İstanbul Arkeoloji Müze ziyareti , 1933 |
Pek sayın dinleyiciler,
Beni fahri doktora ünvanıyla şereflendiren İstanbul Üniversitesine, bu ünvana uygun gören Anadolu Dilleri ve kültürleri Bölüm Başkanı sayın Prof. Ali Dinçol’a, Edebiyat Fakültesi Dekanı sayın Prof. Taner Tarhan’a, İstanbul Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Kemal Alemdaroğlu’na ve sayın senato üyelerine en candan teşekkürlerimi sunarım. Böyle bir unvanı alacağımı hiç düşünememiştim. Çok mutlu oldum. (9.Ekim.2000)
Bazıları bana “geç kalındı′ dediler. Bunu asla kabul etmiyorum. Çünkü benim Sümer’i halkımıza tanıtma çabalarım ancak şu on yıl içinde oldu. Müzedeki çalışmalarım görevimdi. Emekli olduktan sonra yaptıklarım zorunlu görevim değildi. Atatürk’ün ve halkımızın bana sağladığı imkânlarla bu konuları öğrenmiştim. Bu yolla onlara olan borcumu ödemeye çalışıyordum.
Böyle bir girişten sonra her zaman karşılaştığım “niçin sümerolojiye girdiniz?” sorusunu yanıtlamak istiyorum.
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılmış ve ilk kez ilkokul öğretmenleri oraya kabul ediliyordu. Öğretmen okulundan ve öğretmenlikten arkadaşım olan merhum Halice Kızılyay ile, öğretmenlere verilen bu haktan yararlanmak üzere 15 Şubat 1936′da Ankara’ya gittik. Fakülteye başvurusu m uzda bize, derslerin 1.5 ay önce başladığı, hocası yeni gelen Hititoloji şubesine girmemizin yerinde olacağı söylendi. Yanında Sümeroloji, arkeoloji ve Almanca dersleri alacaktık. Bizler fakülteye kabul edildiğimiz için büyük bir sevinç, fakat alacağımız derslerin ilk duyduğumuz isimlerinden dolayı büyük bir şaşkınlık içindeydik. Kaydolduğumuz odadan çıkınca birbirimize bunların nasıl dersler olduğunu sormaktan kendimizi alamadık. İşle böylece bilinçsiz olarak girmiştik bu bölüme.
İkinci soru, “Niçin Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılmıştı o zaman?”
Bunu yanıtlamak için Önce içinde yaşadığım Mustafa Kemal Atatürk’ün kültür devriminden biraz söz etmek istiyorum.
Cumhuriyetin ilanından kısa bir süte sonra eğitim reformu başladı. Çünkü Atatürk bir milletin ancak eğitim yoluyla uyanacağına ve aydınlanacağına inanıyordu. Bunun için ilk olarak din eğitimi yapan okullar yerine tek eğitim yapan çağdaş eğitim verecek ilkokullar ve liseler açıldı ve din okulları kaldırıldı. Eğitimin kolaylaşması için öğrenilmesi zor ve Türkçeye hiç uymayan Arap yazısından yeni yazı sistemine geçildi. Yüksek okul olarak yalnız İstanbul Üniversitesi vardı, o da günün koşullarına göre eğilim vermiyordu. Gerek İstanbul Üniversitesi’nde yapılacak reform, gerek açılması düşünülen yüksek okullar için çeşidi alanlarda eğiticiler yetiştirilmek üzere 1920lerden itibaren Avrupa’ya, halta Amerika’ya başarılı öğrenciler gönderilmeye başlandı. O günkü koşullarda bu hiç de kolay değildi. Devlet bir taraftan Osmanlı devletinin ve Birinci Dünya Savaşı’nın borçlarını öderken, diğer taraftan şeker, çimento, dokuma fabrikaları, demir yolları yapılıyor, bir köy olan Ankara’da yepyeni bir şehir doğuyor, başta İzmir olmak üzere işgal altında yakılıp yıkılan şehirler onarılıyordu. .
1932 yılında açılması düşünülen yüksek okullar için bir rapor hazırlamak üzere İsviçre’den Parlemento üyesi olan Prof. Albert Malche getirildi. O çalışmalarını sürdürürken 1933 yılında Almanya’da Nazi hükümeti tarafından, ailelerinde Yahudi olan profesörler işlerinden uzaklaştırılmaya başlanıyor. Bunlardan bir kısmı Zürih’ıe kurdukları bir dernek aracılığıyla çeşitli ülkelere, işe alınmaları için başvuruyorlar. Hiçbiri, bir göçmen ülkesi olan Amerika bile Hitler korkusuyla onları kabul etmiyordu. Bunun üzerine Türkiye’de bulunan Prof. Malche aracılığıyla Türkiye’ye başvuruyorlardı.
Atatürk bunu duyunca, gelmeleri için ne gerekirse yapılmasını emretti. Çünkü dışarıya gönderdiği gençlerin yetişip dönmeleri için zaman gerekti. Halbuki şimdi Batının çağdaş eğitimini yaptıracak büyük bir kadro ayağına gelmişti. Hemen onlarla bir anlaşma yapılmıştı. Hitlerden korkan diğer devletlere karşılık, henüz 10 yıllık Türkiye Cumhuriyetinin cesurca yaptığı anlaşmayı, o zamanın Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip bey şöyle yazdırmıştı;
“Bundan sonra bu şahıslar ister serbest, ister hapiste olsunlar Türk hükümetinin memuru sayılarak, hükümetin korunması altına alınmışlardır. Alman hükümeti onlara zorluk çıkarmayacaktır. Eğer çıkaracak olurlarsa onlarla nasıl başa çıkacağımızı biliyoruz.”
Bu anlaşma sonunda Türkiye’ye Almanya, Avusturya ve Çekoslovakya üniversitelerinden profesör göçü başladı. Fakat 1934 yılından itibaren gerçekten onların Almanya’dan ayrılmamaları için sefaretlerde, konsolosluklarda pek çok zorluk çıkarılıyordu. Buna rağmen Türk hükümetinin kararlı davranışıyla 1933 1945 yıllan arasında en az 1200 bilim adamı ve göçmen Türkiye’ye geldi Bunlar İstanbul Üniversitesi’ne, Ankara’da yeni açılan Hukuk. Siyasal Bilgiler, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne, tiyatro, bale. opera, konservatuvar gibi sanat okullarına yüksek aylıklarla yerleştirildiler. İsteyenlere dışarıdan kütüphaneler salın alınıyor, laboratuvarlar yapılıyordu. Prof, Fritz Neumark bir kitabında şöyle yazmıştır:
“Doğduğumuz ülkede çoğumuz için yaşam tehlikesi varken, bütün meslektaşlarıma ve göçmenlere yalnız geçim sağlamakla kalmamış, aynı zamanda en iyi çalışma olanakları vermiş olan, başlangıçta bize tamamıyla yabancı, fakat gittikçe ikinci vatanımız olarak kabul ettiğimiz bu ülkenin devletine, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bende olan duygu, derin ve içten bir minnet ve şükran duygusudur.”
Bu kurtarılan bilim adamları ülkemizde çağdaş bilimin temellerini attılar, kütüphaneler, laboratuvarlar kurarak, kitaplar yazarak yüksek öğrenim alanında pek çok uzman ve eğitici yetiştirdiler. Eğer onlar olmasaydı, dışarıda okuttuğumuz gençler işe başlayıncaya kadar çok zaman geçecekti. Onlar ülkemizin gerek bilim, gerek sanat alanında büyük bir hızla kalkınmasını sağladılar.” Eğer Atatürk zamanında tiyatro, opera, bale okulları, hatta Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılmasıydı, daha sonra kolay kolay açılamayacak!.
“Neden Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılmıştı?” sorusunun yanıtına gelince:
Atatürk yapılacak eğitim reformunda, Türk tarihi, dili ve kültürü araştırmalarını ön plana koymuştu. Onun, bütün savaş yılları boyunca hiç durmadan okuduğu, özellikle Türk tarihi ve dili ile ilgilendiğini kitaplığındaki kitaplarından ve onların üzerlerindeki notlarından öğreniyoruz.
Osmanlı devleti zamanında eski Türk tarihi ve dilleriyle ilgili ülkemizde hiç araştırma yoktu. Batı’da yazılmış bazı kitaplarda da Türkleri küçük düşürücü sözler vardı.
Bir taraftan bunları çürütmek, diğer taraftan yeni Türk gençliğine atalarının ve bugün üstünde yaşadıkları toprağın tarihini ve kültürünü öğreterek, araştırarak Türk ruhunu canlandırmak istedi. Fakat bu çalışmalar için kaynak gerekti. Bunların en eskisi olan Sümer, Hitit dillerine ait belgeler müzelerimizde ve arşivlerimizde vardı. Fakat asıl kaynaklar Türklerle ilişkileri olan Çin, Hint, İran, Arap, Rus, Macar, Latin, Yunan dillerinde yazılmış kitaplar ve belgelerdi. Onlardan yararlanmak için o dilleri ve kültürleri bilen uzmanlar yetiştirilmeliydi. Ayrıca bu araştırmalara arkeoloji, antropoloji, tarih ve coğrafya da yardımcı olacaktı.
Türklerin çok eski çağlarda Orta Asya’daki iklim değişiklikleri yüzünden vatanlarını bırakarak çeşitli yönlere göç ettikleri biliniyordu. Bu göçler ne zaman başlamış, güç yolları nerelere kadar uzanmıştı?
Bunlardan bir kısmı Anadolu’ya göçen Hititler veya onlardan önceki halk, bir kısmı da Mezopotamya’ya gitmiş Sümerliler olabilir miydi?
Atatürk’ün okuduğu kitaplardan bazılarında Sümerlilerin kuzeydoğudan göç etmiş olabilecekleri, dillerinin Türkçeye benzediği ve Sümercenin dillerin başlangıcı olabileceği yazıyordu.
İşte bütün bu problemleri yukarıda sözü edilen kaynaklardan araştıracak ,Türkler hakkında tarihsel gerçekleri ortaya koyabilecek uzmanlar yetiştirilmesi için Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açıldı ve bu uzmanların bütün baskılardan uzak özgürce çalışmaları için de gereken her türlü yardım sağlansın diye Dil ve Tarih Kurumları kuruldu.
Bu fakültede okutulacak en eski dil Sümerceydi.
Atatürk’ün Sümerlilere özel ilgisi vardı ve okuduğu kitaplara göre onların Türklerin atası olabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle dış ülkelerde Asuroloji olan bu bölümün adını “Bırakın şu Samileri, bölümün adı Sümeroloji olacaktır” diye kendisi vermiştir bu adı Hititolojiye gösterdiği ilgiyi de 1911 yılında Fransa’da yayımlanmaya başlayan Hitit dergisini korumasına almakla göstermiştir.
İşte 1936 yılında bu bölümlere hiçbir bilgimiz olmadan girdik. Hititoloji hocamız, Hitler rejiminden kurtarılan ve bu yıl ölen Prof. H.G. Güterbock, Sümeroloji hocamız aynı koşullarda getirilen Prof. B. Landsberger, Arkeoloji hocamız da Yahudi olmadığı halde davet edilen Prof. Von der Osten idi. Dersler bir çevirmen aracılığıyla veriliyordu, bizler de not tutuyorduk. Henüz dil bilmiyorduk, kitaplarımız yoktu.
Bütün bunlara rağmen, hocalarımızın ve bizim sabır ve gayretimizle 1940 yılında eğitimimizi tamamladık….
M.İ.Çığ
Ortadoğu Uygarlık Mirası 1 ve 2 - Muazzez İlmiye Çığ
Muazzez İlmiye Çığ’ın çeşitli dergilerde yayımlanan makaleleri ve bilimsel toplantılarda sunduğu bazı bildirileri kapsayan bu kitap, Sumerlilerden zamanımıza ulaşan kültür izlerini bizlere taşıyor.
İÇİNDEKİLER
Sunuş
Atatürk ve Türkiye’de Çiviyazıları Biliminin Başlaması
Atatürk ve Türkiye’de Arkeoloji
Anadolu’nun Ortasında Tarihin En Eski Ticaret Merkezi
En Eski Yazılar
İlk Yazıyı Allah. Adem’e mi Öğretti?
Sumerlilerden Zamanımıza Ulaşan Kültür İzleri
Sümer Dini ve Efsanelerinden Tektanrılı Dinler ve Din Kitaplarına Gelen Etkiler
Sümer Atasözleri
Sümer’den Günümüze Saygı ve Saygınlık
Tarihte İlk Cinayet ve Sümer Mahkemeleri
Dünyada İlk Rüşvet Olayı ve Sümer Okulları
Sümer’de Arşiv ve Kitaplıklar
Sümer’de Cinsel Yaşam
Ziraat Tarihinde Çiftçilik Hakkında Yazılmış En Eski El Kitabı
Önemli Bir Anadolu Uygarlığı: Hititler
Hitit Güneşi Nereden Geliyor?
Hitit Kütüphaneleri
Tarihte İlk Vergi Reformu
Tarihte En Eski Gümrük Kaçakçılığı
MÖ Sekizinci Asırda İlk Cilt Örneği…
Ay’ın Öyküleri
Dünya Halkları Mitolojilerinde Yaratılış Efsaneleri
Hz. Muhammed’in Teyemmüm Taşı Dedikleri Bir Asur Tableti!
Sünnet Geleneğinin Kökeni
Irak Tarihine Ait İlk Araştırmalar
Tarih Boyunca Kadın
Tarihte İlk Kadın Şair
4000 Yıl Önce Anneye Övgü
Tarihin En Eski Ninnisi!..
Örtünmenin Tarihçesi
Kültepe Tabletlerinin Başına gelenler
İstanbul’da Dünyanın En Eski Yazıtlarını Saklayan Bir Arşiv ve Kütüphane
Çiviyazılı Belgeler Arşivinin Kuruluş Anıları
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Çiviyazılı Belgeler Arşivi’i Sümer Edebiyatına Katkıları
İstanbul Arkeoloji Müzelerinde Bulunan Yeni Sümer Çağına Ait Nippur Hukuki Belgelerine Genel Bir Bakış
Eski Deniz Krallarının Haritaları
Özyaşam Öyküsü
Ortadoğu Uygarlık Mirası - 2-
Kilden Tabletler
Binlerce Yıl Boyu Anadolu
Eski Babil Çağına Ait iki Tüketim Listesi
Eski Babil Devrine Ait Yeni Tarihleri İhtiva Eden veya Formülleri Eski Tarihlere Varyant Teşkil Eden Beş Tablet
Kadın Neden Adem'in Kaburga Kemiğinden Yaratılmıştır?
Bir Rahibenin Çeyizi ve Evlenme Kontratı
Babilliler Kira Meselesini 3700 yıl Önce Halletmişlerdi
Tarihte ilk Cezaevi ve Oraya ilk giren Yazar
Uşak ve Efendisi Arasındaki Karşılıklı Konuşma
Sumer Edebiyatı
İnsan ve Onun Tanrısı adlı bir Sumer Şiiri
Sumerlilerde Adalet ve Ahlak Kavramı
Sumer İlahileri
Sumer Efsanelerinden İnanna Bilulu
Tarihte ilk Savaş Avcıları: Sumer Ağıtları
Kıskanç Kadın
Lut Peygamber Kızlarıyla Neden Yattı?
Çiviyazılı Belgelerin Bulunuşu ve Yazıların Dillerinin Çözülüşü
İnsanlık Tarihinin en Eski Öğretmenleri
Sumerlilerde Sanat
Tarihte ilk Sanatçı Atölyeleri
Sumer Kutsal Evlenme Hikayesinin Kur'an ve Tevrat'taki izleri
Sumer'de işçi Sınıfının Durumu
Saban ile KAzma'nın Tartışması
Sumerlilerde Ekonomi
Mezopotamya'da Tıp
Mezopotamya'da Sihir ve Büyü
Mezopotamya'da Astronomi
Örtünmenin Tarihçesi
Başörtüsünün Arkasındaki Gerçekler
Piri Reis'in Haritası ve bir Bilim Kurgu Romanı
İnsanlık Tarihinde ilk Şehir Planı
Türk Yazısı en Eski Yazı mıdır?
Porto Riko'yu Kurtaran Türk Topu
Cumhuriyet Devrinde Çiviyazılı Belgelere Verilen Değer ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Çiviyazılı Belgeler Arşivindeki Çalışmalar
Kültürler Yatağı Anadolu
Türkiye Cumhuriyeti'nde Kıyafet Devrimi
Son Türk Tarih Kongresi'ne ait Notlar
Prof.V.Hatipoğlu'nun Anımsattıkları
...
Muazez İlmiye Çığ , insanlığın ortak mirası olan tabletleri bir keşif faaliyeti titizliği ile on yıllar boyunca el emeğine göz nurunu katarak okuyarak düzenleyen, 5 bin yıl öncesinden kalan tarih parçalarını birleştiren, aramızdaki Sümerli…
İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan Sümer, Akat. Hitit dillerinde yazılmış 74 bin çiviyazılı belge üzerinde 33 yıl çalıştıktan sonra 1972 yılında emekli olan Çığ, kendisini çok etkileyen Sumerlilerin "Biliyorsun, neden öğretmiyorsun" atasözünü tutku ile benimsemiş. “Bütün bunları gençler öğrenmeli” diyen Çığ, ulaştığı bilgiyi mümkün olan en kısa zamanda en geniş çevreye ulaştırmayı hedeflemiş.
Bugüne kadar 15 kitap ve 100′ü aşkın makalesi yayımlanan M. İlmiye Çığ'ın bu kitabı çeşitli dergilerde yayımlanan makaleleri ve bilimsel toplantılarda sunduğu bazı bildirileri kapsamaktadır. Çığ, Sümerlilerden zamanımıza ulaşan kültür izlerini yazılarıyla bizlere taşıyor.
Kitapla bazı ilkleri de bulacaksınız: Tarihte ilk cinayet ve Sümer mahkemeleri; ilk rüşvet olayı; en eski ninni; ilk kadın şair; ilk vergi reformu; en eski gümrük kaçakçılığı; ilk cilt örneği…
M. İlmiye Çığ son olarak Sümer edebiyatı ve Süleyman Peygamber üzerine çalışmalarını sürdürüyor. İlgiyle okunacak Ortadoğu Uygarlık Mirası’nı okurlara sunuyoruz.
KAYNAK YAYINLARI, 2008
....