zeytin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zeytin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2019 Cuma

Antik dönem Atina'sında Aile




Dorlarla birlikte (MÖ 1100-700) kıta Yunanistan halkı anaerkil aile düzeninden babaerkil aile düzenine geçti. Bu dönemde erkek, kadını kaçırarak y ada onu satın alarak on sahip olurdu. Doğan çocuklarla birlikte tüm aile erkeğin otoritesi altında yaşardı.

Kral Kekrops'tan (*) önce evlilik kurumu yoktu. Babaerkillik ile erkekler asıl, kadınlar ise ikinci plandaydı. Atinalı bir kadının dışarıda bir erkekle birlikte görülmesi büyük ayıptı. Sokakta dolaşırken yanında bir kollayıcının bulunması şarttı. Soyun sürdürülmesine önem verilirdi. Çocuksuz ve bekarlara iyi gözle bakılmazdı. Hatta çocuksuz kimseler yüksek konumlara getirilmezdi. 

"Evde kalmış kız" olmak aşağılayıcı bir anlam taşıdığı için, Atinalı genç kızlar evlenmeye can atardı. Evliliğe adım atılırken bir anlaşma yapılır ve bu bir 'iş anlaşması' olurdu. Düğün törenleri gösterişli olur kadın ve erkek ayrı otururdu. Evlenen kadın kocasının koruması altına girer, malı da kocasının olurdu.


Hesiod'un Kadınları

Erkek evlenme çağına gelince evlenmelidir. Erkek için en büyük mutluluk, iyi bir karısının olması, en büyük felaket ise kötü bir eşe sahip olmasıdır. Erkek, eşini istediği gibi yetiştirebilmek için, genç bir kız almayı yeğlemelidir. Gerektiği zaman karısını para ile satın almalıdır.

Takıp takıştırıp, kıçını sallayıp
aklını çelmesin kadının biri.
Gözü ambardardadır diller dökerken sana
Ha kadına güvenmişsin, ha bir hırsıza.
Bir tek oğlu olsun baba mirasına konan
Ancak böyle çoğalır evin zengniliği
Sen yaşlanıp ölünce oğlun tutar yerini.


Platon'un Kadınları

Evlenme ve aile sevgisi vatan sevgini engeller. Bu sebeple memurlar ve askerler evlenmemeli, sadece devlet çıkarını düşünmelidir. Kadın mülkiyet gibi ortak olmalıdır.

Gelecek kuşakların sağlıklı olması için, 55 yaşını erkekler ile 40 yaşını aşmış kadınların evliliğinden doğan çocukları öldürmelidir. Çünkü bu yaştaki çiftlerin çocukları sakat doğar. Çocuklar, eğitimci erkeklere ve süt annelere bırakılmalı ve onlar tarafından yetiştirilmelidir. Anneler doğurduğu çocukları tanımamalıdır.


Aristo'nun Kadınları

Kadın aklı gelişmiş bir yaratık değildir. Çünkü onun iradesi zayıftır. Bu sebeple onun yeri yuvası olmalıdır. O erkeklerin yaptığı işleri görmek gücünden yoksundur.  Kadın politika yapamaz ve savaşamaz. Erkek ise akıllı, güçlü, cesur ve adildir; tüm bu sebeplerle ailenin doğal başkanıdır. Bununla beraber koca karısına karşı insanca davranmalıdır. Aile kurmak insan için zorunludur, çünkü doğal bir kurumdur.


Sokrates'in Kadınları

Aile hayatında kadın ve erkek eşittir. Bekar kimseler evelnip yuva kurmalıdır. Ailede erkeğin görevi dışarı hayatından, kadının görevi ise ev içerisinde olmalıdır. "Evleniniz; eşiniz iyi huylu çıkarsa mutlu, kötü huylu çıkarsa filozof olursunuz."


Nahit Bilgin
Felsefeden Ekonomiye Antik Yunan Dünyası
Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2004


Çeşme Başında Kadınlar
Hydria, MÖ 5.yy / Metropolitan Müzesi


(*) Kral Kekrops (Cecrops) Gaia'dan (Yer) dünyaya gelen Atina'nın mitolojik kurucusudur. Doğum adı Acte olduğu için şehre öncelikle Attika denilmiştir. Bel altı yılan kuyruğu, üstü insan olarak tasvir edilir. Tanrıça Athene'ye kurban sunan ilk kişi olarak Akropolis'teki tapınağı yaptırmıştır. Kente ad verileceği zaman Poseidon ile Athene arasında bir yarışma düzenlenir. Poseidon atları Athene ise zeytinağacı getirir. Çekişmeyi Athene kazanır ama Poseidon itiraz eder, Athene Kekrops'tan lehine karar vermesini ister. Böylece Kekrops Attika'nın ilk kralı olur. Hatta Acte ve Attika yerine Kekropeia olarak da anılmıştır kent. Kekrops'tan sonra krallık oğlu Erikthonis'a geçer. Erikthonis aynı zamanda Hephaistos ile Athene'nin oğlu olarak da geçer (bazı kaynaklarda Athene'nin evlatlığıdır). Kekrops için topluluğa şehir kurmasını ile ölüleri gömmeyi öğrettiği ve yazıyı getirdiği söylenir.


Bu anlatılan mitolojisidir. 
Şimdi mantık yürütelim:

Poseidon getirdiği atlar 'erkeklerin' işine yarayacaktır; savaşta, yolculukta, ticarette...gibi. Ama  'doyurma' görevi olan 'kadınların' işine yarayacak şey zeytin ağacıdır. At eti yemediklerine göre atlar karın doyurmayacaktır.  Bu bize şunu gösterir; Her ne kadar kadınların bu oylamadan sonra oy kullanmaları yasaklanmışsa da buradaki zafer 'kadınlar'a aittir. Zeytin ağacını 'Pelasg kökenli kadınlar'a borçludurlar. 

Athene'nin getirdiği zeytin ağacının kazanmasıyla şehrin adı Athene (Athína-Atina) olarak değişir ki kentin ilk halkı Pelasglardır. Böylece Athene şehrin baş tanrıçası olmuştur.  Ama gel gör ki tanrıça Athene 'Truva'dan Pallas ile birlikte çalınmış ve savaştan yüzyıllar sonra bir kült haline dönüşmüştür. Bu da tiran Peisistratos (MÖ 608-527) dönemine denk gelir ki hem heykellerinin yapımı hem de Akropol'deki Athene Tapınağı'nın kuruluş tarihiyle (MÖ 5.yy) uyuşmaktadır. Tapınağın yeri Pelasglar döneminde zaten bir kült merkezidir. Bu arada Athene'ye başka bir görev daha yazarlar; 'atların nasıl eğitileceğini gösterdi' derler. Hani 'atlar' Poseidon tarafından getirilmişti!

Erikthonis aynı zamanda Truva krallar listesinde Dardan (Dardanos)'ın Teuker (Türker)'in kızı Batieia (Batıay)'dan olma oğlu olarak geçer. Yani Paris onun soyundan gelmektedir. 'Güzel' Helena'yı İLK kaçıran kişi olan Atina kralı Theseus da Atinalı Erikthonis'in soyundandır. Tesadüf müdür? Hayır. Belki Helena'nın ilk kaçırılış öyküsü Paris'e yamanmıştır, ya da söz konusu 'yasal bir evlilik'tir...

- Ne Hephaistos ne Poseidon ne de Athene, ne 'Grek' kökenlidir ne de 'Grekçe' !..
- Zeytinağacı Anadolu'dan gitme.
- Yazı MÖ 8.yy'da kıta Yunanistan'a girmiştir, ama edebiyat eserleri yoktu. Anayasalarını yapan Solon (MÖ 6.yy) bile yazıyı Anadolu'da öğrenir.
- Homer'e atfedilen eserleri Anadolu'dan Atina'ya getirenler Solon'la Peisistratos'tur, öncesi yoktur. Bugün okunan 'İlyada' Peisistratos 'İlyada'sıdır ve tabi ki sansür edilerek, kesip biçilerek 'Akhalar'ın tarafını tutacaktır. Truvalıların açısından yazılan metin mutlaka vardır ama hasır altı edilmiştir.
- Erikthion ile ilgili olarak; 'Grekler' her şeye; kente, ataya; birer mitoloji uydurmuş ve bu şekilde diğer tarafla bir bağ kurmuştur. İsimleri ise ya Anadolu'dan ya da 'Barbarlar'dan almışlardır. ["barbarların kullandıkları isimlerden Yunanca isimler türetmek" (Strabon 13)]. Ve Dardan ile Theseus Erikthion'un soyundan ise o zaman her ikisi de Pelasg kökenlidir. 
- O dönemde 'Grekler' atları eğitmiyordu, eğitilmiş atların ticaretini yapıyordu. Aksine, Truvalılar 'atları evcilleştirenler, eğitenler' olarak geçer.


SB

Halikarnas Balıkçısı; 'Düşün Yazıları', 'Altıncı Kıta Akdeniz', 'Anadolu Tanrıları'.
George Thomson; 'Tarih Öncesi Ege'



7 Ağustos 2018 Salı

Alfabe Atina'dan önce Anadolu'da Kullanıldı



Halikarnas Balıkçısı "Düşün Yazıları"


/ İonya fonetik harflerle yazıp okumayı nefs Yunanistan’dan (yani Yunanistan’ın kendisinden) iki asır evvel biliyordu. Hatta Solon okuma yazmayı Anadolu’dan öğrendi. Binaenaleyh mutlaka metin vardı, fakat hasır altı edildi. / ["İlyada Destanı" metninden bahsediyor-SB]


Gilbert Murray’in «Five Stages of Greek Religion»ninde şöyle deniyor: «Barbarlar» sözcüğüne iki destanın hiçbirinde rastlanmaz. ‘Barbarophonoi’ (yani barbar ötüşlü) katışık sıfatı bir kez B 867 (yani İlyada’nın II. bölümü, 867’nci dizesinde) görülür, ama bu sözcüğün de bu dizeye ne zaman konulduğunu kim bilebilir?


/ Yani bu söz sonradan konulmuş olabilir. Bu şüphe Homeros’un metnine Pisistratos zamanında birçok şeylerin eklendiğini ve birçok şeylerin çıkarıldığını gösterir. Yine Gilbert Murray aynı kitapta /


«It seems to have been under Pisistratus that the Homeric Poems in some form or other came from tonia to be recided in a fixed order at the Panathenaic Festival, and to find a canociall form in Athens till the end of the classical period.»

(Öyle anlaşılıyor ki Homeros destanları Pisistratos zamanında lonya’dan herhangi bir şekilde gelmiş ve Panathenaia bayramlarında belli bir sıraya göre söylenerek Atina’da klasik dönemin sonuna dek belli kurallara göre saptanmış bir biçim almıştır.)


/ Burada «in some form or other»dan maksat, Homeros’un yazılarına kendinin saptadığı biçimle okunmadığını gösteriyor. Zaten «a fixed order»den bu order’i saptayan Homeros değil, Pisistratos idi. Orada, yani Atina’da bu destanlara bir «canonical form» veriliyor. Gilbert Murray başka bir kitabında, yani «Greek Studies»inde (sayfa 10) şöyle yazıyor:


/ «Anexpurgation of Homer did occur, but it was an expurgation of cruelties or barbarities.» 
(Homeros’un eserlerinde bir temizlemeye gidilmiş, fakat temizlenip atılan yerler zalimce ve barbarca davranışları dile getiren parçalardı) /


Kimin «crueltios» ya da «barbarities»lerini çıkardılar? Kendi Akhaların mı, yoksa Troyalıların mı? Bittabi kendi Akhaların ...


/ Bu şiir zenginliği kime aitti? Akhaların mı? Ki onlarda öyle bir şey yoktur, yoksa bu şiir zenginliği Homeros’un mensup olduğu eski Ege ve Anadolu kültürünün müydü? Bittabi Anadolu kültürünün idi. Yoksa Homeros Mykene ve Argos’ta doğar yaşardı yahu! ...


«Ayrıca Pindaros’â değin Atina kaynaklı olmayan her türlü yazında Homeros elimizde bulunandan çok daha büyük sayıda şiirlerin yazarı sayılmaktadır. » / Pindaros I. Ö. 522’de doğdu ve Pisistratos zamanında Atina’ya gitti. Demek ki I. Ö. 522’ de ve daha önce Homeros’un diye tanınan birçok eserler vardı. Şunları da kayd edeyim bari: /


«O, üç tür el yazmasından söz etmektedir : kişilerin elinde bulunan ve Antimakhos ile Rhianos gibi şairlerin ya da Zenodotos gibi bilginlerin şerhlerini taşıyan el yazmaları; Marsilya, Khios, Argos, Sinope gibi Atina dışında birçok kentlerden gelme yazmalar —Atina’dan başka deniyor, çünkü Atina ‘vulgata’ denilen ve en doğrusu sayılıp genellikle kabul edilen el yazması bulunuyordu— ve üçüncüsü gelişi güzel derlenmiş, halkça, avamca yazmalar. Çok dizeli (he polystikhos metinde eski Yunanca olarak yazılmış) metinler bu sonuncular arasında bulunuyordu herhalde.»


/ Bu üç çeşit İlyada Aristarkhos zamanında vardı. Bu adam İ. Ö. 150’de İskenderiye kitaplığının başkanı oldu ve İlyada’lar arasında bir İlyada çıkardı. Kendisi Semendirek adasındandır. Fakat bizim şimdiki İlyada’mız onun onayladığı İlyada değil, Pisistratos’un İlyada’sıdır. Halk arasında yayılmış el yazmalarının «çok dizeli» olması konusuna dikkat etmeli. Şimdi yine bakınız: /


«Pre-îskenderiyeli (yani İskenderiye kitaplığı kurulmazdan önceki) yazarlarda Homeros’tan yapılan alıntılar bu çeşitli el yazmalarının yaygınlığını ve sınırlarını saptamamıza olanak verir. Bunlardan anlarız ki Atina’da bile vulgata yayını İ. Ö. 300 yılından önce iyice yerleşmiş ve yayılmış değildi. Hatip Aiskhines, geniş kültürü olan bir Atina’lı İlyada’da sık sık geçen tümcek ve deyimlerden söz eder ki bunların hiçbiri bizim metinlerde yoktur.»


/ Anadolu’ya kıyas Yunanistan ve Atina’nın geriliği ve barbarlığı yalnız Homeros zamanında ve ondan önceleri değil fakat altıncı asırda da mevcuttu. Bu şimdi vereceğim parça çok önemlidir. Yani Homeros’un Akhaları yadırgaması ve onları hor görmesi çok doğaldır. /


«499 yılı Atina siyasetinde Pan İonik dönemi açmaktadır. Atina İonya’nın metropolü ve koruyucusu olmak rolünü benimser, İon kültürünü özümser ve Yunanistan’ın fikirsel egemenliğini taşımak düzeyine yükselir. Bilim ve yazın, İ.Ö. bu altıncı yüzyılda Miletos’tan Atina’ya göçmüş olsa gerek. İlerde Asya’dan Avrupa’ya o sıralarda göçen büyük adamların ve akımların adlarını vereceğiz. Bir önemli olgu Atina’da İon alfabesinin benimsenmesidir. Özel yazışma da, yazın eserleri de artık İon alfabesi ile yazılmaktadır. Yerli Atina alfabesi ilkel ve biçimsiz bir şeydi, çift sesli harfleri olmadığı gibi sesli harfler arasındaki ayırımı da tanımıyordu. O zamanın İon dili bizim bugün bildiğimiz dilden herhalde çok farklıydı, İ.Ö. 404 yılına dek Atina’da resmî olarak kabul edilmiş değildi, ama Pers savaşları sırasında özel olarak kullanılıyor, konuşuluyordu (bkz. Kirchhoff, Alphabet. ed, IV, s. 92). O zamanları Atina İonya’nın metropolü olmak durumuna girmiş ve İon şiirini de kendi kutsal varlığının bir parçası diye kabul etmişti.»


«Ayrıca Atina’nın yurtsever yayıncılarının ulusal destanı Troyalılar için bir zafer ile bitmesine izin vermeleri de pek akla uygun düşmez. Onu sonradan değiştirmiş olmaları olasılığı çok büyüktür. Üstelik eski İon destanının dili de bizim elimize geçen vulgata metninden de epey ayrı olsaydı gerek. Asıl İlyada yazmasında «attisizm» denilen ve Attika, yani Atina dilinden alıntılar da yoktu.»


1. Homeros’un İlyada ve Odise’den başka eseri yok mu?
2. Bu iki eser değiştirildi mi?
3. Homeros’un sempatisi kimden yanadır?...





En erken yazı sistemi ile İlyada'nın dizeleri resimdeki gibi görünecekti... 
Sağdan sola doğru okunup, iki nokta üst üste ile kelimeler birbirinden ayrılacaktı. 
Tıpkı Orhun anıtlarında olduğu gibi...
"Der anfang der ilias wie er in einer frühen handschrift ausgesehen haben könnte." 
[Traum und Wirklichkeit: Troia. syf.80]
"The beginning of the ilias as he might have looked in an early manuscript."


"Ege Havzası hiçbir zaman bütünüyle Hellenleştirilmemişti"
George Thomson





H.B. "Anadolu Tanrıları"
"İlyada" ilk önce İON lehçesinde yazılmıştı, ki İon kelimesi bile "Grekçe" değildir...




Anadolu'dan Yunanistan'a getirilmiş olan bir iki önemli şey arasında Fenike'den alındığı iddia edilen bir de alfabe vardır. Bu fonetik alfabe ilk önce Anadolu'da kullanıldı. O zaman Yunanistan yazıya şiddetli bir gereksinme duymayacak kadar geri idi. Hatta orası tamamıyla kültürsüz ve vahşi bir yer sayılabilirdi.


Yunanistan'da Hellen bilincinin Anadolu'dan Yunanistan'a geçmesi, İ.Ö. 6.yüzyılda olmaya başladı. Ancak İ.Ö. 560-527 yılları arasında, yani Atina'da Peisistratos zamanındadır ki, Homeros'un eserleri Yunan yarımadasına geçti ve Atina'nın Panathenaia festivallerinde belli bir sırayla okunmaya başlandı. İşte o zaman bu eserler, Atina'da kutsallaştırıldı ve oradan bütün Yunanistan'a yayılarak Hellenik bilinç ortaya çıktı. Bu arada, Anadolu'dan Yunanistan'a geçen Olymposlu tanrılar ile Hellenlerin dini de kurulmuş bulundu. Yukarıdan beri yazılanlardan görülüyor ki, İonlu bilinç, Anadolu'da geliştikten ancak üç yüzyıl sonra Yunanistan'a geçebilmiştir. Herodotos, "Homeros ile Hesiodos, Grek tanrılar hanedanını kurdular, onlara adlarını taktılar, görevlerini ve sanatlarını tayin ettiler" diye yazar ve bu işin kendi gününden (MÖ 430) dört yüzyıl önce olduğunu ekler (Homeros ile Hesiodos bu tanrıları tutup yoktan varetmediler. )


İon sözcüğünün batıya doğru gezisine paralel olarak, Grekçe üzümün, şarabın, incirin ve özellikle de zeytinin adlarının Grekçe aslında olmayıp, birçok dağ, burun ve körfez adları gibi, bir Anadolulu dilin kökünden oldukları anlaşılmıştır.





Delice zeytini, Portekiz'den Hindistan'a kadar vardır. Ama zeytinin, bir besin maddesi olarak kullanılışı, Yunanistan'a Anadolu'dan geçmiştir. Çünkü Homeros, Anadolu'da zeytinyağının, bir tuvalet yağı olarak, hatta yazılarının başka bir yerinde de ilaç olarak kullanıldığını anlatır. Bittabi, bir besin maddesi olarak kullanıldığını yazmaya gerek görmemiştir. Zeytin ağacı, Anadolu'da ve Anadolu'ya ait adalarda boldur, Yunanistan'da ise seyrektir. Zaten zeytin, Yunanistan'a İonya'dan başka bir yerden gelemezdi. Rodos adası İtalya'nın egemenliği altında iken, İtalyanlar İtalya'dan, İtalya delicelerinin üzerine aşılanmış cins zeytin fidanları getirdiler. İtalyanlar ne ettilerse, bir türlü o fidanları tutturamadılar. Bunun üzerine Marmaris ve Bodrum'dan tonlarca Anadolulu delicelerin tohumlarını getirmek zorunda kaldılar (Delicelerin kökleri, hangi toprağın hangisi olduğunu, sınırlar çizen diplomatlardan daha iyi bilir)



Tanrıça Athena'ya ait bir efsane, zeytinin Yunanistan'a nasıl geldiğini ima etmesi bakımından önemlidir. Tanrıça Athena ile Denizler Tanrısı Poseidon, Atina kentinin koruyuculuğu için yarışmaya girişirler. Kente en faydalı şeyi getiren muzaffer sayılacaktır. Poseidon atı, Athena ise zeytin ağacını getirir. O zamanın megaron denilen iki gözlü evlerinin alt odalarında pencere yoktu. O karanlıkta Poseidon'un atını oynatacak değil, kandil yakacaklardı. Zaten Yunanistan'da zeytin, azlığı yüzünden, kutsal bir hal almıştı. Yarışlarda kazananların alınlarına, zeytin dalı çelengi konulurdu. İspanya'da zeytine aceituna (arapça elzeytun'dan) denir. İspanya'da delice Arapların sözcüklerinden önce vardı. Ama zeytinin bu adla anılması, zeytinin İspanya'da bir besin maddesi olarak kullanılması geleneğinin Araplar tarafından getirildiğini gösterir.


Barbar sözcüğü, Grekçe konuşulmayıp da başka bir dilde "vırvır" ya da "carcar" diye lakırdayanlara Greklerce atfedilen bir ad idi.... Ne Homeros'ta ne de ondan bir iki yüzyıl sonra Anadolu'dan Yunanistan'a göçetmiş olan Hesiodos'ta ne Barbar sözüne ne de Hellen sözcüğüne rastlarız. Örneğin, İ.Ö.4.yüzyılda yaşamış olan Herodotos'un eserinde, Barbar sözcüğüne rastlanır, ama bu sözcük orada yabancılara, yani Barbarlara karşı bir küçümsemeyi göstermez. Hatta Herodotos, Barbar dediği yabancıları horgörmek şöyle dursun, onlardan çoğunlukla övünçle söz eder. Barbarları horgörmek geleneği Yunanistan'da ortaya çıktı.


Buraya, şu önemli olayı da kaydedelim: 

Yunanistan’da Atinalı Solon Grek kültürünün Yunanistan'daki ilk temsilcisi sayılır. İ.Ö.6.yüzyılda yaşamış olan bu adam, bir tacirdi ve işlerini görmek üzere Anadolu'ya gidip gelirdi. Anadolu'da yazı yazmasını öğrendi ve gene Anadolu'da gelişmiş sosyal kurumları gördü. Anadolu'da öğrendiği İon lehçesinde şiirler yazdı. Ama şiirlerini, kendisinden önce gelen Midilli Sappho ya da Paroslu Arkhilokhos gibi ozan olduğu için değil, o devirde yazı, manzum olarak yazıldığı için yazdı. Yoksa Solon yüz yıl sonra geleydi, mutlaka nesir olarak yazardı. 


O devirde toprak zenginlerin elinde idi. Halk zenginlere ait toprakları - ürünün altıda birini alarak - işliyordu. Bu pay geçimlerine yetmediği için, zenginlere borçlanıyor, borçlarını ödeyemediklerinden dolayı da haraç meza köle olarak satılıyorlardı. Solon o sıralarda okuma yazma bilen dünya görmüş bir adam olduğu için, arkhon (kanun yapıcı hakim) seçildi. Arkhon'ların göreneği, o mevkie seçilince, zenginlerin topraklarını - eksiltmeden - muhafaza edeceğini ilan etmekti. Solon böyle bir söylevde bulunmadı. Bütün borçları keenlemyekun (yok) saydı; bundan dolayı da satılarak köle olmuş olanlara özgürlüklerini geri verdi. Solon'un bu ıslahatına kurtuluş denilerek şenlikler yapıldı. Solon kanunlarına göre, kimse borçtan dolayı köle olamazdı. Yunanistan'daki yeygi değerleri yükselmesin diye de yeygi ihracatı yasak edildi. İşte bu kanunlar bir sürü noksanlarına karşın, Yunanistan'ın demokrasiye doğru ilk ilerleyişi sayıldı.



Halikarnas Balıkçısı
ANADOLU TANRILARI

Hera sözcüğü Grekçe değildir.
Poseidon sözü Grekçe değildir.
Apollon sözcüğü Grekçe değildir.
Artemis sözcüğü Grekçe değildir.
Aphrodite sözcüğünün Grekçe olmadığı anlaşılmıştır.
Hermes sözcüğü de Grekçe değildir.
Ares'in adı da Grekçe değildir.
Hephaistos, bu tanrının adı Grekçe değildir.
Athena sözü Grekçe değildir.

"Homeros ve Hesiodos bu tanrıları yoktan varetmediler. Bunlar "Olympos'lu" olarak adlandırılırlar. Gök tanrılardır, çünkü, dağların dorukları göğe en yakın noktalardır. Olympos, Minoen Giritçesinden bir sözcüktür, "dağ" anlamına gelir. Küçük Asya'da 20‘den fazla, Hellas'ta (Tesalya'da) bir ve Kıbrıs'ta bir Olympos vardır. Ancak Homeros, Olympiadağı için bir yer belirtmemektedir. "Birçok doruğu olan, bulutların altında, tanrıların havayı soludukları bir dağ" demektedir Homeros."
H.B."Altıncı Kıta Akdeniz"










"Alfabenin toplam 29’dan “Hellence’den alınmıştır”denilen 19 harfi de, Hellence’de yazılan Fenike kopyası harflerden farklı olarak, M.Ö. 402’de Atina’da Hellen dünyasına ortak bir alfabeye dönüştürülen, özgün Milet alfabesinin bir ürünüdür çünkü. Ve onların Atina’dan göçle gelmedikleri, yarattıkları uygarlık gibi Anadolu’da yerli oldukları görüşünün artık eskiçağ biliminin gündemine oturmaya başlaması, eskiçağ biliminde konulara tek yanlı “Hellas/Atina” önyargısıyla değil, “Anadolu/Milet” seçeneğiyle de çok yönlü yaklaşımın doğal sonucu olarak şaşırtmamalıdır."

"Eskiçağ Bilimi’nin yüzelli yıldan buyana “Hellenliğini” sorgulama gereği bile duymadığı bir uygarlığı kendi “Anadolu”köküne bağlamanın kolay olmayacağı belliydi. Çünkü Anadolu arkeolojisinin dünyaca tanınmış saygın adı Akurgal ayrıca doktora çalışmasının bağlığına taşımıştı Lykia sanatının “Hellenliği”ni, “M.Ö. 6.yüzyıl Lykia Yunan Kabartmaları” diye. Karşı bir görüşü öncelikle kendi halkımıza inandırmak kolay olmayacaktı. Ayrıca, bir taraftan İonlar bağlamında, “sanatı ve kültürü Doğu/Anadolu olan ve Anadolu mayasıyla yarattıkları Batı Uygarlığı’nı Ege’nin batı yakasındaki ‘anayurda’ aşılayan sömürgeciler Atinalılar’dır, çünkü yazı ve dil Hellence’dir” denecekti. 

Öteyandan, her nasıl oluyorsa, “yazısı ve dili yerli olan” bir halkın, Lykia’nın, uygarlığı da “Hellen” olabilecekti, çünkü bu kez “sanatları Hellen etkili” olacaktı. Karşıt iki gerekçeyle aynı hedefe varabilme mucizesini(!) içeren bu görüşler Batılılar gibi Akurgal’ındır da. Bir uygarlığın kimliğini yazı ve dil mi belirler, yoksa sanatın, düşüncenin niceliği mi?; bunu anılan mantık temelinde anlayabilmek mümkün değildir. Anlaşılan tek şey, Batı Anadolu’daher uygarlığın her durumda mutlaka “Hellen” olması gerektiğidir (!). 


Acıdır ki genç kuşak eskiçağ bilimcilerimiz de Lykia’da Hellen etkisini yazı temelinde görme kolaycılığından sıyrılamamış; yerli yazı yerine Hellence’nin toplumun iradesi dışında, Makedon İskender buyruğuyla yazdırıldığı unutularak ve bunu arkeolojik bulgularla birlikte değerlendirme gereği bir yana bırakılarak, bu etkiyi “Pers egemenliği altında çift dilli yazıtlarda fark etmeye” dek indirgemişlerdir. Sanki resmi dili ve yazısı Farsça olan Selçuklu Türkleri, bununla “Persleşmiş”lerdir!!!





Prof.Dr.Fahri Işık'ın da dediği gibi:
"Uygarlık Anadolu'da Doğdu"