"Dareios'un sefer açmış olduğu Pontos'un çevresi, Skyth'ler bir yana bırakılırsa, en geri insanlarla kuşatılmıştır. Denizin beri yakasında Skyth'lerden başka, kafası aydınlanmış bir ulus gösteremeyiz, Anakharsis'den başka doğru dürüst bir adamın anısını bulamayız. Hatta, insanlar için pek önemli bir alanda eşsiz bir sütünlük göstermiş olan Skyth ulusunun bile öbür işlerine pek kulak asmam. Ama bu önemli sorunu Skyth'ler, görülmemiş bir ustalıkla çözümlemişlerdir. Şunu demek istiyorum; Kendilerine saldıran hiç kimse, onların ellerinden kurtulamaz ve kendileri istemdikleri sürece kimse onları bulup bastıramaz; öyle insanlar ki ne kentleri vardır ne kaleleri, hepsi de atlıdır ve ok atarak savaşırlar. Evlerini peşlerinde taşırlar - zira ekip biçerek değil, hayvancılıkla geçinirler, evleri arabalarıdır - böyle insanlar yenilebilir, ele düşürülebilir mi?"
Heredot, 4:46
"Akıllı adamlar problemleri tartışır, aptal olanlar ise karar verir."
Bu hikaye yedi zeki adamdan biri olan,
İskit Anacharsis hakkındadır.
Kral çadırının içinde,göçebelerdeki genel adet üzerine çömelmişti. Deri pantalonu çıkık dizlerini sıkıca sarıyordu. Bilezik, küpe ve broş takmıştı. Meşalelerin ışığı yüzüne vuruyordu. Kral duvarlar yüzünden çok zor gözüküyordu. Yalnızca ocağın üzerindeki açıklıktan görülebiliyordu.
Göçebelerin yanına yeni gelen bir adam, sade ve bol bir elbise giymişti. Barbarların muhteşem elbiseleri ve takıları yanında görüntüsü çok sönük kalıyordu. Uzun,gri saçlarını keten bir bez parçasıyla bağlamıştı. Büyük gözlerini korkuyla açtı.
“Sen kimsin” diye sordu kral yabancıya. Kralın ağzından çıkan sözler kırbaç darbelerine benziyordu. O sırada, kralı dinleyen Anacharsis gözlerini çevirmeden ona baktı. Hatta umursamaz bir tavırla kralın karşısında durmaya devam etti. Anacharsis o anda, mermerden yapılmış tapınaklı o şehri hatırladı.
Göçebelerden hiçbiri Anacharsis’in niyetini anlayamamıştı. Sesi yaralı bir hayvanın ya da çağlayan bir dereninki gibi anlaşılmazdı. Kalabalığın içindeki bazı insanlar ayakta duruyorlardı. Satılacak köleler olmalıydılar.
Anacharsis kendi dilinde konuşmaya başladı. Herkes dikkatlice onun elbiselerini ve görünüşünü inceliyordu. Daha önce Yunanlıların arasında bile İskit olduğu için aşağılanmamıştı. Ancak kendi vatanında…
İskitliye adını, başka bir Yunan şehrinden geldiği düşünülen ve İskit bir kölesi olan, Alcaeus’un oğlu Cleomenes vermiştir. Anacharsis sepetleri huş ağacının kabuklarına benzer nesnelerle doldurdu. Çoğu daha önce onun hiç görmediği papirüslerdi.
“Dikkat et!” demişti geveze Yunanlı telaşlı bir sesle. O anda tüm geçmişini hatırladı.
“Pittacus’umu sakın kırma. Buraya Thales’in öğretilerinin olduğu parşömenin yanına koy. Sepeti bilgelikle doldur ki hiçbir zaman kaybolmasın.”
“Sepetleri nasıl bilgelikle doldurabilirim ki?” dedi Anacharsis Yunanlıya.
“Ne demek istedin?” diye sordu Yunanlı şaşkınlıkla.
“Yani bilgelik hiçbir şeye koyulamaz, Kuşların uçmasını ve çimenlerin kokusunu nereye koyabilirsin ?” dedi Anacharsis.
“Çok ilginç! Sence kim en büyük bilge?” diye sordu Yunanlı mırıldanarak.
“Vahşi hayvanlar.Çünkü içgüdüleri ile yaşıyorlar.”
“Peki, hangi hayvan?” diye sordu Yunanlı.
“Hepsi. Onlar içgüdüyü kanunlara tercih eder.”
“Peki ,sence kim en cesur?” diye sordu Yunanlı.
“Vahşi hayvanlar.Onlar sadece özgürlükleri için yaşarlar. Tıpkı Karadeniz’in kuzeyinde bozkırlarda yaşayan, göçebe halkım gibi.” “sen bir İskit misin?” diye sordu Yunanlı.
Atina’da vahşi köpeklerin yerine bile İskitler kullanılırdı. Zaten başka bir işe yaramazlardı da. Kısa bir süre öncesine kadar bu barbar ve vahşi insanlar Yunanlıların fikirlerini yıkmıştı.
Ancak Yunanlılar ile İskitler arasındaki dostluk bir sürü kötü tesadüf yüzünden sona erdi. Yine de ölümsüz Tanrılar Anacharsis’in Yunanlı efendisi Cleomenes ile iyi arkadaş olmasını istiyorlardı. O ana kadar Cleomenes yolculuğun amacını unutmuştu. Kölesi Anacharsis’in sıcak ve küçük odasındaki Yunanlıların dünya hakkında bilmedikleri bir çok şey öğrenmişti.
Medeniyetleri yok edilmiş vahşilerden birisi olan Ezop’un fabllarındaki hayvanlarla ilgili öyküler, Homer’in bahsettiği canavarlarla savaşan kahramanları içeren destanlar kadar önemliydi bunlar. Bu yüzden Anacharsis Cleomenes’e Ezop’un İskitli Thales olduğunu söylemişti.
Cleomenes kölesini alıp Propontis’teki (Marmara Denizi’nin antik çağdaki adı) Kyzicos’a (Erdek/Belkız) gitti. Homer’in ataları kuzeyden gelmiş ve Kyzicos’da doğan Arimpeans hakkında şiirler yazması ve Homer’in öğretmeni olarak düşünülen Aristeas’ın da buralı olması halkı onurlandırmıştı.
"Ariesteas’ı okuduğum zaman inanılmaz öykülerle karşılaştım: Yarısı aslan,yarısı kartal olan ejderhaların altın bulması ve kurtlara dönüşen gezginler gibi."
Başlangıçta Kyzicos halkı ,İskitler ve Anachasis’in düşüncelerine Aristeas’ın şiirlerinden daha fazla şaşırdılar. Ona annesi, babası ve ulusu hakkında sorular sordular. Şüphe ile göğsündeki ve omuzlarındaki dövmelere baktılar. Onun bir İskit olduğunu anlamalarına rağmen Yunanlılar gibi hor görmediler. Hatta halk toplantısına katılmasına bile izin verdiler.
KYZİCOS'TAN BİR LAHİT "ÜÇ GÜZELLER"
Anacharsis Kyzicos halkının kendi çıkarlarını ülkenin çıkarlarından daha üstün tuttuklarını anlamıştı. Niçin kendine bu kadar çok soru sorulduğunu anlamaya çalışıyordu. Muhtemelen diğer milletlerin; içinde tapınak,tiyatro, spor salonu ve hapishane olan şehirler inşa edemediklerini düşünüyorlardı.
“Senin yaşadığın yer Yunan şehirlerinden farklı mı?” diye sordu Kyzicos’taki insanlardan biri. “Evet” dedi Anacharsis.
Daha sonra Anacharsis Yunanlılara zenginlikle övünmeyen, çok iyi ok atan, çıplak ayakları ile yürüyen, toprakta gökyüzünün altında sanki bir tapınaktaymış gibi kendilerini güvende hisseden, samimi İskit halkından bahsetti.
Ayrıca İskitlerin peynir ve et yiyip, çiğ süt içtiklerini anlattı. Yunanlılardaki lüks hayat özentisinin, İskitler arasında hiçbir şey ifade etmediğini, kendi zevkleri uğruna zengin ve güçlü insanların örümceğin bir sineği yakalaması gibi, fakir insanları kendilerine köle etmemelerini belirtti.
Kyzicos’taki en uzun gündü. Halk meclisi Anacharsis’i Yunanlı yedi bilge kişiden birisi olarak ilan etti ve Aristeas’ın yetiştirdiği söylenen zeytin dallarından yapılmış bir taçla ödüllendirdiler.
Ancak Anacharsis’in yedi bilge kişiden bir olması, efendisi Cleomenes’e yetmemişti. Çünkü Anacharsis’in hikayelerini dinleyince Yunanlıların düşüncelerini geliştirebileceğini anladı. Bu olay Anacharsis’e büyük ün kazandırdı.
Kısa bir süre önce kimse onu tanımazken, şimdi ismi Pittacus ve Thales ile beraber anılmaya başlanmıştı. Hiç kimse onun İskitli bir prens ve Cleomenes’in kölesi olup Yunanistan’a kanunları öğrenmek için geldiğine inanmıyordu.
Hatta çoğu insan adını kullanarak güç ve zenginlik sağlamaya çalışıyordu. Korinth’te zenginler arasında oluşan sınıfa , çömlek ustaları “Anacharsis’in Krallığı” adını vermişti. Diğer yandan Anacharsis Yunan dünyasında bu ünü yüzünden çok düşman edinmişti.
Birçok şehirden gelen insanlar Kyzicos’taki tapınakları görmek yerine İskitli bu alimi ziyaret ediyorlardı. Kyren’den Tarentum ve Massa’dan gelen bu insanlar sadece öğrenme arzusu duyuyorlardı.
Cleomenes Kyzicos’ta yapılan halk oylamasıyla meclis üyesi oldu.
Anacharsis’te şehir meydanındaki tunç plakanın yanında Kyzicos’un vatandaşı olarak ilan edildi. Çok geçmeden şehir meydanına giden yolda Proconesus mermerinden heykeli yapıldı. Heykeltıraş uzun zamandır giymediği bol ve sade elbisesiyle onu tasvir etti. Alnındaki kırışıklıklar ve gözlerindeki ifade Yunanlıların çok hoşlandıkları düşüncelerini gösteriyordu. Rahat ve adil kişiliğini bozkırlardan ve tabiattan almıştı.
Anacharsis şöhretten hiç hoşlanmadı. Hayranlıkla dolu fısıldamalardan ve her dediğini yapan öğrencilerden çok sıkılmıştı. Adaletin sadece İskitler arasında olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden bozkırlara geri döndü.
“Sen kimsin?” diyen kralın sesiyle Anacharsis kendine geldi.
“Herhalde bir İskit ancak sizin kadar muhteşem olabilir yüce efendim” dedi Anacharsis.
“İskitlerin kanatları yoktur. Papai (Tanrıların ve insanların babası olan İskit Tanrısı) bize uçmayı öğretmedi. Biz sadece bozkırlarda yürür ve ata bineriz” dedi kral sitemkar bir şekilde.
“Dağlara tırmandım, yeryüzünde gökyüzünde Tanrıların yaşadıkları yerlerin uzunluğuna denk olan karlı tepeleri gördüm. Tanrılar bize akıl verdi ,bilgi nerede ve kimde olursa olsun öğrenilmelidir.”
İskitler Anacharsis’in sözlerine gücendiler ve ellerini kızgınlıkla havaya kaldırdılar. Kimse onun bir bilge olmasıyla ilgilenmiyordu. İskitlerden biri Anacharsis’in kulağını çekti.
“Tanrılar bu dağda insanlar gibi yaşarlar. Bizden istedikleri özgür olmaktır. Sen Tanrıların istediklerini hiçe mi sayıyorsun ?” dedi.
“Özgürlük nedir?” diye sordu kral aşağılar bir ses tonuyla.
“Özgürlük akıldır.Burada akıllı bir adam var mı? Acaba içinizden hanginiz akla ihtiyaç duydu?” diye cevap verdi Anacharsis.
“Haklısın.Ancak bizim Yunanlıların aklına ihtiyacımız yok. Nehrin ağzındaki koylarımızda, yabancılara ait askeri kamplara şarap sattık. Ancak İster’i (Tuna nehri) geçip, Tanais’e (Don nehri) gittiğin zaman yabancılarla işbirliği yapan bir İskitli göremezsin.”
Çadırın içinde kralın sözleri fısıltıyla tüm İskitliler tarafından onaylandı. Kral sözlerine devam etti.
“Tanrıların emirlerine uymak zorundayız.”
Kral konuşurken ulusumuz kelimesini vurgulayarak söylüyordu. Anarcharsis yabancı bir ülkeden gelip, başka Tanrılara ibadet ettiği için affedilmeyeceğini anlamıştı.
İskitlerin çadırda kurduğu mahkeme bütün gece sürdü. Anacharsis kimseyi tanımıyordu. Ancak çadırdaki herkes ona düşmanca bakıyordu. İnsanlar öküz arabasındaki tekerlekler gibi gıcırtılı bir sesle konuşuyorlardı. Pis ter kokusundan nefes alamıyordu. İskitler Aristeas’ın ve Arimspeans’ın iyilik ve kötülük fikrinin sadece düzmece olduğuna inanıyorlardı.
Şafakta, Anacharsis çadırdan çıktı. Kollarını kaldırarak çadırın önündeki düzlüğe doğru yürüdü. İki asker de mahkemenin onun için verdiği kararı uygulamak üzere arkasından geliyorlardı. Fakat bu durum askerleri sıkıyor gibiydi. Savaşırken birini öldürmek zevk ve onurdu ama silahsız bir adamı öldürmek değil.
Anacharsis açgözlülükle nefes aldı. Yusufçuklar çimenlerin ortasında uçuşuyordu. O anda kendini yuvasından düşen yavru bir kuş gibi hissediyordu. Ülkesine geri dönmüştü ama ulusu onu reddetmişti ve ölümüne mahkum etmişti. Bozkırda hiçbir şey değişmemişti. Kanunlar yabancılar ve düşmanlar içindi. Kendisi de artık onlar için bir yabancıydı.
Anacharsis uzaktaki tepelere baktı. Sabah güneşini sırtında hissediyordu. Birden İskit Kralları için yapılmış mezarlar dikkatini çekti. İskitler için ölüm bir zevkti.
Zaten ölümde bozkırdaki en önemli kanun değil miydi?
İskit/Saka Kralı, kardeşi Anakharsis'i (MÖ.6.yy), Hellen tanrılarına gizlice taptığı ve anavatanından utandığı için,
bozkır kanunlarının verdiği yetkiyle, öldürüyor.
Sengileevskaya-2 Kurganı -Stravropol
ANACHARSİS / ANAKHARSİS
MÖ.6.yy'da yaşamış İskit Filozof. Anavatanı olan Karadeniz'in kuzey kıyılarını , bilgeliği ve mutluluğu aramak için terk eder ve MÖ.592-589 arasında Atina'ya gelir.
Hermippus'un yazdığı hikaye'ye göre ;
Atina'da Solon hülüm sürmektedir. Anacharsis Solon'un evine gider ve onunla arkadaşlık kurmak için geldiğini söyler. Solon cevap verir : " Evinde , arkadaşlık edinmen daha iyi olmaz mı?"
Bunun üzerine İskitli Anacharsis cevap verir:" O zaman ,senin benimle arkadaşlık kurman gerekir, çünkü sen evindesin ." Solon bu cevaba güler ve onun arkadaşlığını kabul eder.
Plutarch'a göre , Solon ve Atinalılar zamanla Anacharsis'e bilge ve filozof gözüyle bakar.
Anacharsis Atina'da vatandaşlık haklarından yararlanan ilk yabancıdır. Bazı yazarlar tarafından Yunanistan'ın Yedi Bilge Adamı arasında gösterilir. Yunancayı akıcı bir şekile konuşmuyor olsa da , birçok yerde konuşmalar yapar ve Eleusis Gizemlerine ilgi duyar. Yaşam felsefesi basitlikten , kendini bilmekten ve böylece mutluluğa kavuşmaktan geçer.
Herodot'a göre , Anacharsis evine (İskit -Scythia) döndüğünde , kral olan büyük abisi tarafından , Yunanlılara benzemesi , onların dinine geçmesi ve kendi kültüründen, töresinden vazgeçtiği için öldürülür...
(Heredot Tarihi-4.kitap 46....Dareios'un sefer açmış olduğu Pontos'un çevresi, Skyth'ler (İskit Türkleri) bir yana bırakılırsa, en geri insanlarla kuşatılmıştır. Denizin beri yakasında Skyth'lerden başka, kafası aydınlanmış bir ulus gösteremeyiz. Anakharsis'den başka doğru dürüst bir adamın anısını bulamayız. Hatta,insanlar için pek önemli bir alanda eşsiz bir üstünlük göstermiş olan Skyth ulusunun bile öbür işlerine pek kulak asmam.)
Ona atfedilen hiçbir eser günümüze ulaşmamıştır. İskitlerin hukukunu Yunanlılarınkiyle karşılaştırdığı kitabı ile Savaş Sanatı kitabı yazdığı söylenir. Yunanlıların ithalat/ihracat ve gümrük üzerine yaptıklarını gözlemler.
Üzümü üç başlıkta toplar ,içilen ilk şarabın susuzluğu,ikincinin sarhoş olmayı ve üçüncüsünün de tartışmayı tetiklediğini söylediği için heykellerin kaidesine :
" Dilinizi , ihtiyaçlarınızı , tutkularınızı dizginleyin" sözü kazınmıştır.
Peki bu sözü kimi hatırlatır?
Peki bu sözü kimi hatırlatır?
"Eline, beline, diline hakim ol" Hacı Bektaş-ı Veli (13.yy)'yi...
Strabon ise onu mucit olarak anar, iki kelebekli çapayı,çömlekçi çarkı'nı onun icat ettiğini söyler.!
Solon yasaları hazırlarken, Anacharsis bir gözlemde bulunur :
"Yazılmış yasalar örümcek ağlarına benzer, sadece fakir ve zayıfları tutar, zengin ve güçlüler onu kolayca kırıp kurtulabilir."
Ona ait olduğu söylenen 10 mektubu vardır.Bu mektuplardan 9'u MÖ.3.yy'a ait olduğu bilinir, meslektaşları tarafından korunmuştur. Bazılarının ise sahte olduğunu söylenir.
Birini Cicero alıntılar:
"Anacharsis'ten Hanno'ya selamlar, Kıyafetlerim İskit kıyafetleri, ayakalarım ve ayak tabanım da öyle.Yatağım dünya, yemeğim sadece açlığımla gelir ,süt,peynir ve etten başka birşey yemem.Gel beni ziyaret et, beni huzur içinde bulacaksın. Bana birşey mi vermek istiyorsun; memleketlilerine ver, yada ölümsüz tanrılara sun."
10.mektubu Diogenes Laertius tarafından alıntılanır:
Bu mektup Lidya kralı Karun'a (Croesus) yazılmıştır.
Anacharsis'ten Croesus'a : "Ey, Lidyalıların kralı, Yunanlıların ülkesine onları tanımak için geldim, altına ihtiyacım yok. Ve yakında İskit'i terkederken ki halimden daha iyi ve mutlu bir insan olarak geri döneceğim. Senin arkadaşlığını edinmek bir lütuf olacak, bu yüzden Sardes'e geleceğim."
ANACHARSİS'İN YAŞAM FELSEFESİ VE SONRAKİ DÖNEMLERDE GÖRÜLEN CYNİCİSM (KİNİZİM)
Sokrates'in ölümünün hemen ardından öğrencileri olan Antisthenes ( MÖ.444-365) ve Aristippos (MÖ.435-386) iki ayrı okul kurar.
Sokratçıların ilgilendikleri başlıca iki konu vardır:
Sokrat'ın öğrencileri öncelikle mutluluğun ne olduğunu ve nerede bulunduğu bilmek istemişlerdi. Hepsinin gözünde hocaları Sokrat bilge ve mutlu bir insan modelidir. Fakat Sokrat'ın kendisinin yaşadığı yaşam biçimiyle ulaştığı bu mutluluğun özelliği neydi Sokratçıların birinci ana sorunu budur.
Sokrat gerçek mutluluğa erdem yolundan ulaşmıştır. O halde erdem, bir başka deyişle mutluluk gerçek bilgiye dayanır. Bu nedenle mutluluk, gerçekten neyin istenmesi ve neyin istenmemesi ya da gerçekten neden korkulması ve neden korkulmaması gerektiğini bilmektir. İşte Sokratçıları ilgilendiren ikinci konu da bu bilgi sorunudur.
Antisthenes'e göre önemli olan erdemdir ve erdemde bilgelikle elde edilebilen kendine yeterlilik durumudur. İnsan her tür gereksinimden kendini kurtararak, yalnızca kendi kendine dayanarak var olabilmelidir, özgürlük bu anlamda gereksinimlerden kurtulmak, toplumsal bağları aşabilmektir.
Erdem ruhun özgürlüğüdür ya da ruhsal özgürlüktür. Sağlık, güzellik, şan, ün, şeref, namus, vb. şeyler şüpheyle karşılanması gereken, kuruntu ve yapmacık şeylerdir. İhtiyaçsızlık, adsızlık, mülksüzlük, bilinen toplumsal ahlaki kodlardan yoksunluk, gerçek anlamda insanın kedine yeterliliği ve özgürlüğünü sağlar.
Bu değer eleştirisinde Antisthenes hazcı bir eğilime sahip değildir, aksine hazcılığa sert bir tepki gösterir. Haz, insanın köleleşmesinin sebebidir çünkü. Mutluluk amacı için, erdemin kendi başına fazlasıyla yeterli olduğunu ve başka hiçbir şeye gerek bulunmadığını savunan Antisthenes'e göre, erdem arzunun yokluğu, isteklerden bağımsızlıktır.
Doğrudan doğruya yaşamın korunmasına ve sürdürülmesine yaramayan her şeyi Kinik filozoflar reddederler, daha doğrusu bunlara karşı aldırışsızlık gösterirler. Bu tutum onları uygarlık karşıtlığına götürmüştür. Bilinen ahlaka, toplumsal değerlere, dine, aileye ve devlete karşı kayıtsız kalırlar ya da bunları yadsırlar. Antisthenes, devletin kendisiyle hiç ilişkisi olsun istemez.
Kinik okulunu kuran Antisthenes felsefesinden , Cynicism / Sinizm / Kinizm doğmuştur. İnsan tam anlamıyla bağımsız olmalıdır. Mutluluk için bu zorunludur, yaşamın amacı mutluluktur. Gerçek mutluluk insanı bağımlı kılan güzellik, lüks ve zenginlik gibi değerlerden uzak kalınarak sağlanır.
VE ŞİMDİKİ YÜZYILDA ANACHARSİS İLE GEZMEK
Fransa'daki ihtilaldan önce Vatanperverlik, Milliyetçilik ve Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasına yardımcı olacak makaleler çıkar. Bunlardan bir tanesi de 7 ciltlik eser olan ve Cizvitli Jean Jacques Barthelem tarafından yazılmış "Genç Anacharsis'in Yolculukları" dır (1788) .
MÖ. 6.yy'da Yunanistan'ın büyük bir kısmını gezmiş ve gördüklerini yazıya geçirmiş olan Anacharsis'ten bahseder. Büyük bir kurguya dayanan eserde , Philippos'un Makedonya'da tahta çıkmasından, oğlu İskender'in Persler ile savaşmasından, Yunanistan'daki demokrasiden bahseder. Zamanında basılan haritalar kitabında sanki eski haritalarmış gibi kullanılır ve gerçekliklerden çok uzaktır.
Uydurma eserlerle Yunanistan ve Yunanlılara milliyetçilik ve vatanperverlik aşılanmaktadır. Bir kaç yerde de Anacharsis'in Şii Arap ya da Yunanlı olduğuna dair yazılar gözümüzden kaçmamaktadır. Anacharsis/Anakharsis İskit Türklerindendir.
***
THE WORKS OF LUCIAN
ANACHARSIS, OR ATHLETICS / SOLON VE ANACHARSİS ARASINDAKİ KONUŞMA
Taking us back to the early sixtli century, Lucian lets us listen to a conversation about Greek athletics between Solon, the Athenian lawgiver, and that legendary figure, the Scythian Anacharsis, who came to Greece in the quest of wisdom just as Solon himself had gone to Egypt and Lycurgus of Sparta to Crete.
K. G. Jacob, who tried to make out that Lucian was an ardent reformer, laid great stress on this dialogue as a tract designed to restore the importance of athletics in Greek education by recalling how much they meant in the good old days But Lucian, who in any case was no laudator temporis acti, says nothing of any significance elsewhere to indicate either that he thought athletics especially in need of reform or that he felt any particular interest in them ; and if the Anacharsis had been written for any such purpose, surely it would have ended with the conversion of the Scythian to the standpoint of the Greek.
Let us say rather that Lucian, who was especially interested in Anacharsis and Solon, as we see from his Scythian, wished, perhaps for the edification of an Athenian audience, to present them in conversation, and shrewdly picks athletics for their theme as that feature of Greek civilization which would be most striking and least intelligible to the foreigner, the ' child of Nature.' The conversation takes place in the Lyceum at Athens. The opening sentence assumes that Anacharsis has just been enquiring about something else, and now turns to a new topic.
ANACHARSIS
And why are your young men doing all this, Solon ? Some of them, locked in each other's arms, are tripping one another up, while others are choking and twisting each other and grovelling together in the mud, wallowing like swine. Yet, in the beginning, as soon as they had taken their clothes off, they put oil on themselves and took turns at rubbing each other down very peacefully—I saw it. Since then, I do not know what has got into them that they push one another about with lowered heads and butt their foreheads together like rams. And see there ! That man picked the other one up by the legs and threw him to the ground, then fell down upon him and will not let him get up, shoving him all down into the mud ; and now, after winding his legs about his middle and putting his forearm underneath his throat, he is choking the poor fellow, who is slapping him sidewise on the shoulder, by way of begging off, I take it, so that he may not be strangled completely.
Even out of consideration for the oil, they do not avoid getting dirty ; they rub off the ointment, plaster themselves with mud, mixed with streams of sweat, and make themselves a laughing-stock, to me at least, by slipping thi'ough each other's hands like eels. Another set is doing the same in the uncovered part of the court, though not in mud. They have a layer of deep sand under them in the pit, as you see, and not only besprinkle one another but of their own accord heap the dust on themselves like so many cockerels, in order that it may be harder to break away in the clinches, I suppose, because the sand takes off the slipperiness and affords a firmer grip on a dry surface.
Others, standing upright, themselves covered with dust, are attacking each other with blows and kicks. This one here looks as if he were going to spew out his teeth, unlucky man, his mouth is so full of blood and sand ; he has had a blow on the jaw, as you see. But even the official there does not separate them and break up the fight—I assume from his purple cloak that he is one of the officials ; on the contrary, he urges them on and praises the one who struck the blow.
Others in other places are all exerting themselves ; they jump up and down as if they were running, but stay in the same place ; and they spring high up and kick the air. I want to know, therefore, what good it can be to do all this, because to me at least the thing looks more like insanity than anything else, and nobody can easily convince me that men who act in that way are not out of their minds.
SOLON
It is only natural, Anacharsis, that what they are doing should have that appearance to you, since it is unfamiliar and very much in contrast with Scythian customs. In like manner you youi-selves })robably have much in your education and training which would appear strange to us Greeks if one of us should look in upon it as you are doing now. But have no fear, my dear sir ; it is not insanity, and it is not out of brutality that they strike one another and tumble each other in the mud, or sprinkle each other with dust. The thing has a certain usefulness, not unattended by pleasure, and it gives much strength to their bodies. As a matter of fact, if you stop for some time, as I think you will, in Greece, before long you yourself will be one of the muddy or dusty set ; so delightful and at the same time so profitable will the thing seem to you.
*Lucian was born at Samosata in Commagene and calls himself a Syrian ; he may or may not have been of Semitic stock. The exact duration of his life is unknown, but it is probable that he was born not long before 125 a.d. and died not long after 180.
"Anakharsis uzun yolculuklarından sonra İskiteli'ne döndüğünde, herkesi Yunan geleneklerine göre yaşamaya yönlendirdi. Ama ağzında lafını bitiremeden kanatlı bir ok hızla gelip onu ölümsüzlerin yanına kaçırdı."
Aşağıdaki mektubu o yazmıştır.
Anakharsis'ten Kroisos'a : "Yunanların yaşayış ve gelenklerini öğrenmek için Yunanistan'a gittim, Lidya kralı. Altına gereksinmem yok. İskiteli'ne daha erdemli bir insan olarak dönmek bana yeter. Dolayısiyla Sardes'e geliyorum, çünkü sevgini kazanmak benim için önemli." (Diogenes Leartios)
Kaynaklar:
Tarihte ve Mitolojide Rehber / Alexander Nemirovsky
Filozof net
Ünlü Filozofların Yaşantıları ve Öğretileri / Diogenes Leartios
"Genç Anacharsis'in Yolculukları" (ing-PDF) - Jean Jacques Barthelem ; Alm.ve Fr. olarak ta basılmıştır.
ANACHARSİS / ANAKARIS
"Anakhars saka soylu idi. Türk alfabesinin qüsuru X (Kh) harfının olmaması etimolojide sorunlar yaratır. Adamın adı Anak // Anax ile başlayır. Sonluğu da ar-s veya arıs ile biter. Babası saka kralı Konur bey, kardeşi Savlı bey de türk adları taşıyor.
Savlı türk kadınından olması nedeni ile babasından sonra elbey (kral) olur,
Anakars ise yunan kadınından doğmuştu ve Athinaya gedip bilge olmuştu."
Qədim Azərbaycan türk boylarından, birinin adı da Saqadır (Saka). Sakalar bir çox adlarla məhşur olmuşlar, Iskit, Saqa, Skif, Saka və, s. Azərbaycanda Sakalarla bağlı bir çox yer adları mövcuddur. Şəki (Saqa), Zakatala (Saqa-tala), Pirsahat (Pir-saqat), Pirşağa (Pir-saqa), Saatlı (Saqat-lı), Sakantala (Saqan-tala), Sakandərə (Saqan-dərə). Miladdan öncə birinci minillik boyunca Avrasiyanın müxtəlif guşələrində görünən saqa elatı tarixin ayrı-ayrı çağlarında bu və ya digər regionda qüdrətli dövlət qurmuşdur. Tarixin yaddaşında qalan bu dövlətlərdən biri Azərbaycanda, əvvəlcə Sakasen (Şəki), sonra Muğan-Urmu bölgələrini əhatə edən geniş ərazidə qurulmuş, digəri Qara dənizin quzey bölgələrini nəzarətdə saxlayan və bir neçə əsr davam edən "Saqat (Skitiya) çarlığı" şəklində ortaya çıxmışdır.
Saqa elatı təkcə özünün möcüzəli köçəbə gələnəyi ilə deyil, həm də antik dünyanın "Yeddi müdrik" sırasına verdiyi şahzadə Anaxars (Anaxarsis) ilə də öyünməyə haqqı vardır. Lakin bu filosofun soydaşları o çağda onunla nəinki öyündü,hətta "dönük adlandırıb onu öldürdülər, adıını çəkməyi qadağan etdilər. Onun həyat və yaradıcılığ barədə Herodot, Platon, Strabon, Plutarx, Laertli Dioqen kimi onlarla dahi öz əsərində məlumat verir. Anaxarsı müdrik adlandıran Efor deyir ki, o bu boya (Saqa) aid idi və ağlına, saf əxlaqına görə Yeddi Müdrikdən biri sayılırdı. Müxtəlif siyahılarda adları təkrar olunan həmin müdriklər (Fales, Biant, Solon, Anaxars, Pittak) miladdan öncəki VII-VI yüzillərdə yaşayan görkəmli filosof və dövlət xadimləridir.
Anaxars Qunurun (Qonur) oğludur, saqat çarı Kaduidin qardaşıdır. Anası yunan qızı olduğundan hər iki dili (saqa və yunan) bilirdi. O,594-cü ildə Afinaya gəlib,o çağın məşhur filosofu Solon (635-560) ilə görüşmüşdür. Anaxars uzun səyahətdən sonra Skitiyaya (Saqat torpağına) döndü və soydaşlarını elin adəti ilə yaşamağa çağırdı,lakin hələ sözünü qurtarmamış lələkli ox onu ölümsüzlüyə apardı. Anaxarsdan öncə Abar (Abaris) və Toksar adlı saqat (Türk) aydınları da Yunan ölkəsində olmuşlar.
Yeddi ən görkəmli filosoflardan biri sayılan,Anaxarsisdən soruşurlar: ”Bu doğrumudur ki, siz Türklər qışın soyuğunda çılpaq gəzə bilirsiniz?” Anaxarsis deyir:”Siz axı qışın soyuğunda üzünüzü örtmədən gəzə bilirsiniz, mənim üçün isə bütün gövdəm üzüm kimidir”
Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu - Azər Xalqı kitabı
(kendi sitesinden indirebilirsiniz)
(kendi sitesinden indirebilirsiniz)
"All Turkish peoples, Uighurs, Kök-Turks, Ottoman Turks
belong to that central Group of Eurasian humanity,
which we are calling Scythian"
belong to that central Group of Eurasian humanity,
which we are calling Scythian"
"All these linguistic findings combined with archaeological artifacts allow to confirm that Scythian had Turkic origin and modern Chuvashs are Scytians descendants."
YASALAR ÖRÜMCEK AĞLARINA BENZER,
KÜÇÜKLERİ YAKALAR, BÜYÜKLERİ TUTAMAZ.
ANACHARSİS
Bugün de öyle değil midir ?
SB.
ilgili: