18 Mayıs 2025 Pazar

Kabar, Kabaroi, Kabeiroi

 

Kabar (Kabir/Kabeiroi/Kabaroy): Elam yazıtlarından Hazarlar'a...

Grek kaynaklarında ilk kez Eshilos’un(Aiskhylos,-5.yy) bahsettiği Kabarlar Pelasg kökenli Ephaistos’un (Hephaistos) oğullarıdır... 


'On Bin Ölümsüzler'e bile Hazaralar, başındaki komutana da Hazarapat demişlerdir. 


SB - Turova ve Saka Türkleri 📕

kaynaklar kitapta.



Demirci Kabeiroi/Kabar


Karlar - Karia

 

"Eğer Karialılar, Lelegler ve Pelasglar soydaşsa ve Lydialılar ile Mysialıların da atalarıysa, o zaman bunların kökeni Hint-Avrupa olamazdı."

SB - Turova ve Saka Türkleri 📕





KARLAR-LELEGLER

"Karlar Leleg adını taşıyordu... Eski Yunan yazarlarına göre Karialılar, Ege'nin yerli ulusudurlar. Karialılar kendilerine Anadolu'nun yerlileri sayarlar. Bazı bilginler Karlar'ı , Eski Tunç Çağı'nın ikinci yarısı içinde (İÖ 2300) Anadolu'ya gelmiş olan Luvi dil grubuna giren toplumun devamı olarak görürler. Ancak Karia yer adları ve dinleri bu halkın Luviler gibi Hint-Avrupa karakteri bir dil konuşmadıklarını belirtir."

Doç. Dr. Veli Sevin, "Anadolu'da Yunanlılar" , 1982

Anadolu Uygarlıkları. Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, Cilt 2.




"Gerek Karialılar, gerek Lelegler Anadolu kıyılarında yaşıyorlardı. Aralarında pek belirgin bir ayrım yoktur. Herodotos, Lelegleri, eski budunsal adı koruyan Karialıların bir kolu olarak görmektedir. Leleglerin, Karialılarca köleleştirilen ayrı bir halk olduğu ve ilk başlarda Samos ve Khios adalarında yaşadığı yolunda görüşler de vardı. Tarihsel dönemde, Lelegler artık bir anı olmaktan öteye geçemezken, Karialılar kendi adlarını taşıyan ülkenin Yunanlı olmayan sakinleri olarak herkesce bilinmekteydiler." (...) Karia'daki başlıca Yunan yerleşim merkezi, Herodotos'un doğum yeri olan Halikarnassos'du. Tarihçi Herodotos'un kendisinin de Karia'lıların soyundan gelmesi olasıydı, çünkü babasının adı Lykses, amcasının adıysa Panyasis'di; bunlar, Yunan adları değildir. Gerçi Yunan etkisine Lykia'lılardan daha açıktılar ama, Karia'lılar da kendi dillerini ve kültürlerini korudular.


George Thomson, Tarih Öncesi Ege / The Prehistoric Aegean


"The Carians and Leleges both belonged to the Anatolian seabord, and the distinction between them is somewhat indefinite. Herodotus regards the Leleges as a branch of the Carians that retained the old national name. Other views were that they were a distinct people reduced by the Carians to serfdorn, and that originally they had been confined to Samos and Chios. In historical times they were little more than a memory, whereas the Carians were universally familiar as the non-Greek inhabitans of the country that bore their name."


"Herodot bile bir Kar idi, Grek değil!"
"Karya'nın Yunanla hiçbir ilgisi yoktur."
Ark.Rh. Canan Küçükeren




Biri Selçuklu 11.-12.yy'dan, diğeri Karia kenti İasos'tan (Yasos, Yas-os, Yas/Yaz)
MÖ 6. yy "Avcı" betimlemesi.

* Antik dönem "Grek" eserlerinin kaçında tavşanlı-avcı betimlemesi görülmekte?
* Bu betimleme "Yunan" kültüründe devam etmiş midir?


TÜRKÇE OB/OBA/OVA = Kabile, bir aşirete mensup büyük bir aile, mahalle. Konak yeri ve burada konaklayan halk/aile. Beş-on evli köy.
Hangi Obadansın? = Hangi soydansın, kimlerdensin?

Sumer UB = Yaşam yeri, saha;
Asur UBADİNNU/UPATİNNU;
Hitit UBATİ = (anlamı) Arazi yardımı (olarak verilmiş);
Sözde Luvice UBADİD/UWA = UBA kökünden. (anlamı) Arazi ve kiracılar (olarak verilmiş);
Likya/Lukka, Karia UBA;
Sözde Frigce OWA/OİA/OUA = Köy;
Spartalılarda OBAİ/OBAE = Kabile, köy. Her boy on OBA'dan, her OBA otuz aileden oluşuyor.

Asurlarda, Hititlerde, sözdeLuvicede, Likyada, Kariada, sözdeFrigcede ve Spartalılarda geçen OBA Türkçe kökenlidir.

SB
kaynaklar 'Turova ve Saka Türkleri'nde




Place Names from Before Greek Period



Olcas Süleyman; 
"Hint-Avrupa dil ailesine dâhil edilmiş olan birçok dilin yapısı ve şekli tarihî olarak çok kısa süre içerisinde kökünden değişmiştir.
Hâlbuki Türk dilinde aynı zaman içerisinde hiç bir değişiklik olmamıştır."

Avrupa'nın Attila Sonrası Hükümdarları

 

"Attila sonrası süreçte tezahür eden Ardarik, Edeko ve Valamer, her üç hükümdar da, Hunlara karşı duran 'milli' Cermen isyanlarının liderleri değil Hun seçkinleri ya da prensleriydi."

"The three post-Attila potentates who emerged out of the Hunnic civil war, Ardaric, Edeco and Valamer, were all Hunnic nobles or princes, not the leaders of 'national' Germanic revolts against the Huns."



AVRUPA'NIN ATTİLA SONRASI HÜKÜMDARLARI

Hyun Jin KİM

("HUNLAR", 2020 çeviri Hakan Herdem, içinde)

Yalnızca Ardarik değil, Hun iç savaşında görünür hale gelen diğer tüm kayda değer şahsiyetler de tıpkı Ardarik gibi ya Hun menşeliydi ya da Hun imparatorluk payitatında üst düzey bir görev yürütüyordu. Skiri kralı Edeko, Priscus'un bizlere söylediği gibi bariz biçimde Hundu. Kısa ömürlü bir Skiri devleti kurduktan sonra yönettiği boylar Ostrogotların kurucu kralı Valamer'i öldürdüler. Soyu benzer biçimde Hunlara dayanan Edeko'nun oğlu Odoacer de İtalya'nın ilk 'barbar' krallığını kurarak Batı Roma İmparatorluğundan geriye ne kaldıysa son darbeyi vurdu.

Odoacer ve babası Edeko'nun Hun oldukları, Hunlara ilişkin bir önceki kitabımız olan "Hunlar; Roma ve Avrupa'nın Doğuşu"nda ayrıntılarıyla anlatılmıştı (Kim.2013). Mevcut kitapta yer darlığı nedeniyle bahse konu kimlik saptamasını doğrulayan tüm kanıtları ve çıkarımları aktarma imkânı yoktur. Yine de en geçerli kanıtı sunmak yerinde olacaktır. Odoacer açık biçimde Türki (yani Hun) bir boy olan Torcilingi'ye mensuptu (Getica 46.242). Hem birçok vesileyle Jordanes tarafından hem de Lombardlı tarihçi Paulus Diaconus tarafından bahse konu saptama açık biçimde yapılmıştır. Jordanes'in Thuringianlara (Thuringos/ Thoringos (Getica 55.280)) ilişkin anlatımında konuya ayrıca değinmiş olması nedeniyle kendisinin Torcilingi ile Cermen Thuringi'yi karıştırdığına yönelik çıkarımda bulunmak hatalı olacaktır.

Jordanes, Odoacer'in İtalya'yı fethini anlatırken Torcilingiye üç defa değinir. Bu isim açıkça görüldüğü üzere etimolojik olarak Turcae (MS birinci yüzyıl, Güney Rusya'da Azov bölgesi) ve Tyrcae (aynı bölgede bir halk) gibi doğudaki eski boyların isimleri ile bağlantılıdır. Dahası Frank tarihçi Fredegar, MS yedinci yüzyıl ortasına bariz biçimde Hun olan Tuna bölgesinde mukim bir halktan Torci (ve de Turqui) şeklinde söz eder. Torci ve Torcilinginin aynı olduğu aşikârdır: Torc+ bağlayıcı ünlü i + Cermence ek -ling.  Torc/Torci ve Türk kelimesi arasındaki etimolojik bağlantı da inkâr edilemez. Türk kelimesi sıklıkla Torc ya da Tork'a dönüştürülmüştür. Tıpkı MS on ikinci yüzyıldaki Tork gibi (Chernii Kloboutsi adlı konfederasyonun parçası olarak Kievan Rus için savaşan Batı Oğuz Türk boyu).

Buna ek olarak, Odoacer Hun menşeli olması muhtemel başka bir grup olan Rogi ile de ilişkilidir. Jordanes Odoacer'in 'ırk olarak Rogi idi', genere Rogus ve Torcilingi ile Rogi'nin hükümdarın tahakkümünde (yani Odoacer'in), sub Regis Torcilingorum Rogorumque tyrannide olduğu şeklnde bahseder. Mevzubahis Rogiler çoğu akademisyen tarafından Baltık Denizi bölgesindeki Cermen Rugi ile ilişkilendirmiştir. Lakin bu teşhis Odoacer'in Cermen kralı olduğuna ilişkin peşin hükümden kaynaklanmaktadır. Bu bakışla, kendisi Cermen olduğuna göre ilişkili olduğu gruplar da Cermen olmalıdır. Oysa genere Rogus ifadesi ile Odoacer'in amcası ve Hun hükümdar olan Attila'nın mensubu olduğu Ruga/Roga klanı/boyu ile bağlantılı olduğuna gönderme yapılmaktadır. Örneğin, Tuna boyunda, MS 454 yılında dolaylarında yaşamış bir grup olan Hun Ultzinzurların adını Attila'nın akrabası Ultzindur'dan aldığını biliyoruz. Benzer biçimde Rogi adlı topluluğun ismi de muhtemelen Cermen coğrafyasının tamamını hükmü altına alan büyük Hun hükümdarı Roga/Ruga'dan gelmektedir. Ruga ile bağlantı geniş Cermen coğrafyasında haliyle epeyce itibar kazandırdığı için bu isim Hunlarla Cermen kabile mensuplarının karışımı olması muhtemel bir zümre tarafından benimsemişti.

Odoacer'in babası Edeko/Ediko ya da Edika'nın ismi hiçbir şekilde Cermen etimolojisine uymaz. Cermen ismi olmadığı aşikârdır. Buna karşılık Türk-Moğol etimolojiler ile dört dörtlük uyum sağlar. Örneğin, eski Türk ismi âdgü (iyi anlamında) ve Moğolca Edgü ile bağlantılı olması muhtemeldir. Odoacer'in bizatihi kendi ismi etimolojik olarak Hun prensi Oktar (Ruga ve Mundzuk'un kardeşi) ve Türk ismi Ot-toghar ile bağlantılı da olabilir. Oğlu Oklan'ın isminin Türkî Oghlan (Türkçe gençlik anlamında) olduğuna şüphe yoktur. Odoacer'in kardeşinin ismi Hunoulphus'tur (Hun kurdu). Odoacer'e yakın şahsiyetlerin ve boyların neredeyse tamamının Hunlarla bağlantılı olması, Hun kökenli olduğu konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır. Buna rağmen, hem Edeko hem de oğlu Odoacer'in diğer tüm Hunlar gibi oldukça melez (ırk ve etnisite bakımından) ve heterojen kimlikli olması muhtemeldir. Odoacer annesi tarafla kan bağı açısından düşünüldüğünde daha çok Skiri gibiydi. Buna karşılık babası tarafla bağına bakıldığında ise ağırlıklı olarak Türkî Hun'du.

Hun iç savaşında öne çıkan üçüncü önemli şahsiyet Ostorgotların kralı Valamer'di. Kendisi, tıpkı yukarıda mevzubahis edilen Ardarik ve Edeko gibi Hun prensi/soylusunu fazlaca andırmaktaydı. Burada, Valamer'in Hun kökenli olduğuna ilişkin tüm detaylara girmek de mümkün değildir. Okuyucuyu Hunlara ilişkin bir önceki kitabıma yönlendirmem gerekecek. Yine de, Valamer'in kariyeri Attila sonrası Hunlarla, bilhassa Attila'nın oğlu Dengizik'le çok yakın biçimde iç içer geçmiştir. Bundan doayı, Hun kökenine ve Dengizik'le mücadelesine kısaca değinilecektir.

Jordanes, Valamer'i Doğu Got yönetici ailesinin; Amal hanedanının meşru varisi olarak sunar. Oysa eldeki kanıtların ayrıntılı tetkiki tam aksini söylemektedir. Valamer'in hanedanı, Hun fethi öncesi Gotları yöneten Kral Ermanarik sülalesinin devamı değildir. İşin aslı, Gotlara dayatılan yeni bir hanedandır. Heather'in haklı olarak ileri sürdüğü üzere, Hun fethi Gotların fetih öncesi siyasal düzenleri üzerinde köklü değişikliklere yol açmıştır. Valamer'i ve hanedanını Got gibi göstermeyi daha inandırıcı hale getirmek için Ermanarik'in ismi bir noktada Valamer'in şeceresine eklenmiştir. 80 yıllık Hun tahakkümünün Ostrogot saltanı üzerinde bıraktığı derin izler bu sayede önemsizmiş gibi gösterilmiştir.

Getica'daki (14.17) Amal şeceresi incelendiğinde, bu kralların büyük çoğunluğunun Got kralları değil, Hun hükümdarları olduğu açık bir biçimde görülür. (...)

Amalların şecerelerinde açık biçimde kutsal saymadıkları ilk atalarını ismi Hunuil'dir. Bu durum bahse konu hanedanın Hun kökenli oluşunu daha da belirgin hale getirmektedir. Hunuil kuvvetle muhtemel imparatorluk ismi Hun ile tıpkı Türkmen ili (Türkmen halkı) ve Özbek ili (Özbek halkı) gibi Türkçede halk veya devlet anlamına gelen il kelimesinin birleşiminden oluşan Türkî bir kelime gibi durmaktadır. Böyle bir kelime özel isim olarak hiö bir anlam ifade etmemektedir ama Ostrogotha ve Amal örneğinde olduğu gibi bunlar özel isim değil halk ve kabile isimlerine dayalı dışardan alınma isimlerdir. Amal şeceresinde, Ostrogotların (Ostrogotha) siyasi teşekkülü/halkı ve Amalların (Amal) kabilesi ve alt kabilelerinin yönetici hanedan ile bağını gösteren böylesi dışardan alınma isimlerle karşılaşıyoruz. Eğer hanedan gerçekten Hun kökenliyse bunun Hunuil gibi (Hun halkı/ imparatorluğu/ devleti anlamında) dışardan alınma bir isme aksetmesini bekleriz. (...)

Eğer bunlar Ostrogot hanedanının Hun kökenleri konusunda güçlü deliller sunmuyor gibiyse, bir de şunlara bakmak lazım, Priscus'ta Attila'nın nüfuzlu adamlarından biri olarak ismi zikredilen Berig/k (Türkçe 'güçlü') daha önce karşımıza çıkmıştı. Bu isim oldukça şaşırtıcı biçimde Gotların İskandinavya'nın dışına çıkmasına öncülük ettiğine inanılan ecdatları Got kralı Berig şeklinde boy gösterir. Christensen oldukça makul biçimde Berig isminin Hun dilinden veya bir ihtimal Keltçeden ödünç alındığı saptamasında bulunur. Bu isim ve ilgili efsanenin Kelt olması mümkün görünmemektedir. Zira benzer bir Kelt ismine yer veren Britanya kaynağı Cassius Dio ile Jordanes'in dönemi arasında muazzam bir zaman farkı vardır. Tabi Jordanes'in kaynak olarak doğrudan Priscus'u kullandığını atlamamak gerekir. Tıpkı diğer 'Got' kökenli Amal ecdadı gibi Berig'in de aslen Hunların atalarından olması kuvvetle muhtemeldir. Kuzeyden Got göçüne değil, İç Asya'dan batıya Hun göçüne öncülük etmiştir. Tüm bunların ortaya çıkardığı şudur: Amal şeceresinde karşımıza çıkan bilgiler, Hun hükümdar ailesine özgü hanedan geleneklerinin kuzeyde bir yerlerden göç eden Gotların muğlak hafızası üzerine bindirilmesinden ibarettir.

Aynca Jordanes'e göre Avrupa Hunlarının bilinen ilk hükümdarı, MS dördüncü yüzyılın sonunda “Hunların Kralı" olarak andığı Balamber'dir. Bahse konu Balamber ile ismi Yunancada Βαλαμηρ (Balamer) şeklinde yazılan MS beşinci yüzyıl ortasındaki Ostrogot Valamer'in aynı kişi olabileceğinden şüphe edilmiştir. İlginçtir, Jordanes'te Vinitharius, Hun Balamber tarafından Gotların genç prenslerinden biri olan Hunimund'un oğlu Gesimund'un yardımıyla öldürülür. Vinitharius'un Amal hanedanından bir Got olduğu iddia edilir ve kendisi Valamer'in büyükbabasıdır. Balamber daha sonra merhumun torunu Vadamerca'yı karısı olarak alır. Vinitharius'un isminin Wend savaşçısı (yani Slav savaşçısı, Slavlar kaynaklarda sadece geç beşinci yüzyıl ve sonrasında boy göstermiştir) anlamına geldiği düşünülürse, Balamber-Valamer'in dördüncü yüzyıldan Hun kökenli hasmı değil, faal olduğu beşinci yüzyıl ortasından 'Got' kökenli hasmı olabileceği açıktır.

Vinitharius'un beşinci yüzyılda, Hun istilasından çok sonra kuzeyde bir yerlerden güney Ukrayna ve Moldovya'ya hareket eden Slav Antlara karşı sefer düzenlemekle nam salmış olması bunu bir kez daha doğrular. Dolayısıyla Gesimund, Balamber ve Vinitharius'a ilişkin olaylar beşinci yüzyıla aittir. Bu olayların zamanı yekpare Hun-Got kralı Valameri parçalayarak ayrı ayrı Hun kökenli Balamber (dördüncü yüzyıl) ve Got kökenli Valamer (beşinci yüzyıl) yaratmak için kurmaca yapılarak geriye çekilmiştir. Balamber (Valamer) tarafından öldürülen Vinitharius Amal şeceresine Vandalarius'un babası olarak girmiştir. Vandalarius ise Valamer'in (Balamber) babasıdır (Getica, 14.79). Balamber/Valamer'in, Vinitharius'u saf dışı bıraktıktan sonra onun torunu ile evlenmesi kurban konumundaki Vinitharius'un katilinin büyükbabası olduğu acayip bir durum yaratmaktadır. Daha sonraki bir pasajda yer verilen ifadeler sis perdesini aralamaktadır (Getica 48.252). Jordanes bu pasajda, Vinitharius ve Vinitharius'un babası Valaravrans'ı 'Amal' sülalesinin dışında tutar ve Vandalrius'un, Ermanarik'in kardeşi Vultuulf'un oğlu olduğunu söyler. Demek ki, Vinitharius ve babası Hun kökenli 'Amalları', Got kökenli yapmak için Amal şeceresine sokuşturulmuştur. (...)

Ostrogotların kurucu hükümdarı Valamer'in Hun olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz. (...)

Attila sonrası süreçte tezahür eden Ardarik, Edeko ve Valamer, her üç hükümdar da, Hunlara karşı duran 'milli' Cermen isyanlarının liderleri değil Hun seçkinleri ya da prensleriydi. En nihayetinde Batı Roma İmparatorluğuna son veren o meşhur “Ortaçağın” kapısını aralayanlar başta Edeko ve Valamer'in soyundan gelenler olmak üzere (oğulları Odocaer ve Theodorik (belki de yeğeni) bu adamlar ve yönettikleri birliklerdi.


***


POST-ATTILA KINGS OF EUROPE

By Hyun Jin KİM (in THE HUNS, 2016)

Not only Ardaric, but every other major figure to emerge out of the Hunnic civil war was also like Ardaric of Hunnic provenance or a high-ranking official in the Hunnic imperial court. Edeco, king of the Sciri, was obviously, as Priscus tells us, a Hun. After establishing a short-lived Scirian state the tribes he governed would later be responsible for the death of Valamer, the founding king of the Ostrogoths. Edeco’s son Odoacer, whose ancestry was likewise Hunnic founded the first ‘barbarian’ kingdom in Italy and delivered the coup-de-grâce on what remained of the Western Roman Empire.

The Hunnic identity of the famous Odoacer and his father Edeco is elaborated in detail in the author’s previous book on the Huns: The Huns, Rome and the Birth of Europe (Kim, 2013). In this book, because of the lack of space it is not possible to cite every evidence and argument in favour of this identification. However, to list the most pertinent evidence, the tribe with which he is affiliated most closely is the clearly Turkic (i.e. Hunnic) tribe of the Torcilingi (Getica 46.242.). Both Jordanes on multiple occasions and likewise the Lombard historian Paul the Deacon make this identification clear and Jordanes by mentioning also in his narrative the Thuringians (Thuringos/Thoringos (Getica 55.280)), disqualifies any erroneous conjecture that he had confused the Torcilingi with the Germanic Thuringi.

Jordanes mentions the Torcilingi three times in relation to Odoacer’s conquest of Italy and the tribal name is quite visibly etymologically linked to names of earlier eastern tribes such as the Turcae (first century AD tribe in the Azov region, southern Russia) and Tyrcae (a people in the same area). Then there is the name Torci (also Turqui) given by Frankish historian Fredegar in the middle of the seventh century AD when refering to a clearly Hunnic people in the Danubian region. It is obvious that the name Torci and the Torcilingi are identical: Torc+ connecting vowel i + Germanic suffix -ling. The etymological links between the name Torc/Torci and the name Turk are also undeniable. The name Turk was frequently rendered Tore or Tork, as in Tor (designating a Western Oghuz Turkic tribe that fought for the Kievan Rus as part of the so-called Chernii Kloboutsi confederation), as late as the twelfth century AD.

Odoacer is furthermore identified with another group with possible Hunnic origins, the Rogi. Jordanes calls Odoacer ‘by race a Rogian’, genere Rogus33 and refers to the tyranny of the king (i.e. Odoacer) of the Torcilingi and Rogi, sub Regis Torcilingorum Rogorumque tyrannide. These Rogians have been identified by most scholars with the Germanic Rugi on the Baltic Sea region. However, this identification derives from the preconception that Odoacer was a Germanic king and therefore the groups associated with him must be Germanic. Rather it is more likely that genere Rogus refers to Odoacer’s affiliation with the clan/tribe of Ruga/Roga, the Hunnic king and uncle of Attila the Hun. We know for instance that the Hunnic Ultzinzures, a group that lived along the Danube around 454 AD, was named after Ultzindur the relative of Attila. The Rogi were probably also a group named after Roga/Ruga the great Hunnic king who was the first of the Hun kings to rule over all of Germania. An association with Ruga therefore carried some prestige in wider Germania, hence the adoption of this name by this probably mixed group of Huns and Germanic tribesmen.

The name of Odoacer’s father Edeco/Edico or Edica has no Germanic etymology and it is clearly a non Germanic name. It does, however, have excellent Turco-Mongol etymologies. For instance, the name is probably linked to the old Turkish name ädgü (meaning ‘good’) and the Mongolic Edgü. Odoacer’s own name may be etymologically linked to the name of the Hunnic prince Octar, the brother of Ruga and Mundzuk, and the Turkic name Ot-toghar.

The name of his son Oklan is without a doubt the Turkic Oghlan (Tur. youth). The name of Odoacer’s brother is Hunoulphus (the Hun wolf). The association of virtually every individual and tribe closest to Odoacer with the Huns is a clear indication of his Hunnic origin. Both Edeco and his son Odoacer, however, were like all other Huns, probably highly mixed (racially and ethnically) and possessed a heterogeneous identity. Odoacer was probably mostly Scirian in terms of blood lineage on his mother’s side and mainly a Turkic Hun on his father’s side.

The third important figure to emerge from the Hunnic civil war was Valamer, the king of the Ostrogoths. He too was a Hunnic prince/noble like Ardaric and Edeco mentioned above. Again a full discussion of Valamer’s Hunnic origins cannot be included here and I must refer the reader to my previous book on the Huns. However, Valamer’s career is intimately intertwined with the history of the post-Attila Huns, with Attila’s son Dengizich in particular. Therefore, a brief overview of his Hunnic origin and conflict with Dengizich will be provided here.

Jordanes presents Valamer as the legitimate heir of the old East Gothic ruling house, the Amal dynasty. Closer examination of the available evidence suggests

otherwise. Valamer’s dynasty was in reality a new dynasty imposed on the Goths, not the continuation of the house of King Ermanaric which had ruled the Goths before the Hunnic conquest. As Heather rightfully points out, the Hunnic conquest had profound implications for the former political order of the Goths before conquest. Ermanaric’s name was at some point inserted into Valamer’s genealogy in order to make him and his dynasty look more genuinely Gothic. The 80 years of Hunnic domination, which without a doubt had a significant impact on the Ostrogothic royal line, was thus downplayed.

When one examines the Amal genealogy in the Getica (14.17) however, it quickly becomes apparent that many of these kings are in reality not Gothic kings at all, but Hunnic rulers. (...)

The Hunnic origin of this dynasty is made even more apparent by the name of the first clearly non-divine ancestor of the Amals in their genealogy, Hunuil. Hunuil is most likely a Turkic term combining the imperial name Hun with il meaning people or state in Turkish, as in Türkmen ili (the Turkmen people) and Ozbek ili (Uzbek people). Such a term would not make any sense as a personal name, but as we can see in the cases of Ostrogotha and Amal, these names are not personal names but eponymous attributions based on names of peoples and clans.

In the Amal genealogy we find eponymous names that indicate the ruling dynasty's affiliation with the political entity/people of the Ostrogoths (Ostrogotha) and the clan or sub-tribe of the Amals (Amal). If the dynasty was originally Hunnic we can then expect this fact also to be reflected by an eponymous name such as hunuil (meaning hunnic people / empire/ state). (...)

If that was not enough to provide a strong case for the Hunnic origin of the Ostrogothic royal house, there is still more. Berig/k (Tur. strong), the name of one of Attila's Hunnic magnates in Priscus, which we have encountered earlier, somewhat perplexingly appears as the name of the ancestor Gothic king who supposedly led the Goths out of Scandinavia, Berig. Christensen reasonably identifies the name Berig as either a borrowing from Hunnic or perhaps Celtic. The name and the associated legend is unlikely to be Celtic, given the vast time gap, between Cassius Dio, the source which mentions a similar Celtic name in Britain, and the tim of Jordanes, but Priscus was without a doubt a source that Jordanes directly used. It is highly probable that like many of the other Amal 'Gothic' ancestors, Berig too was originally a Hunnic ancestor figure, who led not he Gothic migration from the north, but the Hunnic migration to the west from Inner Asia. All this reveals that what we have in the Amal geneaology is the dynastic tradition of the Hunnic royal family superimposed on the vague memory of the Goths migrating from somewhere in the north.

Also, according to Jordanes, the first known king of the Huns in Europe was a certain Balamber, the ‘King of the Huns’ during the late fourth century AD. It has been suspected that this Balamber was actually the same person as the Ostrogoth Valamer in the mid fifth century AD, whose name in Greek was written Βαλαμηρ (Balamer). Interestingly in Jordanes the Hunnic Balamber kills Vinitharius, allegedly an Amal Goth and grandfather of Valamer, with the help of another Gothic princeling called Gesimund, son of Hunimund. Balamber then takes as his wife Vadamerca, the dead man’s grand-daughter. Given the fact that Vinitharius’ name means Wend fighter (i.e. Slav fighter, Slavs who only emerge in our sources from the late fifth century AD onwards) he is clearly not a fourth century enemy of the Hunnic Balamber-Valamer, but a mid fifth century figure at the time when the ‘Gothic’ Balamber-Valamer was active. This is confirmed yet again by the fact that Vinitharius is reputed to have campaigned against the fifth century Slavic Antes who only started to move into the southern Ukraine and Moldavia from somewhere in the north long after the Hunnic conquest. It therefore becomes clear that the events relating to Gesimund, Balamber and Vinitharius are fifth century events that have been artificially pushed back into the fourth century to make a single individual the Hunnic-Gothic king Valamer, a separate Hunnic Balamber (fourth century) and Gothic Valamer (fifth century). Vinitharius who was killed by Balamber (Valamer) was entered into the Amal genealogy as the father of Vandalarius, the father of Valamer (Balamber) (Getica, 14.79). The fact that Balamber/Valamer married Vinitharius’ grand-daughter after defeating him must have contributed to this bizarre phenomenon of Vinitharius the victim being transformed into the grandfather of his killer. In fact the game is given away by a statement in a later passage (Getica 48.252) where Jordanes leaves out both Vinitharius and Vinitharius’ father Valaravrans from the ‘Amal’ ancestry and calls Vandalarius the son of a brother of Ermanaric, that is Vultuulf. This shows that Vinitharius and his father have been inserted into the Amal genealogy to make the Hunnic ‘Amals’, Gothic Amals. (...)

We have thus established the Hunnic identity of Valamer, founding king of the Ostrogoths. (...)

Thus, the three post-Attila potentates who emerged out of the Hunnic civil war, Ardaric, Edeco and Valamer, were all Hunnic nobles or princes, not the leaders of 'national' Germanic revolts against the Huns. It was these men and the troops that they governed, especially those that drived out of the following of Edeco and Valamer (under their sons Odoacer and Theodoric (possibly nephew) respectively) that eventually ended the Western Roman Empire and heraldedthe beginning of the so-called 'Middle Ages'.


[SB - more to find in his book]




4 Mayıs 2025 Pazar

Türk Taş Heykellerinin Gizemi - Yaşar Çoruhlu

 

"Ben Oğuzlar'da da olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar kimse Oğuz taş heykelleri diye bir şey anlatmadı, ama ben bilinen birkaç bazı heykelin Oğuzlara ait olabileceğini düşünüyorum ki zaten Oğuzların bu heykelleri yapmaması düşünülemez. Göktürklerle birlikte yaşamışlardı."

Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu / Video YT



















Oğuzlardaki değişim din değişimi ile beraber farklılaşmış olabilir. Çünkü mezarların başı ve ayağına konulan ahşap ya da mermer taşlar taşbabaların/balbalların yerini almıştır. - SB




27 Nisan 2025 Pazar

İran Coğrafyasında Türkler - Samaniler

 


Samani Devleti (874), hem Türk hem de ilk Türk-İslam Devleti'dir.

İtil (Volga) Bulgar Devleti, İslamiyet'i kabul eden (922) ilk Türk devleti olarak anlatıldı. Bu görüş, Samanilerin "Fars" devleti olarak görülmesinden (göstermelerinden!) kaynaklanıyordu.

SB


* Samani Devleti’nin Türk-İslam devleti olduğu görüşü nasıl, ne zaman, hangi tarihçilerin etkisiyle ortaya çıkıyor?

* Samani Devleti’nin Türk-İslam devleti olduğu görüşünü hangi argümanlar destekliyor?


PROF. DR. AYDIN USTA İLE SAMANİ DEVLETİ - YT link

"Samanilerin ilk Müslüman Türk devleti olduğu aslında daha doğrusu Türk kimliğinden geldiği evvelinden beridir söylenir. 1975'lere kadar Türk lise tarih ders kitaplarında Samanilerin ilk Müslüman Türk devleti olarak geçiyor. Ama sonrasında ne oluyor bilemiyoruz, bir anda bu görüş ortadan kalkıyor ve sonrasında Karahanlıların görüşünün ön plana çıkmaya başlaması söz konusu. Dolayısıyla da aslında bu eskiden beri bilinen bir gerçeklik. Fakat 1975 ve sonrasında ani bir değişimin yaşanmasıyla birlikte, burada dediğim gibi, evvelden bahsetmiş olduğumuz algılar ön plana çıkıyor ki Türklüğün Orta Asya ile Anadolu arasındaki işte o bağlantısının koparılıyor. Bana göre son derece önemli rol oynuyor bu. Siz Samanileri aradan çıkardığınızda Türklerin geçmişte olan veya işte İslamiyet ile olan o bağlantı noktasında o köprü noktasındaki değerlerini tamamen farklılaştırılmışlığı çıkarmakta. Demiş olduğumuz gibi Samaniler zaten eskiden biri Türk oldukları biliniyor. Fakat nedense bir anda sonradan bu yok sayılmış. (...)

Behrâm-ı Çûbîn'i herkes İranlı bir kumandan olarak biliyor, ama bu zatın İranlılara isyan ettikten sonra, kendi atalarını İranlılarla bağdaştırmayıp, İranlıları, yani Sasanileri tahtı zorla ele geçiren kimseler olarak görüp, kendisinin Partların, yani Arşak atalarının tahtını geri alan kimse olarak betimliyor. Behrâm'ın atalarına baktığımızda, Mihranilere baktığımızda, akabinde Partların Dahe kolu ve Sakalara kadar gittiğini görüyoruz. Yani Behrâm'ın bir noktadan sonra Türklere bağlanması durumu söz konusu. Bu her zaman göz ardı edilen konulardan bir tanesi. Behrâm daha sonra eşini ve çocuklarını bırakıp Göktürk tarafında kaçıyor ve Türk hükümdarı Tardu'nun kızıyla evleniyor. Bu evlilikten olan çocuklarının Maveraün nehirde yayıldıkları ve bu coğrafyaya hakim olduklarını biliyoruz. Samanilerin Türklüğüne atıflardan bir tanesi de budur."



(wikiden: *Behrâm-ı Çûbîn, Sasaniler zamanında II. Hüsrev'e bağlı meşhur İranlı (!) askerî komutan. 590 — 591 yılları arasında kısa bir süreliğine VI. Behrâm adıyla Sasani İmparatorluğu tahtına çıkmış. - SB)


***

Prof. Dr. Şemseddin Günaltay, "İslam Dünyasının İnhitatı Sebebi Selçuk İstilası Mıdır?

(İkinci Türk Tarih Kongresi, 20-25 Eylül 1937) - Belleten, II.Kânun - Nisan 1938, TTK 1994/pdf












Atilla - Aetius

 


Attila hakimiyetindeki Hunlar karşısında önce oyalama taktiği ile zaman kazanmaya çalışan Batı Roma İmparatoru III. Valentinianus ile kumandanı Aetius'un yeterli tedbir aldıklarına kanaat getirdikten sonra Attila'nın taleplerini açıkça reddetmeleri, Batı Roma'ya karşı büyük Hun seferini kaçınılmaz kılmıştı.

451 yılı başlarında Orta Macaristan'dan hareketle batıya yönelen Hun kuvvetleri, Mart ayı ortalarına doğru Ren Nehri'ni üç noktadan aşarak Galya'ya girmişlerdir. Bu sırada İtalya'dan hareket eden Batı Roma ordusu da Galya'da hızla kuzey yönünde ilerlemekteydi. Hun kuvvetleri Mettis'i (7 Nisan) ve Durocortorum'u ele

geçirerek Paris'in hemen güneyinde bulunan Aurelianum'a ulaştıkları vakit, Aetius kumandasındaki Batı Roma ordusu da buraya gelmiş bulunuyordu. Fakat karşılaşma burada değil de Attila'nın kendi savaş taktiğine daha uygun gördüğü Catalaunum (Campus Mauriacus) sahasında gerçekleşmişti (20 Haziran 451).

Her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği bu kanlı mücadelede hangi tarafın galip geldiği halen tartışılmakla beraber Attila'nın ordusunun kazanan taraf olduğu gerçeği ağır basmakta. Nitekim savaşın gerçekleştiği akşam Roma ordusu dağılmış, birlikler arasında bağlantılar kesilmiş, hatta Romalı kumandan Aetius dahi kendini kaybederek girdiği Hun birlikleri arasından canını zor kurtarmıştı. Attila ise ordusu ile birlikte 20 gün kadar kısa bir sürede Hun başkentine dönebilmişti. Keza henüz bir yıl bile geçmeden Attila İtalya seferine çıktığı zaman, karşısında Hunlar'a karşı durabilecek bir Roma kuvveti kalmamıştı.


Hatice AYDIN

Theophanes'in Kroniğinde Geçen Türk Devletlerinin Tarihine Kısa Bir Bakış; Avrupa Hunları

"Theophanes Confessor (=İtirafçı) Kroniğinde Türkler 284-813" içinde



Hunlar Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara yayıldıkları gibi Anadolu topraklarına da yayılmışlardır. Özellikle 395 yılında harekete geçen Hunlar iki yol takip ederek ilerleyişlerini sürdürmüşlerdir. Onlardan bir kısmı Balkanlar’dan Trakya’ya ilerlerken daha büyük sayıda diğer bir kısmı Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yönelmişlerdir. (88) Basık ve Kursık adlı iki bey tarafından idare edilen bir kısım Hunlar Kafkasya üzerinden Anadolu ve Suriye’ye saldırmışlardır. Bu Anadolu akını sırasında Hunlar, bugünkü Erzurum, Karasu ile Fırat’ı geçerek Malatya ve Çukurova bölgesine kadar ilerlemişler, Urfa ile Antalya’yı kuşatıp Suriye’ye gelerek Kudüs taraflarına varmışlardır. Orta Anadolu’ya Kayseri-Ankara civarına kadar gittikten sonra, Azerbaycan-Bakü yolu ile merkezlerine dönmüşlerdir. Gerçekleştirilen bu akınlar planlı olmuş ve yerleşilecek vatan hâline getirilecek en uygun toprakları bulma gayesi taşımıştır. Bu durum, Doğu Roma İmparatorluğu kadar Sasanileri de telaşlandırmış ve korkutmuştur. (89) 398 yılında küçük çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma’nın genç imparatoru Arkadius hiçbir ciddi önlem alamamıştır. (90)


Prof. Dr. İlhami DURMUŞ

Sakalar ve Hunlar Döneminde Anadolu'da Türk Varlığı

Eski Ön Asya Uygarlıklarından Günümüze Anadolu’da Türk Varlığı,

Ankara, 2008, Genelkurmay Basımevi. s.83-100


20 Şubat 2025 Perşembe

Efes’te Hellenistik Öncesi Dönemdeki Ünlü Kadınlar

 

Kleopatra, mermer portre, Roma Dönemi, Berlin Antikenmuseum.
Arsinoe mezarının rekonstrüksiyonu, Efes.

Efes’te Hellenistik Öncesi Dönemdeki Ünlü Kadınlar:

VII. Kleopatra ve IV. Arsinoe

Hilke Thür **

Bu dönemin en ünlü kadınlarından biri olan Ptolemaios’ların (Büyük İskender’in MÖ 323’teki ölümünden sonra MÖ 30 yılına kadar Mısır’da hâkim olan sülale) son kraliçesi VII. Kleopatra, dünyaya yayılan ününü Roma Dönemi tarih yazımlarına borçludur. Günümüzdeyse hatırası skandal yaratan Hollywood filmlerinin etkisiyle devam eder. Kleopatra bu şöhretini, cumhuriyetten imparatorluğa geçiş döneminde Roma’nın en önemli iki erkeğiyle yaşadığı ilişkiye borçludur. Sezar’dan Caesar Alexander adında ama Caesarion (Küçük Sezar) diye anılan bir oğlu, Marcus Antonius’dan Alexander Helios ile Kleopatra Silene adındaki ikizleri ve daha sonra Ptolemaios Philadelphos olmak üzere üç çocuğu olmuştur.

Kleopatra, aktarılanlar doğruysa güzel bir kadın değildir, bunun değerlendirmesini en iyi gümüş sikkeler üzerindeki tasvirleri verir, mermer portreleriyse idealize edilmiştir. Kleopatra asıl ününe aklı, sevimliliği, hoşluğu ve bilgeliği sayesinde ulaşmıştı. Söylendiğine göre altı dil biliyordu. Günümüze ulaşan tasvirleri, yoğun olarak Roma Dönemi tarih yazımlarının etkisindedir. Geç dönemde, Augustus’un isteği üzerine yazılan ve Marcus Antonius üzerindeki kötü etkisini öne çıkartan bu tasvirlerde, Romalı olmayan davranışlarıyla Marcus Antonius ve Octavianus arasındaki güç savaşından ve iç kargaşadan sorumlu tutulur.

Kleopatra’nın Efes’te bulunduğuna dair elimizde kesin bir kanıt yok ama pek çok tarihçi, Roma vatandaşı Yunanlı tarihçi Plutarchus’un aktardığı, MÖ 41 yılının kışında Marcus Antonius’un Efes’e gelişinde beraberinde Kleopatra’nın da olduğunu kabul eder. Marcus Antonius, bu ziyaretinde Efes’te Dionysos’un Satyr’ler, Silenler ve diğer takipçilerince “Yeni Dionysos” olarak müzik ve zillerle karşılanır. MÖ 33 yılının kışını da Efes’te geçirir, büyük olasılıkla İskenderiye’den gelen Kleopatra da ona katılır.

Bu vesileyle geldikleri Efes’te, Doğu Romanın en söz sahibi kişisi ve eşi için en uygun yer olan tiyatronun üst kısmındaki geç Hellenistik sarayda oturmuş olmalıdırlar.

Aslında Kleopatra’nın Efes’le ilgili kesin bağlantıları kızkardeşiyle ilgili olarak günümüze ulaşmıştır: Antik kaynaklara göre VII. Kleopatra’nm kızkardeşi genç IV. Arsinoe, MÖ 48’den 41 yılına kadar sığınmacı olarak Efes Artemis Tapınağında (Artemision) yaşar. MÖ 41 yılında öldürülür, öldüğü zaman da oldukça genç olmalıdır. Plutarchus tarafından etkileyici bir biçimde anlatılan Tarsus’taki buluşmalarında (1) öldürülmesinden Kleopatra birlikte yaptıkları anlaşmayı yerine getirmiş olan Marcus Antonius sorumludur.

Peki IV. Arsinoe kimdir?

Roma dönemine ait pek çok tarih yazımlarında (2) rastlanan IV. Arsinoe, XII. Ptolemaios’un altı çocuğundan biridir, dolayısıyla baba bir anne ayrı, VII. Kleopatra’nm en küçük üvey kızkardeşidir. Her türlü yola başvurarak Mısır’daki hükümdarlık için savaşır, bunu da kısmen ve de özellikle babaları XII. Ptolemaios hayattayken yapar. Sezar da, muhtemelen XII. Ptolemaios’un vasiyetine istinaden, Romalı dostu Kleopatra ve onun erkek kardeşi ve aynı zamanda kocası olan XIII. Ptolemaios’un hükümdarlığını kabul eder. Arsinoe ve kardeşlerin en küçüğü olan XIV. Ptolemaios’a da Kıbrıs’ın hükümdarlığını verir.

İskenderiyeli soyluların hükümdarlık talebini desteklediği Arsinoe, Kıbrıs’tan kaçarak İskenderiye’ye döner. Ordunun bir kısmını kendi etkisi altına alabilmiş olması Ceasar da anlatılmış olan acılı bir savaşa neden olur. (3) Bu savaşta XII. Ptolemaios Nil’de boğulur ve İskenderiye’nin ünlü kitaplığı yanar. Sonuçta Sezar ve onunla beraber olan Kleopatra savaşı kazanırlar ve Sezar Kleopatra’yı XIV. Ptolemaios ile beraber tahta çıkartır. (4) Arsinoe yi ise tutsak olarak beraberinde Romaya getirir. Zafer geçidini, yanında elleri bağlı olan Arsinoe ve Pharos’un ünlü İskenderiye Deniz Feneri’nin maketi eşliğinde yapar. Ancak Romalılar elleri kenetlenmiş bu mutsuz prensese acırlar, Sezar da bunun üzerine ellerinin çözülmesine izin verir ve Arsinoe’yi Efes Artemisionu’na sığınmacı olarak yollar. (5) Burada Arsinoe yi bir rahip “kraliçe gibi karşılar.” (6) Bundan sonraki yedi yıl boyunca Arsinoe, tapınağın sığınağında, yani Efes Artemis Tapmağının 'temeraasünda' (kutsal alan) yaşar.

Artemision’da rahat bir hayatı olur ancak buradan başka bir yere gidemez. Günlerini sığınmacı olarak nasıl geçirdiğini bilmediğimiz gibi eğitimi, öğrenimi, dil bilgisi ve kişiliğine dair bilgimiz de oldukça az. Belki de Arsinoe kendini daha çok astragal oyunuyla oyalamıştır. Tarih yazımıysa bize Marcus Antonius tarafından buyrulan veya kendisi tarafından gerçekleştirilen ölümünü aktarır. (7)

IV. Arsinoe’nirı Efes’teki Mezarı

20. yüzyılın başında Efes’in merkezindeki aşağı Emblos’ta, yani şehrin ana bulvarlarından birinde, formu nedeniyle mezar olarak yorumlanan bir yapı ortaya çıkarılır. Boyutları küçük de olsa, Halikarnassos Mozolesi veya Belevi diye bilinen hanedanlık mezarlarını andıran bir yapı tipine sahiptir. Bu yapının peristasisli ve piramit biçimli bir çatısı vardır, sekizgen bir merkezi yapının içinde 9 x 9 m uzunluğunda kare biçiminde bir diğer yapıdan ve 3,40 m yüksekliğinde bir kaideden meydana gelir. Anıtın yüksekliği 13,5 m’dir. Kısmen kendine has mimari unsurlarına

bakılarak çoğunlukla MÖ 50-20 arasına tarihlenir. Daha sonraları yapının kaide kısmındaki mezar hediyeleri çalınmış, basit mermer bir lahit içinde genç bir kadın iskeletinin bulunduğu mezar odası keşfedilmiştir. Patolojik analizler (8.) iskeletin 17,5 yaşında, beslenme durumu üst tabakadan bir kişiye ait olduğunu işaret eder ama cinsiyeti belirlenemez. incelemelerin ani bir ölümü göstermesine ve daha pek çok noktaya bakılarak gömülen kişi IV. Arsinoe olarak tanımlanır. (9)

Yapının arka kısmında yapılan bir sondaj, MÖ 1. yüzyılın son çeyreğinde inşa edildiğini kesinleştirir (Ladstätter 2000: 373). Bu tarih, G. Plattner’in Efes korinth başlıkları konulu doktora tezinde de onaylanır. (10) Süslemeler ve dekorasyon ayrıntıları yapıyı, Augustus döneminin başından çok Hellenistik dönemin ilerleyen zamanlarına oturtur. Bu durum, Efeslilerin mezarı Arsinoe’nin ölümünden hemen sonra, belki de öldüren kişinin emriyle planlayıp yapımına başladıkları veya mezarın Augustus zamanında yapıldığı konusunu belirsiz kılar.

Sekizgen yapıyı Arsinoe’nin mezarı olarak yorumlamaya neden olan çok sayıda unsur var. En başta yapının yeri dikkat çeker. Şehir içinde, sadece hanedanlık soyundan gelen veya şehre özel hizmetleri bulunmuş kişiler için ayrılan bir konumda. Yapı formu, daha önce söz ettiğimiz gibi hanedan mezarı tipinde. Üçüncü nokta, MÖ 1. yüzyılın ikinci yarısına denk gelen tarihlemedir. Dördüncü olarak yine söz edilen patolojik veriler ve beşinci olarak da Mısır ile bağlantısı açıkça görülebilen dekoratif öğelerin varlığıdır (grifonlar, meşale taşıyıcıları şeklinde yapılmış palmiye yaprağı tarzı sütunları, (11) piramit şeklindeki çatı). Önemli bir diğer son noktaysa yapının İskenderiye’nin dünyaca ünlü deniz feneri Pharos’un orta bölümünü vurgulayan sekizgen biçimidir. Bununla gömülen kişinin geldiği yer dile getirilmek istenmiştir.

Arsinoe’nin kişiliği ve yaşamı ne yazık ki az sayıdaki tarih yazımlarının bize ulaştırdığı dolaylı bilgilerle aktarıldı, bizce alışılmışın dışındaki bu mezar yapısı Arsinoe’ye ve onun kaderine dair binlerce yıldır korunan bir anıt. Mezarın yeri, Arsinoe’nin, antik dönemde Efesliler ve ziyaretçiler tarafından hatırlanmasını ve önem verilmesini sağlamış olmalı. Bugün de üç milyon turist Efes harabelerindeki mezarının yanından geçerken, bilgilendirme panosu ve rehberlerin anlatımlarıyla onu hatırlıyor ve böylece adı da Efes’le bütünleşmiş kaderi de canlı tutuluyor.


Dipnot:,

(1) Plutarchus, vita Antonii 26,4 f.

(2) Flavius Josephus ant. Jud 15,89; Appian civ. 5,9,34; Dio Cassius 42,35; 39,1; 40,1; 42,1; Caesar civ. 3,112,10f.; Caesar, De bello Alexandrino 23,2; 33,2.

(3) Caesar, De bello Alexandrino 23,2; 33,2.

(4) Dio Cassius 39,1; 40,1; 42,1; 42,35.

(5) Dio Cassius 43,19,2.

(6) Flavius Josephus, ant Jud. 15,89.

(7) Flavius Josephus, ant. Jud. 15,89; Dio Cassius 43,19,2.

(8.) Oda mezarın iki nişinin bulunmasında ele geçen iskelet -Keil tarafından Greifswald'a getirilen kafatası dışında- Susi ve Egon Reuer tarafından incelenmiş ve belirlenmiştir, yeni bir analiz Fabian Kanz tarafından yapılmaktadır.

(9) Dazu H. Thür a. O. (dn. 20) 43-56.

(10) G. Plattner, Ephesische Kapitelle des 1. und 2. Jhs. n. Chr. Form und Funktion kaiserzeitlicher Architekturdekoration in Kleinasien (yayımlanmamış doktora tezi 2003) 27.

(11) Oktogon'da bulunan meşale taşıyıcısı olarak yorumlanan her iki palmet yaprağı sütunları Viyana'daki Ephesos Müzesi nde Env. Nr. I 842 ve I 843 altında kayıtlı olarak sergilenmektedir, bunun için krş. W. Oberleitner vd., Funde aus Ephesos und Samothrake, Katalog der Antikensammlung II, 1978, sf. 115.


**Alıntılanan Kitap:

Anadolu'da Kadın; On Bin Yıldır Eş, Anne, Tüccar, Kraliçe

A.Muhibbe Darga (ilk baskı 1972)

Yayına Hazırlayan Emine Çaykara, 2020

Roma Dönemi’nde Efesli Kadınlar

 

Efes Varius Hamamı'ndaki Scholastika Heykeli
Efes Yamaç Ev 2'den Venüs Örekesi

Roma Dönemi’nde Efesli Kadınlar

Elisabeth Trinkl **

Roma antik döneminde hâkim olan babaerkil toplum sistemi ve bunun sonucunda oluşan erkek merkezli tarih yazımı, Imperium Romanum (Roma imparatorluk Dönemi) kadınlarına yönelik bilgi sahibi olmamızı zorlaştırır. Toplumun üst sınıfına ait kadınlara yönelik bilgi edinmemiz yeterince güçken alt sınıfa ait kadınların hayatlarını bir araya getirmek ve tam bir portre oluşturmak çok zor hatta neredeyse imkânsızdır. Efes Metropolü de bu konuda bir istisna değildir. Büyük ölçüde babaerkil geleneğe bağlı kalınarak yazılmış antik kaynakların yanı sıra, arkeolojik kaynaklara bakarak kadınların yaşamını anlamaya çalışalım.

Efesli Kadınların Şehirdeki Görünümleri

Üst sınıfa ait Romalı kadınların kendilerine ait sermayeleri vardı ve ticaret yaparlardı. Özellikle dini fonksiyonlarının varlığı belgelerle oldukça sık karşımıza çıkar. Kimisi politik makamlarda etkin, kimisi de şehir yararına katkıda bulunan vatandaşlar olarak kendilerini gösterir; kadınların mali katkılarını cumhuriyetin son dönemindeki büyük hayırsever listelerinden rahatça anlayabiliriz. (1) Yani düşünüldüğü gibi tamamen arka planda bir hayatları yoktur. Pek çok Romalı kadın görevlerini yerine getirirken müşterileriyle, çalışanlarıyla ve iş ortaklarıyla ilişki içinde olurlardı. Romalı üst sınıf kadınlarının bu kısır ve oldukça basite indirgenmiş resmine Efesli kadınlar da uyar. Efesli kadınlar hakkında özellikle epigrafik kaynaklar ve sikkeler aracılığıyla bilgi sahibi oluruz.(2)

Yazıtlarda adlarına, makam sahibi, baba, eş veya oğul gibi bir erkek akrabayla bağlantılı olmadan sıkça rastlarız. U. Soldan, “Efesli aile içerisindeki ilişki ağında kadınlar yerlerini gayet doğal olarak alırlar” der. Bu sözde alınan bir yer midir yoksa gerçekten böyle midir? Bu sıkça tartışılan konulardan biridir ancak makam sahibi kadınların kendilerine ait mali güçlerinin varlığı, bağımsız bir konum üstlenmelerini de olası kılan bir unsur olarak görülür.(3)

Claudia Trophime (4) ve Tullia (5) kamu içinde aktif rolü olan kadınlardan sadece ikisidir. Tullia, örneğin, servetini her türden hayır işi için kullanmıştır. Ayrıca aynı şekilde Vedier sülalesinde sadece erkekler değil kadınlar da şehrin şekillenmesinde rol oynarlar. Bu gelişim Geç Antik/Hıristiyanlık döneminde de devam eder hatta daha da güçlenir, kadınların maddi yardımıyla restore edilen Varius Hamamı’na heykeli dikilen Mäzenin Scholastikia bunun bir örneğidir. (6)

Dış hayatta üstlendikleri görevlerin dışında, üst sınıfa ait Efesli kadınların özel hayatları içerisinde de yerine getirmeleri gereken pek çok sorumlulukları vardı: Her şeyden önce ev idaresinin 'domina'sı, yani efendisiydiler ve buna bağlı olan her türlü iş onların sorumluluğundaydı. Evin hanımefendisi olarak sorumlulukları 'evlilik görevleri’nin ötesindeydi; sosyal, ailevi ve ekonomik olarak yapılması gereken her şeyi içeriyordu. Üstlendikleri ekonomik görevleri, örneğin sikkeler, mutfak kapları veya envanter tutanakları (7) gibi kısmen arkeolojik buluntularla kanıtlanabilirken, insani ilişkilerini buluntularla tamamlamak mümkün değildir.

Ev içindeki asıl yaşam akışı ve görüntüsüne dair de çok az şey biliyoruz. Efes’te, şehrin en varlıklı muhitlerinden birindeki Yamaç Ev 2 ve diğer buluntu yerlerinde bulunanlar, kullanım sürekliliğindeki kopuşa ve tahribata rağmen, o dönemdeki antik yaşamın bir sürecine ışık tutar. Oturma birimi 5’teki peristilli avluda bulunan ve erken bir onarım evresine ait bir kadın portesi çiziminin (8.) evin hanımına ait olup olmadığını ne yazık ki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.

Neredeyse yok denebilecek kadar az buluntu grubu içinden küçük bir grup, kadınlara ilişkin taşıdığı önem nedeniyle ele alınmalıdır kanımızca. Bunlar sopa biçiminde, küçük (yaklaşık 20-30 cm) kemik objelerdir. Bir ucu tutamak kopçalı olup diğer ucuysa değişik şekillerde olan bu objelerin basit geometrik şekillerden heykelciklere kadar değişik biçimleri bulunur. Çubuğun kendisi, genelde kesme bezemelerle süslüdür. Sopa biçimi görüntüsü ve tutamak kopça gibi öğeleri, eğrilen yünün tutturulduğu veya başka bir eğirme için iplik sopasına sarılan örekelerden alınmıştır.

Efes Yamaç Ev 2’de ele geçen örnekler, zengin yapım tarzları ve yüzeylerindeki yarık ve sivri çizikler nedeniyle işlevsellikleri olmayan süs eşyası olarak değerlendirilebilirler. İpliğin yapımı için, en başta örekeler olmak üzere, iğler ve ağırşaklar gerekir. Ağırşaklar için zengin arkeolojik buluntu vardır ama iğler ve örekeler genelde ağaçtan yapıldıkları için ender olarak günümüze ulaşmışlardır.

Eski zamanlardan beri yünü işlemek evdeki kadınların, özellikle de evin hanımının geleneksel uğraşıydı. Romalı tarihçi Suetonius’un yazdığı gibi, imparatorun evinde dahi Augustus'un giysileri ailesinin kadınları tarafından yapılıyordu (Suet. Aug. 74). Evin hanımı çoğu zaman iplik eğirmese de bunun koordinasyonunu sağlamak ana görevlerinden biriydi. O kadar ki yün işlemesi onun evin hanımefendisi olarak konumunu ve statüsünü karakterize ediyordu. Bu bağlamda sanırım Yamaç Ev 2 ’de bulunan bezemeli örekelerini, kadınların konumunu gösteren sembol ve evin hanımının başarısı olarak yorumlamak yanlış olmaz. Örekelerin bulunduğu ev sahibelerini ne yazık ki tanımamaktayız.

Nekropollerin İzinde Efesli Kadınlar

Şehir içindeki görüntü, şehrin nekropollerine de yansır. Efes her antik kent gibi geniş nekropollerle çevriliydi. Bunlardan biri de MS 3. yüzyılın başında T. Flavius Damianus’un yaptırdığı Damianus-Stoa’sı olarak adlandırılandır. Bu stoayı zengin bir sütunlu galeri çevreler ve Panayırdağı’nın doğu eteklerine doğru yayılır; (9) Damianus bu hayratı karısı Vedia Phaedrina (10) adına yaptırmıştır. Bu geniş nekropoldeki birkaç anıta bakarsak...

Bugün Efes antik kentine girişlerden biri olan Magnesia Kapısı yakınında Cl. Antonia Tatiana’nın mezar evi yer alır. Günümüze kadar korunmuş olan miras belgesi, (11) 'heroon' olarak adlandırılan mezar evininin sahibinin açıkça Cl. Antonia Tatiana olduğunu belirtir, yazıttan anladığımıza göre, akrabası Qu. Ae.Aristides’in kendi mezar evine gömülmesini engelleyen de yine odur. (12) Efes’teki bu lahit ne yazık ki oldukça tahrip olmuştur, ancak Cl. Antonia Tatiana’nın portresini Aphrodisias’ta Bouleuterion’da (Meclis Binası) bulunan bir başka heykelden de tanıyoruz; bu heykele ait yazıtlı kaidede 'euergetis' olarak tanımlanır. (13) Cl. Antonia Tatiana ile hem Efes’te hem de Aphrodisias’ta karşılaşılması Roma üst sınıfına ait kadınların erkek akrabaları gibi Anadolu’daki diğer yerlerle değişik ilişkiler içinde olduklarını ve sadece oturdukları yerle sınırlı kalmadıklarını gösterir.

Diğer bir mezar sahibi kadının ismi, gladyatörler mezarlığı olarak bilinen mezarlıkta, Damianus-Stoa’sının batı uzantısında yer alan bir mezarda karşımıza çıkar, (14) adı Serapias’tır.

Mezarı, kabartmalı basit bir yapıyla kapatılmıştır. Yazıtta sadece mezar sahibinin ismi değil aynı zamanda annesinin adı da yer alır. Achaia, kızı için bu mezarı yaptırmıştır. Her iki isim de baba adları olmaksızın verilmiştir ve her iki kadın da isimlerinden anlaşıldığı üzere köle statüsündedirler.

Gladyatörlerle ailelerine ayrılmış bu mezarlık alanında, Hymnis de kocası gladyatör Palumbus için burada bir mezar yeri almış ve kocasına bir de yazıtlı bir kabartma yaptırmıştır. Bu isimler gladyatör oyunları camiasına uyan isimlerdir. Efesli kadınlardan sosyal statüleri düşük Achaia ve Hymnis’in adını bize ulaştıran bu yazıtlar, birinin kızına diğerinin kocasına yaptırdığı bu mezarlar, bu camia içindeki belli bir zenginliği işaret eder. Bu mezar yapıları Cl. Antonia Tatiana’nın mezar evi veya diğer gösterişli mezar yapılarından farklı olsa da her seviyeden insanın cinsiyetinden bağımsız olarak ölümden sonra ailelerin umumi alanlarda gösterişle temsil edilmesini ne kadar da önemsediğini gösterir.

Arkeolojik kazılarla günümüze ulaşmış ve Damianus-Stoa’sının güney kısmında, galerinin iki payesi arasında tahrip olmadan günümüze ulaşmış bir başka kadın mezarı daha vardır. 6-7 aylık bebeği ile gömülmüş bir hamile kadındır mezarın sahibi ve ismi, lahitin ön yüzünde bugün boş olan 'tabula ansata' içinde yazılıydı. (15) Mezarın içinde pişmiş toprak ve seramik çömleklerin yanı sıra, gömülen kişiye ait takı, ayna ve yün yapımında kullanılan iş takımı, iğ, ağırşak, öreke gibi buluntular karşımıza çıkar. Kendisinin veya ailesinin maddi gücü Damianus Stoası’nda bir lahit yaptırabilecek kadar iyi olan bu kadının mezarına konulan el işi aletler, mesleğe yönelik veriler olarak yorumlanmamalı kanımızca. Bu aletler ölen kişinin özel bir eğilimini gösteriyor ve belki de sembolik bir anlamı içeriyor olmalı.

Gerek Anadolu’daki gerekse tüm Roma İmparatorluğu’ndaki mezar betimlemelerine baktığımızda değişik tarzlarda yapılmış anıtlar üzerinde özellikle öreke ve iğlerin sevilen motifler olarak kullanıldığını görürüz.

Aynı şekilde bu motifler tüm imparatorluk içinde -burada kısaca değinilen 'Damianus-Stoa’sındaki lahit gibi- mezar süslemesinin bir parçası halindedir. (16) Mezar üzerindeki betimlemeler ve mezarda gömünün yanma konulan nesneler, ölen kişinin özelliklerinin ve değerlerinin öteki dünyada göstergesidir: Domina- yani evin hanımefendisi olarak hayatını, görevlerini yerine getirerek yaşamıştır. Bu görevler içinde özellikle evin idaresi, doğum ve çocukların (yasal olanların) yetiştirilmesi gelir. Mezar epigramları daha önce Yamaç Ev 2’deki bezemeli örekeyle benzer şekilde, yün ile kadına ait sosyal görevler arasındaki sıkı bağı belgeler.


Dipnot:

(1) Anadolu’daki kadın beden öğretmenleri için bkz. Cassarico 1982: 117-123; Okland 1994: 199-219; hayırsever listeleri için bkz. Engelmann 2000: 79; Inschriften von Ephesos, 6, Bonn 1980, Nr. 1687.

(2) Rogers 1992: 215-223; Friesen 1995: 107-113; Scherrer 1997: 93-112, özellikle 102 vd.

(3) Nolle, kadınların resmi görevleri devralışını “idare-i maslahat” olarak yorumlar.

(4) Claudia Trophime: Inschriften von Ephesos 4, 1980, Nr. 1062; Knibbe 1981: 124; Merkelbach — Stauber (ed.) 1998: 322 vd.

(5) Inschriften von Ephesos 4, Nr. 1063, Bonn 1980.

(6) Wallinger: Kendi imkânlarıyla semtlerine bir toplantı yeri yaptırdılar.

(7) H. Taeuber, 2002, 93-99.

(8.) Taeuber 1995: 527-529, özellikle 528, Res. 122, 3.

(9) Knibbe-Langmann 1993; Knibbe-Thür 1995; Steskal- Grossschmidt- Heinz-Kanz-Taeuber 2003: 241-273.

(10) Philostrat, vit. soph. 2, 23.

(11) Inschriften von Ephesos 6,1980, Nr. 2121.

(12) Lahitler konusunda bkz. Rudolf 1992.

(13) İnan - Alföldi- Rosenbaum 1979: 213-216 bkz. Res. 138, 2; 140,1-2, 4; Smith 2006: 69-71, Nr. 96 Res. 76 vd.

(14) Pietsch - Trinkl 1995 ve bkz. Knibbe-Thür 1995: 19-48; Kanz-Grossschmidt 2005: 103-123.

(15) Lahit ve mezar evindeki insan kemikleri antropolojik araştırma sonuçları için bkz. Reuer - Fabrizii-Reuer 1993: 43-46; Trinkl 1993: 36-42, özellikle 38-40.

(16) Parmak örekelerinin mezar hediyesi olarak kullanımları için krş. Cremer 1998/1999: 327-332 ve Cremer 1996: 135-144.


** Alıntılanan Kitap:

Anadolu'da Kadın; On Bin Yıldır Eş, Anne, Tüccar, Kraliçe

A.Muhibbe Darga (ilk baskı 1972)

Yayına Hazırlayan Emine Çaykara, 2020

15 Şubat 2025 Cumartesi

Türkçe - Yunanca

 

Yerlileri 'Dağlı Pelasglar' olan 'Arkadia'

Arkadia (Arcadia) Yunanca değil 'Pelasgca'dır. Anlamı ‘dağ boğazı/geçiti’ olan 'Arku/Argıt' sözünden gelir ve Türkçedir. Bu dağlık bölgenin coğrafi yapısı da Türkçedeki anlamına uygun olarak batısında sarp yüksek dağlar varken doğusunda daha alçak dağlar bulunur ve dağlık bölgede geçit bulmak zordur.

"Batı bölgesinde dağlar vahşi, yüksek ve kasvetli. Birbiri üzerine yığılmış küçük çaplı ve verimi az olan vadileri ve ormanlarla kaplı dağları var. Doğu bölgesi ise küçük ama verimli ovaların bulunduğu daha alçak dağlarla çevrili. Bu dağlardan akan dereler kayalardaki doğal yarıklardan akar ve çoğu yerin altında kaybolduktan sonra tekrar yükselir. Bu dağlarda birçok uçurum var ve ulaşım zordur..."

Bölgede adları Erymanthos ile Alpheios olan dağlar ve nehirler var. 

Her iki sözcük de Türkçedir.

İlyada’da Akha ordular listesinde geçen Ankaios oğlu Agapenor bu 'Dağlı Arkadialıların' komutanıdır. Agapenor’a gemileri veren ise Aka Memnon’dur.

“Pelasgların hepsini Danaolar olarak anacağız” derken şaka yapmamışlar ve Strabon’un da dediği gibi ‘barbar’ adlarını muhafaza etmişler. Ya da....


Arkadia = Arku/Argıt

Erymanthos = Eriman, Erman, Arman

Alpheios = Alp

Pelasgca = Türkçe


SB

Turova ve Saka Türkleri 📕

Üç örnek daha;

Alaz -  Ἀλισγέω (ἀlisgéo)
Türkçedir
Beekes'e göre ; "Kökeni bilinmeyen ritüel terimi, 'duman, is'....
'λιγνύς' (lignus) = alevle karışık duman, reçineli maddelerin yakılmasıyla oluşan bulanık ateş. Kökeni belirsiz. Grek-Öncesi."
ve onun "Pre-Greek" demesi "HA olmayan" demektir.


ἀλίσβη  alisbi . ἀπάτη apáti 'aldatma, hilekârlık, dolandırıcılık' (H) <?>
Köken: Bilinmiyor. -σβ- (sb) dizisinin Hint-Avrupa kökenli olması zor.
H. = Hesychius, İskenderiyeli Yunanca sözlük bilimci, MS 5.-6.yy




ἄβαρκυα (ἄbarkya / ἄbar-) = obur, ubır, ubir, upir
#Türkçedir
ἄβαρκυα ἄbarkya - λιπος lipos 'aç' (H.)< GrekÖncesi>
Köken: “Fur:122” kelimeyi ‘παργος pargos’ ‘deli, obur’ kelimesine bağlamaktadır ki bu ikna edici değildir. k-'den sonra -va ile oluşum GrekÖncesi kökenine işaret etmektedir. (Beekes)
λιπος lipos - şişman, yağ
H. = Hesychius, İskenderiyeli Yunanca sözlük bilimci, MS 5.-6.yy

Oysa;
 Beekes'in aksine kelime Türkçe kökenlidir ve 'Fur:122'in kelimeyi obur'a bağlaması da ikna edicidir!
SB



Sabir Rüstemhanlı;

"Bilim alemince bilinen en eski devletlerin dillerinin çoğu, o bölgeye onlardan önce gelmiş olan prototürk dillerinin yerini almışlar. Daha eski kat, Türk diline daha yakındır. Roma-Latin dilinin altında Etrüsk, Yunan dilinin altında Pelask, Sami dillerinin altında Sümer... Eski Elam, Dravit dilleri de aglutinativ dillerdendi ve bizim dile çok yakındılar. Şimdi de İskandinavya’nın altından Türk katı çıkıyor... ve belli oluyor ki, dünya öyle bin yıllardır bizim üstümüze gelmekle, bizim üstümüzü örtmekle uğraşmaktadır... Avrupa bunu itiraf etmek istemiyor... Avrupa Atilla’yı da unutturmaya çalışıyor ve Türkiye’yi bu yüzden de Avrupa Birliği’ne almak istemiyor. Hint-Avrupa hegamonyacılığının görülmemiş bir sahtekârlıkla her şeyi çiğneyerek geçtiği, İran bir yana, Turan’ı da kendisine mal ettiği, Altay, Orta Asya medeniyetlerini de kendi hanesine yazdığı bir dönemde asıl gerçekleri söyleyenler çok azdır."