28 Mart 2017 Salı

Efesli İki Doktor - Tıp ve Hemşirelik



Azize Tekla - Efes // Kadın Kam baharı kımız ile selamlarken - Orta Asya
Çanakkale Savaşı 1915 - Hilal-i Ahmet Cemiyeti (Kızılay) Hemşireleri // Rahibe Hemşireler - Amerika 1863







Sağlık hayatımızın en değerli zenginliğidir. İnsanoğlunun var olmasından bu yana tıp her zaman ilerlemiştir ve yeni hastalıklar çıktıkça da kendisini geliştirecektir. Size Efesli Soranos ile Rufus'tan bahsedeceğim. (1) Ama önce kısaca tıp tarihine bir göz atalım.


     Yaklaşık MÖ 4500'lerde Türkmenistan'dan Mezopotamya'ya inen Sumerliler için "Tarih Sumerle Başlar" derler ya, aslında yanlış bir kavram, çünkü tarih onlardan öncede vardı ve buna "Tarih Öncesi Dönem" diyorlar. Arkeolojik kazıların devam ettiğini, henüz bulunamamış yazıtların olduğunu, bulunan yazıtların da  hepsinin çevrilmediğini bilirsek, bunu şimdilik doğru farz edebiliriz. 


     Yazının bulunmasından önceki, yani tarih öncesi döneme gidersek erkeklerin avcı, kadınların ise botanikçi olduğunu görürüz. Kadınlar hangi bitkinin iyi ve yararlı, hangisinin de zararlı ve zehirli olduğunu deneme yanılma yoluyla bulmuştu. Bu bilgiler nesilden nesile aktarılır ve her nesilde bilgiler çoğalırdı. Bu kadınlar hem bitkisel tedaviler yapıyor hem de bazı bitkilerle transa girip gelecek hakkında kehanetlerde bulunuyorlardı. Bu yüzden en güçlü ve ilk şifacılar kadınlardı, daha sonraki dönemin Kamlarıydı (Şaman Türkçe değildir, ayrıca Orta Asya'da erkek kamların kadın giysileriyle tören düzenledikleri biliniyor). Diğer bir değişle tarihin ilk hekimleri ve eczacıları kadınlardır. 


     Sumerlilerin tıpta, astronomide, matematikte ve mitolojide gelecekteki Mısır, Hitit, Yunan gibi birçok medeniyeti etkilediği bir gerçektir. Tedavi uygulamaları MÖ 3000'lerde Mezopotamya'da tapınak rahibelerinin elindeydi. Her türlü hastaya baktıklarından zamanla yetişemez oldular ve ebeliği tapınak dışına çıkardılar. Sonuçta bir kaç pratikle öğrenebilecek bir meslekti. Ataerkil olan Akad ve Asur gibi Sami halkların bölgeyi ele geçirmesiyle, tapınak görevini rahipler aldı. Böylece tapınaklara gelen hastaların tedavisi de rahibelerden rahiplerin eline geçmişti. Diğer yandan zaten tapınak dışında olan ebelik ise kadınlara kalmıştı. Böylece tıp kadınların elinden alınıp, yerine erkekler getirilmişti. Bu aynı zamanda "Anaerkil Töre"den "Ataerkil Töre"sine geçişin de başlangıcıydı. Bu yüzden Hellenistik ve Romalılar döneminde kadın doktorlar çok nadir görülmektedir, çünkü onlara göre "tıp" erkek egemenliğine aittir.  


     Kadınlar ise gizliden veya açıktan, bugün için "alternatif tıp" denilen bitkisel tedavilere devam etmiş ve fakir halkın şifacısı olmuştur. MÖ 4.yy'da Atina'da ebelik yapan Agnodice erkek kıyafetleri giyip anatominin "sözde" babası sayılan Kadıköylü Herophilus'un yanında eğitime başlamıştı. Lakin yakalanıp yargılandı ve ölüm cezası aldı. Fakat kadınların tepkisiyle karşılaşan devlet yöneticileri cezanın uygulamasından vazgeçmek zorunda kalmıştı. MS 1.yy'da "Doğa Tarihi" yazan Pliny'e göre MÖ 1.yy'da yaşamış Elephantis ki Bergamalı Galen'de bahseder, kelliği tedavi etmiş bir ebedir. Yine Pliny'e göre kuduz ve  sıtma ile mücadele eden kadın hekim Laus, güneş yanıklarını tedavi eden Salpe, ebelik ve kürtaj yapan Olympias ve birçok hastalığı tedavi eden Sotira birinci yüzyılda yaşamış, antik dönemin bilinen kadın şifacılarındandır.  


     Başka bir örnekte, Tarsuslu Pavlos'un müridi olan Konyalı Azize Tekla'dır (Thecla). MS 1.yy'da Pavlos'un konuşmalarından etkilenen Tekla ailesini terk ederek kendisini dine verir. Din değiştirdiği için çok tepki almıştır, birçok kere ölüm cezasına çarptırılmasına rağmen her seferinde mucizevi bir şekilde kurtulur ve bu yüzden de Hıristiyanlığın ilk kadın şehidi sayılır.  Bugün Aya Tekla Kilisesi olarak adlandırılan ve MS 4.yy'da yapılan Silifke'deki bir mağarada inzivaya çekilir. Halk onu kutsal bir şifacı olarak ününü duyunca şifa aramak için ziyaret eder. Ruhsal ve fiziksel rahatsızlığı olan hastalar mağaraya yaklaştıklarında şifaya kavuştuklarından dolayı hekimlerin tepkisini çeker. Bu hekimler müşterilerini kaybettikleri için onu bir şekilde ortadan kaldırmak ister, ama Tekla yine kurtulur ve 90 yaşında öldüğü söylenir. Efes'teki Pavlos Mağarası'nın duvarında da Otacı-Şifacı olan Azize Tekla'nın bir freski bulunmaktadır.


Ortaçağ'a geldiğimizde bu kadın şifacılar maalesef politik güç, kilise egemenliği ve erkek baskısı yüzünden cadılıkla suçlanıp yakılmıştı. Ne yazık ki yakılan kadınların %85'i "şifacılık" yaptığı için değil, "büyücülük" yaptığı için cezalandırılmıştı. Kadınlar ancak 19.yy'dan sonra hekimlik yapabilmek için eğitim alabilecek ve daha çok hemşireliğe yönlendirilecekti. Günümüzde dahi hemşireliğe bir kadın mesleği olarak bakılmaktadır. Halbuki bu mesleğin özünde hasta bakıcılığı vardır, doktora yardımcı olmak vardır. Hasta bakıcılığı da doktorlarda olduğu gibi cinsiyet ayrımcılığı yoktur, ama hemşireliğe o gözle bakılmamaktadır. Hıristiyanlık döneminde hasta bakıcılığı görevini genellikle kilisede çalışan rahibeler yaptığı için ve de İngilizcede "hemşire, bacı, kız kardeş" anlamına gelen "sister" denildiğinden, hemşirelik mesleği kadına özgü bir meslek durumuna gelmiştir.



Gelelim Efesli Soranos ile Rufus'a


Roma İmparatorluğu'nun yükselme devrinde yaşayan Soranos varlıklı bir aileden gelmesinin avantajları ile iyi bir eğitim almış ve ünü Efes dışına çıkan bir hekim olmuştur.  Hayatı ile ilgili fazla birşey bilmesek de 4 ciltlik kitap yazmıştır. Latince çevirisini 6.yy. Caelius Aurelianus yapmış olsa da tekrar basımı 1838 ve 1882'i bulacak ve  günümüze parçalar halinde kalacaktır. “Ebelik ve Kadın Hastalıkları”, “Kırıklar, Belirtileri ve Bandajlar” ve “Akut ve Kronik Hastalıklar”  bunlardan üçüdür. 


     Doğum ve çocuk hastalıkları ile ilgilenen Efesli Soranos çocukların sağlığından hastalıklarına, gıdasından banyosuna kadar ayrıntılı notlar almıştır. Annelerin sağlığına önem vermiş, hatta annenin sağlığı tehlikeye girerse ki kürtaj karşıtıdır, kürtajı bile onaylamıştır. Doğum kontrol ve kürtaj Mezopotamya ve Mısır'da biliniyordu, hatta Kleopatra gibi Mısır kraliçeleri de hekimlik yapmıştır. Gebe kalmak istemeyenlere doğum kontrol yöntemleri ile sonlandırmak isteyenlere özel reçeteler hazırlanıyordu. Kadın kendi bedeni üzerinde hak sahibi ise, yani özgür bir kadın ise,  önerilen reçeteler de işe yaramazsa kürtaja başvuruluyordu. Ama onun da kuralları vardı, özellikle de "doğmamışın" korunması için yazılan bu kurallara dikkat edilirdi; Bir, annenin sağlığı tehlike de mi; İki, babalık hakkından dolayı görüşünün alınması; Üç, kürtajlar vahşice yapılmayacak. Bunlar yapılmadığı taktirde yapan da yaptıranda cezalandırılacaklardı. Kürtaj, Hellen ve Roma imparatorluklarında yasak değildi, hatta birçok yazıtta: "…vicdan azabı duyulmamıştır, başarı ile sonuçlanmıştır..” cümlelerine rastlanır. Soranos bu kurallara uyuyor ve gerekli gördüğü taktirde kürtaja onay veriyordu. Kadın doğum ile ilgili birçok aletleri, spekulum, uterus sondası gibi, tarif etmiş, yazdığı "ters doğum" ile ilgili görüşlerini de ancak 15.yy'a gelinildiğinde gerçek anlamda uygulanmıştı.


     Soranos aynı zamanda akıl sağlığına önem vermiş, kendisinin de temsilcisi olduğu "Metodik Okul (MÖ 1.yy-Yöntemsel Okul)" kurucusu Laodikyalı (2) Themison'u eleştirmiştir. Themison akıl hastalarını zincirleyip gıdadan mahrum bırakıyordu, bu yüzden tedavi ettiğinden daha fazla hastayı öldürüyordu. Soranos ise daha akılcı bir şekilde yaklaşılması gerektiğini savunuyordu. Klinik gözlemlemeyle hastaya merhametle yaklaşmanın, hastanın geçmişinin araştırılmasının önemini belirtiyordu. Önerileri bugünkü psikoterapisinde hala kullanılıyor. Raşitizm hastalığının belirtileri ile sözde "tıbbın babası" sayılan MÖ.4.yy'da yaşamış Hipokrates'in biyografisini de yazmıştır.(3) Soranos'un cilt hastalığı yüzünden hayatını kaybettiği varsayılır.




     Bugün Yunanistan'da Efesli Soranos adına iki yılda bir "Soranos Dostluk Ödülü" dağıtılmaktadır. Türkiye'den bu ödülü alan 4 kişi vardır: İhsan Doğramacı (1995),  Erdal İnönü (1999), Doç.Dr. C.Narter [(Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı-Deneysel fetal cerrahi, 2002) ve sadece Narter Soranos’un mesleğine uygun ödül almış görünüyor] ve Zülfü Livanelli (2005).


     Efes'ten diğer hekimimiz ise lakabı "kızıl-sarışın" anlamına gelen "optikçi" Rufus'tur. Efesli Rufus’ta Soranos ile aynı dönemde yaşamış olup, gözün yapısı ile ilgilenmiş, göz lensinden bahsederek ayrıntılamıştır. Lakin, göze gelen ışınlarının lenste kırıldığının belirtilmesi için 16.yüzyılın gelmesi gerekmektedir. Bu yüzden günümüzde fotoğrafçılıkta kullanılan lenslere de onun anısına Rufus adı verilmiştir.


     1600'lere kadar insan anatomisi üzerinde çalışmak yasaktır. Antik dönemde cesetler üzerinde gizlice anatomi çalışmaları yapıldı düşünülür, çünkü MÖ 1.yy'da anatomi çalışmaları yapan Rufus, her ne kadar domuz ve maymunlar üzerinde çalıştıysa da, ayrıntılı bir şekilde anatomi haritası çıkarmıştır. Aynı zamanda hijyene önem vermiş, nabız ile kalp ritmi arasındaki bağlantıyı ortaya çıkarmıştır.  Bir çok hastalığın belirtileri onun tarafından dile getirilmiş olup, "Böbrek ve Mesane Hastalıkları" ile  "Basit Anatomi Kitapçığı" (Elementary Treatise of Anatomy) günümüze kalan kitapları arasındadır. Hayatı hakkında daha fazla bir bilgi yok, ancak Bergamalı Galenos'un dünyaya geldiği sıralarda, yani MS 129'larda öldüğü söylenir.


Efesli Rufus - 17.yy çizimlerinden




     Tüm sağlık çalışanlarının Tıp Bayramı’nı kutlarım...


Sevgilerle,
Semra Bayraktar
KUYETA Ocak/Şubat 109-110
Kuşadası Yerel Tarih Araştırmaları Grubu 

(1) Şahıs ve şehir isimlerinin dillere göre değiştirilmesi karışıklıklar meydana getirdiği için Alexander adını İskender olarak değiştirmeyip orjinalini kullandım. Buna en güzel örnek, Attila'nın Almanlar tarafından Etzel olarak değiştirilmesidir. Halk bunu farklı bir kişilik veya millet olarak görmektedir.
(2) Laodikya antik kenti Denizli'dedir.
(3) MÖ 460-370 yılları arasında yaşamış ve "Tıbbın babası" olarak sunulan Hipokrates tıbbın babası falan değildir, çünkü ondan binlerce yıl önce Sumer, Mısır, Çin gibi "Doğulu"lar tıpta ilerlemiştir. 19.yüzyılda "Batılı"ların kendilerini "üstün ırk" "Doğulu"ları da "aşağı ırk" görmesinden kaynaklanan ve kendilerini Yunan ve Roma medeniyetine bağlamasından doğan bir yanıltma ve bilgi kirliliğidir.  Yani Yunanlılardan önce de tıp yasalarla düzenlenmiştir. Prof.Dr.Şahin Aksoy  Hipokrat'ın tıbbın babası olmadığını söylerken, Prof.Dr.Sait Kapıcıoğlu da "Tıbbın babası Hipokrat değil, MÖ 2980'lerde yaşayan Mısırlı İmhotep'tir" demiştir. Bazı batılı bilimadamları da [Kanadalı hekim Sir William Osler (1849-1919) gibi] bunu yazmıştır. Lakabı "İlaçların Tanrısı" olan İmhotep'in öğretisi yıllarca Hellenler arasında saygı görmüştür, ama sonraki siyasi düşünceler ağır basmış ve zamanla unutulmuştur. Gerçeklerin kabullenilmesi yine yıllar alacaktır.

İmhotep MÖ.2600 - "Tıbbın Babası", MÖ.3.yy örneği,Louvre Müzesi


Kaynaklar:
- Ahmet Acıduman, Işıl Arıtürk, Önder İlgili; Türk Nöroşirürji Dergisi, 2010,Cilt: 20,Sayı: 2 : - Prof.Dr.K.Hüsnü Can Başer: - Die Gynakologie des Soranus von Ephesus: - Saint Antuan Kilisesi-İstanbul : - Prof.Sue Vilhauer Rosser "Women, Science, and Myth" : - Prof.Dr.Sait Kapıcıoğlu makaleleri; Prof. Dr. Recep Akdur "Tıbbi Etik ve Meslek Tarihi";  Prof.Dr.Şahin Aksoy "Tarihte Tıp"



ilgili: