8 Aralık 2017 Cuma

Kapadokya ancak MS 4.yy'da Hellenleşmeye başlamıştır...



Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni
Georgios Nakracas

Yeni Yunan bibliyografyasının bir bölümü, özellikle aşırı milliyetçi kanadı, bugün bile. Yunan soyunun zaman içinde sürekliliğini ve dolayısıyla Niğde ve Kaisareia (Kayseri) sancaklarından oluşan majör Kapadokya’daki Ortodoks cemaatlerin Hellenliğini de kanıtlamaya çalışmaktadır. "Süreklilik" söylencesi, tarihî kaynaklardaki bilgilerle çelişkiye düşmektedir. Şimdi bu çalışmada Kapadokya’daki Hellen soyunun sürekliliğine ilişkin olabildiğince çok bilgi verilerek, okurların konu üzerinde daha kapsamlı bir görüş elde etmelerine çalışılacaktır.

Majör Kapadokya (Niğde ve Kayseri sancakları), 19. yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlar açısından üniter bir kültürel ve ekonomik bölge oluşturuyordu. Bu bölge, yönetsel bakımdan Konya vilayetine bağlı ve Niğde sancağı olarak bilinen bir batı kesimi ile yönetsel bakımdan Ankara vilayetine bağlı ve Kayseri sancağı olarak bilinen bir doğu kesimine ayrılıyordu.

Sotiriadis, 1912’de Niğde sancağında 230.490 kişilik toplam nüfus içinde 55.518 Rum yaşadığını yazmaktadır; Rumlar, toplam nüfusun %24’ünü oluşturuyorlardı. Anagnostopulu’ya göre Niğde sancağındaki Rum nüfus 4.745 aile ile 1.862 kişiden oluşuyor ve, her aile altı veya yedi üyeli olarak hesap edilirse, yaklaşık olarak 30-40.000 kişiye ulaşıyordu. Niğde sancağı şu yedi kazaya ayrılıyordu: Kuzey kesiminde Arapsun (Arabisos, Gülşehir), Ürgüp (Prokopi) ve Nevşehir (Neapolis) kazaları; batı kesiminde Aksaray kazası ve güneydoğu kesiminde Niğde, Bor (Poros) ve Hamit kazaları. (...)

Kimmer ve Perslerden sonra Anadolu’ya Büyük İskender’in Makedonları geldiler. Ancak onlar Kapadokya’dan geçmedi ve bölgeyi fethetmediler, Kapadokya, İ.Ö. 322’de Perdikas tarafından fethedildi. Perdikas, Kapadokya kralı Ariarathes’i yenerek, ülkenin güney bölümünü Selefkos Krallığına ilhak etti. Hitit, Frig ve İran kökenli bir halk olan Kapadoklar, o döneme dek Yunan kolonizasyonuyla tanışmamışlardı ve Kapadok kültürel kimliklerini Kapadok kralı V. Ariarathes’in hüküm sürdüğü döneme dek -İ.Ö. 163- korudular.

V. Ariaratlıes döneminden sonra kent topluluklarında dilsel Hellenleşme ciddi boyutlara ulaştı. Kırsal kesimdeki topluluklar ise, Kapadok dilini 500 yıl daha korudu ve Hıristiyan dini sayesinde ancak İ.S. 4. yüzyılda tümüyle dilsel Hellenleşme evresine geçtiler. Kapadokya’yı önemli bir Hıristiyanlık merkezine dönüştüren başlıca kişiler arasında Kilise Babaları Aksaraylı Gregorios Nazianzenos ile Kayserili Ayos Basileios sayılabilir.

Osmanlı fethinden 50 yıl sonra, yani 1500 tarihinde, Kayseri kentinde 1.961 Müslüman, 266 Ermeni ve 60 Ortodoks Hıristiyan vardı. Hıristiyan sayısı 1580'e dek neredeyse üç katına çıktı. Osmanlı fethinin bölgede sağladığı siyasî istikrar sayesinde çevredeki köylerden çok sayıda Hıristiyanlar kente dönmeye başlamışlardı.

Georgios Nakracas
Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni

Gregorios Nazianzenos (=Aksaraylı, 4.yy )
Kayserili Ayos Basileios 
[Ayos=Büyük, 4.yy,;Basileios ise  Başil/Elbaşı/Beyi - Tr, Vasileios kelimesi de ondan türetilmiştir.-SB]


*

Tıpkı İstavroz çıkarmayı Türklerden öğrendikleri gibi,
Haçı da 4.yy'dan sonra Hıristiyanlığın sembolü yaptılar...


Murat Adji - Kıpçaklar

Türk Tengri’si demiri sembolleştirdi, Roma’nın Jüpiter’i ise bronzu. Demirin bronz karşısındaki zaferi nasıl mukadderse, Kıpçakların zaferleri de öyle mukadderdi. Roma imparatorluğu, ölüme mahkûmdu; onun mukadderâtı, sâdece zamâna ve Kıpçakların arzûlarına bağlıydı.

... Ermenilerin piskopos Grigoris’i Türklere göndermelerinin tesâdüf olmadığı açıktır. Onlar, belki, Avrupa’da, müstakbel hâdiselerin seyrini sezen yegâne kimselerdir. Bu yüzden, can çekişmekte olandan uzaklaşmaya başladılar; ancak Roma henüz ölmüş değildi.

Genç Ermeni piskopos, işte bunun için Derbent’e gelmişti. O, vaftizi (Türkçe “arı-sil” veya “arı-alkın”) kabûl etti. Onu, üç kere, gümüş haçla kutsanmış suya daldırıp çıkardılar.

Suyla takdis, Tengri dîninin mühim bir törenidir. Dîne girme! Diğer bir deyişle, Türk dünyâsına. Bu bir Altay kaynaklı törendir; çünkü Eski Altay’da, yeni doğmuş çocukları buzlu vaftiz teknesine batırıp çıkarırlardı. İnsan, bu banyodan sonra Sonsuz Mâvi Gök’ün dünyâsına girerdi. (En nihâyet, Çince’de bile “sağlıklı”, “sağlam” mânâsına gelen Türkçe “Türk” sözü buradan geliyor.)

Eski Türklerde bir “arıg” sözü vardı. Bu söz, rûhî/mânevî mânâda “temiz” mânâsına geliyordu. Onlara, ‘kutsal arınma törenini geçen insanlar’ adını veriyorlardı.

Suyla vaftiz, Altay’da ortaya çıktı. Kendisinin fizikî ve rûhî/mânevî temizliğine îtinâ gösteren bir kavimde. Bugün, bunu Hristiyanlara ve başkalarına atfediyorlar ki, hiç de doğru değildir. İlk Hristiyanlarda bu yoktu, olamazdı. Onu, Avrupa’da ancak Kıpçakların gelişlerinden sonra öğrendiler. Bu, inkârı mümkün olmayan bir hakîkattir ki, bunu Hristiyan târihçiler bile gizlemiyorlar. IV. yüzyılda burada, içinde Hristiyanları vaftiz ettikleri havuzlar yapmışlardı.

Bir de, Tengri inancı geleneğinin muhâfaza olunduğu Tibet’te, arı-alkın ve arı-sili törenleri, eskiden olduğu gibi, hâlâ duruyor...

Demek ki, Ermeni piskopos, Tengri dînine giren ilk Avrupalı idi. Böylece açık ruhlu Türkler, Batı ile ittifâka karşı kendi tavırlarını izhar ettiler... Grigoris’i vaftiz ettikleri göl bile biliniyor. O, Kayakent köyü yakınında ve Aci, yâni “haç-gölü” adını taşıyor.

Türk din-adamları, (rûhen!) temizlenmiş olan Grigoris’i Hamrin şehrine gönderdiler ve orada kendisine evrensel ağacın sırrını açtılar. O, Türklerin kutsal metinlerini görmüştü; ki bunlar bugün, bâzı parçalara bakılırsa, Kur’ân’a da girmişlerdir. Ancak, o zaman, sırların açıklanmasından sonra, ona sağ elin iki parmağını –baş ve adsız parmağı- birleştirme izni verdiler. Bu, ilâhî rahatlama işâreti oluyordu.

İki parmağı bu şekilde birleştirme, Doğu’da Gök (Tanrı)’e bağlılık mânâsına geliyordu. Onları alına, göğüse, sol omuza, sağ omuza indirirlerdi... Türkler, bu hareketlerle Gök Tanrı’dan himâye ve iltimas diliyorlardı. (Bu şekilde istavroz çıkaran ilk Hristiyan, yine piskopos Grigoris oldu.)

Hristiyanlar haçın gücünü bilmedikleri gibi, istavroz çıkarmayı da bilmiyorlardı. Bunu da Kıpçaklardan aldılar....




Dikkate alınması gereken Üç dip not!:

1


Basileios = BAŞ-İL ; İL-BAŞI 'dır.
 "Türklərin tarixi yaddaşı oyanır ! Qədimdə boy, budun, el başçılarına Elbəy, Elbaşı (Elbası) da deyərdilər. 
Yunanlar türklərdən eşitdiyi el-bası sanını alıb bas-il (eus) kimi işlədirdi."
Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu/Azerbaycan



"Helenler"in sözlüğüne Basileus olarak giren Türkçe kelime:
"Basil / "Barsil": "Bas"/"Baş" (kafa) + "il" / "el" ("kabile", "halk": "Baş kabile" anlamına gelmektedir "
K.Laypanov, İ.Miziyev - Türk Halklarının Kökeni


Alttaki kitapta açıkca; "Doğudaki Hellenli liderler resmi dökümanlarda 'Basileus' olarak kaydedildiği" ve "Bu liderler aslında halkın değil, toprakların başıdır", yani ülkenin Başı'dır der ! Demek ki, EL-İL BAŞI'dır.


"... Hellenistic rulers in the Orient were always designated in official documents simply as Basileus, without any mention of the people over whom they held sway. They were designated as kings over land and not over people.... Philip II and his predecessors did not use the royal title. Even Alexander at first called himself not Basileus Alexandros, but Alexandros Philippou (son of Philip). Alexander's successors were designated merely Basileus or Basileus Makedonon..."
The Hasmoneans: Ideology, Archaeology, Identity by Regev Eyal


Ancak, bu ünvan ilk kez İskitler için basılan paralarda görülür
"Sariakos, King of Scythia" 
"Çar İskitler"den olan Sarıakos bir Oğuz'dur.
Aynı şey "King ATEAS of Scythia" için de geçerlidir: ATA+İL
 [Çar İskitler: İskitler ve Eski Oğuzların Etno- Dil Özdeşleştirmesi
Zaur Hasanov (Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı)]

Doğu Roma da ise Herakleios ile, yani Latin kültürünü-dilini bırakıp "Grekleşmeye" başladıkları 7.yy'dan sonra 
ancak ünvan olarak kullanılmış ki, ilk kez Leo III paralarında görülür.. 

Konu ile ilgili makale: 
Gods Regents on Earth a Thousand Years of Byzantine İmperial Seals-link


"Although monarchical titles had been avoided in the Latin West, in the Greek East, where republicanism was not as strong, the title basileus (king) was commonly applied to the Roman Emperor. In official documents basileus was more commonly applied to the Persian Shah or the rulers of the Barbarian kingdoms of the west. However, over time basileus came to mean emperor and in 629 Herakleios became the first emperor to use the title in an official capacity. This act is seen as a step in the gradual Hellenization of the empire, although Latin titles would continue to be used on seals and coins for centuries.


Basileus first appears on Byzantine seals in Latinized, plural form (basilis) in the reign of Leo III, almost a century after its adoption by Herakleios. Basileus is primarily a middle Byzantine phenomenon, and is the title used exclusively on the aniconic seals of Iconoclast emperors, typically with the adjective pistos (pious, regularly misspelled in the plural as pisty). Although the modifier Romaion, “of the Romans,” does not appear on the miliaresion until the reign of Leo V, it is present on seals from the beginning of the reign of Leo III. After deposing her son Eirene used the female form, basilissa on her seals. By the mid-tenth century, the title occasionally occurs alongside the title autokrator (possibly on a seal of Constantine VII, as well as one of Basil II). The title does not appear on seals after the reign of Nikephoros III Botaniates (1078–81).



Note: To explain the etymology of "Basileus" like below is Nonsense:
[ from wiki : Basileus : Etymology: The etymology of basileus is unclear. The Mycenaean form was *g?asileus (Linear B: qa-si-re-u), denoting some sort of court official or local chieftain, but not an actual king. Its hypothetical earlier Proto-Greek form would be *g?atileus. Most linguists assume that it is a non-Greek word that was adopted by Bronze Age Greeks from a pre-existing linguistic Pre-Greek substrate of the Eastern Mediterranean. Schindler (1976) argues for an inner-Greek innovation of the -eus inflection type from Indo-European material rather than a Mediterranean loan.]

Because, Basileus-Basil is Turkish of etymology; BASHİL (BAŞİL), means "Head of the Land"






Hatta Ad olarak bile kullanılmıştır. Çünkü, Gregorios Nazianzenos  (Gregory of Nazianzus) ile Kayserili Ayos Basileios (Basil the Great) kardeştir (diğer kardeşleri de Kappadokya Babaları olarak geçer: Gregory of Nyssa) , ve babalarının adı da 'Pontuslu Yaşlı Basil'dir (Basil the Elder). Aile, Roma imparatoru Galerius (MS.3.yy) döneminde Hıristiyanlara yapılan zulüm nedeniyle, Kapadokya'dan Karadeniz bölgesine kaçmıştır.



2
Azerbaycan'dan Elşad Alili der ki: 
"Kapadokya - Khita-Khatai"/Demircilerin ülkesi. "Touran the Khatai" diye geçer kaynaklarda, yani "Turan Khatai" . 
"Asur, Mısır yıllıklarında bu ülkenin ismi KHİTA, KHATA gibi geçer. HATTİ şeklini de hatırlayın. 
Anlamı da "demir" veya "demirciler ülkesi". En eski Ermeni yazıtlarında (İ.S. 5.-6.yy) Kapadokya'nın ismi GMAİR-K, 
yani KİMMERLER gibi geçer."


3
Kapadokya ve Karadeniz'de Hıristiyan Türkler ile
Kilise çatısı altında Ermenileşen veya Hellenleşen Türkler



"Tümülüs tipi mezarların Kimmerler’in etkin olduğu dönemleri içine alan tarihlerde yaygınlaşması da dikkate alınırsa atlı göçebe Türk kavimlerinden Kimmerler’in Orta Anadolu ve dolayısıyla Kapadokya bölgesindeki varlığı 
ve etkinliği kabul edilmelidir."
Kapadokya'da Kimmerler - Hacı Çoban


İskit buluntuları MÖ 4.-3.yy : Kapadokya
Ashmolean ile Louvre müzelerinde





ilgili diğer linkler:
Karadeniz'de Milattan Önce Türkler





Prof. Dr. Semavi Eyice; 
“Bizans adı sonradan yaratılma bir isim. 19’uncu yüzyılda tarihçilerin uydurdukları bir ad. ‘Bizans İmparatorluğu’ 
diye bir isim yoktur ortada.”

SB.