15 Temmuz 2013 Pazartesi

CİHAN FATİHİ CENGİZ-HAN




Onuncu yüzyıldayız...

Uçsuz bucaksız bir ortak pazar , Çin'den Sudan'a, oradan da İspanya'ya uzanıyordu.

Semerkand'ı Kurtuba'ya bağlayan eksen üzerinde insanlar gidip geliyor, mallar dolaşıma giriyordu - düşünceler de....

Kuzey Avrupa bu gidişe uzak kalmıştı. Önce yavaştan, sonra hızla güneye kadyı. Kimleri İspanyanın kuzeyinden aşağılara sarkarken, kimileri doğu AKdenize yöneldi.
Kuzeyin derebeyleri, zincirden boşanırcasına akın ettiler. İtalya'nın denizci devletçikleri ise, daha çok pazar kapmayı gezliyordu.

O gürültü patırtı içinde, Haçlı seferi çapulçuluğa dönüştü. Derebeyleri, vurgunla köşeyi dönmek istediler.

Haçlı seferleri başladığında , Doğu Akdeniz devletleri kargaşa içindeydi. Selçuklu devleti parçalanmıştı. Ardından Bizansla çatışan Haçlılar , kargaşayı oraya taşıdı. Sonra, kutsal topraklarına giden Haçlılar bölündü.

Yerleşik imparatorluktan : Çin, İran, Bizans...bölündükçe bölünüyordu. Göçerler, yerleşik karşısında, kendilerinin dayanışma içinde olduklarını anlayınca, ta Çin'den Fas'a korkunç bir savaş başladı : bozkırın tarlaya, göçebe boyların kentlere saldırısı...

Batı Afrika Murabıtlar, ardından Muvahhitler.

Sahra ile Mağrip arasında görülen bu olay, Orta Asyada çok daha büyük çapta yaşandı. Moğol bozkırından bir Cengiz - Han çıkıverdi.

Başka bir deyişle , Türk alemi birlik arıyordu; bunu Cengiz sundu ona.

Bütün Orta Asya , Yukarı Asya, Kuzey Çin..., tartışmasız Moğollarındı. Novgorod yakınlarında, tüm Rus diyarlarına egemendiler. 1241 'de Polonya, Silezya, Macaristan üzerine yürüdüler. Sonra bıraktılarsa o yerleri, kendileri istediği için, ülke için yönetim kaygılarından.

Her an geri gelebilirlerdi.

Avrupa kıtasında onlara denk bir ordu yoktu. 1231'den bu yana 1279'dan bu yana - doğru dürüst direnebilmiş - Güney Çin bile Moğollarındı artık.

Dinyester Irmağından Japon denizine, Sibirya taygasından Tonkin körfezine - isterseni Basra körfezine deyiniz - onların buyruğundaydı.

Hem korkulan efendiydiler, hem gizemle çevriliydiler.

Moğol bozkırlarına geçmek gerekiyordu. Batı, Mısır, Hind dışında (Kaldı ki, torunlar Hind'i de buyruk altına sokacakları). İranlı tarihçiler boşuna mı "CİHAN FATİHLERİ" demiş onlara...başka ne denebilirdi ?

Moğol destanı kaçınılmaz bir "son"du. Kimsenin gözünün yaşına bakmayan çark döndü. Karşı durulamadı.

Cengiz'in giriştiği savaşların sonu hep belli idi - bir düzeneğin işlemesi gibi. O uçsuz bucaksız fatihler kişiyi şaşırtıyor, insanlığın bir türlü unutamadığı fatihlerin en "mutlu"sudur Cengiz-Han...

Yüzölçümü en büyük toprakları, sayıca en çok ulusu uzaktan buyruğuna aldı. Onun imparatorluğu İskender'inkinden dört-beş kat, Napolyon'unkinden yedi-sekiz kat büyüktü.

"Öyle olağanüstü nitelikleri olmadığını" kendi de söylüyordu. Zorlamadı. Tarihin akışını sezdi, ona uydu.

Tarihte akıncı ırklar mı var ?
Onları bu yola iten, baş koyduran nedir ? Fatihlik onların kanında mı? 

Gobineau gibi düşünenlere sorarsanız, avrupanın yabanları için bu doğru. Leon Cahun da , çok sevdiği Moğolları böyle görür. 1939 'da , Arapların Güneydan Kuzeye akınlarını böylesi bir niteliğe bağlıyan bile çıktı: "Bedeviler , çölün Vikingleri ; Vikingler , denizin Bedevileri" . Tam Cemil Meriç'e yaraşan bir cümle.

Tarihi böyle görmenin güzel bir yanı : kişiyi çoşturması. 

Ne var ki, akınları yapanlar ayrı ırklardan, bunu düşününce, kişi bir duralıyor. 

Heredot'un İskitler için söylediğini, Çinli tarihçiler de söylüyor. Hunların yaşantısı anlatırken, tıpatıp neredeyse. 

Bu kafa avcıları, sürülerinin ardından, arabaları ile göçer, kurulup sökülen yurtları ile konaklar...et yer, süt içerler. Saldırıya uğrayınca toz olur, bekler , ortalık yatışınca bu kez onlar saldırırlar. Irkları ayrı olsa da yaşantıları bir : hepsi çobanlık aşamasında.

Çobanlık belli aralıklarla yaylaya çıkmaktır. Bu da kişiyi göçebe kılar. Bozkır sürüyü semirtir. Göçeri de besler dolayısı ile gün gelir besleyemez olur. Bir açlıktır başlar. Suyu çekilmiş bir kuyudan ötekine koşmak bitip tüketir göçeri, çünkü on yılda bir su kaynakları kurur. Otlar kavrulur, sürüler kırılır. Ölümle burun buruna gelir göçebe. Aç açın halinden anladığı için bir araya gelip ekili topraklara üşüşürler - yoğun kar yağışı sonunda çocukları ölmemek için yapar bunu. Çin yıllıklarını okursanız, on yılda bir yenilenir yağmalar.

Aç kurtaların, tok yerleşiklere göz koyması, kuraklık, bir doğa sorunu olmaktan çıkmış, bir toplum sorununa dönüşmüştür artık.

Yerleşik , her çağda göçerlerin akınına uğradı. Onlara "yaban" dediler. Bu yerleşikler de , kimi gecikerek de olsa , tarımla yaşamaya başlayanlar, coğrafyanın yön vermesiyle, yerleşenlerdir.

Bu gidişin dışında kalan bölgeler tarıma elverişli değildi. Üzerinde yaşayanlar hep çoban kaldı. Orman bölgesindekilerse , avcı - yani bir önceki aşamada- o koşullarda yaşayagelmiş, öyle kalmışlardı. Onlara "yaban" denmesi bundandı. Daha çocuk yaşta geyik kovalamaya başlamış , uçsuz bucaksız bozkırda avını görünmeden kovalayan, usanmadan bekleyen sonra birden saldırıp gözden uzaklaşıveren göçeri kim yenebilirdi ? Umulmadık yerde bitiverir..baskını yaptığı gibi kaçar, yakalayamazsınız.

Ne var ki, bozkırlı da, ormanlı da, nitelikçe daha aşağı değildi öteki insanlardan. Türkler olsun , Moğollar olsun, dngeli , işin kolayını seziveren, o çetin koşullarda yoğrula yoğrula buyurmaya yakın - giderek buyurmaya yetkin- göçerlerdi.

Ergenekon'un o dillere destan mağarasından çıkmışların uygarlıkların topundan daha üstün bir donanımda, askeri açıdan daha düzenli, daha örgütlü olması başka nasıl açıklanabilir ?

Hiçbir önyargı yoktu kafalarında ; her uygarlığa yer vardı. Her yararlı bilgiyi benimseyip uyguluyorlardı.

Uygarlığıa doğuştan adaydılar.

Şunu da unutmayalım : Hiç bir budun, Romalılar bile, onlar gibi hızlı uygarlaşmamıştır.

göçerler akın ettiği yerlerde gelişme duruyor. Moğollardan kurutlan Çin, eski yaratıcılığını uzun süre yakalayamadı. Bir güvensizlik geldi. Ürktü, çekindi, içine kapandı. Bir şey yapmak gelmedi içinden. Geçmişte yapılanları yineledi.

Ya Horasan'da , Afganistan'da yaşananlar...taş üstünde taş kalmamış kentler, ahalisi kılıçtan geçirilmiş, ağaçlar dibinden kesilmiş, su yolları tıkanmış, kuyular doldurulmuş, ambarlar tohumluklar ateşe verilmiş. Yeşerik bir yer kalmışsa çok yakınında yerle bir edilmiş surlar. Ay yüzüne ayak basmış gibi...

Olayları yıl yıl yazanlar : Çinlisi ,Arabi, İranlısı, Latini, Rusu...ağız birliği etmiş gibi. Kıyamet gününden, dünyanın sonundan söz ediyorlar. Yaşanan tarih, bir karabasan gibi çökmüş

Bunlar eksiler...

Bir de artıları var Moğolların, yakıp yıktığı yerlerden yine Moğol yolları geçti.

Kıtalararası büyük yollar, İpek Yolu yeniden açıldı. Kervanlar - Cengiz'in sancağı altında - Kırım'dan Pekin'e güven içinde gidip gelebildiler. Çin İran'a ; Avrasyanın en batısı, en doğusuna bağlandı. Çin resmi, İran resmini tanıdı.

Moğol yönetimi, eksiğini verdi Asya'ya : yollara, düzen , kargaşaya son. Moğol kasırgası duvarları yıkınca, çiçek tozları bahçelerden bahçelere savruldu. Çok önemli bir olay.

Ümit Burnunu geçmek, Amerikayı bulmak gibi önemli...

Moğol fetihleri, İskenderinkine benziyor. Evet , İskender'le Yunan uygarlığı yayılıyordu. Cengiz-Han ise, hiç bir şey yaymıyor, ama her şeye yol açıyordu.

Atilla'nın torunu olan bu yaban, malları ,düşünceleri dolaşıma sokuyordu. Moğol fetihleri bir deprem gibi, Güney - Doğu Asyadan ta Kuzey kutbuna, uygarlıktan , ırkları- binlerce kilometre uzaktan- harmanladı.

İnançlar tanışıyor, düşünceler özgürce dolaşabiliyordu. Uygarlığın böylesine küreselleştiği , o güne değin görülmemişti.


Ne dersiniz !
Bu akınlar, Tarihin akışını bozdu mu ? 
Yoksa beklenen akışı mı getirdi Tarihe ?...




İzzet Tanju,2001
kitabın önsözünden






Okuyacağınız bu kitap yalnızca bir `çeviri` değil. Malzeme yazarın. Cümleler yeni baştan düşünülüp yazıldı. Dede Korkut` dan alınma deyişlerle, sözlerle bezendi. Konuşmalar, yer yer, nazım havasında, şiir havasında verilmeğe çalışıldı. Bu bakımdan aslından ayrılmaktadır.

Romandan destana geçişte bir karınca adımı denebilir.

Çünkü burada anlatılan hikâye, yaşanmış bir İlyada.. yaşanmış, ama yazılmamış; Homeros` u yok.

Cengiz-hanın eşi güzel Börte` nin kaçırılışı, güzel Helena` nınki gibi. Onları kurtarmak için birleşen ordulara eşleri değil, kardeşleri komuta ediyor.. Camuka, Agamemnon gibi.

Börte, Helena` nın erdemlisi. Bir kez kaçırılır; ömür boyu bağlı kalır Cengiz-hana. Helena` nın yatağını paylaştığı erkeklerin sayısı için İlyada yetmez; Yunan tragedyalarını da okumak gerekir.

İlk kez İlyada` da ortaya çıkan büyük günah: bir ölümlünün tanrılarla boy ölçüşmeğe kalkması gibi, Cengiz-han da ömrünün sonlarında ölümsüzlük iksirini arar. Bunun için taoca bir bilgeyi çağırtır.

Hikâyede Binbir Gece` den bir sahne bile bulacaksınız. 
(Arka Kapak)

...


Yüreğim yoğunlaştı
Bedenim darmadağın
Nereye dayanmışım
Ayaklarım nerede ?
Bilmiyor duyularım
Bir yele kapılmışım
Kuru bir yaprak gibi...
Bir sağa uçuyorum
Bir sola dönüyorum
Sonunda bilmez oldum
Yele mi kapılmışım
Yel mi bana kapılmış ...


Lie-zi

.....