çalışmadır. İoannidis, Yeni Yunan ulusal bilincini yaratma çabası içinde, yazarlık nesnelliğinin tüm sınırlarını aşarak, philhellen (Yunan dostu) VI. Mithradates döneminde (İ.Ö. 63) Yunanistan’dan milyonlarca kişinin Anadolu’ya geldiklerini ve Pontus’a Yunan soyunu taşıdıklarını yazmaktadır.
Philhellen olarak nitelendirilen VI. Mithradates’in Makedonya’ya yaptığı akınlarla orada korkunç bir can ve mal felaketine yol açtığı tarihten bilinen bir olaydır ki, philhellen niteliğiyle hiç te bağdaşmamaktadır. Öbür yandan yine tarihten bilinmektedir ki, Anadolu’ya milyonlarca Yunanlının varsayılan gelişlerinden birkaç yıl önce Güney Yunanistan insan sıkıntısı çekiyor ve Philosratos tarafından Yunanistan’ın en kalabalık kenti olarak tanımlanan Korinthos ise ancak 20.000 sakin içeriyordu. Bibliyografyada böylesine dev bir nüfus göçünden söz edilmemektedir Olay, yazar İoannidis’in hayal ürünüdür. Aynı yazar, I. Mithradates’in Büyük İskender’in dostu olduğunu yazmaktadır. Bu bilginin gülünçlüğünü göstermek için, I. Mithradates Pontus kralı ilan edilmezden 50 yıl önce Büyük İskender’in ölmüş olduğunu söylemek yeterlidir.
Pontus’ta soysal ve ulusal Yunan kimliğinin zaman içinde sürekliliği söylencesini son yıllarda savunmaya çalışan bir başka yazar da, Çağdaş Pontus Tarihi başlıklı yapıtıyla G. Balabanis’tir. Söz konusu yazar, kitabına gerçekçi olmayan şu sözlerle başlamaktadır:
"Tecrit olmuş, yüzyıllar boyu, Soyunun esas gövdesinden yüzlerce mil uzakta, barbar ve gayrimedenî bir hakimin görülmedik baskısı altında, ulusal bilinç ve özyapısınt böylesine belirgin bir biçimde, bu denli arı ve canlı tutmuş Pontus halkı gibi küçük bir halkın eşine dünya tarihinde az rastlanır "
Pontus sakinlerinin soy kökeniyle ilgilenen Skaliris te, 1922’de Trabzon vilayetindeki Müslümanların, Osmanlı Türkleri, İslâmlaşmış Sanniler (Tçaniler’ Cahinitler veya KafkasyalIlar), İslâmlaşmış Kazlar, İslâmlaşmış Gürcüler, İslamlaşmış Kaideliler, İslâmlaşmış Çerkezler ve İslâmlaşmış Kolhklar diye ayrıldıklarını bize bildirmektedir. Türkler konusunda böyle bir ayrım yaparken, Ortodoks Hıristiyanlara gelince, yazar, Hellenleşmiş Gürcüleri, Hellenleşmiş Kazları v.s. anmayıp, yalnızca Hellenlerden söz ederek, onların antik çağın Yunanlı kolonistlerinin torunları olduklarını ima etmektedir. Böylelikle, Yeni Yunan eğitim sistemi çerçevesinde, Pontus’taki Yunan soyunun zaman içinde sürekliliğine dair gerçekçi olmayan kuramı desteklemeye çalışmaktadır.
Trabzon vilayetinin nüfus yapısıyla ilgili Türk ve Yunan bibliyografya kaynaklarındaki bilgilere göre, 19. ve 20. yüzyıllarda Hellenler nüfusun 1/4’üne tekabül eden bir azınlıktılar. 1903 tarihinde Pontus’u ziyaret eden Papamihalopulos, o dönemde Trabzon vilayetinde yaşayan Türklerin sayısını 900.000, Ortodoks Hıristiyanların (Rumların) sayısını da 225.000 olarak göstermektedir.
Yunanistan’ın toprak taleplerini desteklemek amacıyla uluslararası görüşmelerde Elefterios Venizelos hükümeti tarafından kullanılan profesör Sotiriadis’e ait budunsal istatistikte, Trabzon vilayetindeki Hellenlerin 1912’de toplam nüfusun %25,9’unu oluşturduklarından söz edilmektedir. Daha kesin olarak, Türkler 957.866, Hellenler de 353.533 kişi idiler. Sayıları 50.000’e varan Ermeniler ise önemsiz bir azınlık oluşturuyorlardı. Trabzon vilayeti, güneydeki içbölgede Gümüşhane (Argirupolis) sancağı, doğu kıyılarında Lazistan sancağı, ortadaki kıyı bölgesinde Trabzon sancağı ve batı kıyılarında Canik veya Samsun sancağı olmak üzere, dört sancağa (yönetim bölgesine) ayrılıyordu. ...
Antik çağda bu kaza bölgesi sakinlerinin soy yapısıyla ilgili olarak, tarihî kaynaklar Trabzon surları dışında Yunanlı bulunmadığını kaydetmektedir. ...
Önemli bir bölümü Yunan kökenli olan Trabzon kent nüfusu, yüzyılların akışı içinde soy yapısı bakımından köklü değişiklere uğradı. Bu yönde belirli bir örnek, Got ve Boranların (***) İ.S. 257’de Pontus kıyılarına yaptıkları akındır; onlar, ani bir saldırıyla Trabzon’u ele geçirip yağmaladılar ve sakinlerini esir alıp kaçırdılar. Bin yıl sonra uğradığı ikinci nüfus yıkımı da bir başka örnek olarak gösterilebilir; 1341 ’de Akkoyunlu Türkler, sarayı ve akropolü dışında Trabzon’u işgal edip “çok sayıda sakini” öldürdüler. Trabzon kazasının en uzaklardaki dağlık bölgelerinde nüfus, Kaideli, Pers, Kolhk (Laz), Tçani gibi salt AsyalIlardan oluşuyordu. Pontus’un bu yerli toplulukları, bazı çağdaş yazarların iddia ettikleri gibi, antik çağda Hellenleşmemişlerdir. Pontus barbarlarınca Yunan dilinin benimsenmesi, onların ancak Hıristiyanlaşmaları sayesinde gerçekleşti. Prokopios, İ.S. 6. yüzyıla dek Trabzon kilisesinin etkisinin kentin dar sınırları içinde kaldığını ve kıyı bölgesinde Sürmene’ye dek uzandığını yazmaktadır. Güneyde Trabzon’un dağlık iç bölgesinde ise yazara göre Tçaniler vahşi, barbar ve özerk olmaya devam etmişlerdir. ... Hıristiyanlaşmış, Romalılaşmış ve daha sonra Bizanslılaşmış bu Tçanilerden gelmektedirler son iki yüzyıl içinde Rumlaşmış Maçka Pontuslulan. Onlardan 1054’te imparator İsaakios Komnenos döneminde Kaideli ve Koloneli taburlarının askerleri olarak söz edilmektedir.
1185’te İstanbul’da Komnenos hanedanının devrilişinden sonra, saray muhafızlarından birçok Bizanslılar Pontus’a sığındı ve orada Skolarios silahlı taburlarını muhafaza ederek kendi siyasî gruplarını kurdular. Prokopios, gizli anılarında Skolariosların soy kökenine değinirken, Skolarios taburlarına mensup kişilerin daha İ.S. 4. yüzyıldan beri Ermeni olduklarını yazmaktadır. Bölgenin iyice Bizanslılaşmamış yerli sakinlerinin 1185’te Aınicarad taburları vardı. Fallmerayer, yerli derebeylerinin bu fraksiyonunu, üyelerinin soy kökenini göstermek için, Ortakaldeli veya Trabzonlu-Kolhk partisi, yani Laz partisi, diye adlandırmaktadır.
Sözü edilen iki fraksiyon, 1333’te aralarında çarpışmaya başladı. Üç yıl süren çarpışma, pek çok Amicaradın kıyımı ve Skolariosların siyasî egmenliği ile son buldu Bu olay, yerli Pontus toplumunun Bizanslılaşmasını daha da hızlandırdı. Pontus nüfusunun çoksoyluluğu, yalnızca halk tabakalarına özgü bir durum olmayıp, yüksek aristokrasi çevrelerini de kapsıyordu. Bu olay, Komnenos’ların Iberya (Gürcistan) ve Lazya soylu aileleriyle olan karma evlilikleriyle de doğrulanınaktadır. Bu karma evlilikler pek çoktu ve Pontus aristokrasisinin tümü Gürcü ve Laz kökenli kabul ediliyordu. 15. yüzyılda bile Pontuslular Osmanlı arşivlerinde Bizanslılar, Gürcüler, Kavazitler, Canihitler, Doranitler ve Kamahinler olarak ayrılmaktadırlar.
Yüzyılımızın başlarında gerek Trabzon’da gerekse ona yakın bölgede, Bafra piskoposu Agritelis’in liderliği ve metropolit Germanos Karavangelis’in yönlendirmesi altında Bafra ve Samsun bölgesinde görülen o korkunç şiddet olayları vuku bulmadı. Metropolit Karavangelis ki, 1904’te Makedonya’da da kanlı faaliyetinin izlerini bırakmıştı. Karavangelis’in hiç te Hıristiyanca olmayan faaliyetinin tersine, Trabzon metropoliti Hrisantos Filipidis’in -daha sonra Yunanistan Başpiskoposu olmuştur- davranışı parlak bir insanlık örneği oluşturmuştur. Bu başpapazın İnsanî davranışı, Trabzon sakinlerinin yüksek kültür düzeyinden de büyük destek gördü. Balabanis, kitabında Trabzonluları şöyle tarif etmektedir:
"Trabzon Hellenleri, ticaret ve bilimle uğraşan insanlar, öbür Pontus Hellenleri gibi ölçüsüz bir coşku duygusunun etkisi altında değillerdi... Ermeniler aleyhindeki tüyler ürpertici bunca olayın anısıyla ve ulusal gösterilerde daha ölçülü olarak. Yunan Kızıl Hacını büyük gürültülere meydan vermeden karşılıyorlar ve bu sağduyulu tutumlarıyla daha baştan Türklerin kendilerine hoşgörülü davranmalarını sağlıyorlar."
Trabzonlular, bir yıl önce Erzurum’un güneyindeki Van kentinde cereyan eden ve kentin Türk ve Ermeni nüfusunun tümüyle yok edildiği inanılmaz olayları mutlaka göz önünde bulundurmuş olacaklardır. Birinci Dünya Savaşında Kafkasya’da Türk ve Rus orduları arasında çarpışmalar devam ederken, cephe hattının gerisinde ve Türk topraklarında bulunan Van Gölü çevresinde Şubat 1915’te bir Ermeni ayaklanması oldu. Ermeni isyancılar, küçük Türk muhafız birliğini kenti terketmek zorunda bıraktıktan sonra, 17 Mayıs 1915’te Van Ermeni Cumhuriyetini ilan etti ve Türk kesimini ateşe verip üç gün içinde sivil ve asker toplam olarak 30.000’e yakın Türkü katlettiler. 22 Temmuz 1915 tarihinde kenti yeniden ele geçiren Türk ordusu, intikam amacıyla 20-25.000 Ermeniyi öldürdü.(***) Balabanis kitabında sivil Türk nüfusun katliamını sayı zikretmeden yalnızca Ermeniler tarafından Türkler tümüyle yok edildi ifadesiyle tarif ederken, Ermenilerin katliamını çok daha fazla ayrıntılarla yazmaktadır.
Ağırbaşlı bir Hıristiyan olan Trabzon metropoliti Hrisantos Filipidis, bölgesinde gerilla birlikleri kurmadığı gibi, I916’da kent Ruslar tarafından işgal edildiğinde Türkleri Ermenilerin intikamcılığından ve Rumların taşkınlıklarından korudu ve yoksul Türk göçmenlere yiyecek dağıtımını örgütledi. Trabzon’da daha sonra yeniden kurulan Türk sultanlık yönetimi, Hrisantos’un hizmetlerini tanıdı ve ona nişan verdi Aşırı milliyetçi görüşlere sahip bir yazar olan Balabanis’in Trabzon Hellenlerine Türklerin ılımlı davrandıklarını doğrulayan tanıklığı, devlete karşı isyan etmedikleri bölgelerde Pontus Ortodoks Hıristiyanlarına 20. yüzyılda Türklerin hoşgörü göstemediklerine ilişkin egemen izlenimi kendi çapında yalanlamaktadır.
Daha önceki yüzyıllarda, daha doğrusu bugünkü ulusların oluşmasının kuramsal ortamını hazırlayan Fransız İhtilalinden önce, Osmanlı İmparatorluğunda gelenek olarak pek gelişmiş bir dinî müsamaha vardı. Bunun tersine, Bizans İmparatorluğu, farklı bütün dinleri, örneğin Monofısizmi, Manisaizmi, Paulusçuluğu ve Bogomilizmi, kan dökerek ve aşırı bir dinî kincilikle ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
Çağımızda Trabzon kazası, kültürel ve ekonomik önemine rağmen, Samsun kazasıyla karşılaştırıldığında, %27,6’ya ulaşan çok daha az oranda Hellen nüfus içeriyordu. Hellenler, 139.763 kişilik toplam nüfûs içinde 38.625 kişiydiler. İnanılanın veya söylenenin tersine, Rumlar, yalnız Trabzon kazasında değil, Trabzon kentinin kendisinde bile azınlıklaydılar. Bu görüş, Trabzon Yunan Konsolos Muavininin 9 Şubat 1850 tarih ve 738 sayılı yazısıyla da doğrulanmaktadır. Bu yazıda Trabzon kenti nüfusunun toplam olarak 28.065 kişi ve bunlardan ancak 3.900 kişinin Ortodoks Hıristiyan olduğundan söz edilmektedir. Ortodokslar, kent nüfusunun % 13,8’ini oluşturuyorlardı. ...
Fransız İhtilali, 18. yüzyıl Avrupa’sına milliyetçilik ideolojisini getirdi. Milliyetçilik, Anadolu halk kitlelerini 19. yüzyıl ortalarında etkilemeye başladı ve bunun sonucunda Ortodoks Hıristiyanlar Hellenleştiler, Müslümanlar da Türkleştiler. Gerçekte burada sıkı sıkıya akraba bir soy mozaiği söz konusudur ve bunun ne Eski Yunanlılar ne de Türkmen akıncılarla herhangi bir ilişkisi vardır. Trabzon Frontistirio’su (Dershanesi), 1922’ye dek Hellen milliyetçilik propagandasının manevî merkeziydi. Bu propagandayla, Pontus’ta bağımsız bir Rum cumhuriyet devleti kurmayı tasarlayan Trabzon vilayeti Pontuslularınm lider sınıfından bir grubun güttüğü emeli yasallaştırmak amaçlanıyordu.
Grubun başında Konstantinidis bulunuyordu. Bu devlet asla demokratik olamazdı, çünkü Trabzon vilayet nüfusunun ancak %25'ine ulaşan Rum öğenin, %75 gibi ezici bir çoğunluk oluşturan Türk nüfusu yönetmesi gerekiyordu. Gerçekte bir Rum diktası kurulacaktı, Türk nüfus aleyhinde ulusal arıtım uygulanarak veya uygulanmayarak. 1919’da Trabzon vilayetinde egemenlik talep eden Ermeni milliyetçilerinin hali ise tam bir çılgımlıktı; zira bölgedeki 50.000 kişilik Ermeni nüfus, 1.363.023 kişilik toplam nüfusun %3,6’lık bir oranını oluşturuyordu.
1916’dan 1917’ye dek bölge Rus ordusunun işgali altındaydı. Bu süre içinde Saııtalılar coşkuyla Rusların tarafını tuttular, kendilerini savunuyor veya komşu Türk köylerine saldırı düzenliyorlardı. 1920’de Türk devleti Santalılara af çıkardı, ancak her çeşit uzlaşmayı reddeden Santalılar af koşullarını ihlal ettiler. Santalıların Türk toplumuna ve Türk devletine karşı bu düşmanca tutumu nedeniyle, cephe gerisinde güvenliği sağlamak isteyen Kemal Atatürk, 6 Eylül 1921 tarihinde güçlü bir orduyla Santa’ya saldırdı. O sırada Yunan ordusu Ankara üzerine yürüyordu, Amacı, Megali İdea adına Türkiye’nin bir bölümünü ilhak edip, Bizans İmparatorluğunu kısmen yeniden kurmaktı. Realist olmayan bu askerî serüvenler, Bizans devletinin kısmen yeniden kurulmasını değil de, Santa’mn yıkımını, nüfusunun tümüyle yurdundan sökülüp atılmasını ve Anadolu Ortodoks Hıristiyanlarının tümünün göçmen olmasını sağladı.
Son yüzyıllar içinde Santa (Dumanlı) ve özellikle Maçka bölgesinde Klosti’ler (Dönmeler) veya Mütenassır Rumlar diye adlandırılan birçok Kriptolııristiyan (gizli Hıristiyan) bulunduğundan söz edilir. Bu tanımla Türkier, din değiştirmiş Romalıları (Rumları) kastediyorlardı. Bu Kriptohıristiyanlardan bir bölümü göçmen olarak Yunanistan’a sığındı ve bugün orada ulusal Yunanlı olarak yaşamaktadır. Köydeşlerinin ve akrabalarının büyük çoğunluğu ise Pontus’ta kaldı ve bugün orada ulusal Türk olarak yaşamaktadır. Potusluların bu sınıfı, milliyetçi eğitim çevrelerinin iddialarının tersine, çağdaş Yunan ve Türk halkları arasında ne büyük bir soy akrabalığı bulunduğunu en ikna edici bir biçimde göstermektedir. ...
Samsun kentinde 1813’lere dek Hıristiyan nuftıs bulunmadığını İngiliz sezgini Kinneir de doğrulamaktadır. O tarihte kenti ziyaret eden Kinneir, Samsun’da salt Türklerin ikamet ettiğini, komşu köylerin ise Hıristiyan olduğunu yazmaktadır. İngiliz gezgininin bu saptaması, o çağda bölgeye Ortodoks Hıristiyanların göç etmeye başlamış olduğunu göstermektedir. İoannidis, Samsun’la ilgili olarak, 1870’te kentte Kapadokya’dan gelmiş olan 150 Hıristiyan ailenin bulunduğunu yazmaktadır. 1903’te Kapadokyalı bir bilgi verici, Papamihalopulos’a Samsun Hıristiyanlarının %80’inin Kapadokya’dan gelmiş olduğunu anlatmıştır. Samsun’dan yarım saat uzaklıkta Rumca konuşan 300 ailenin yaşadığı katışıksız Hıristiyan köyü Kadıköy’den söz edilmektedir.
Gerek tarihî kaynaklardan gerekse ağızdan ağıza dolaşan bilgilerden anlaşılmaktadır ki, Ortodoks Hıristiyanların Samsun bölgesindeki yerleşim yerleri büyük bir olasılıkla 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyıl başlarında kurulmuştur. Bölgeye kitlesel Hıristiyan göçleri, Tanzimat reform fermanının yayımlandığı 1838’den sonra gerçekleşti. Samsun kemindeki Rumca konuşan Ortodoks Hıristiyanların çoğunluğu Kapadokya’dan. taşradaki Türkçe konuşan Ortodoks Hıristiyanlar ise kısmen Kalde’den (Gümüşhane veya Argirupolis) kısmen de komşu Bafra’nın Türkçe konuşan köylerinden gelmişlerdi’. Şunu da söylemek gerekir ki, Ortodoks 1 Iıristiyanlardan Kayseri bölgesinden gelenlerin tümü ve Niğde bölgesinden gelenlerin neredeyse yarısı Türkçe konuşuyordu. ...
Samsun kenti ve taşrasındaki bir kısım Pontusluların Pontus kökenli olmayıp, Kapadokya kökenli oldukları doğrulanmış bir olaydır. Bu da, en azından bu bölgeyle ilgili olarak, Pontus soyunun zaman içindeki sürekliliğine ilişkin söylenceyi çürütmektedir. Bir soy ki, hiç olmazsa antropolojik bakımdan mevcut değildir ve, Pontuslu Türklerde olduğu gibi, çoksoylu bir mozaikten ibarettir. Bu soy gerçeğinin Anadolu’nun tüm bölgelerini kapsadığına işaret etmek gerek. ...
Tüm Trabzon vilayetinde 1915’te Osmanlı İmparatorluğuna karşı ve daha sonra Kemalist rejime karşı silahlı mücadele odakları yalnızca Bafra’da ve Trabzon’un Sanla’smda (Dumanlı) oluştu. BafralIlar, belki de dağlık bölgede yaşadıkları için, savaşçı mizaçlarıyla biliniyor ve bu yüzden silahlı çatışmalara giriyorlardı. 1915’te, Birinci Dünya Savaşının ilanından sonra, bölgede silahlı gruplar belirdi; isyancı olarak değil de, Türk ordusundan asker kaçakları olarak. Bu kaçaklar, özellikle Türk köylerinden hayvan ve yiyecek çalarak yaşıyorlardı. Eski olsun yeni olsun milliyetçi Yunan yayınlarında, yakalanan Ortodoks asker kaçaklarının idam edilmeleri, Hellen öğesini yok etme çabası olarak göstermeye çalışılmaktadır. Bunun yanında Türk kaçakların da birlikte idam edildiklerinden söz edilmektedir. Bu gibi yorumlar, milliyetçi abartmalar olarak nitelendirilmelidir; zira o çağda savaş zamanında gerek Yunanistan’da gerekse öbür Avrupa ülkelerinde asker kaçaklığı suçu vatana ihanet olarak kabul ediliyor ve ölüm cezasına çarpılıyordu.
1916'dan sonra bölgede gerilla birliklerinin kitlesel bir biçimde ortaya çıkmaya başlaması, 25 Mart 1908 tarihinde Samsun’a metropolit olarak gelen Germanos Karavangelis’in faaliyetine bağlanmaktadır özellikle. Gerilla savaşını hazırlamakta oynadığı rolü, metropolitin kendisi şöyle anlatmaktadır: "Başlangıçta küçük ve düzensiz olan bu grupları, Makedonya'daki mücadelemizden edindiğim uzun süreli deneyimle, düzenli ve savaşabilir gerilla birlikleri olarak örgütlemeye başladım. Bu birliklerin sayısı çoğaldı. Onların başına bu göreve layık ve savaş deneyimi olan komutanlar geçtikten sonra, bu Unvanları ki onlara ben kendim veriyordum, bu gruplar gerçek askerî birliklere dönüştü. Her biri, taşranın bir bölgesini himayesi ve salt yetkisi altında bulunduruyordu."
Bu ruhanî kilise liderinin Makedonya’dakinin aynısı Pontus’taki faaliyeti, hem mutsuz Bafralı Ortodoksların hem de Müslümanların, girişilen karşılıklı barbarlık eylemleri yüzünden kitlesel kıyımlara yas tutmalarına neden oldu.
1914-15’lerde, yazılanların tersine, Türk ordusu ile asker kaçağı Ortodoks Hıristiyanlar arasında küçük çarpışmalar dışında savaşlar olmadı. Savaşlar, Rusların Trabzon kentini işgal ettikleri 5 Mayıs 1916 tarihinden sonra oldu. Ruslar, cephe gerisinde Türk ordusuna ikinci bir saptırma cephesi açmaya çalışarak, Samsun bölgesindeki gerillacılara para, silah ve cephane gönderip onları takviye ettiler. Bafra’daki gerilla savaşı ilk safhasında gerçekte Kafkasya’da Rus ordusunun Türkiye’ye karşı operasyonlarını destekliyordu. Bağımsız Pontus devleti kurmaya ilişkin politik görüş, ancak 1917’den sonra dile getirildi. Bu düşünceyi ilk ortaya atan K. Konstandinis idi. Konstandinidis, 22-1-1918 tarihinde Marsilya’da düzenlenen birinci Panpontus kongresinde öbürleri yanında şunları da ilan etti: "Özgür ve demokratik bir rejim altında bağımsızlığımızı talep ediyoruz."
İsyanın amacının bağımsız ve demokratik Pontus devleti kurmak olduğuna ilişkin bu bildirge, daha baştan uygulanamaz bir konumdaydı. Çünkü bağımsız ve demokratik Trabzon vilayetinde yönetim, demokratik çoğunluk olan 975.866 Türkün elinde değil de, azınlık olan 353.533 Hellenin elinde bulunacaktı. Konstandinidis'in belki ima edip te söylemediği şey, bağımsız bir Pontus devletinin, milliyetçi mantık uyarınca, Türk nüfus aleyhinde köklü bir ulusal arıtımı zorunlu kıldığıydı. Karavangelis görüşlerinde daha açıktı ve Hellenlerin çoğunluk olmaları için Kafkasya ve Karadeniz Pontuslularının Pontus’a zorla taşınmalarını öneriyordu. 1923’te Anadolu Hellenizminin Yunanistan’a zorla, zorunlu olarak, taşınması, Elefterios Venizelos hükümetinin önerisinden sonra gerçekleşti; Türk hükümeti ise bu öneriye önceden itiraz etmişti.
Rus desteği olmasaydı ve Samsun despotu Germanos Karavangelis tarafından milliyetçi ihtiraslar körüklenmeseydi, Bafra ve Samsun’daki isyan, yerli Hellen ve Türk nüfuslarında yol açtığı bunca acı sonuçlarla o boyutlara ulaşamazdı. ...
Son söz yerine, Nikos Dimu’nun "Yunanlı Olmanın Mutsıaluğu", 1975, (20. basım, Patakis, 2000) başlıklı kitabından bazı ilginç özdeyişlere yer veriyoruz:
* Özgünlüğümüzü aydınlatmak ve anlamak asla istemedik. Daima bir yere ait olmaya çalışıyoruz -kendimiz olmaya değil. Yeniden antik Yunanlılar olmaya çalıştık. Soyumuzun katışıksızlığını kanıtlamak için didinip durduk, Fallmerayer’e savaş açarak, ancak gerçek yapı taşlarımızı soğukkanlılıkla asla araştırmadık.
* Yüzü olmayan bir halkız. Kimliği olmayan. Yüzümüz olmadığı için değil. Aynaya bakmaya cesaret edemediğimiz için. Gerçek yüzümüzden bize utanmayı öğrettikleri için.
* Toplu bir ulusal psikanilize ihtiyacımız var mı bilmiyorum. Ancak mutlaka özbilgiye, özaraştırmaya ve özbilince ihtiyacımız var. Söylencelerden kendimizi kurtarmamız gerek, bununla birlikte kendimizi yeniden belirlememiz de...
* Bir söylence daha; "yabancı müdahalesi". Yeni Yunanlılar sorumluluklarını üstlenmeye hiçbir zaman yanaşmadılar. Kabahat her zaman bir başkasındaydı: İngiliz parmağında, Intelligence Servis’te, NATO’da, CIA’da.
Dr.Georgios Nakracas
Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni
Selanik, 2003
(*) Medler için bknz Mehmet Bayrakdar Medler ve Türkler. - SB
(**) Asya Soylular sadece İranlılardan ibaret değidlir, sonuçta Kimmer ve İskitler gibi Türkçe konuşanlara da Asyalı diyorlar!
(***) Türk ordusu hiç bir vakit sivil halkı öldürmemiştir. Öldürülen Ermeniler varsa da onlar Taşnak terör örügütüne mensup kişilerdir. Ama öldürülen Ermeniler üzerine konuşursak da, sivil Türkler öldürülen akrabaları için misilleme yapmıştır. Buna da soykırım denmez, savaş durumunda olan iki toplulukta, mukatele denir. Ayrıca, ilk kanın kimin akıttığı da önemlidir. - SB
ilgili:
Scythae - İskit
Sauromatae - Sarmatlar - İskit+Oerpata [Er-Öldüren (Amazon)]
Tanais - Don
Maiotis - Azak Denizi
Pontus Euxinus - Euxinus - Axinus - Aksinus - AK.SIN.