30 Nisan 2014 Çarşamba

İKİ KADIN ; BİRİ AZİZ, DİĞERİ GÜNAHKÂR







AKHİSAR (Thyateira) da İKİ KADIN ; BİRİ AZİZ, DİĞERİ GÜNAHKÂR ;
LİDYA ile JEZEBEL/İZEBEL


Aziz Paulus, Thyateiralı, mor kumaş ticaretiyle uğraşan Lidya adında imanlı ve misafirperver bir kadından söz etmektedir.  Lydia zeki ve çok çalışan bir tüccardır. Herkes onu tanır , ticaretteki dürüstlüğü ile saygınlık kazanmıştır. Tiyatira'nın mor kumaşları diğer şehirlerde ün salmıştır. Tanrıya inanır , imanlıdır ama Yahudi olup olmadığı bilinmez. İncil açıklamalarında Lydia'nın Asyalı olduğu ve Yunanlı olmadığı da belirtilir! 

Thyateira’da yaşayan diğer kadın ise Jezebel'dir. Kendini peygamber ilan etmiş ve halkı fuhuşa teşvik ettiği, tanrılara adanan hayvanların etlerini yemeğe yönelttiği anlatılmaktadır. 

Ama acaba Ahab'ın karısı Jezebel gibi Tiyatiralı Jezebel de iftiraya mı kurban gitmiştir? Çünkü Kraliçe Jezebel'in yaşantısı Peygamber İlyas'a ters düşmektedir ve ondan nefret etmektedir. Aslında bir peygamberin kin beslemesi ve ölüm emri vermesi düşüncesi bile bugün için terstir.  

Karşı bir düşünce veya harekette bulunan tüm kadınlar ve hatta Otacı olarak çalışan "doktor kadınlar" bile büyücülük yapmakla suçlanmıştır.  Bu yüzden de bu hikayenin diğer bir yönü olduğunu düşünüyorum.



LYDİA

Paulus, Silas ve Timoteus Troas kentindeyken bir görünüm görür. Önünde bir Makedonyalı bir adam vardır, ve gelmesi için yalvarır. Üçü birlikte Makedonyaya gitmenin bir yolunu bulurlar


Elçilerin İşleri 16: 11-15 Lidya'nın İman Etmesi:

11 Troas'tan denize açılıp doğru Semandirek Adası'na ertesi gün de Neapolis'e gittik.
12 Oradan da Filipi'ye geçtik. Burası bir Roma yerleşim merkezi ve Makedonya'nın o bölgesinde önemli bi kentti. Birkaç gün bu kentte kaldık.
13 Şabat Günü kent kapısından çıkıp ırmak kıyısına gittik. Orada bir dua yeri olacağını düşünüyorduk. Oturduk, orada toplanmış kadınlarla konuşmaya başladık.
14 Bizi dinleyenler arasında Tiyatira Kenti'nden Lidya adında bir kadın vardı. Mor kumaş ticareti yapan Lidya, Tanrı'ya tapan biriydi. Pavlus'un söylediklerine kulak vermesi için Rab onun yüreğini açtı.
15 Lidya, ev halkıyla birlikte vaftiz olduktan sonra bizi evine çağırdı. "Beni Rab'bin bir inanlısı kabul ediyorsanız, gelin, evimde kalın" dedi ve bizi razı etti.


Paulus ve Silas falcı bir kıza müdahale ettiği için onun efendileri tarafından tartaklanır.  Halkta bu yapılanlara katılır ve yargıcın önüne çıkarılırlar , yargıçlar da onları dövdürdükten sonra Yahudilik ve kenti altüst etmelerinden dolayı zindana atar. Paulus ve Silas Tanrı'ya yakarır ve bir deprem sonucu zindanın kapıları açılır, zincirlerinden kurtulurlar. Zindancı tutukluların kaçtığını düşünür ama Paulus onu da imanlıya çevirmeyi başarır. Zindancı onları evine götürüp bakılmalarını sağlar ve ertesi gün yargıçların onları serbest bıraktığını söyler. Paulus karşı çıkar :" Roma vatandaşı olduğumuz halde dövüp hapse attılar, şimdi de gizlice kovuyorlar mı? Gelsinler kendileri çıkarsınlar!" der. Yargıçlar Paulus ve Silas'ın Roma vatandaşı olduğunu duyunca korkarlar, gelip özür dilerler. Paulus'la Silas zindandan çıkınca da Lidya'nın evine gider.



JEZEBEL (JEZABEL)

VAHİY 2:18-29 
Tiyatira'daki Kiliseye

18 “Tiyatira'daki kilisenin meleğine yaz. Gözleri alev alev yanan ateşe, ayakları parlak tunca benzeyen Tanrı'nın Oğlu şöyle diyor: 
19 ‘Yaptıklarını, sevgini, imanını, hizmetini, sabrını biliyorum. Son yaptıklarının ilk yaptıklarını aştığını da biliyorum. 
20 Ne var ki, bir konuda sana karşıyım: Kendini peygamber diye tanıtan İzebel adındaki kadını hoşgörüyle karşılıyorsun. Bu kadın öğretisiyle kullarımı saptırıp fuhuş yapmaya, putlara sunulan kurbanların etini yemeye yöneltiyor. 
21 Tövbe etmesi için ona bir süre tanıdım, ama fuhuş yapmaktan tövbe etmek istemiyor. 
22 Bak, onu yatağa düşüreceğim; onun yaptıklarından tövbe etmezlerse, onunla zina edenleri de büyük sıkıntıların içine atacağım. 
23 Onun çocuklarını salgın hastalıkla öldüreceğim. O zaman bütün kiliseler, gönülleri ve yürekleri denetleyenin ben olduğumu bilecekler. Her birinize yaptıklarınızın karşılığını vereceğim.
24-25 “ ‘Ama size, yani Tiyatira'da bulunan öbürlerine, bu öğretiyi benimsememiş, Şeytan'ın sözde derin sırlarını öğrenmemiş olanların hepsine şunu söylüyorum: Ben gelinceye dek sizde olana sımsıkı sarılın. Üzerinize bundan başka bir yük koymuyorum. 
26-28 Ben Babam'dan nasıl yetki aldımsa, galip gelene, yaptığım işleri sonuna dek sürdürene ulusların üzerinde yetki vereceğim.

Demir çomakla güdecek onları,
Çömlek gibi kırıp parçalayacaktır.
Galip gelene sabah yıldızını da vereceğim. 

29 Kulağı olan, Ruh'un kiliselere ne dediğini işitsin.’ ”



*Tiyatira kilisesine Tanrı’nın yolladığı bu vahiy aslında diğer altı kiliseye yollanılan vahiylerden en uzun olanı ve içinde en çok buyruk bulunanıdır ve İsa'nın "Tanrı'nın oğlu" olma gerçeği vurgulanır.




TARİH SAHNESİNDEKİ DİĞER JEZEBEL:


Tevrat'ta adı geçen , Fenike kralı Ethbaal/İthobaal'ın kızı Jezebel  (Tyre/Lübnan)  İsraillerin 7. kralı olan Ahab/ Ahav'ın karısıdır ve  kötü yürekli, günahkar ve büyücülük ile uğraştığı söylenir. 


1:KRALLAR 16:29-34
29 Yahuda Kralı Asa'nın krallığının otuz sekizinci yılında Omri oğlu Ahav İsrail Kralı oldu (MÖ.8.yy) ve Samiriye'de yirmi iki yıl krallık yaptı. 
30 RAB'bin gözünde kötü olanı yapan Omri oğlu Ahav, kendisinden önceki bütün krallardan daha çok kötülük yaptı. 
31 Nevat oğlu Yarovam'ın günahlarını izlemek yetmezmiş gibi, bir de Sayda Kralı Etbaal'ın kızı İzebel'le evlendi. Gidip Baal'a hizmet ederek ona taptı. 
32 Baal için Samiriye'de yaptırdığı tapınağın içine bir sunak kurdu. 
33 Ayrıca bir Aşera putu yaptırdı. Ahav İsrail'in Tanrısı RAB'bi kendisinden önceki bütün İsrail krallarından daha çok öfkelendirdi. 
34 Ahav'ın krallığı döneminde, Beytelli Hiel Eriha Kenti'ni yeniden inşa etti. RAB'bin Nun oğlu Yeşu aracılığıyla söylediği söz uyarınca, Hiel ilk oğlu Aviram'ı kaybetme pahasına kentin temelini attı; en küçük oğlu Seguv'u kaybetme pahasına da kentin kapılarını taktı.


1:KRALLAR 19:1-3

1 Ahav, İlyas'ın bütün yaptıklarını, peygamberleri nasıl kılıçtan geçirdiğini İzebel'e anlattı. 
2 İzebel, İlyas'a, "Yarın bu saate kadar senin peygamberlere yaptığını ben de sana yapmazsam, ilahlar bana aynısını, hatta daha kötüsünü yapsın" diye haber gönderdi. 
3 İlyas can korkusuyla Yahuda'nın Beer-Şeva Kenti'ne kaçıp uşağını orada bıraktı.


1:KRALLAR 21:1-24

1 Yizreel'de Samiriye Kralı Ahav'ın sarayının yanında Yizreelli Navot'un bir bağı vardı. Bir gün Ahav, Navot'a şunu önerdi: "Bağını bana ver. Sarayıma yakın olduğu için orayı sebze bahçesi olarak kullanmak istiyorum. Karşılığında ben de sana daha iyi bir bağ vereyim, ya da istersen değerini gümüş olarak ödeyeyim." 
3 Ama Navot, "Atalarımın bana bıraktığı mirası sana vermekten RAB beni esirgesin" diye karşılık verdi. 4 "Atalarımın bana bıraktığı mirası sana vermem" diyen Yizreelli Navot'un bu sözlerine sıkılıp öfkelenen Ahav sarayına döndü. Asık bir yüzle yatağına uzanıp hiçbir şey yemedi. 
5 Karısı İzebel yanına gelip, "Neden bu kadar sıkılıyorsun? Neden yemek yemiyorsun?" diye sordu. 
6 Ahav karısına şöyle karşılık verdi: "Yizreelli Navot'a, 'Sen bağını gümüş karşılığında bana sat, istersen ben de onun yerine sana başka bir bağ vereyim dedim. Ama o, 'Hayır, bağımı sana vermem dedi." 
7 İzebel, "Sen İsrail'e böyle mi krallık yapıyorsun?" dedi, "Kalk, yemeğini ye, keyfini bozma. Yizreelli Navot'un bağını sana ben vereceğim." 
8 İzebel Ahav'ın mührünü kullanarak onun adına mektuplar yazdı, Navot'un yaşadığı kentin ileri gelenleriyle soylularına gönderdi. 
9 Mektuplarda şunları yazdı: "Oruç ilan edip Navot'u halkın önüne oturtun. 
10 Karşısına da, 'Navot Tanrı'ya ve krala sövdü diyen iki yalancı tanık koyun. Sonra onu dışarı çıkarıp taşlayarak öldürün." 
11 Navot'un yaşadığı kentin ileri gelenleriyle soyluları İzebel'in gönderdiği mektuplarda yazdıklarını uyguladılar. 12 Oruç ilan edip Navot'u halkın önüne oturttular. 
13 Sonra iki kötü adam gelip Navot'un karşısına oturdu ve halkın önünde: "Navot, Tanrı'ya ve krala sövdü" diyerek yalan yere tanıklık etti. Bunun üzerine onu kentin dışına çıkardılar ve taşlayarak öldürdüler. 
14 Sonra İzebel'e, "Navot taşlanarak öldürüldü" diye haber gönderdiler. 
15 İzebel, Navot'un taşlanıp öldürüldüğünü duyar duymaz, Ahav'a, "Kalk, Yizreelli Navot'un sana gümüş karşılığında satmak istemediği bağını sahiplen" dedi, "Çünkü o artık yaşamıyor, öldü." 
16 Ahav, Yizreelli Navot'un öldüğünü duyunca, onun bağını almaya gitti. 
17 O zaman RAB, Tişbeli İlyas'a şöyle dedi: 
18 "Kalk, Samiriyeli İsrail Kralı Ahav'ı karşılamaya git. Şu anda Navot'un bağındadır. Orayı almaya gitti. 
19 Ona de ki, RAB şöyle diyor: 'Hem adamı öldürdün, hem de bağını aldın, değil mi? Navot'un kanını köpekler nerede yaladıysa, senin kanını da orada yalayacak." 
20 Ahav, İlyas'a, "Ey düşmanım, beni buldun, değil mi?" dedi. İlyas şöyle karşılık verdi: "Evet, buldum. Çünkü sen RAB'bin gözünde kötü olanı yaparak kendini sattın. 
21 RAB diyor ki, 'Seni sıkıntılara sokacak ve yok edeceğim. İsrail'de senin soyundan gelen genç yaşlı bütün erkeklerin kökünü kurutacağım. 
22 Beni öfkelendirip İsrail'i günaha sürüklediğin için senin ailen de Nevat oğlu Yarovam'ın ve Ahiya oğlu Baaşa'nın ailelerinin akıbetine uğrayacak. 
23 "RAB İzebel için de, 'İzebel'i Yizreel Kenti'nin surları dibinde köpekler yiyecek diyor. 
24 'Ahav'ın ailesinden kentte ölenleri köpekler, kırda ölenleri yırtıcı kuşlar yiyecek."


Savaş sırasında Ahav ölümcül ok yarası alır ve ölür ve Ahav'ın oğlu Yoham tahta çıkar. Diğer Krallıklarla evlilik yoluyla akrabalık başlar ve onlarda Jezebel ile Ahav'ın yolundan gider. Peygamber Elijah/İlyas intikam peşindedir. Peygamberler topluluğundan birini çağırır ve ona yağ kabını almasını ve Nimşi Oğlu, Yehoşafat oğlu Jehu/Yehu yu bulmasını söyler. Yehu'yu bulan uşak başından aşağı yağı döker ve ona: "Seni halkım İsrail'in kralı olarak meshettim" der. "Efendin Ahav'ın ailesini öldüreceksin, bütün soyu ortadan kalkacak, kullarımın dökülen kanlarının öcünü Jezebel'den alacaksın" der. 

Yehu yola çıkar kral Yoham onu karşılar ve barış için mi geldiğini sorar. Yehu :"Annen Jezebel'in yaptığı bunca putperestlik ve büyücülük sürüp giderken barıştan söz edilir mi?" diye karşılık verir. Yoham hain diye bağırır ve kaçarken vurularak öldürülür. Önüne çıkan Ahav ve Jezebel yanlısı herkesi öldürür. Sonra Jezebel'in yaşadığı şehre gelir. Bunu duyan Jezebel gözlerine sürme çeker, saçlarını tarar (hafifmeşreplik havası vermek! bu ayrıntıyı herhalde özellikle yaptılar-SB) ve pencereden dışarıya bakar. Yehu'yu görünce barış için mi geldiğini sorar. 

Yehu pencereye doğru bakar ve " Kim benden yana?" diye bağırır. İki üç görevli aşağıya doğru bakar ve Yehu "Atın onu aşağı!" der. Görevliler Jezebel'i aşağıya atar, kanı her yere sıçrar, atlar cesedini çiğner geçer. Yehu içeri girer, yer içer ve cesedi ortadan kaldırmalarını ne de olsa kral kızı olduğunu söyler. Ama ortada ceset yoktur, sadece başı, elleri ve ayakları kalmıştır. Yehu " İlyas bana Jezebel'in ölüsünü köpekler yiyecek demişti, leşi de topraklara gübre olacak ve kimse Jezebel'i tanımıyacak demişti" der. Ardından Ahav ve Jezebel soyundan gelen herkesi ve Baal'a tapanları öldürür.  (2:KRALLAR 9 ve10)



İncil'de "köpekler tarafından kanı yalanır" derken , Eski Ahit Yunancaya çevrilirken "...domuzlarında yaladığı..." eklenir ve Yahudilerin domuzu murdar olarak benimsedikleri yayılır.


Tüm bu olaylar ışığında günahkar kadınlar nedense hep Jezebel olarak adlandırılmıştır.




1938 yılında Henry Fonda ile, o dönemin en önemli aktrislerinden Bette Davis’in oynadığı filmde; Jezebel’in hikayesi günün şartlarına uyarlanarak farklı bir bakış açısıyla çekilmiştir. Bette Davis bu filmle ikinci Oskar ödülünü kazanmıştır ama sanki Jezebel'in laneti üzerine sinmiştir, çünkü aday gösterilmesine rağmen bir daha Oskar ödülü alamamıştır.


Lydia, inancı, dürüstlüğü ve cesareti ile gurur duyulan bir kadın olarak tasvir edilir ve o günden sonra rol model olarak adı Hıristiyanlık camiasında kullanılmaya başlanılır. Jezebel ise, kötü ve ahlaksız olarak sıfatlandırılan talihsiz kadınların baştacı olur.



İki Kadın Üç Hikaye...
SB.



EKLER:





HAVARİ YUHANNA / ST.JOHN  -  SELÇUK

Yuhanna incili, 27 kitaptan oluşan İncil'in en felsefi, mistik ve sembolik bölümüdür, bazı araştırmacılarca Hint ve Yunan gizem kültlerinden etkilendiği iddia edilir. İsa'nın Tanrısallığına ve özüne vurgu yapar, İsa'nın başlangıçtaki "logos" olduğu söylenir.

Kitabın Özelliği: 
Vahiy, Yuhanna'nın görümlerinden oluşuyor. Kendini «sıkıntıda, tanrısal egemenlikte ve sabırda ortağınız ve kardeşiniz» diye tanıtan Yuhanna, inananların baskı altında olduğu bir dönemde, ya Roma İmparatoru Neron'un (İ.S. 54-68) son yıllarında, ya da Domitian zamanında (İ.S. 81-96) kaleme almıştır.

İlk yüzyılda oldukça yaygın ve sembolizm yönünden zengin bir yazın türü olan «apokaliptik» türündendir. Bu yazın türü, Tanrı'nın insanlık tarihindeki amacını açıklamayı hedef edinir (apokaliptik, Grekçe'de «açınlama, vahiy» anlamında bir sözcükten gelir). 

Apokaliptik yazılar, ağırlıklı olarak Eski Antlaşma'ya dayanır. Tanrı'nın tek egemen olduğu, iyi ve mükemmel amacını gerçekleştirmek için sonunda dünya tarihini doğaüstü olaylarla etkileyeceği görüşü, apokaliptik görüşün ağırlık noktasını oluşturur. Tanrı'nın karşıtları, simgesel olarak çoğu kez karşımıza canavarlar vb. biçiminde çıkan kötülüğün çeşitli güçleridir. Konuşan melekler, kıyasıya dövüşen büyük güçler vardır. Sonunda, Tanrı'ya inanıp zulüm görmüş olanların öcü alınır. Bugün bile bu simgelerin çoğunun ne anlama geldiği açıklanamamıştır. Bu yüzden Vahiy'i yorumlarken dikkatli davranırlar.

"Her ne olursa olsun, bu kitap Tanrı'nın bir vahyidir; anlaşılsın ve uygulansın diye verilmiştir" (1:1-3; 22:7). 

Ana konular açıktır:

Yuhanna bunun İsa Mesih'in vahyi olduğunu, Tanrı'nın, yakın zamanda olması gereken olayları kendi kullarına göstermesi için İsa'ya bu vahyi verdiğini özellikle belirtir. Yuhanna'dan, gördüklerini, o anda olup bitenleri ve gelecekte olacakları yazması istenir. Kutsal Ruh ve melekler, ne yazması gerektiği konusunda onu yönlendirir.

Yuhanna, ilk yüzyılda Ege Bölgesi'nde oluşan yedi topluluğa yönelik özel bildirimler alır. Bildirimler, çeşitli buyruklar, övgüler, uyarılar ve vaatler içerir. Vahiy Kitabı İsa'ya ve Tanrı görkemine ilişkin görümler ve gökte yer alan tapınmadan sahneler de içerir. İsa'ya ve Tanrı'ya ait çeşitli unvanları sıralar.

Dünyanın uğrayacağı Tanrı gazabından ve Tanrı yargısından söz eder. İnsanlar bu yargıya aldırmaz, tövbe etmeye yanaşmazlar. Söz konusu yargı, yedi mühürün açılması, yedi borazanın çalınması ve Tanrı öfkesiyle dolu yedi tasın yeryüzüne boşaltılmasıyla gerçekleşir. 11:15-17'de, yedinci borazanın çalınmasıyla «Dünyanın egemenliği Rabbimiz'in ve Mesihi'nin oldu» deniyor. Ejderha, yani Şeytan, gökten yeryüzüne atılır . Kendisi ve yandaşları bir süre için sahip oldukları gücü sergilerler. Ne var ki, birer birer yenilgiye uğrarlar. «Babil» yıkılır, «canavar ve sahte peygamber» ve sonunda Şeytan «ateş gölüne atılır.»

Ölüler yaptıklarına göre yargılanır. Adları yaşam kitabında bulunanlar yeni bir göğe, yeni bir dünyaya kavuşur. Bundan böyle «Tanrı'nın konutu insanların arasındadır. Tanrı onların arasında yaşayacak. Onlar O'nun halkı olacaklar, Tanrı'nın kendisi de onların arasında bulunacak. Onların gözlerinden bütün yaşları silecek. Artık ölüm olmayacak. Artık ne yas, ne ağlayış, ne de ıstırap olacak» . Adları yaşam kitabında olmayanlar ateş gölüne atılır; ikinci ölüm budur .




EFESLİ MENANDER - TARİHÇİ  (MS.2.yy)  :
Fenike kralı Ethbaal/İthobaal, 
Fenikeliler/Tyre ve Yahudilerin tarihi:



*

AKHİSAR / THYATEIRA KAZISI :



*

ANADOLU'DA 7 KİLİSELER :


*

LYDIA OF THYTIRA :




*

JEZEBEL , ELİJAH, JEHU : begins with Ahab Reigns in Israel





BETTE DAVİS " JEZEBEL" FİLMİ :

1850’ler. Sevgilisi yakışıklı ve hırslı genç bankacı Preston Dillard’a kızan Julie Marsten, onu nişanlarının açıklanacağı ve New Orleans’ın önemli sosyal olaylarından biri olan Olympus Balosu’nda rezil etmeye niyetlidir. Evli olmayan kadınların baloda beyaz giymesi âdettendir; o ise kırmızı giyecektir. Ama oyunu geri teper: nişan bozulur ve Julie’nin elinde hüsranını hafifletmek üzere sadece aristokrat bir çapkın kalır.    link:



*

JEZEBEL : THE UNTOLD STORY OF THE BIBLE'S 
HARLOT QUEEN 
by Lesley Hazleton (book)

There is no woman with a worse reputation than Jezebel, the ancient queen who corrupted a nation and met one of the most gruesome fates in the Bible. Her name alone speaks of sexual decadence and promiscuity. But what if this version of her story, handed down to us through the ages, is merely the one her enemies wanted us to believe? What if Jezebel, far from being a conniving harlot, was, in fact, framed?

In this remarkable new biography, Lesley Hazleton shows exactly how the proud and courageous queen of Israel was vilified and made into the very embodiment of wanton wickedness by her political and religious enemies. Jezebel brings readers back to the source of the biblical story, a rich and dramatic saga featuring evil schemes and underhanded plots, war and treason, false gods and falser humans, and all with the fate of entire nations at stake. At its center are just one woman and one man—the sophisticated Queen Jezebel and the stark prophet Elijah. Their epic and ultimately tragic confrontation pits tolerance against righteousness, pragmatism against divine dictates, and liberalism against conservatism. It is, in other words, the original story of the unholy marriage of sex, politics, and religion, and it ends in one of the most chillingly brutal scenes in the entire Bible.

Here at last is the real story of the rise and fall of this legendary woman—a radically different portrait with startling contemporary resonance in a world mired once again in religious wars.



*

SADE "JEZEBEL" ŞARKISI :





KADINLARA !
_____________






KADIN VE EJDERHA






KADIN VE EJDERHA
VAHİY 12


Gökte olağanüstü bir belirti, güneşe sarınmış bir kadın göründü. Ay ayaklarının altındaydı, başında on iki yıldızdan oluşan bir taç vardı.

2 Kadın gebeydi. Doğum sancıları içinde kıvranıyor, feryat ediyordu.

3 Ardından gökte başka bir belirti göründü: Yedi başlı, on boynuzlu, kızıl renkli bir ejderhaydı bu. Yedi başında yedi taç vardı.

4 Kuyruğuyla gökteki yıldızların üçte birini sürükleyip yeryüzüne attı. Sonra doğum yapmak üzere olan kadının önünde durdu; kadın doğrur doğurmaz ejderha çocuğu yutacaktı.

5 Kadın bir oğul, bütün ulusları demir çomakla güdecek bir erkek çocuk doğurdu. Çocuk hemen alınıp Tanrı'ya, Tanrı'nın tahtına götürüldü.

6 Kadınsa çöle kaçtı. Orada bin iki yüz altmış gün beslenmesi için Tanrı tarafından hazırlanmış bir yeri vardı.

7-8 Gökte savaş oldu. Mikail'le melekleri ejderhayla savaştılar. Ejderha kendi melekleriyle birlikte karşı koydu, ama gücü yetmedi. Bu yüzden gökteki yerlerini yitirdiler.

9 Büyük ejderha - İblis ya da Şeytan denen, bütün dünyayı saptıran o eski yılan - melekleriyle birlikte yeryüzüne atıldı.

10 Bundan sonra gökte yüksek bir sesin şöyle dediğini duydum;

"Tanrımız'ın kurtarışı, gücü, egemenliği
Ve Mesih'inin yetkisi şimdi gerçekleşti.
Çünkü kardeşlerimizin suçlayıcısı,
Onların Tanrımız'ın önünde gece gündüz suçlayan
Aşağı atıldı.

11 Kardeşlerimiz Kuzu'nun kanıyla
Ve ettikleri tanıklık bildirisiyle
Onu yendiler.
Ölümü göze alacak kadar
Vazgeçmişlerdi can sevgisinden.

12 Bunun için, ey gökler ve orada yaşayanlar,
Sevinin!
Vay halinize, yer ve deniz!
Çünkü İblis zamanının az olduğunu bilerek
Büyük bir öfkeyle üzerinize indi."

13 Ejderha yeryüzüne atıldığını görünce, erkek çocuğu doğuran kadını kovalamaya başladı.

14 Yılanın önünden çöle, üç buçuk yıl besleneceği yere uçup kaçabilmesi için kadına büyük kartal kanatları verildi.

15 Yılan ağzından, kadını selle süpürülüp götürmek için onun ardından ırmak gibi su akıttı.

16 Ama yeryüzü, ağzını açıp ejderhanın ağzından akıttığı ırmağı yutarak kadına yardım etti.

17 Bunun üzerine ejderha kadına öfkelendi. Kadının soyundan geriye kalanlarla, Tanrı'nın buyruklarını yerine getirip İsa'ya tanıklıklarını sürdürenlerle savaşmaya gitti.

18 Denizin kıyısında dikilip durdu.



KUTSAL KİTAP
Eski Antlaşma-Yeni Antlaşma-2001



HAVARİ YUHANNA MELEKTEN KİTABI ALIRKEN
KADIN EJDERHA'DAN KAÇIYOR



Bir de bizim destanlara bakalım...



Salur Kazan'ın tıpkı Oğuz Kağan gibi gökten inip insanları yutan bir büyük ejderhayı öldürmesi açık olarak Şecere-i Terakime'de Seyyah Korkut mahlaslı bir manzumede göze çarpmaktadır.

Gök asmandan inüp geldi tinnin yılan
Her ademni yutar irdi görken zaman
Salur Kazan başın kesdi birmey aman
Alplari bigler gören bar mu Kazan gibi?

Ancak Dede Korkut'ta geçen bazı mısralar da böyle bir destan epizotunun bulunduğunu göstermektedir:

"Yedi başlı ejderhaya yetüp vardum
Heybetinden sol gözüm yaşardı
Hey gözüm namert gözüm muhannes gözüm
Bir yılandan ne var ki korhdun, dedüm"

Ayrıca Orta Asya rivayetlerinden hareketle A.Tumanskiy'in 1896'da yazdığı satırlara dayanan Gökyay da Salur Kazan'ın ejder öldürümesiyle ilgili başka destanların bulunabileceğini ifade etmektedir. Kıpçak destanlarında Salur Kazan'ın ejder öldürmesiyle ilgili her hangi bir bilgi söz konusu değildir.

Doç.Dr.Ali Duymaz
Kıpçak Sahası Türk Destanlarında bir Oğuz Alpı : Salur Kazan
millifolklor sayı 31






NOT: "Kadın ve Ejderha" yı anlatan bronz tablo, 2000 li yılların başında Selçuk Meryemana Evi'nin girişinde, kapı üstünde asılıydı, anlatırdım....Birgün anlatırken olmadığını fark ettim, rahibelere sordum, kaldırmış olduklarını öğrendim. Bugün içinse akibetini bilmiyorum.... SB















Yedi Başlı Ejder (deniz kabuğu üzerinde)
Sumer MÖ.2500-2400



"M.Seyidov, Azerbaycan'da yaşayan Türk Oğuz boylarının Yedi başlı Ejderi Yelbuka, eski Midiyalıların - Ejdaha, 
eski İranlıların ise Vişab diye adlandırdığını belirtir."
Doç. Dr. Yalide PAŞAYEYA



"Serpent (Yılan) Dragon (Ejder) Kültü Turan Kökenlidir."

…If, indeed, there is one point which comes out more clearly than another in the course of this investigation, it is that Serpent Worship is essentially that of a Turanian , or at least of a non-Aryan people. In the present state of the enquiry it would be too bold a generalization to assert that all Turanian races were Serpent Worshippers ; and still less can it be affirmed that all who looked on the Serpent as a God bleonged to that family of mankind. It is safe, however, to assume that the whole tendency of the facts hitherto brought to light, lies in that direction; and it seems probable that eventually the worship of the Serpent may become a valuable ethnographic test of the presence of Turanian blood in the veins of any people among whom it is found to prevail….

Tree and Serpant Worship Or Illustrations of Mythology and Arts in India
James Fergusson

__________



27 Nisan 2014 Pazar

HERMES / MERKÜR



EFES KUTSAL RAMPADA - HERMES 



Zeus ve Maia'nın oğludur. Zeus'un habercisidir. Tanrıların en kurnazı sayılır, tanrıların en hızlısıdır. Bir de büyülü değneği vardır , kanatlı iki yılanlı "Kadüse" (Sumer çıkışlıdır.)

Üstün nitelikleri olan Hermes, efsaneye göre daha bir günlükken ayağa kalkar, beşiğinden çıkar, kaplumbağa kabuğundan yaptığı bir liri çalıp ondan çıkan seslerle eğlenir. Bir gün kırlarda dolaşırken tanrı Apollon'un koruması altındaki inekleri çalar. Apollon olayı öğrenince çok kızar; cezalandırılması için Hermes'i kolundan tutup Zeus'a götürür. Ne var ki, Hermes'in lirinden çıkan sesler Zeus'u ve Apollon'u büyüler. Zeus, cezalandıracağı yerde Hermes'e kanatlı bir başlıkla bir çift ayakkabı vererek onu tanrıların habercisi yapar. 

Haberci Hermes ölülerin ruhlarını yeraltına götürür; çobanlarla, yolunu şaşıran yolculara kılavuzluk eder. Yaşlı Kral Priamos'u, Hektor'un ölüsünü almak için Aşil'in barınağına götüren de odur.

Akıllı ve kurnaz olduğu için de hırsızların, kumarbazların ve tüccarların koruyucusudur.

Hermes Roma mitolojisinde Merkür olarak anılır. Güneş'e en yakın gezegene onun adı verilmiştir. Hermes'in aslen Mısır Mitolojisi'ndeki Thot olduğu iddia edilmektedir. Bazı düşünürler Hermes'in islam mitolojisindeki İdris olduğu kanaatindedirler. 

Thot, Osiris’in habercisidir. Habercilik, aydınlatıcılık, rehberlik ve aracılık fonksiyonları olan bir ilahtır. Hem ölülerin ruhlarının yargılanmasını kaydeden, onların günahlarını hakikat karşısında tartan vicdan sesinin, hem de insanlara bilgelik yolunun tebliğ edilmesinin, sezginin kişileştirilmiş biçimidir. Bu bağlamda ilah Thot insanda vicdan ve sezgi tarzında beliren kelamı simgeler.

Ayrıca, ruhlara ölüm sonrasında da rehberlik eder; kimi başarılı ruhları onları eğitip yükseltecek Osiris’e getirir, başarısız ruhları ise amenti’nin (amentet, öte-alem) geri düzeyli ortamlarında arınma işlemi geçirmelerinden sonra yeni bir doğuma (reenkarnasyon) sevkeder.

Eski Yunan geleneğindeki tanrı Hermes’in, bazı fonksiyonları bakımından eski Mısır tanrısı Thot’a benzemesi, Yunan tradisyonuna bu tanrının Mısır tradisyonundan geçmiş olduğu görüşünü desteklemektedir. 

Ayrıca Yunan tradisyonunda Hermes Büyük köpek Takımyıldızı ile ilişkilendirilir ki, Mısır tradisyonunda da Hermes-Thot ibis başlı yerine bazen babun olarak temsil edilir.








The Dogon Tribe and Atlantis

The Dogon’s mythology system is strikingly similar to the ones of other civilizations such as the Sumerians, Egyptians, Israelites and Babylonians as it includes the archetypal myth of a “great teacher from above”. Depending on the civilization, this great teacher is known as eith Enoch, Thoth or Hermes Trismegistus and is said to have taught humanity theurgic sciences. 

In occult traditions, it is believed that Thoth-Hermes had taught the people of Atlantis, which, according to legend, became the world’s most advanced civilization before the entire continent  was submerged by the Great Deluge (accounts of a flood can be found in the mythologies of countless civilizations). 

Survivors from Atlantis travelled by boat to several countries, including Egypt, where they imparted their advanced knowledge. Occultists believe that the inexplicable resemblances between distant civilizations (such as the Mayas and the Egyptians) can be explained by their common contact with Atlanteans. 

more to read:










“Ebu’l Hukemâ”: Hikmetin Atası
Hermetik felsefenin İslâm düşünce tarihinden görünümü
Mahmud Erol KILIÇ

Bütün bu efsânevî rivâyetlere göre ilk defa mâbed inşa edip içerisinde Allah’a ibadet eden, Tıb bilimi hakkında ilk konuşan ve Tufan’ın geleceğini de ilk o haber veren bu kimsedir....

Platon’un iki yerde aritmetiğin, cebirin, geometrinin, yazının ve diğer bazı ilimlerin kurucusu olarak bir Mısır ilahî kişisi olan “Theuth”tan bahsettiği görülür. Zîrâ eski Mısırlılar onu “Thoth”, “Tahuti”, “Thech”, “Tat” gibi isimlerle anarlardı ki bu kelime “Mürşid” veya “Öğretmen” anlamlarına gelmekteydi....

Hermes’in Eski Mısır rivâyetindeki efsanevî şahsiyeti ve bu efsânevî kimliğe atfedilen düşünceleri daha sonraki Yunan ve İslâm felsefî geleneklerindeki muhteva ile hayli ilginç benzerlikler gösterir. Yine efsaneye göre Thoth, İsis ve Oziris’in oğlu olan güneş-tanrısı Horus’un oğludur. Hiyeografik yazıtlara göre Toth, Tanrı Ptah’ın kalbi ve dilidir ve aynı zamanda onun haberlerinin taşıyıcısıdır (Hermeneutes). İ.Ö.300’lü yıllara gelindiğinde işte bu “Toth” ve “Hermes” figürlerinin özdeşleştirilmeye başlandığına şahit oluruz. Herodot, “Toth”un “Hermes” olduğunu, Yahudi alim Profiat Duran da “Enoh”un “Hermes” olduğunu ileri sürerler.

Ancak Mısırlı “Toth”un Yunanlı “Hermes” olması sürecinde “Toth” varlığının saf semâvî olan yanını kaybetmiş ve bir takım kozmik güçlere sahip bir Grek tanrısı haline gelmekten de kaçamamıştır. Daha sonraları ortaya çıkacak olan “Hermesçilik” akımının saf metafizikten ziyâde doğa bilimleri ve majiyle ilgilenmesinin temellerinin de bu decadance’da yattığı bir gerçektir. Bununla beraber eski Yunan’da Hermes’in arz ile sema arasında bağ kurucu ve yukarının yorumcusu (hermesneuta) olarak görülmesi her ne kadar bu geçişte bir dönüşüme uğramışsa da bazı yönlerinin halâ muhâfaza edildiğini de gösterir. 

Bugün adına “Hermenötik” denilen yorum ilmi işte onun bu fonksiyonundan neşet etmiştir. Yunan’a geçince o artık bir tabibler, müzisyenler, tüccarlar, yolcular, çobanlar ve de en önemlisi ilham tanrısıdır. İbranî Makkaba mistiklerinde olduğu gibi burada da rüzgarların, bulutların, şimşeklerin ve diğer bazı tabiat olaylarının tanrısıdır. Ayrıca eski Yunanlılara göre insan öldükten sonra onun ruhu bir nefes, bir rüzgar gibi çıkıp giderdi. İşte rüzgarların Tanrısı Hermes bu gökte başıboş gezen ruhları toplar ve yargılanmak üzere yüksek mahkemeye sevkederdi. Elinde tıpkı Toth’unki gibi bir asa vardır ki bu özelliği de Mısır Toth’unun ölüleri yargılaması sahnesindeki durumuna benzemektedir. Diğer bir ilginç benzerlik de Mısır’lı Toth’a atfedilen Hermetik Külliyat’ın en baş risalesi olan Poiemander’in Grekçe “İnsanların Çobanı” anlamına gelmesidir ki bu da Yunan mitolojisindeki “Hermes’in Çobanı” öyküsüne benzemektedir. 

Ayrıca yedi telli lir sahibi Orfe ile yedinci patriyark olan Enoh arasında da bir irtibat kurulur ve Hermes’e 7 sayısı atfedilir. Ayrıca “Enoichion” kelimesinin Grekçede “İç gözü, kalp gözü” anlamlarına gelmesi de yine ilginç iç bağlantıların kurulmasını sağlar.

Romalılar ise ona “Merkür” ya da “Merkür Trismegiste” adını verirlerdi. Çiçero’ya göre, Argus’u öldüren beşinci Merküri bu olay üzerine Mısır’a kaçmak zorunda kaldı ve orada Mısırlılara kanunlar ve öğütler verdi. Mısırlılar ona Theuth adını verdiler ve yılın birinci ayını (September-Eylül) onun adıyla andılar. Bu nakli Çiçero’dan yapan Lactantius ilave olarak Hermopolis kentini kuranın da o olduğunu ve bu şahsın Platon’dan Pithagoras’dan ve hatta Yedi Bilge’den de çok daha önce yaşadığını söyleyerek onun antikliğini savunur. Tertullian “Enoh’un Kitabı”nın tufan öncesine ait olduğunu ve Nuh’un gemisinin kitaplığındaki kitaplardan birisi olduğunu söyler. Vergicus onun Hz.Musa’dan önce yaşadığını, Patricius Hz. Musa’dan az önce yaşadığını, Flussas Candala ise onun Hz. İbrahim’in çağdaşı olduğunu söylerlerken Isaac Casaubon, Isaac Voss ve Büyük Fabricius gibi yazarlar onun Hz. Musa bir yana Homeros’dan bile geriye götürülemeyeceğini iddia ederler.

Ebu’l Ferec (Bar Hebraeus) ise Tarih’inde şöyle söyler: “Tanrı, Enoh’u kendi nezdine yükselttiği zaman [oğlu veya torunu] Asklepious son derece mahzun oldu. Çünkü yeryüzü ve sakinleri onun bereketinden ve hikmetinden mahrum olmuştu. O da onun, semaya yükselen bir adam şeklinde akıllara hayret veren bir resmini yaptırmış ve ibadet ettiği mabede Hermes’in bir heykelini koydurmuştu. Mabede girdikçe, sağlığında nasıl karşısına geçip oturursa öylece oturuyor ve böylece feyiz alıyordu. Denilir ki yeryüzünde heykellere tapınma ilk kez bununla başlamıştır. Çok zaman sonra da Yunanlılar bu heykelin Asklepious’a ait olduğunu zannederek ona son derece saygı göstermeye ve onun huzurunda and içmeğe başladılar. Hipokrates her tabibin onun adıyla konuşmaya başlamasını ve her tabibin ona benzemeye çalışmasını isterdi”....


İslâm Kültüründe Toth/Enoh/Hermes ve İdris/İlyas/Hızır İlişkisi   

devamı için link:


...


19/Meryem Suresi : 56
Kitap'ta İdris'i de an. Çünkü o, özü sözü tam uyuşan bir kişiydi, bir peygamberdi.


...


ERMİŞLERİN ERMİŞİ: HERMES THOTH
"İdris nebi hülle biçer, gezer Allah deyu deyu" Yunus Emre.

Hermes sözcüğü Ermes, Hermis ve Heramis biçimlerinde de söylendiği gibi Anadolu Türkçesine de Ermiş olarak girmiş ve Tanrıya kavuşma halinin bir adı olarak benimsenmiştir. Böylece tasavvufun en temel kavramı ve amacı "ermiş" olmuştur.



James Churchward’a göre, o, 
Mu ve Atlantis dönemindeki tek tanrılı dini İ.Ö.16.000 yıllarında Mısır’a getirmiş Atlantisli bir bilgedir.


Hermes Trismegistus


“Şimdi sen bu sırları öğrenmiş olduğuna göre, Söz vermelisin sessiz kalacağına Ve asla açıklamamaya Tekrar doğuşun nasıl aktarıldığını. Bu öğretiler, özel olarak kaydedilmiştir Yalnızca Atum’un bilmelerini istediği Kişiler tarafından okunsun diye. Bulunmaz hiçbir ahenksizlik Mekânı gökyüzünde olanlar arasında.Tek amacı vardır hepsinin, tek zihin, tek his; Çünkü bağlanmıştır sevgi büyüsüyle onlar Tek ahenkli bütüne.” (Hermetika)



Hermesçilik ve Kökeni

Antik çağın sonlarında bir "üçleme" saplantısı vardı. Hıristiyanlığın "üçlübirlik" (teslis) inancında ve Hermes Trimegistos (Üç Kez Güçlü Hermes) geleneğinde bu olgu kolaylıkla görülebilir. 

Aslına bakılırsa, Mısırlılarca Demotik yazıyla ve Kıpti dilinde yazılmış olan Hermetica'nın üzerinde önemli ölçüde eski Mısır inanç ve uygulamalarının etkisi olduğunu kabul etmek mantıklıdır. Üstelik Roma döneminde hiç kimse Hermesçiliğin Mısırlı olduğu düşüncesine karşı çıkmamıştır.

Ancak, Hermesçiliğin kökeni sorunu göründüğünden daha büyük öneme sahiptir. Sorun, Hermesçiliğin yalnızca Gnostisizm ve Neo-Platonculukla bütünsel bağlantısında değil, aynı zamanda bir bütün olarak Platonculukla yani doğrudan Helen felsefesi ile ilişki içinde olup olmamasındadır. Zira, Hermesçilik ile "Yuhanna İncili" ve "Aziz Pavlus'un Mektupları" arasında yakın bir benzerlik bulunmakta, Hermesçiliğin Hıristiyan teolojisini doğrudan etkilemiş olduğu belirlenmektedir. Eğer Hermetik metinler (Hermetica) Hıristiyanlık öncesine ait ve Mısır kökenli ise, o zaman Hıristiyan teolojisinde, bugüne kadar ileri sürülen Helen ve Platon etkisinin dışında, Mısır etkisinin olduğunu kabul etmek gerekecektir. Üstelik, Platon ile Pythagoras'ın fikirlerini Mısır'dan aldığı yolundaki görüşü reddetmek iyice güç olacaktır.

Hıristiyanlığın düşünsel temelinde Ari ırk dışında bir kökenin bulunmasına şiddetle karşı çıkanlar, Hermetica'nın tarihlendirmesini İ.S. I.-III. yüz yıllar arasına oturtmaktan çekinmemişlerdir. Oysa, Hermetik metinlerin daha eski dönemlere tarihlendirilmesi gerektiğini işaret eden en önemli nokta, Hermes'in Mısır Bilgelik tanrısı Thot ile özdeş olmasıdır. Bu özdeşlik konusunda tüm bilim adamları fikir birliği içindedir. Ayrıca "Thot'un Yazıları" düşüncesinin çok eski olduğu açıktır. 18. Sülale zamanında revaçta olan "Ölüler Kitabı" içinde "Thot'un Yazıları" sık sık anılmaktadır. 



...




"EGYPT

....The original civilising race came apparently from Asia, before the age of the Pyramids.....(the carved slates, supposed to be as old as the 1st dynasty, represent hunting scenes, and wars with negroes ; and the writer regards them as showing invaders from Asia Minor; for they are armed with the double axe of Karians and Kretans, found also on Hittite monuments, and at Behistun as well as in Etruria as used by Turanians....)

....The people of Lukopolis (wolf town) propitiated the wolf that tore their sheep; other shepherds adored the bull and the ram.....

....5th dynasty , at Memphis (or at Elephanta) say 3950 to 3700 BC. The Turin copy of the Ritual belonged to this age, with various proverbial treatises. The skulls are long, like those of modern Egyptian peasants, whereas those of the first four dynasties are round, suggesting a Turanian race.....

....14th dynasty at Xois (Sakha) :say 2400 to 2000 BC. The Turanian fondness for confederacies of tribes instead of kingdoms (seen also among Hittites and Etruskans).....

....The Hyksos called themselves Min , coming from a country east of Syria and near Assyria. They appear therefore to have been Minni, or Minyas from near Lake Van: and the Minyans of this region (Matiene or Mitanni) in the 15th century BC. spoke a Turanian language, being apparently of the same stock with the Kassites of Babylon and the Hittites, which agrees with the worship of Sutekh. (Between the 12th and 18th dynasties also, foreign pottery like that found in Palestine, Kappadokia and on the shores of the Eagean Sea, appears in Egypt and is marked with emblems of the "Asianic syllabary" which was used by Hittites, Karians, Kretans and Kuprians......

...Thus for three generations, Semitic and Turanian influence began to reassert itself in Egypt....

...The Kassites were then ruling in Babylon and the whole Turanian power, from Asia Minor and Syria to Mesopotamia....."



FAİTHS OF MAN II - FORLONG 




Ram - Egypt - 1050-650 BC / Louvre Museum



***

NOT: 

Nuh Tufanından önceki tufan Atlantis+Mu ise...

Antik kaynaklarda da Pelops, Tantalos’un oğludur ve tüm ailesiyle Anadolu’ya bağlıdır. Pelops’un Anadolu’dan Yunanistan’a geçerek kral olması ve koskoca bir yarım adaya adını vermesi, Herodotos’a göre Kserkes tarafından yüzyıllar sonra dahi hayret ve kıskançlıkla karışık gıptayla karşılanmaktadır.

Tantalos’un kentinin gerçekten var olup, bir zelzele sonucu fışkıran suların altında kalması ve açılan yarıkta kaybolması neden mümkün olmasın? 

Üstelik Antik Kaynaklara göre Antik Çağda da, Batı Anadolu’da meydana gelen büyük bir depremin Tantalos krallığını yeryüzünden sildiği görüşü mantıklı kabul ediliyordu...

Tantalus and Dardanus we get a form like A-tlantis, A-talantis , A-taranti...







Atlantis efsanesi Anadolu'nun Ege kıyılarında, Mu ise Japonya açıklarında geçiyorsa ...


Yonaguni-Okinava kalıntıları günümüzden 10.000 yıl önce Pasifik’te sulara gömülmüş bir batık uygarlığa aitti…






Mısır bir zamanlar Turani kavimlerin yaşadığı bir yerse... 

Sumer çivili yazılarına Güney Amerika'da bile rastlanıyorsa...


ve tufandan sonra Akdeniz Adaları, Mısır, Mezopotamya, 
Orta Asya, Anadolu,... 
tufandan önce ve sonra, neden Türklerin izlerine rastlanıyor, 
sorusuna açıklama getirebilir mi acaba, 
şu Mu ve Atlantis?



Hermes'ten nerelere geldik... 
Saygılar
SB.

________________










diğerleri














25 Nisan 2014 Cuma

YABANCI KAYNAKLARDA PROTO-TÜRKLER 6


PARTHIAN (APARNİ, Tr.etymology, separated).



ETHNOGRAPHICAL - TURANIAN CHARACTER 
OF THE PARTHIAN PEOPLE

If we ask what the ancient writers have left on record with respect to the Parthian nationality, we shall find, in the first place a general consensus that they were Scyths.

"The Parthians" says Justin, in his "Epitome of Trogus Pompeius" "were a race of Scyths, who at a remote date separated themselves from the rest of the nation, and occupied the southern portion of the Chorasmian desert, whence they gradually made themselves masters of the mountain region adjoining it.""

Strabo adds to this that the particular Scyhtic tribe whereot they belonged was that of the Dahae; that their own proper and original name was Parni or Aparni; and that they had migrated at a remote period from the country to the north of the Palus Maeotis (Sea of Azov) , where they left the great mass of their fellowtribesmen.

Some time after this the theory was started that they were Scyths whom Sesostris , on his return from his supposes Scyhtian expedition, brought into asia and settled in the mountain tract sout-east of the Caspian.

We cannot put much faith in the details of any of these various statements, since in the first place, they are contradictory, and in the second they are most of them highly improbable. Sesostris, for instance, if there wver was such a king no more made an expedition into Scythia than into Lapland or Kamskatka. No Egyptian monarch ever penetrated further north than the mountain chains of Taurus and Niphates.

Arrian's story is a mere variant of the tale told to Herodotus and Diodorus, and believed by them of the planting of Scyhtian colonists in Colchis by the hypothetical Sesostris; and it is even more improbable since it makes the returning conqueror depart from his natural course and go a thousand miles out of his way, to plant for no purpose a colony in a region which he was never likely to visit again.

Strabo's migration tale is less incredible, since the tribes to the north of the Euxine and Caspian lived in a constant state of unrest and migratory movements on their part, far exceeding the supposed Parthian movement in the distance traversed, are among the most certain facts of ancient history. 

But it is diffucult to see what trustworthy authority Strabo could even suppose that he had for his assertions, since the migration of which he speaks must have taken place at least six hundred years before his own time, and migratory races rarely retain any tradition of their origin for so much as a century. Strabo , moreover admits it to be doubtful whether there ever were any Dahae among the Scyths of the Maeotis , and thus seems to cut the ground from under his own feet.

The utmost that can be safely gathered from these numerous and discrepant notices is the conculion that the Parthians were felt by the Greeks and Romans who first came into contact with them to be an alien nation, intruded among the Arian races of these parts, having their congeners in the great steppe country which lay north of the Black Sea, the Caucasus, the Caspian and the Oxus river.

These nations wre nomadic, uncivilises, coarse, not to any brutal, in their habits; of a type very much inferior to that of the races which inhabited the more southern regions, felt by them to be barbarians, and feared as a continual menace to their prosperity and civilisation. 

There is always an underlying idea of dispraise and disparagement whenever a Greek or a Roman calls any race , or people, or custom "Scythic" - the term connotes rudenss, grossness, absence of culture and refinement - it is not perhaps strictly ethnic, since it designates a life rather than a descent, habits rather than blood - but it points to such a life and such habits as have from the remotest antiquity prevailed, and as still prevail, in the vast plain country which extend from the Caucasus, the Caspian and the mountain chains of the Central Asian regions to the shores of the great Arctic Sea.

It is certain that the inhabitants of this tract have belonged , from a remote antiquity, to the ethnic family generally known as Turanian.

In the south they are of the Tatar or Turkish type; in the north of the Finnish or Samoeidic.

Their language is agglutinate and wanting in inflections; their physique is weak, languid, anaemic, unmuccular ; they have large fleshy bodies, loose joints, soft swollen bellies, and scanthy hair. They live chiefly on horseback or in wagons. Still as enemies, they are far from contemptible. Admirable horseman, often skilled archers, accustomed to a severe climate and to exposure in all weathers; they have proved formidable foes to many warlike nations, and still give serious trouble to their Russian masters.

The Scythian character of the Parthians , vouched for on all hands, and their derivation from Upper Asia, or the regions beyond the Oxus, furnish a strong presumption of their belonging to the Turanian family of nations. 

This presumption is strengthened by the little that we know of their language. Their names, when not distinctly Persian, which they would often naturally be from conscious and intentional imitation, are decidedly non-Arian and have certain Turanian characteristics. (page 32)

Prof. George RAWLINSON  / Oxford Uni.



PHRYGIAN CAP = SCYTHIAN CAP.
THE PARTS/PARTIANS = THE SCYTHIANS 
THE SCYTHIANS = TURKIC TRIBE.




Begmurat Gerey
Büyük “Part” Türk Devletini Kuran Atalarımız 
(M.Ö. 247-M.S. 224)
ve


Prof.Dr.Firudin Celilov Ağasıoğlu : 


THE TURKS