31 Ocak 2014 Cuma

TAŞLARDAKİ TÜRKLER






OKUNEV KÜLTÜRÜ, GÜNEŞ KÜLTÜ , 
MÖ.2BİN İLK YARI , 
HAKASYA ULUSAL MÜZE




Türk Yıl Başı (Yeni Yılı) Ulu Günü Çerçevesinde 
Sibirya Türkleri Üzerine Düşünceler


İnsanlık tarihinde kesin olarak ne zamandan itibaren kutlanmaya başlandığı bilinmezse de kesin olan odur ki yılların başlangıçlarının bir şekilde kutlanması kökler olarak çok eski devirlere kadar indiğini söylemek olanaklıdır. Bu kutlama gelenekleri coğrafya ve iklim koşullarına, ayrıca da gelenek ve dünya görüşlerine göre değişiklik göstererek birbirinden farklı zaman ve biçim ve yerlerde yaşatılmaktaydı ve günümüzde de yaşatılmaya devam etmektedir. 



Örneğin özellikle Hıristiyanlık ve onun mezhebine mensup halklar yılın başlangıcını, daha doğrusu yeni yılın gelişini her yılın Aralık ayının sonu ile yeni yılın Ocak ayının başı arasında kutlamaktadır. Kimi halklar ise yeni yılın başlangıcını güzün; Eylül veya Ekim aylarında kutlamaktaydı, ki kimileri günümüzde de kutlamaya devam etmektedir. 



Türklere gelince ise Türklerin ataları çok eski dönemlerden beri yeni yılın başlangıcını baharın gelmesine, hatta daha da kesin olarak bahar mevsiminin gündüz ile gece sürelerinin kendi arasında eşitlenmiş olduğu günde kutlamıştır. Bu gelenek tarihin sisli perdesini yarmayı başarmış ve günümüzde de çoğu Türk soylu halkta tıpkı eski devirlerde ataları gibi coşkulu bir biçimde kutlamaya devam etmekte ve böylece de o kadim geleneği yaşatmayı sürdürmektedir. 



Baharın gelmesiyle uzun kıştan sonra uyanan dünyayla birlikte bitki, hayvan ve insan dünyası yeniden hareketlenmekte, deyim yerindeyse, yeniden canlanmaktadır. Doğanın dirilişini simgeleyen bu dönemde dünyada günümüzde yaşayan Türklüğün ortak ataları karların erimesiyle hayvanlarını çayırlarda daha da çok otlatabilme olanağına kavuşmaktaydı ki günümüzde de bu uygulama sürdürülmektedir. Mevsimlik göçebelik yaşam tarzına sahip olan Türkler için doğanın evrelerine uyumlu yaşamak ayrı bir anlam dünyasının oluşmasına yol açmıştır. Bu anlam dünyasında ise başlangıç noktası olarak yılın başı önemli bir yere sahiptir. 



Burada tarihten örnek vermek gerekirse, eski Türklerin bahar dahil yılın dört mevsiminde belirli zamanlarda kutlamaların yapıldığı söylenebilir. Atalarımızca devletin resmi bayramları düzeyinde kutlanan bu ulu günlerin Çin kaynaklarına da kayıt olarak geçmiş olduğu da bilinmektedir (İnan 2000:97). 



Yine Hunlar tarafından da her yılın başında ayinlerin düzenlendiği Çin kaynaklarınca aktarılmaktadır (İnan 2000:2). Dolayısıyla Yıl Başı bayramının da devletin resmi bayramı olarak kutlandığını söyleyebilmek mümkündür. Buradan hareketle günümüzde çoğu bağımsız Türk devletinde de bu bayramın resmi düzeyde kutlandığını dikkate alırsak önümüzde tarihsel bir bütünlüğün yeniden oluşturulmaya başlanmış olduğundan söz edebiliriz. 



Türk dünyasında kışın bitmesi ve baharın gelmesi gibi dışsal niteliklere sahip bu önemli dönem yeni bir yılın başlangıcı olarak kutlanmaktadır. Geçmişi çok eski dönemlere dayalı bu bayram atalarımız tarafından doğanın evrelerine yönelik iyi gözlemlerin sonucunda elde edilen bilgilerin ışığında kutlanmakta ve bu gelenek günümüzde de Türk dünyasında devam etmektedir.



Konumuz olan Sibirya Türklüğünün Yıl Başı kutlamalarının ise önemlidir. Bilindiği gibi, Sibirya Türkleri inanç olarak eski Türklerin, İslam, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm gibi günümüzde dünya çapında yayılmış dinlerle tanışmalarından çok önceki inancı olan Kamlık veya Tengriliğı yaşatmaktadır. 



Bu bakımdan halen dünya Türklüğünün, içinde bulunduğu çeşitli inançlara bakılmaksızın ortak bir mevsimde ve daha da önemlisi ortak bir tarih olan 21 - 22 Mart’ta kutladığı Yıl Başı bayramı Türk dünyasının kökü atalarına dayalı ortak bir geleneği yansıtan en iyi mirastır. Bu miras bizler için hem Türk dünyası coğrafyasında [ki buna yatay bütünlük denilebilir] hem de geçmiş ve gelecek kuşaklar arasında [dikey] bütünlüğü sağlayan bir köprü işlevini görmektedir. 



Hatta bundan da öte bir birey için Yıl Başı bayramının yaptığı etkinin kişisel düzeyde de yatay bir bütünlüğü sağlayıcı bir etkisinden söz etmek olanaklı gözükmektedir. Çünkü bilindiği gibi insan varlığını maddi ve manevi olarak ikiye ayıran görüş uzun zamandan beri düşünce dünyasında ve özellikle felsefe alanında hakimiyetini sürdürmekte ve başka düşüncelere bırakmamaktadır. 



Ancak son yıllarda insan varlığının aslında iki değil, üç alandan oluştuğundan söz edilmeye başlanmıştır. Ki buna göre, insanın bireysel yatay bütünlüğü, maddi olan vücut, gayri - maddi olan ruh ve bu iki unsurdan bir alaşımı olan bilinç arasındaki bütünlük olarak tezahür etmektedir. Burada önemli nokta ise, tüm bu üç ana unsurun hem bir birine karşı bağımlılık niteliğine sahip olan bir ilişki yumağı içinde bulunmaları hem de kendi aralarında yalnızca etkileme değil, aynı zamanda da etkilenme sürecinin söz konusu olmasından ileri gelmektedir, denilebilir. 



Bu ise Kamlık felsefesine tamamen uygun bir düşünce tarzıdır. Nitekim Kamlık inancı çerçevesindeki dünya görüşü de üst, alt ve orta olmak üzere toplam üç dünya alanını içeren bir düşünce sistemine dayanmaktadır. İşte bu düşünce sisteminde de bu üğç dünyanın her hangi bir önceliği söz konusu olmayıp, aralarında yoğun etkileşim ve karşılıklı bağımlılık ilişkisi mevcuttur. Bu konunun dışında kaldığından bu yönde daha ileri gitmeden esas başlığımız olan Sibirya Türklerindeki Yıl Başı bayramı konusuna geri dönelim.



Bir yılın başlangıcı bahara denk geliyorsa bu yeni yılın 21 Mart tarihindeki karşılanması, Doğudan başlayıp Batıya doğru ilerlediğinden dolayı genel dünya Türklüğünün içerisinde ilk önce Sibirya Türklüğü tarafından gerçekleştirilmekte olduğu söylenebilir. Doğu ise Türklerde her zaman önemli bir yere sahipti, çünkü güneş de doğudan doğar ki dünyanın o yönüne doğu demişler. Nitekim Yıl Başı da o zaman, Sibirya Türklerinin kutlamalarıyla başlamakta ve güneş de Batıya doğru ilerledikçe bu bayram denizdeki dalga gibi tüm Türk coğrafyasına yayılmaktadır. 



Sibirya Türklüğü; Hakaslar, Sahalar, Tıvalar, Altaylar, Tofalar, Dolganlar, Çulım Hakasları, Sibirya Tatarları, Şorlar, ve bölgedeki diğer Türk halklarından meydana gelmektedir. 



Bu halkların arasında Budizm ve Ortodoks Hıristiyanlık yayılmışsa da Kamlık inancı eskiden olduğu gibi günümüzde de önemini korumakta ve özellikle XX. yüz yılın son on yıllarından beri canlanışa başlamış bulunmaktadır. Yerin sınırlılığı nedeniyle burada yalnızca bu Türk halklarından birkaçına Yıl Başı kutlama geleneği çerçevesinde yer verilebilecektir.



Yıl Başı kutlamalarında yakılan ateş de Türklerin arasında çok önemli bir kutsiyet taşıyan bir olgu olarak algılana gelmiştir. Çünkü ateş, güneş ve ayın dünyadaki parçası veya temsilcisi olarak görülmüştür ve böyle olduğuna inanılmıştır. Baharın gelmesiyle başlayan yeni yılda yakılan ateşin arındırma gücüne inanarak düzenlenen ayinlerle insanlar kirlerden psikolojik olarak arınmak adına ateşin gücünü eskiden kullandığı gibi günümüzde de kullanmaya devam etmektedirler. Hatta başka devletlerden gelen elçilik heyetlerinin Türklerce kabul edilmeden önce VI. yüz yıl’da ateş arasından geçirildiği bilinmektedir. Bunun amacı da ateşin temizleyici gücünün etkisiyle dışardan gelen elçilerin kötü niyet ve ruhların bertaraf edilmekti (A. İnan 2000 : 68). 



Ateşe karşı son derece saygılı yaklaşım yaygındı Türklerde. O kadar ki, eski dönemlerde kimi ruhlara karşı bile sert sözler kullanabilirken ateşe karşı bu tür sözlere başvurulmazdı (A. İnan 2000 : 67). 



Bu denli önem ve saygıyla hürmet gösterilen ateş üzerinden baharın gelmesiyle başlayan yeni yılla önemi artan güneş kültüne de değinmekte yarar vardır, çünkü Hunlarda ve Türklerde güneş [kün] kültü önemli bir yere sahip olduğu ve güneş ile aya ayinler düzenlenerek kurbanları sunulduğu bilinmektedir (A. İnan 2000: 3). Eski Türklerde güneş kültüyle ilgili olarak, eski Türk yazıtları da kaynaklık etmektedir (G. G. Kazaçinova ve V. K. Tatarova 1997 : 11). Hatta güneş tamgalarını, Güney Sibirya’da M.Ö. 2000 yıllarına ait dikili taşların üzerinde yaygın olarak görebilmek olanaklıdır. 



Zaten 22 Aralıktan itibaren artışa geçen gündüz süresi 22 Mart’tan itibaren ise gecenin süresini uzunluk bakımından geçmeye başlamaktadır. Dolayısıyla güneşin önemi eski Türklerde, ki onlar Sibirya’da yaşamıştır, anlaşılabilmektedir. 



Ancak bu kültün aslında o kadar da yalın olmadığı da bir gerçektir, çünkü güneşe tapınmanın altında yatan felsefe oldukça derindir. Yani güneşe tapmak yalnızca güneşe gösterilen saygıdan ibaret değildir. Bundan da öte, güneşe tapmak, dünyaya ve evrene bakış sisteminizde güneşi orta yere koymanız ve evreni de dünya merkezli değil, güneş merkezli düşünmeniz demektir. 



Bu ise gerçekten zamanına göre bir devrim niteliğinde sayılabilecek kadar önemli bir noktadır, ki eski Türklerin bu açıdan güneş merkeziyetçiliği bağlamında, dünya mı güneşin etrafında yoksa güneşin mi dünyanın etrafında döndüğü ve genel olarak dünyanın şekli yuvarlak mı konusunda uzun uzadıya tartışmalarda geçirmiş olan Batıdaki düşüncelerden çok daha önceki devirlerde ulaşmış olması kültürümüzün ana direklerinden birini oluşturan gelenek ve inançlarımızın derinliğine işaret etmektedir. 



Oysa o eski dönemlerde dünya merkezli düşüncelere kaptırabilmek çok kolaydı, çünkü güneş her sabah doğudan kalkıp her akşam da batıda batmaktaydı ve bu da insanlara güneşin dünyamızın etrafında döndüğü hissini verebilirdi. 



Sözü edilen bu güneş kültünün kaynaklarının kökleri M.Ö. IV. Bin yılın sonu III. Bin yılın başını kapsayan bir döneme kadar uzanmaktadır. Çağdaş dünyada bulunan arkeolojik harikalardan biri sayılan ve ‘Okunev’ kaya anıtları diye anılan taşlar birçok araştırmacıya göre (örn. Moskova Devlet Üniversitesi’ndeki Tarih Fakültesinde hocalık yapan Hakas Türklerinden Prof. Dr. Leonid Romanoiç Kızlasov ve oğlu tarihçi ve arkeolog Prof. Dr. İgor Leonidoviç Kızlasov) IV. Bin yılın sonu ile III. Bin yılın başını kapsayan döneme aittir. Arkeolojide mevcut bilmecelerden biri olan kaya resimleri (petroglyths), yapı, grafiği bakımından eski Sümer ile Mısır’da yaşamış kabilelerin yaratmış olduğu güneşe benzer güneş yüzü şekillerini içermektedir.



Binlerce kilometre uzaklarında hiç deniz bulunmayan Soyan dağlarının eteklerinde, Hakas bozkırlarında güneş yüzüne benzer şekiller fikri nereden doğmuş olabilir acaba?



Günümüzde tespit edildiği gibi güneş yüzüne benzer şekillerinin semantiği hayatın sonsuz dönüşümü fikrini taşımaktadır. Mısır’da ise bu üzerinden Güneş Tanrısı (Ra)’nın güneş yüzüne benzer şekilde resmedilen Gökteki Nil, Yer üstündeki Nil ve Yeraltındaki Nil fikridir. Sümerler’de ise Güneş Tanrısı (Utu) aynı biçimde Tiamat nehri sularınca Gök üstünden, Yer-altı sulardan kendi dönüşümünü gerçekleştirerek Yeryüzünü dolaşmaktadır.



Bu Mısır ve Sümer resimlerinin semantiğinden yola çıkarak resimlerin izomorfizmi yoluyla semantiklerinin (anlam bilimi kapsamındaki manaların) izomorfizmini (kapalı biçim anlamını) ortaya çıkarmak, yani çözüme kavuşturmak mümkündür. Üstelik, Okunev anıtlarının üzerindeki güneş yüzüne benzer şekillerindeki çizgiler her zaman güneş ışınlarının taca benzer görünümünü meydana getiren daireyi oluşturmaktadır. Böylece Okunev güneş yüzüne benzer şekillerinin ovali, değişmeyen döngünün bütünlüğü ve birlikteliğini simgeler. 



Sümer mitlerine başvurduğumuzda Tiamat nehri kendi içinde kendi zıtlığı olan (Kadimlerin düalizmi) - Apsu adlı koyuluğu barındırmakta olduğunu görürüz. Tiamat ile Apsu birlikte Duku adlı balçık yığınını yaratmaktadır. Ve bu Duku yığınını (Yokur - alacalı) Tiamat’ın ve kocası Apsu’nun oğlu Enlil (Hakasça - Een Çil) ortasından yarmaktadır. Nil, Duku’yu yardıktan sonra üst kısmından Göğü yaratıp, onu Anu (Hakasça - Ayan)’nun hakimiyeti altında bulunan topraklara teslim eder, alt kısmından ise Yeri yaratır ve Enku (Hakasçası - Een Küs)’ya verirmiş. Kendisi ise bu ikisinin arasında hakimiyetini sürdürmeye başlarmış. 



Okunev yüzüne benzer şekillerinin meydana getirdiği oval, içinde yatay çizgilerle üç kısma ayrılırmış.


Gök olarak nitelendirilebilir üst kısımda üç göz çizilmiştir. Orta kısımda burun bulunur (Hava Dünyası - Een Çil). Sümer geleneğince Yerin sahibi olan Enku’ya verilmiş bulunan alt kısımda ise ağız vardır (A. İ. Kotojekov ve G. Tabastayev 2001 : 22 - 21).



Yani görüldüğü gibi Yıl Başı bayramında Sibirya Türklerinden Hakaslarda ve diğer Türklerde saygıyla devam ettirilen bir gelenek olan Güneşe tapınma kültünün kökleri ve tarihsel olarak yaygın oldukları alanlar aslında çok geniş olup, birbirinden oldukça farklı coğrafyaları kapsamaktadır. 



Saha Türklerinde Yıl Başı bayramı “Isıah” bahar mevsiminin sonu olan Mayıs ayında veya yazın ilk ayı olan Haziran’da kutlanmaktadır. Bu kutlamalar esnasında geniş katılımlı şenlikler düzenlenmekte, dualar (algışlar) okunmakta ve süt, kımız ikram edilmektedir. Abdülkadir İnan’a göre bu bayrama Saha Türklerinde ay ve güneş bayramı da denilmekteydi (G. Killi 1999 : 105 - 111). 



İşte buradan da anlaşılabileceği üzere Saha Türklerinin maneviyat yaşamında ay ve güneşin önemli bir yer işgal etmektedir. Bölgenin iklim koşullarına göre sıcakların gelmesi yine tarımcılık açısından takip edilen bir evrenin yeni bir başlangıcını temsil etmektedir. İşte bunun için bu bayrama bu denli yoğun ilgi ve önem verilmiştir.



Saha Türkleri aynı zamanda Türk dünyası coğrafyasında en Kuzeyde yaşayan Türk halklarındandır. Saha Türkleri ile birlikte bu bölgede Türk soylu olan, Türkçe konuşan ve kendileri Haka olarak da bilinen Dolgan Türkleri de yaşamaktadır. 



Haritaya baktığımızda Türk dünyasında bir çok yerinde kutlanan Yıl Başı bayramının bu bölgede yaşayan Türkler tarafından da kutlanması, bu geleneğin ne denli derin ve yaygın olduğunu gösterir niteliktedir, aslında. Üstelik, Saha Türklerinin Asya kıtasının ortasından, daha doğrusu Güney Sibirya ve Kuzey Moğolistan bölgesinden ayrılan ilk Türklerden olduğu da hesaba katıldığında bu bayramın halen de kutlanması son derece önemli ve anlamlı olduğu, şüphe götürmemektedir. 



Tıva Türkleri ise Yıl Başını, Doğu uygarlığından gelen Budizm inancına göre “Şagaa” olarak kutlamaktadır. Şagaa, Tıva Türklerinin Ay takvimine göre sabit bir tarihi olmasa bile Ocak sonu ile Şubat’ın sonu gibi bir zamanın içerisinde kutladıkları bir Yıl Başı bayramıdır. Bu bayram, yeni Ay’ın hiç kimsenin daha görmediği, ancak buna rağmen herkesçe mutlaka doğacağı bilindiği bir sabah vaktinde düzenlenmektedir. 



Tıva Yılbaşı bayramı, sabitleşmiş bir düzenlenme tarihine sahip olmadığından kutlama tarihleri açısından kayabilmektedir. Ancak yine de kaymasının uç sınırları bellidir. Bunlar: Ocak ayının sonu ile Şubat ayının sonu arasında yer alan süre zarfıdır. İşte Şagaa’nın kutlanması da, Ay’ın durumunda meydana gelen değişikliklere bağlı olarak bu sürelerin içerisinde bir tarihte gerçekleştirilmektedir. 



Şagaa, Tıva’da en önemli bayramlardan biri olup yılda bir defa Ay’ın hareketine göre kutlanması belirlenen bir bayramdır. Kutlama biçimi de diğer bayramlarda olduğu gibi milli oyun, dans, spor müsabakaları ve şarkılarla eşlik edilmektedir. İki gün süren Tıva ulusal Şagaa bayramında insanlar toplu dualar okur ve tapınır.



Yıl Başı olduğu için ve yeni yıla da yenilenmiş ve arılanmış olarak başlanması gerektiğine dair yaygın bir inanç olduğu nedeniyle bu bayramdan önce insanlar genel bir temizlik eder. Evler, giysiler, evlerin dışarısı, kısaca her yerde temizlik yapılır. Eski artık işe yaramaz eşyalar ve çöpler ateşte yakılır. Tapınaklarda da buna benzer bayram öncesi hazırlıklar yapılır.



Kısaca, Şagaa öncesinde bayram için hazırlıklar yapılır; bayram esnasında diğerlerine takdim edilmek üzere hediyeler alınır. Bunun yanı sıra bayram günlerinde herkes birbirine konuk olarak gittiği için bol miktarda yemekler hazırlanır. Bu kutlu günlerde konuk gelen insanlar hiçbir ikrama hayır diyememektedir. Dolayısıyla herkes konuklarını en iyi şekilde ağırlamak için uğraş ve çaba verir. 



Bununla birlikte tam Yılbaşı gecesi başlamadan önce evin çatısında insan yumruğu büyüklüğünde üç adet kar topu konulurdu. Bunun amacı, bu gece tüm köyleri üç defa atıyla gezen Dolaan Tanrısı, atının susamışlığını giderebilmesine yardımcı olmaktır. 



Ay-Güneş takvimine göre Şagaa baharın başlamasını simgelediği için bu bayram esnasında insanlar geleceğe yönelik yeni umut ve dileklerde bulunmaktadır. 



Günümüzde Tıva Cumhuriyeti’nde Şagaa bayramı resmi tatil günleri olarak kutlanmaktadır. Bu Yılbaşı bayramı tüm ülke çapında kutlanmakta olup çok geniş bir katılımla düzenlenmektedir. Burada ilginç bir noktaya değinmek gerekir; Şagaa bayramının sabahında güneşi karşılayan Budistlerin yanı sıra Şamanlar da çeşitli ayinler yaparak yeni yılın ilk ışıklarını selamlamaktadır. 



Yani, Tıva’daki Şamanlık ile Budizm yan yana hoşgörülü bir biçimde varlıklarını sürdürmektedir. (M. V. Monguş 2001 : 141 - 145). Aslında bu, yeni yıl öncesi arınma inanç ve uygulamasının diğer Sibirya Türkleri için de genel olarak sürdürülen bir gelenek olduğunu söylemek mümkündür.



Hakas Türklerinde ise Yıl Başı bayramı “Çıl Pazı” bayramı olarak kutlanmaktadır. Hakas Türkleri coğrafya ve iklim koşulları bakımından Saha Türklerine nazaran çok daha ılıman bölgede oturduklarından olsa gerek yeni yılın başlangıcını göreli olarak çok daha erken, ancak Tıva Türklerine göre göreli biraz daha geç, yani 21 - 22 Mart tarihinde kutlamaktadır. 



Aslında Saha Türklerine benzer bir bayram olarak ilk süt ve ayran bayramı olan “Tun payramı” Hakaslarda da Isıah gibi Haziran ayının başında kutlanmaktadır. Ama 21 Mart’ta kutlanan Yıl Başı bayramı, dünyamızın güneşin etrafında yörüngesi dahilindeki hareketine göre çok daha isabetli bir kutlama olduğu ve Türk dünyasının büyük bir çoğunluğuyla bir bütünlük içerisinde kutlandığı söylenebilir. 



Bu bayramda okunan algış (dua) ların çoğu barışın sürmesi, ata ruhlarının saygıyla anılması, neslin devam etmesi, ruhların halkı koruması, malların bol ve tok olması, doğanın uyanması, güçlenmesi ve halkın mutlu ve kutlu olmasına yöneliktir. Nitekim, günümüzde de daha önceki devirlerde olduğu gibi Çıl Pazı bayramında Hakas elinde Yıl Başı 



“(...) alın ideebis pala passın! [ön eteğimiz çocuklarla dolsun!], 

kizin ideebis mal passın! [arka eteğimiz malla dolsun!], 
(...) üzilbes tamır üçün Çıl pazı kildi! [kesilmez damar üçün Yıl Başı geldi!],
ürebes çurt üçün Çıl Pazı çitti! [yok olmaz yurt üçün Yıl Başı yetti!], 
(...) tağa, suğa küs kirzin! [dağa, suya güç girsin!]” sözleriyle karşılanmaktadır. 


Yıl Başında Hakas Türkleri tarafından okunan bir algış’ın (dua) örneği:


Ay arazı ayni polzın,Kün honarı künni polzın!

Çonğa çurtirge çurt üçün!Malğa ottirge çurt üçün!
Çıl Pazın udurlanar!
Otıs tistig Ot İne ötig çalıñnañ açıhçaHırıh tistig Ot İne hayrallazın çonıbıstıOt İneni, aarlap-alğıstap, Hıs İneni azırap-alastap,Uluğlap piriñer!
Ayna - çiktin çabalın arığla, Ot İne!Tın pasçathan ağırığnı çoh idibis, Ot İne!Ah sağıstı, pikte!
Hara pas çonıbıstı hayralla!Sooh hıshı toozıldı!
Çir - suğ eeleri çirge aylança.Olarnı udurlap, oor tutçabıs alğıstap!
At uliinca altın siree timnep saldıbıs!
Aynıñ naazı altın siree timnep saldıbıs!Öörkilerni azırap, oor tutçabıs algıstap!
Hara çirge ot össin!Hatığ ağasha pür sıhsın!Tashıl pazı soyılzın!
Talay pazı sizilzin!Sın tağnıñ altın halhazı azılzın!
Ağın çullar tirilip tolğalzın!
Halın tayğa kögerzin!Tuyğahtığ mal kistezin!
Süttig mal soolbazın!
Üzilbes tamır üçün!Ürebes çurt üçün!Oor tutçabıs alğıstap,Alın ideebis pala passın!Kizin ideebis mal passın!
Oorıbıs Ah tashılğa çitsin,Naniibis öörkilerge çitsin!Üzilbes tamır üçün!Ürebes çurt üçün!Alın ideebis pala passın!
Kizin ideebis mal passın!Uluğ talay ushanzın!Tağa, suğa küs kirzin!Hara pasha ülcey kilep!Hadarğanğa hayral kilep!
Hara pas çonım köglig polzın,Arğal çonıma oñ polzın! 


Ay arası ayın ki olsun, Güneşin konarı güneşin ki olsun.

Ulusun yaşayacağı yurt için [adına]! 
Malın otlayacağı yurt için [adına]!
Yıl Başını karşılayın! 
Otuz dişli Od Ana canlı alevle yanıyor,Kırk dişli Od Ana korusun ulusumuzu Od Anaya sayıp, minnettarlıklar sunup,Kız Anayı besleyip, tütsüleyip, Hürmet gösteriniz!
Şeytan ve iblisin yamanlığını arıla [temizle], Od Ana!
Ruhumuzu basan hastalığı yok et Od Ana!
Ak düşünceyi pekiştir! 
Kara başlı ulusumu koru! Soğuk kış bitti!
Yer - Su iyeleri [sahip ruhları] yere geri dönüyor,Onları karşılayıp, buğu tutmaktayız, minnettarlığı sunarak!
At boyunda altın masa hazırlayıp kurduk! 
Ayın yenisi gibi altın masa hazırlayıp kurduk!
Yukarıdakileri besleyip,buğu tutuyoruz, minnettarlığı sunarak! 
Kara yere ot büyüsün!
Katı ağaçta yaprak çıksın!
Ak karlı dağ zirvesi soyulsun [erisin ve açılsın]!
Denizin doruğu çözülsün!
Sıra dağın altın kapısı açılsın!
Akın sular dirilip kaynasın ve yuvarlansın!
Kalın tayga [dağlık ormanlık bölgeler] göğersin [yeşersin]!
Toynaklı mal kişnesin!
Sütlü malın soyu tükenmesin!
Bitmez damar için [adına]!
Sönmez yurt için [adına]!
Buğu tutuyoruz, minnettarlığı sunarak, 
Ön eteğimize bala [çocuk] dosun!
Arka eteğimize mal dolsun!
Buğumuz ak karlı dağ zirvelerine yetsin,Serptiğimi [süt] yukarıdakilere yetsin [ulaşsın]!
Bitmez damar için [adına]!
Sönmez yurt için [adına]!
Ön eteğimize bala [çocuk] dolsun!
Arka eteğimize mal dolsun!
Ulu deniz uyansın!
Dağa, suya güç girsin!
Kara başa mutluluk dileyip!
Koruyana mükafat dileyip!
Kara baş ulusum mutlu, kutlu ve ezgili olsun!
Çalışkan emekçi ulusuma uğurlar olsun!


Bu arada algış (toplu dua okuma) veyahut ta alkış geleneği yalnızca Sibirya Türklüğünde mevcut olmakla kalmayıp bu geleneğin Anadolu Türklüğünde de eski devirlerde yaşatıldığı bilinmektedir. Hatta bu gelenek aynı kavram altında, yani “alkış” adı altında yaşatılmaktaydı o eski devirlerde. 



Daha da somut bir örnek ile bu benzerliği açabilmek amacıyla Osmanlı dönemindeki uygulamadan söz edilebilir. Osmanlı döneminde padişahlara yönelik olarak düzenlenen büyük boyuttaki törenler esnasında esas işlev ve görevleri haykırarak “alkış tutmak” olan ve “”alkış çavuşu” adı altında bilinen çok sayıdaki görevli padişahı karşılarken hepsi aynı anda padişaha yönelik olarak haykırmaya başlar, ardından Türkçe olarak oldukça uzun dualar okur ve bu “alkış tutma” merasimi Tanrının padişaha yardımcı olması dileğiyle sona erdirilirdi. 



Bu alkış geleneği Osmanlı İmparatorluğu döneminde en son kez, o dönemin Osmanlı Sultanı Vahideddin’in döneminin son kısmında, daha doğrusu 10 Kasım 1922 tarihinde yerine getirilerek son bulmuş ve o günden sonra da tarihe karışmıştır (T. Yılmaz 2004 : 23). 



İşte bu örnek aslında çok önemli bir örnektir, çünkü bu örnek bize alkış geleneğinin aslında Osmanlı Türklerinin Orta Asya’dan ayrılalı aradan yüz yılların geçmiş olmasına rağmen bu geleneği yaşattığını ve böylece de ata yurtlarıyla ve dolayısıyla da kendi atalarıyla maneviyat alanındaki bağlarını ve bütünlük köprülerini sağlam tuttuklarını gösterir niteliktedir. 



Ayrıca bu geleneğin aynı kavram altında Anadolu Türkleri tarafından XX. yüz yıla kadar yaşatılmış olması, bu konuda son sözü dilbilimcilerin ve tarihçilerin söyleyeceğinden ötürü kesin olmamakla birlikte, dua anlamındaki algış ile Osmanlı döneminde kullanılan ve esnasında dualar okunan alkış arasındaki anlam bakımından benzerlik ve yakınlık konusunda en azından düşünmeye sevk edecek düzeyde etkili olabilecek gibi gelmektedir. 



Hakas Türklerinde ve genel olarak Türk dünyasının çoğu yerinde kutlanan bu Yıl Başı bayramı, daha önce de ifade edildiği gibi, 31 Aralık - 01 Ocak arası kutlanan Yeni Yıl bayramından farklı olarak doğadaki mevsim silsilesiyle tam bir uyum içerisinde bulunan bir gelenektir. Ki bu bayram, yine 31 Aralık’ta kutlanan Yıl Başı bayramından farklı olarak yalnızca insanlar tarafından kutlanmamakta. 



Türk Yıl Başı bayramı, hem insan, hem hayvan hem de bitki dünyasında kutlanan bir bayramdır. Uykudaki hayvanlardan ilkin yılan doğadaki değişikliğe işaret edercesine bu konuda öncülük etmektedir. Nitekim Hakas Türklerinde “Çıl Pazı aylan kildi, çılan pazı ködirildi” (Yıl Başı geri döndü, yılanın başı kalktı) gibi bir deyim de ardır. 



Aynı zamanda yılan yine eski “giyimini” ininde bırakan ve yeni yıla “yeni giysiler” ile girdiği bilinmektedir.



Yıl Başı sabahını ve bu sabahı getiren güneşin ilk ışınları olan “altın sus”lar, yani altın ışınları karşılayan insanın çok mutlu olacağına inanılmaktadır, çünkü böylece insanın çok miktarda olumlu enerjiyi çekebileceği düşünülmektedir. 



Bu inancın altına da bilimsel bir açıdan bakacak olursak, bilim adamlarının bahar eşitliğinde güneşteki patlama aktivitesinin doruğa ulaştığını hesaplamış olduklarını da belirtebiliriz. Güneşteki bu hareketlilik, yüz binlerce kilometre uzunluğundaki kocaman plazm oluşumlarının meydana çıkardığı patlamalardan kaynaklanmaktadır. 



Protuberolar olarak da bilinen bu hareketlilik, Güneş diskinin üzerinde koyu ipler, diskin kenarında ise, yanan ve parlayan bulutlar şeklinde görülmektedir (S.E.S. 1988 : 1073). Bu dönemde Güneş ışınlanmasından kaynaklanan protuberanik enerjinin doruk düzeye ulaştığı ancak son dönemlerde tespit edilmiş, oysa atalarımız eski Türkler bunun bilimsel bir açıklamasını ortaya koymamış olsalar dahi buna ilişkin farkındalığı tarihin çok eski dönemlerinde bile sergilemiş oldukları ileri sürülebilir (T.B. Davletov 2001 : 42 - 51). 



Hakas Türklerinin geleneksel bir inancı olan Kamlık’ta yaşam sonsuz bir gelişme süreci olarak algılanmakta (N. F. Katanov Hakas Devlet Üniversitesinde hocalık yapan Hakas Türklerinden felsefe alanında Prof. Dr. L. Anjiganova’ya göre) ve bu sonsuz yaşamın içerisinde hayat ile ölüm, birbirini izleyen değişim ikilemi yer almaktadır. Hayat, daha doğrusu doğum ile ölümün yer aldığı bu dualistik süreç Kamlıkta olduğu gibi insanların günlük yaşamında doğanın uyanışı olan bahar ile doğanın uykuya daldığı güz arasında her yıl yaşanan değişim ya da dönüşüm biçiminde yaşanmaktadır. 



Ancak Kamlık inancındaki bu dualist süreç Batıdaki dikotomi olarak algılanmamalıdır, çünkü Kamlık inancındaki bu dualist sürecin iki yanını oluşturan unsurlar aslında bir birlikteliği oluşturmakta ve bunların arasında rekabetten ziyade karşılıklı bağımlılık söz konusu olmaktadır. Yani, başka bir ifadeyle, Kamlık dualist sürecinde zıtlık değil, birliktelik ve karşılıklı tamamlayıcılık ve bağımlılıktır. 



Öbür taraftan bu sürece geleneksel bir toplumdaki insanlar tarafından çok daha kısa zamanda da her gün tanık olunmaktadır, bu da her sabah güneşin doğması ve her akşam da batışıdır. Yani doğuş ve ölüş kavramları bu örnekte insanların günlük yaşamında da her zaman mevcut olan hususlar, tıpkı söz konusu insanların yaşadığı toplumda zaman zaman insanların dünyaya gelişi ile insanların bu dünyadan ayrılışı gibi durumların yaşandığı ve kaçınılmazlığı da tam olarak anlaşıldığı gibi. 



Şimdi ölüm ve doğum kavramları bu denli önemli olduğu için Kamlıkta doğanın uyanmaya başlaması ve doğumun ön plana çıkması anlamına gelen, 21 Mart’ta kutlanan Yıl Başı bayramının kutlandığı gibi Kamlıktaki ayinler her iki süreci, yani hem doğumu hem de ölümü kapsayacak biçimde gerçekleştirilmektedir. 



Bu yüzden 21 Mart tarihinde ayinler ilk güneşi karşılama adına sabah erken saatlerinden hazırlıklar ve ayinler yapılmaya başlanır. Hatta bir önceki akşamdan, yani Güneşin batımı ile başlanan ayinlere sabah ilk güneş ışınlara dek sürmektedir. 



Kamlık’ta güzün gelmesi dünyadaki ruhların dünyadan ayrılmaya başlaması, baharın gelmesi ise o ruhların ve yaşamın dünyaya geri dönmesi anlamına gelmektedir. 



İşte anlatılanlardan hareketle Hakas kamlığında, örneğin Hıristiyanlıktan farklı olarak dünyanın nihai sonu gibi kavramın olmadığı gibi yaşam sonsuzluğu, ancak bu süreçte doğum ile ölümün değişimi üzerine kurulu olduğu söylenebilir. Yani, yaşamın sonsuzluğu, iyiliğin üstünlüğü ya da başka bir ifadeyle olumlu düşünme kavramı (positive thought concept) Kamlıkta o kadar güçlüdür ki bu insanların düşüncenin arılığı biçiminde kendini günlük yaşama sokmuştur:



İyiyi düşünürsen iyiliğe varırsın,

Kötüyü düşündüğünde ise kötülüğe maruz kalırsın!


Ancak iyiliğin üstünlüğü yer alsa dahi Kamlık inancında kötülüğün de kendine has işlevleri vardır. Ayrıca kötülük de en az iyilik kadar önemlidir. Çünkü aksi halde kötülük hiç yer almazdı bu dünyada ve dünyamızın her köşesinde yalnızca iyilik mevcut olur idi, bu durumda. İşte bu durumda tanımlama gibi bir sorun da karşımıza çıkmış bulunmaktadır, çünkü bu durumda, iyilik kavramının tanımlanması başlı başına bir sorun haline gelmiş oluyor. 



Nitekim, yalnızca kötülüğün varlığının devam ettiği sürece, iyilik kavramı içeriği itibariyle kendi tanım belirginliğini koruyabilecektir, denilebilir. Hani, her şey kendi tanımını kendi zıddıyla elde eder gibi bir özlü deyişte olduğu gibi, kötülük var olduğu sürece yalnızca, insanlar iyilikten söz edebilir, veyahut ta iyilik olgusunun evrende kendi varlığını devam ettirdiği süre zarfında ancak, insanlar kötülükten söz edebilirler. 



Bu bakımdan, bu iki kavram aslında göreceli olduğundan, birbirine karşılıklı olarak bağımlıdır, denilebilir. Bunların arasındaki ilişkiye bir örnek vermek gerekirse, artı ve eksi elektronların bize, giderek daha da çok ihtiyaç duyduğumuz ve bağımlı hale geldiğimiz ışığı verdiğini düşünelim. Çünkü lambadaki ışık, yalnızca elektriğin içinde hem artı hem de eksi elektronların bulunmasının sayesinde var olabilmektedir. İşte bu da iyilik ve kötülük, olumluluk ve olumsuzluk arasındaki ilişkiyi, sanırım, en iyi biçimde açıklayan örnektir.



Bununla birlikte Güneşin doğumu aynı zamanda dünyanın Doğusu anlamına gelmektedir. Doğu ise Hakas kamlığında, daha doğrusu kamlık dünya görüşünde ön tarafı, yeni günün başlangıcı, yaşamın başlangıcı ve gelecek anlamına gelirken, güneşin battığı yön olan Batı ise güz, sönüş, hayatın ikinci yarısı ve en önemlisi de ataların dünyası olarak algılanmaktaydı. Buradan ise her güneş doğumu ile güneşin batımı vaktinde Kam ayinlerinin neden düzenlendiğini ve neden özellikle günün bu zamanlarına önem verildiği anlaşılabilir.



Bunun dışında Saha, Hakas, Tıva Türklerinde kutlanan Yıl Başı bayramlarında eski dargınlıklar affedilir, herkes barışır ve küskünlükler unutulur. 



Yeni umutlar adına, günümüzde de hem Orta Asya’da hem de Küçük Asya’da devam eden bir gelenek olan çaput bağlama merasimi düzenlenmekte, sorunlar ise kara bir çaput üzerinde bir düğüm içine hapsedilerek ateşin temizleyici gücüne teslim edilmektedir. 



Yani görüldüğü gibi Yıl Başı bayramı geleneği Türk toplumlarında eskiden beri bütünleştirmeyi pekiştirme gibi önemli bir işleve de sahip olduğunu söylemek olanaklıdır. Bu bütünleştirici işlevin hatta yalnızca iç planda değil, aynı zamanda dış düzlemde Türk toplumlarının arasında ortaklığı pekiştirme bakımından da önemli olduğunun altını çizmekte yarar vardır.



Timur B. Davletov

Hakas Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Türkiye Temsilcisi 












































KOÇ - HAKASYA

KOÇ - TUNCELİ


HAKASYA'DA "ÇOCUK MENHİR"

Yerel halkın ağzıyla "Çocuk Menhir"
Uybat Nehri Taş heykeller ve steller
Okunevskaya kültür koleksiyonu











Stones with Okunev's culture petroglyph 
(first half of 2nd millennium BC) 
in the National museum of Republic of Khakassia (HAKASYA)


Its main exhibit is a rock with petroglyphs made by the people of pre-historic culture of Okunevskaya (Okunev's culture) 
The people of Okunevskaya culture, left petroglyphs of the first period, were Bronze Age nomads and lived in the 2nd millenium B.C.E. The second period includes late drawings and begins in the 17th century. About 120 thousands petroglyphs of different epochs have been survived in the Republic of Khakassia. Okunev Culture (Russian: Окуневская культура) in Minusinsk Hollow of southern Siberia.



HAKASYA, A TURKiSH TRiBE



*Okunev anıtlarının üzerindeki güneş yüzüne benzer şekillerindeki çizgiler her zaman güneş ışınlarının taca benzer görünümünü meydana getiren daireyi oluşturmaktadır. Böylece Okunev güneş yüzüne benzer şekillerinin ovali, değişmeyen döngünün bütünlüğü ve birlikteliğini simgeler.


(Türk Yıl Başı (Yeni Yılı) Ulu Günü Çerçevesinde Sibirya Türkleri Üzerine Düşünceler)


*1961 yılında Leningrad (Sankt-Petersburg) ekspedisyonu tarafından Yenisey nehrinin sol kenarındaki Sarıagaş köyü yanında bundan 4000 yıl önce insanların yaşadığı iskan yerleri belirtildi. Mezarlar araştırıldığında onlardaki insan kemiklerinin "Okunev Kültürü”ne ait olduğu ortaya çıktı. 


Mezkur kültür yadigârlıklarını araştıranlar tarafından "Okunev Kültürü”ne mensup insanların Güney Sibirya’ya nereden geldikleri hakkında kesin fikir söylenmemiştir. Mezarlardaki ölüler ise malum derecede Moğol tipine mensup insanlara ait sayılıyor. Onların kafasına uzun kalpak giydirilmiş ve yanlarına Şaman dinine benzer herhangi bir dinsel inancı andıran kadın heykeli konulmuştur. 


Ayrıca, araştırıcılarının fikrine göre, bu heykelciklerin siması Saka ve Hunların yüz biçimini hatırlatıyor. Bununla beraber, "Okunev Kültürü”ne mensup insanların, "Afanasev Kültürü”ne bağlı insanları mezkur bölgeden oynattığı söyleniliyor.


*Okunev kültürün yaratıcıları bölgenin yerel haklarıdır. Bu kültür ile birlikte adeta yerli halk batıdan gelenlere karşı yeniden öne geçmiştir. Kurt, ayı ve geyik gibi hayvanların dişlerinin tılsımlı güçleri olduğu düşünülerek bunlardan boncuklar yapılmış ve boyunlara muska gibi asılmıştır. Buradaki asıl amaç hiç kuşkusuz yırtıcı olan bu hayvanların güç ve avcılık yeteneklerine olan hayranlık ve bu güçlerin kendilerinde de bulundurma isteğidir. 


Okunev halklarının basit çiftler ile çevrelenmiş geçici yerleşimlerde yaşadıkları görülmüştür. Bunun sebebi yetiştirilen hayvanların çift içinde korunmasını sağlamak olmalıdır. Okunev döneminde Hakasya’da devasa anıtlar şeklinde Taş anıtlar dikilmeye başlamıştır. Bu eserler balbal mantığının kökenlerini gösteren en eski anıtlardır.


Tanrı heykelleri şeklinde düşünülen bu heykellerin bazılarında yüzlerin güneş şeklinde çizilmesi bu eserlere gün ya da güneş adam denilmesine sebep olmuştur. Bu tasvirlerin sebebi törenlerde bu tür maskeler takan şamanları canlandırmak amacıyla yapılmış olmalıdır. Çünkü daha sonraki devirlerde ait mezarlarda benzeri şekilde boyalı maskeler taşıyan mumyalar bulunmuştur.



İlk Orta Asya Sakinlerinin Göç Süreçleri

Dr. Abdülhalık Aytbayev
Özbek Bilimler Akademisi / Özbekistan - LİNK

Sergen Çirkin, Arkeolog - LİNK
Merkezi Asya Arkeolojisi Üzerine Yüksek Lisans Yapıyor.Ankara

*Türkiye'de Sibirya Çalışmaları - LİNK







Sibirya adı Sabir//Sibir Türklerinden kalmıştır. 
Siberia=Sibir Ülkesi
aynı As Türklerinde olduğu gibi
Asia=As Ülkesi


 TÜRKLERİN TARİHİ
History of the Turks