hekim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hekim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ekim 2017 Çarşamba

MİTOLOJİDE TIP ve AYDIN’IN ANTİK DÖNEM HEKİMLERİ




“Doktor hastaya kuşatılmış bir şehir gibi bakmalı ve onu tüm imkanlarıyla 
kurtarmaya çalışmalıdır. Sanat ve bilim onun emrindedir.”
Trallesli Aleksander




Sözde tıbbın babası olan Hippokrat andı (ki kendisinin değil de öğrencileri tarafından yazıldığı düşünülür) şu cümleyle başlar: "Hekim Apollo ve Asklepios, Hygia, Panacea ve bütün tanrı ve tanrıçalar adına..."


Apollo’nun, Truva Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya farklı zaman dilimlerinde göçen (1) Hellenlerin (Grek) tanrı panteonuna girdiği bilinir. “Grek” kökenli olmadığının en büyük kanıtı ise, Apollo kelimesinin, tıpkı kardeşinin adı Artemis gibi, Yunanca olarak açıklanamamış olmasıdır. 


Mitolojide “Tıp” tanrısı olarak kabul edilen Asklepios ise Apollo’nun oğludur. Apollo, Teselya (2) kralının kızı Kronis ile birleşir, Kronis hamile kalır ama sadık değildir. Apollo onu diri diri yakarak cezalandıracaktır, lakin oğlunun ölmesini istemez ve annesinin karnından çıkarır, büyütüp eğitmesi için de bir "Kentaur"a verir.


Khiron adlı Kentaur’dan doğadaki ilaçlarla tedavi yöntemlerini öğrenen Asklepios diriltmeyi de öğrenmiştir. Fakat amcası olan yeraltı tanrısı Hades, dünyasının boş kalacağından korktuğu için Asklepios’u dedesi Zeus’a şikayet eder ve dedesi tarafından cezalandırılır. Çünkü, ölmüş olan ölü kalmalı ve diriltilmemelidir, ölümsüzlük yalnızca tanrılara mahsustur. Apollo oğlunu öldüren babasına kızar ve Zeus’a yıldırımlar yapan Kyklop (Kiklop)ları öldürür ve oğlunu göklere yerleştirir. Artık Asklepios  “Yılanı Tutan” anlamına gelen “Ophiuchus (Yılancı)” takım yıldızı olmuştur.


Ayrılmayan bir ikili olan Yılan ile Hayat Ağacı Mezopotamya’dan beri şifanın, hayatın ve de ölümsüzlüğün sembolüdür. Asklepios elinde tek bir yılanın sarmaladığı bir Asa tutar. Belli ki, Hayat Ağacı burada bir Asa’ya dönüştürülmüştür. Bu sembol tıp camiasında, Asklepios kelimesinden türetilen Escülap adını alır. Asklepios Hekim-Tıp tanrısı iken kızları ve oğulları da sağlıkla ilgili tanrı ve tanrıçaları olmuştur. Örneğin, Asklepios’un kızlarından Hygieia temizlik, sağlık yani hijyen anlamındadır. Homer'e göre Şifacı anlamına gelen "Paeon" tanrı ve tanrıçaları iyileştiren hekimdir ve Hesiod ile Homer döneminden sonra da "Paeon" iyileştirme güçleri olan Apollo ile Asklepios'un soyadı olarak kullanılmıştır. Yalnız, Apollo sadece şifanın değil, vebanın da tanrısıdır… 


Hekim Tanrısı Asklepios’a adanan en ünlü tapınaklardan biri Bergama’dadır. Asklepion olarak adlandırılan şifahanede, tıpkı Selçuklu ve Osmanlı döneminde de kullanılan, müzikli ruhsal tedavileri uygulanırdı. Halbuki bu tip tedavi uygulamaları o dönemin Avrupa’sında henüz yoktur.


Buraya kadar her şey normal geliyor değil mi?  Ama olayların gelişmesinde büyük bir terslik var, hem de birkaç yüz yıldır süren bir terslik. Medeniyetten yoksun (batılıların deyimiyle yazıyorum) “aşağı uygarlık”tan olan bir “Doğulu”, medeniyet sahibi “yüksek uygarlık” tan gelen bir “Batılıya” eğitim veriyor öyle mi?.. “Aşağı uygarlık”tan olan halk “yüksek uygarlık”tan olan halkı eğitemez, bu kültürel oluşumlara ters düşer. İster yerli halk olsun, isterse göç ile gelen halk olsun, hangisinin kültürü ileri düzeyde ise, o halk aşağı düzeyde olan halkı eğitmiştir. Tersi mümkün değildir.


Antik çağda barbar kelimesi Yunanca konuşmayanlar için söylenmiş olsa da, tarihin ilerleyen zamanlarında vahşi ve uygarlıktan yoksun medeniyetler için de söylenmiştir. Siyasal açıdan çıkarları bulunanlar 19.yy’dan itibaren “Grek” ve “Roma” medeniyetinin “eder değerini” yükseltmiştir. Çünkü, “Batılılar” Yunan ve Roma medeniyetini ataları olarak ilan etmiş, ondan öncesini de yok saymıştır. Avrupalı’nın eğitim sistemine ancak 19.yy’da girmiş olan “Grek” ve “Roma” dersleri, tek taraflı olarak anlatılmış ve sürekli pohpohlanmıştır. Diğer yandan ise, “Doğulular” hep aşağı medeniyet olarak anlatılmış, hiçbir şey bilmedikleri, her şeyi “Yunan” ve “Roma”lılardan öğrendikleri ima edilmiştir. Halbuki olaylar tam tersi gelişmiştir. Çünkü, Yunan ve Roma medeniyeti Mezopotamya ve Mısır’a göre daha dünkü çocuk sayılır. Yunan mitolojisi MÖ 800’lerden sonra gelişirken, Roma mitolojisi Pelasgların torunları Etrüsklerden etkilenmiştir ki, Pelasgların bir kolu olan İonlar (Grek kökenli değillerdir, ama göç sonrası karışmıştır) Anadolu’dayken diğer bir kolu olan Etrüskler de Anadolu topraklarından gitmedir. Yani her iki uygarlığın tanrı panteonunun kökeni aynıdır, ama zamanla tanrılar çoğaltılmış, ağıza göre isimlendirilmiştir.



KENTAURLAR

İskitler at üstünde savaşır, yer, uyur ve gerektiğinde de göçerdi. Atıyla bütünleşmiş olan bu Türk boylarını, onları bizzat görmemiş ama hikayelerini duymuş olanlar, hayallerinde atlı insanları canlandırmaya başladı. Böylece mitolojik hikayelerinin At Adamları ortaya çıktı. İnsan hayvan karşımı mitolojik figürlerin anavatanı Mezopotamya’dır. Sakaların (Batılılar İskit olarak anarken, Doğulular Saka der) atası sayılan Kassiler’e ait (MÖ 13.yy) bir mühürde bile insan-at karışımı figürler görülür. 


(Resimdeki kanatlı At-Adam, Türk kültüründeki Tulpar'dır.)



At Adam Khiron zeki ve bilgilidir. Herkes ondan eğitim almış gibidir. Sadece sağlık eğitimi değil müzik, liderlik ve ahlak eğitimi de vermiştir. Lakin kendisi bir doğuludur, bu sebeple de vahşi ve barbar Kentaur’lardan olmamalıdır, soyunu değiştirmek gerekir!.. Böylece diğer Kentaurlar’dan ayrı tutulmuştur. 


Genel tasvirlerde At Adamların üstü insan, gövdesi de at’tır. Ama, Kentaurlar çıplak ve bacakları at şeklinde iken, Khiron giyinik, ön bacakları da insan bacakları olarak tasvir edilmiştir. Bunun arkasında, tabi ki “bir doğuludan eğitim almalarını kendilerine yediremedikleri” düşüncesi yatar. Çünkü bilinen bir gerçek vardır ki, o da Kimmerler-İskitler her zaman için Kentaurlarla eş tutulmuştur. Bu Türk boylarının mitolojiye yansıma şeklidir.


Khiron’un da bir İskit-Şifacı Kam olması büyük bir olasılıktır. Sağlık ve tedaviler hakkında her şeyi bilen Khiron, Herkül tarafından yanlışlıkla atılan zehirli bir okla vurulmuştur ve her nasıl olduysa da bunun bir tedavisi yoktur! Ölümsüzlüğünden vazgeçen Khiron Zeus tarafından gökyüzüne yerleştirilir. Böylece Khiron Centaurus ya da Erboğa takımyıldızı olarak ölümsüzleşir… Mitolojiler biraz tarih, biraz gerçek, biraz da masaldır. “Grek” “İskit” uçurumu açılınca, galiba kendilerine “batılı” bir eğitmen bulup “doğuluyu” öldürme yoluna gittiler. Tabi bu sadece benim düşüncem, ama geniş açıdan bakınca da başka bir anlam yükleyemiyorum...


Bilge Khiron sadece Asklepios’u da eğitmemiştir; Truva Türkleri’nden Hektor’u öldüren Aşil (Akhilles) gibi nice “Hellen” kahramanlarını, ya da Doğu’nun bilgeliğini temsil eden Sümer kökenli Altınpost’un peşinde, doğuya yelken açan Jason gibi liderleri de eğitmiştir. 


Bir önceki makalemde Hipokrat’ın tıbbın babası olmadığını anlatmıştım. Burada da Tıp/Hekim tanrısı olarak kabul edilen (mitolojik karakter de olsa) Asklepios’un, eğitimini bir "Doğulu"ya borçlu olduğunu öğrendik. 




Resim: Türk runik yazıya eşlik eden İskit/Saka üslubu avcı-savaşçı Türkler. Erken Ortaçağ dönemi kaya üstü resimlerinden bir çizim. 
Kırgızistan'daki kayaüstü tasvirlerinin büyük bir bölümü MÖ 1000 dönemine kadar geriye gider. 
6 nolu çizim bir AT-ADAM, yani KENTAUR'dur.
Yer: Koçkar ile Talas Vadisi, Tanrı Dağları - Kırgızistan
(Kaynak: Eski Türk Kaya Resimleri - E.Miklaşeviç, Samaşev, Tabaldiev, Soltobaev)





TRALLESLİ ALEKSANDER

Doğu Roma (ancak 16.yy’dan sonra Bizans olarak anılır) İmparatoru Justinian'ın döneminde tıp eğitimi veren okulların olup olmadığı, hastanelerin stajyer yetiştirip yetiştirmediği uzmanlar arasında hala tartışma konusudur. Hatta, anatomi hakkında resmi bir eğitimin verildiğine dair kanıt da yoktur. Bununla birlikte, MÖ 1.yy’dan MS 3.yy’a kadar Roma imparatorluğu döneminde Sezar, Augustus, Vespasianus ve Trajan gibi Romalı imparatorlar tarafından hekimlere; vatandaşlık ve maaş hakkı, vergi ve askerlikten muaflık, örgütlenme hakkı yanında fakir çocukların bile önünü açan öğrenim hakları verildiği bilinmektedir.


Doğu Roma hekimlerinden olan Trallesli (Aydın) Aleksander, tıp uygulamaları ile eczacılık bilgilerini aktardığı “On İki Kitap (Twelve Books)”, “Ateşli Hastalıklar İncelemesi (Treatise on Fevers)” ve parazitoloji incelemesi olan “Bağırsak Solucanlarına Dair Notlar (Letter on İntestinal Worms)” kitapları günümüze kadar gelmiştir. Bu kitapları Latince ve Arapça’ya çevrildiğinden “doğulu” hekimler ile eczacılar tarafından biliniyor ve saygı görülüyordu. En çok bilinen çevirisi ise 19.yy’da düzenleyip yorumlayan, kimya ve farmakoloji (ilaç) araştırmacısı Alman T.Puschmann tarafından yapılmıştır. 


Pushmann’a göre, Aleksander’ın tıp ve eczacılık bilgisi, bırakın antik dönemi bugün için bile önemlidir. Aleksander kitabında özellikle eczacılıktaki bilgilerini babasının arkadaşı olan Cosmos’tan aldığını belirtir. Doğu Roma döneminde henüz bilinmeyen “doğululara” özgü bitkisel tedavileri onunla batıya duyurulmuştur. 


Demek ki, MS 6.yy’da yaşamış olan Aleksander da Askleipos’tan pek farklı değildi. Doğululara özgü tedavi yöntemlerini, Hindistan ile Doğu Roma arasında ticaret yapan Cosmos’dan aldığı ek bilgiler sayesinde genişletebilmişti. "Indicopleustes" (Hindistan Yelkencisi) olarak ta anılan ve Sri Lanka, Hindistan ile Arabistan arasında ticaret yapan Cosmos doğudan edindiği bilgileri, batılıların “antik dönemin ünlü doktorları” arasına yerleştirdiği Aleksander’a aktarmıştı.


Aleksander ile ilgili en geniş bilgiyi Doğu Roma tarihçisi Myrinalı (Aliağa) Agathias yazmıştır. İmparator Justianus için de çalışmış olan Agathias, Aleksander’ın  525'te Aydın'da doğduğunu ve diğer dört kardeşi gibi hekim olan babası Stephen sayesinde iyi bir eğitim aldığını yazar. Stephen beş oğlunu da meslek sahibi yapmıştır ki, bu o dönem için büyük bir başarıdır. Aleksander, yaraların temizlenmesini, cerrahi müdahaleleri, kemiklerin yerine oturtulmasını,  adamotu ile afyonla anestezi uygulamalarını, babası Stephen’in yanında çıraklık yaparak öğrenmiştir.


Anestezi, zehir ve büyü için kullanılan, ayrıca Shakespeare’n Othello’da “uyku şurubu” diye bahsettiği Adamotu’nun, Hititlere gelin gidip kraliçe olan Hurri kökenli Puduhepa’nın memleketi olan Tatarlı Höyük’te (Tatarlı Köyü-Ceyhan-Adana) de bulunması MÖ 2000’lerde de kullanıldığını gösterir, ki Prof.Dr.Şahin Aksoy Babil döneminden günümüze kalan tabletlerde, tıpta kullanılan 120 kadar mineral ilaç ile iki katı kadar da bitkisel ilaç adının geçtiğinden bahseder.  Tatarlı Höyük yakınlarındaki Anavarza antik kentinden olan hekim Dioskorides’te (MS 1.yy) anestezi olarak Adamotu kullanıldığını yazmıştır. 


Aleksander kitaplarında diğer hekimlerden de bahseder. Bunların arasında  MS 1.yy’da yaşamış Suriyeli hekim Archigenes’ten aktardığı tılsımlı tedavi şekilleri de vardır. Tılsım ve muska tedavileri psikoterapide çokça kullanılmıştır. Bir hastanın inancı da bunda etkilidir, çünkü iyileşmenin birinci kuralı iyileşeceğine inanmaktır. Aleksander da buna inanmış ve kolik hastaları için (kamların kullandığı gibi) muskalar önermiştir. Bu muska sekiz köşesi olan bir dairedir ve üzerine de  "kaç, kaç safra zehri, taçlı lark seni arıyor" yazdırmıştır. (3)


Aleksander Bergamalı Galen'in teori ve uygulamalarından etkilenmiş olsa da, onu eleştirmekten kaçınmamıştır. Hipokrat'ın psikoloji ve patoloji üzerine yaptığı araştırmaların üzerinde daha çok çalışarak, kendi terapilerini ortaya çıkarmıştır. Roma’ya yerleşmeden önce birçok bölgeyi dolaşmış, lokal tedavileri ve ilaçları öğrenerek bilgisine bilgi katmıştır. Tıp eğitim sisteminde beceri kazanmak ve uzmanlaşmak için usta doktorlara eşlik eden gençler vardır, bu sebeple de çırak yetiştirdiği varsayılır. MS 605 Roma’da ölünceye dek de hekimlik yapmaya devam etmiştir.


Aleksander Justianus için çalışmamış olsa da, diğer üç kardeşi İstanbul’da çalışmıştır. Anthemius mimar-mühendis iken, Metrodorus kraliyet çocuklarına eğitim veren okulda görevlidir. Olympius ise Justinias’un hukuk danışmanlığını yapmıştır. Dioscurus ise Aydın'da kalıp abisi gibi başarılı bir hekim olmuştur. Kardeşler arasındaki en ünlü kişi ise Kutsal Hikmet Kilisesi, yani Ayasofya'nın başmimarı Anthemius'tur. Nike İsyanı sırasında 532 yılında yıkılan Ayasofya, beş yıl gibi kısa bir sürede inşa edilerek 537’de ibadete açılmıştır. Ayasofya’nın diğer mimarı ise Miletli (Balat) İsodorus'tur. 1500 yıllık Ayasofya ise hala ayaktadır...







Diğer hemşehirli antik dönem hekim ise MS 1.yy’da yaşamış olan Trallesli Thessalus’tur. Hayatı hakkında fazla bir şey bulunmayan Thessalus baba mesleği yerine tıbbı seçmiştir. Fakirlerin tıp eğitimi almasını sağlayan yasa ancak MS 3.yy’da yazıldığı halde büyük bir başarıyla tıp eğitimi almış ve döneminin ünlü hekimlerinden biri olmuştur. Aynı zamanda, kurucusu Bitinyalı (ya da Prusiaslı, şimdiki Konuralp) eczacı-hekim Asclepiades (MÖ 2.yy)’un da öğrencisi olan, ama Laodikyalı Themison’un kurduğu varsayılan Laodikya Methodik (Yöntemsel) okulunun da bir üyesidir. Bu okulda hastalar diyet, egzersiz ve müzik ile tedavi edilirdi. Hekim Thessalus, MS 58-63 Roma-Part savaşında, bir İskit boyu olan Part Türkleriyle barış antlaşması yapan “çılgın” lakabıyla anılan Roma imparatoru Nero için çalışmış ve Roma’da ölmüştür. Günümüze kalan birkaç el yazması dışında, tüm çalışmaları tarih içinde yok olup gitmiştir. 



Sağlığınıza...
Semra Bayraktar
KUYETA, Temmuz-Ağustos 2017, sayı 115-116



Dipnot ve kaynaklar:
(1) Prof.Dr.Fahri Işık bu göçün bir kültür göçü olmadığını, kültürü bu topraklardan aldıklarını yazar.
(2) Teselya'nın merkezi şehri Osmanlı döneminde Yenişehr-i Fener olarak anılan Larissa'dır. Nüfusun çoğunluğu Türklerden oluşurken, 1924 nüfus mübadelesiyle boşaltılmıştır. Antik dönemde ise "Grek" olmayan "Grekçe" konuşmayan Etrüsklerin atası sayılan Pelasgların "Grekler"den önce yerleştiği şehirdir. Bir çok araştırmacıya göre Pelasglar Türk kökenlidir. Hatta, Atatürk'ün okuduğu kitaplar arasında yer alan ve 19.yy'da Fransız tarihçi Henri Berr tarafından yazılan "Yunan Halkının Oluşumu" kitabında geçen şu mısra çok önemlidir:" Larisa adı yok olmuş dillere ait gibi gözükmekte ve 'kale surlarla çevrilmiş kent' anlamına gelmektedir. Biz bu ilkel topluluklara Pelasg adını veriyoruz. Çünkü bu ad eskiler tarafından Hellenlerden önce bulunan ve Hellence olmayan dili konuşanlara verilmiştir. Fakat Pelasgların gerçekte kim olduklarını bulmaktan vazgeçiyoruz..". Neden vazgeçtiklerini herhalde anlamışsınızdır!
(3) (flee flee, poison of bile, the crested lark is looking for you) lark, bir çeşit kolon tedavisi olup daha fazla bir bilgi yoktur. Şifa ile kötülüğe karşı koruyucu etkisi olduğuna inanılan altı köşeli yıldızlar padişah gömleklerine tılsım olarak işlenmiştir. Mühr-i Süleyman olarak da anılan bu yıldız Asya Hunları'nın (Noin-Ula Kurganı-MÖ 1.yy) kullandığı bir damgadır ve İsrail'in sembolüyle hiç bir ilgisi yoktur. Çünkü Yahudiler bunu ancak 1897 yılında Ziyonistlerin teşvikiyle sembolleri olarak kabul etmişlerdir. Antalya çevresinde 14.yy'da kurulan Tekeoğulları Beyliği'nin bayrağında da altı köşeli yıldız vardır. Ne yani şimdi onları da mı Yahudi ilan edecekler? Her gördüğümüz altı köşeli yıldız Yahudilere ait sanılmasın. İncil veya Tevrat'ta bunun Yahudiliği simgelediğine dair bir ifade de yoktur.

Azra Erat Mitoloji Sözlüğü ; Mircea Eliade Dinler Tarihine Giriş ; The Life and Times of Alexander of Tralles - John Scarborough ; Oxford Dictionary of Medical Quotations- Peter McDonald ; A Dictionary of Greek and Roman biography and mythology. By various writers. Ed. by William Smith.






ilgili:






28 Mart 2017 Salı

Efesli İki Doktor - Tıp ve Hemşirelik



Azize Tekla - Efes // Kadın Kam baharı kımız ile selamlarken - Orta Asya
Çanakkale Savaşı 1915 - Hilal-i Ahmet Cemiyeti (Kızılay) Hemşireleri // Rahibe Hemşireler - Amerika 1863







Sağlık hayatımızın en değerli zenginliğidir. İnsanoğlunun var olmasından bu yana tıp her zaman ilerlemiştir ve yeni hastalıklar çıktıkça da kendisini geliştirecektir. Size Efesli Soranos ile Rufus'tan bahsedeceğim. (1) Ama önce kısaca tıp tarihine bir göz atalım.


     Yaklaşık MÖ 4500'lerde Türkmenistan'dan Mezopotamya'ya inen Sumerliler için "Tarih Sumerle Başlar" derler ya, aslında yanlış bir kavram, çünkü tarih onlardan öncede vardı ve buna "Tarih Öncesi Dönem" diyorlar. Arkeolojik kazıların devam ettiğini, henüz bulunamamış yazıtların olduğunu, bulunan yazıtların da  hepsinin çevrilmediğini bilirsek, bunu şimdilik doğru farz edebiliriz. 


     Yazının bulunmasından önceki, yani tarih öncesi döneme gidersek erkeklerin avcı, kadınların ise botanikçi olduğunu görürüz. Kadınlar hangi bitkinin iyi ve yararlı, hangisinin de zararlı ve zehirli olduğunu deneme yanılma yoluyla bulmuştu. Bu bilgiler nesilden nesile aktarılır ve her nesilde bilgiler çoğalırdı. Bu kadınlar hem bitkisel tedaviler yapıyor hem de bazı bitkilerle transa girip gelecek hakkında kehanetlerde bulunuyorlardı. Bu yüzden en güçlü ve ilk şifacılar kadınlardı, daha sonraki dönemin Kamlarıydı (Şaman Türkçe değildir, ayrıca Orta Asya'da erkek kamların kadın giysileriyle tören düzenledikleri biliniyor). Diğer bir değişle tarihin ilk hekimleri ve eczacıları kadınlardır. 


     Sumerlilerin tıpta, astronomide, matematikte ve mitolojide gelecekteki Mısır, Hitit, Yunan gibi birçok medeniyeti etkilediği bir gerçektir. Tedavi uygulamaları MÖ 3000'lerde Mezopotamya'da tapınak rahibelerinin elindeydi. Her türlü hastaya baktıklarından zamanla yetişemez oldular ve ebeliği tapınak dışına çıkardılar. Sonuçta bir kaç pratikle öğrenebilecek bir meslekti. Ataerkil olan Akad ve Asur gibi Sami halkların bölgeyi ele geçirmesiyle, tapınak görevini rahipler aldı. Böylece tapınaklara gelen hastaların tedavisi de rahibelerden rahiplerin eline geçmişti. Diğer yandan zaten tapınak dışında olan ebelik ise kadınlara kalmıştı. Böylece tıp kadınların elinden alınıp, yerine erkekler getirilmişti. Bu aynı zamanda "Anaerkil Töre"den "Ataerkil Töre"sine geçişin de başlangıcıydı. Bu yüzden Hellenistik ve Romalılar döneminde kadın doktorlar çok nadir görülmektedir, çünkü onlara göre "tıp" erkek egemenliğine aittir.  


     Kadınlar ise gizliden veya açıktan, bugün için "alternatif tıp" denilen bitkisel tedavilere devam etmiş ve fakir halkın şifacısı olmuştur. MÖ 4.yy'da Atina'da ebelik yapan Agnodice erkek kıyafetleri giyip anatominin "sözde" babası sayılan Kadıköylü Herophilus'un yanında eğitime başlamıştı. Lakin yakalanıp yargılandı ve ölüm cezası aldı. Fakat kadınların tepkisiyle karşılaşan devlet yöneticileri cezanın uygulamasından vazgeçmek zorunda kalmıştı. MS 1.yy'da "Doğa Tarihi" yazan Pliny'e göre MÖ 1.yy'da yaşamış Elephantis ki Bergamalı Galen'de bahseder, kelliği tedavi etmiş bir ebedir. Yine Pliny'e göre kuduz ve  sıtma ile mücadele eden kadın hekim Laus, güneş yanıklarını tedavi eden Salpe, ebelik ve kürtaj yapan Olympias ve birçok hastalığı tedavi eden Sotira birinci yüzyılda yaşamış, antik dönemin bilinen kadın şifacılarındandır.  


     Başka bir örnekte, Tarsuslu Pavlos'un müridi olan Konyalı Azize Tekla'dır (Thecla). MS 1.yy'da Pavlos'un konuşmalarından etkilenen Tekla ailesini terk ederek kendisini dine verir. Din değiştirdiği için çok tepki almıştır, birçok kere ölüm cezasına çarptırılmasına rağmen her seferinde mucizevi bir şekilde kurtulur ve bu yüzden de Hıristiyanlığın ilk kadın şehidi sayılır.  Bugün Aya Tekla Kilisesi olarak adlandırılan ve MS 4.yy'da yapılan Silifke'deki bir mağarada inzivaya çekilir. Halk onu kutsal bir şifacı olarak ününü duyunca şifa aramak için ziyaret eder. Ruhsal ve fiziksel rahatsızlığı olan hastalar mağaraya yaklaştıklarında şifaya kavuştuklarından dolayı hekimlerin tepkisini çeker. Bu hekimler müşterilerini kaybettikleri için onu bir şekilde ortadan kaldırmak ister, ama Tekla yine kurtulur ve 90 yaşında öldüğü söylenir. Efes'teki Pavlos Mağarası'nın duvarında da Otacı-Şifacı olan Azize Tekla'nın bir freski bulunmaktadır.


Ortaçağ'a geldiğimizde bu kadın şifacılar maalesef politik güç, kilise egemenliği ve erkek baskısı yüzünden cadılıkla suçlanıp yakılmıştı. Ne yazık ki yakılan kadınların %85'i "şifacılık" yaptığı için değil, "büyücülük" yaptığı için cezalandırılmıştı. Kadınlar ancak 19.yy'dan sonra hekimlik yapabilmek için eğitim alabilecek ve daha çok hemşireliğe yönlendirilecekti. Günümüzde dahi hemşireliğe bir kadın mesleği olarak bakılmaktadır. Halbuki bu mesleğin özünde hasta bakıcılığı vardır, doktora yardımcı olmak vardır. Hasta bakıcılığı da doktorlarda olduğu gibi cinsiyet ayrımcılığı yoktur, ama hemşireliğe o gözle bakılmamaktadır. Hıristiyanlık döneminde hasta bakıcılığı görevini genellikle kilisede çalışan rahibeler yaptığı için ve de İngilizcede "hemşire, bacı, kız kardeş" anlamına gelen "sister" denildiğinden, hemşirelik mesleği kadına özgü bir meslek durumuna gelmiştir.



Gelelim Efesli Soranos ile Rufus'a


Roma İmparatorluğu'nun yükselme devrinde yaşayan Soranos varlıklı bir aileden gelmesinin avantajları ile iyi bir eğitim almış ve ünü Efes dışına çıkan bir hekim olmuştur.  Hayatı ile ilgili fazla birşey bilmesek de 4 ciltlik kitap yazmıştır. Latince çevirisini 6.yy. Caelius Aurelianus yapmış olsa da tekrar basımı 1838 ve 1882'i bulacak ve  günümüze parçalar halinde kalacaktır. “Ebelik ve Kadın Hastalıkları”, “Kırıklar, Belirtileri ve Bandajlar” ve “Akut ve Kronik Hastalıklar”  bunlardan üçüdür. 


     Doğum ve çocuk hastalıkları ile ilgilenen Efesli Soranos çocukların sağlığından hastalıklarına, gıdasından banyosuna kadar ayrıntılı notlar almıştır. Annelerin sağlığına önem vermiş, hatta annenin sağlığı tehlikeye girerse ki kürtaj karşıtıdır, kürtajı bile onaylamıştır. Doğum kontrol ve kürtaj Mezopotamya ve Mısır'da biliniyordu, hatta Kleopatra gibi Mısır kraliçeleri de hekimlik yapmıştır. Gebe kalmak istemeyenlere doğum kontrol yöntemleri ile sonlandırmak isteyenlere özel reçeteler hazırlanıyordu. Kadın kendi bedeni üzerinde hak sahibi ise, yani özgür bir kadın ise,  önerilen reçeteler de işe yaramazsa kürtaja başvuruluyordu. Ama onun da kuralları vardı, özellikle de "doğmamışın" korunması için yazılan bu kurallara dikkat edilirdi; Bir, annenin sağlığı tehlike de mi; İki, babalık hakkından dolayı görüşünün alınması; Üç, kürtajlar vahşice yapılmayacak. Bunlar yapılmadığı taktirde yapan da yaptıranda cezalandırılacaklardı. Kürtaj, Hellen ve Roma imparatorluklarında yasak değildi, hatta birçok yazıtta: "…vicdan azabı duyulmamıştır, başarı ile sonuçlanmıştır..” cümlelerine rastlanır. Soranos bu kurallara uyuyor ve gerekli gördüğü taktirde kürtaja onay veriyordu. Kadın doğum ile ilgili birçok aletleri, spekulum, uterus sondası gibi, tarif etmiş, yazdığı "ters doğum" ile ilgili görüşlerini de ancak 15.yy'a gelinildiğinde gerçek anlamda uygulanmıştı.


     Soranos aynı zamanda akıl sağlığına önem vermiş, kendisinin de temsilcisi olduğu "Metodik Okul (MÖ 1.yy-Yöntemsel Okul)" kurucusu Laodikyalı (2) Themison'u eleştirmiştir. Themison akıl hastalarını zincirleyip gıdadan mahrum bırakıyordu, bu yüzden tedavi ettiğinden daha fazla hastayı öldürüyordu. Soranos ise daha akılcı bir şekilde yaklaşılması gerektiğini savunuyordu. Klinik gözlemlemeyle hastaya merhametle yaklaşmanın, hastanın geçmişinin araştırılmasının önemini belirtiyordu. Önerileri bugünkü psikoterapisinde hala kullanılıyor. Raşitizm hastalığının belirtileri ile sözde "tıbbın babası" sayılan MÖ.4.yy'da yaşamış Hipokrates'in biyografisini de yazmıştır.(3) Soranos'un cilt hastalığı yüzünden hayatını kaybettiği varsayılır.




     Bugün Yunanistan'da Efesli Soranos adına iki yılda bir "Soranos Dostluk Ödülü" dağıtılmaktadır. Türkiye'den bu ödülü alan 4 kişi vardır: İhsan Doğramacı (1995),  Erdal İnönü (1999), Doç.Dr. C.Narter [(Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı-Deneysel fetal cerrahi, 2002) ve sadece Narter Soranos’un mesleğine uygun ödül almış görünüyor] ve Zülfü Livanelli (2005).


     Efes'ten diğer hekimimiz ise lakabı "kızıl-sarışın" anlamına gelen "optikçi" Rufus'tur. Efesli Rufus’ta Soranos ile aynı dönemde yaşamış olup, gözün yapısı ile ilgilenmiş, göz lensinden bahsederek ayrıntılamıştır. Lakin, göze gelen ışınlarının lenste kırıldığının belirtilmesi için 16.yüzyılın gelmesi gerekmektedir. Bu yüzden günümüzde fotoğrafçılıkta kullanılan lenslere de onun anısına Rufus adı verilmiştir.


     1600'lere kadar insan anatomisi üzerinde çalışmak yasaktır. Antik dönemde cesetler üzerinde gizlice anatomi çalışmaları yapıldı düşünülür, çünkü MÖ 1.yy'da anatomi çalışmaları yapan Rufus, her ne kadar domuz ve maymunlar üzerinde çalıştıysa da, ayrıntılı bir şekilde anatomi haritası çıkarmıştır. Aynı zamanda hijyene önem vermiş, nabız ile kalp ritmi arasındaki bağlantıyı ortaya çıkarmıştır.  Bir çok hastalığın belirtileri onun tarafından dile getirilmiş olup, "Böbrek ve Mesane Hastalıkları" ile  "Basit Anatomi Kitapçığı" (Elementary Treatise of Anatomy) günümüze kalan kitapları arasındadır. Hayatı hakkında daha fazla bir bilgi yok, ancak Bergamalı Galenos'un dünyaya geldiği sıralarda, yani MS 129'larda öldüğü söylenir.


Efesli Rufus - 17.yy çizimlerinden




     Tüm sağlık çalışanlarının Tıp Bayramı’nı kutlarım...


Sevgilerle,
Semra Bayraktar
KUYETA Ocak/Şubat 109-110
Kuşadası Yerel Tarih Araştırmaları Grubu 

(1) Şahıs ve şehir isimlerinin dillere göre değiştirilmesi karışıklıklar meydana getirdiği için Alexander adını İskender olarak değiştirmeyip orjinalini kullandım. Buna en güzel örnek, Attila'nın Almanlar tarafından Etzel olarak değiştirilmesidir. Halk bunu farklı bir kişilik veya millet olarak görmektedir.
(2) Laodikya antik kenti Denizli'dedir.
(3) MÖ 460-370 yılları arasında yaşamış ve "Tıbbın babası" olarak sunulan Hipokrates tıbbın babası falan değildir, çünkü ondan binlerce yıl önce Sumer, Mısır, Çin gibi "Doğulu"lar tıpta ilerlemiştir. 19.yüzyılda "Batılı"ların kendilerini "üstün ırk" "Doğulu"ları da "aşağı ırk" görmesinden kaynaklanan ve kendilerini Yunan ve Roma medeniyetine bağlamasından doğan bir yanıltma ve bilgi kirliliğidir.  Yani Yunanlılardan önce de tıp yasalarla düzenlenmiştir. Prof.Dr.Şahin Aksoy  Hipokrat'ın tıbbın babası olmadığını söylerken, Prof.Dr.Sait Kapıcıoğlu da "Tıbbın babası Hipokrat değil, MÖ 2980'lerde yaşayan Mısırlı İmhotep'tir" demiştir. Bazı batılı bilimadamları da [Kanadalı hekim Sir William Osler (1849-1919) gibi] bunu yazmıştır. Lakabı "İlaçların Tanrısı" olan İmhotep'in öğretisi yıllarca Hellenler arasında saygı görmüştür, ama sonraki siyasi düşünceler ağır basmış ve zamanla unutulmuştur. Gerçeklerin kabullenilmesi yine yıllar alacaktır.

İmhotep MÖ.2600 - "Tıbbın Babası", MÖ.3.yy örneği,Louvre Müzesi


Kaynaklar:
- Ahmet Acıduman, Işıl Arıtürk, Önder İlgili; Türk Nöroşirürji Dergisi, 2010,Cilt: 20,Sayı: 2 : - Prof.Dr.K.Hüsnü Can Başer: - Die Gynakologie des Soranus von Ephesus: - Saint Antuan Kilisesi-İstanbul : - Prof.Sue Vilhauer Rosser "Women, Science, and Myth" : - Prof.Dr.Sait Kapıcıoğlu makaleleri; Prof. Dr. Recep Akdur "Tıbbi Etik ve Meslek Tarihi";  Prof.Dr.Şahin Aksoy "Tarihte Tıp"



ilgili:







7 Temmuz 2015 Salı

EFESLİ SORANOS




Kadın Doğumcu, Jinekolog ve Çocuk Hekimi 


MS. 98-138 arasında Trajan-Hadrianus döneminde Efes’te yaşamış antik dünyanın en ünlü en büyük jinekoloğu.

Menander ve Phoebe nin oğlu olan Sorano eğitimini tamamladıktan sonra Alexandria , Roma ve Efes’te çalışmıştır. “Methodic School” un en ünlü temsilcisi idi. O dönemlerde yaygın olan bir cilt hastalığı yüzünden öldüğü sanılmaktadır. Hayatı ile ilgili fazla bir şey bilmesekte , yazdığı 4 ciltlik kitaplarından birçoğu günümüze kadar gelmiştir. 

“Ebelik ve Kadın Hastalıkları” kitabında doğum kontrolü ve doğum teknikleri ; ters doğum; MS 2 yy.da yazıldığı halde ,15 yy da daha yeni yeni uygulanmaya başlanmıştı. Raşitizm hastalığının belirtilerini anlatmış , sinir bozukları ile ilgili önerilerde bulunmuştur. Bu öneriler günümüzde psikoterapide kullanılıyor.

1838 de ve 1882 de ,(6.yy.Latince çevirisi –kazandıran Caelius Aurelianus) basılan “Kırıklar,belirtileri ve Bandajlar” ; Akut ve Kronik Hastalıklar” birkaç önemli Yunanca yazılmış eserleridir.

Doğum kontrol ve Kürtaj ilk kez Mısır da görülüyor. En eski yazıt Eber yazıtlarıdır (MÖ.1550-1500). Kadınlara özel reçeteler ile hamileliğini bitirmek isteyen (düşük) yada hamile kalmak istemeyenlere bitkisel reçeteler hazırlanırdı.Önerilen doğum kontrolleri işe yaramadığı zamanda da , kadın kendi bedeni üzerinde hakimiyet sahibi ise kürtaj/düşük kaçınılmazdı.

Pers imparatorluğunda kürtaj biliniyordu, fakat canice yapılan kürtajlarda kişi cezalandırılıyordu. Kürtaj Yunan ve Roma imparatorluklarında denendi ve yasak değildi. Bir çok yazıtlarda “…vicdan azabı duyulmamıştır,başarı ile sonuçlanmıştır..” cümlelerine rastlanır. Lakin Yunan ve Roma “doğmamışın” bile korunması görüşü içindeydi. Bazı yerlerde uygulanması gereken bir prosedür ise ,babanın kutsallığı bozulacağından, görüşü alınırdı.

Soranos önce annenin hayatını, sağlığını düşünürdü, gerekli görürse kürtajı önerirdi. Doğum kontrol için, ağızdan alınan şifalı otlardan yapılmış ilaçlar, eski zeytinyağı, bal ve ağaç reçinesinden yapılan diaframlar kullanılırdı. İstenmeyen gebelik ortaya çıktığında kürtaj yapılır ( Spekulum, uterus sondası, sefalotribe, embryo çengeli... gibi aletleri tarif etmiştir ) yada düşüğe sebep olacak bitkisel ilaçlar verilirdi.

Doğum ilgi çekiciydi, bir çok komplikasyonlar yaşanıyordu, hem anne hemde bebek tehlikeye girebiliyordu. Bütün bunların cevabını arayan Soranos aslında kürtaja karşıydı. Efes’te kürtaj yasal bile olsa, sadece annenin hayatı tehlikede ise kürtaja yanaşıyordu.

Soranos aynı zamanda Tıbbın Babası Hipokrates ‘in (MÖ. 460-370) bilinen ilk biyografisini yazmıştır.

Yunanistan’da ‘Soranos Dostluk Ödülü’ 1. yüzyılda yaşamış ünlü hekim Efesli Soranos adına iki yılda bir veriliyor. Türkiye’den bu ödülü almış kişiler;
1995- İhsan Doğramacı
1999- Erdal İnönü
2002- Doç.Dr. C.Narter (Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı-Deneysel fetal cerrahi sunumu.İst.)
2005- Zülfü Livanelli

***

EFESLİ SORANOS

HEKİM SORANOS DERLER BANA ,EFESLİYİM
EĞİTİM HAYATIMI BÜYÜK ŞEHİRLERDE GEÇİRMİŞİM.
ÇOK ZORDU İŞİMİZ , ESKİ ZAMANDA
İLAÇ YOK , MİKROSKOP YOK, KALDIK BİR BAŞIMIZA
İNSANLAR ÖLÜR EN BASİT HASTALIKLARLA.
CANLA BAŞLA ÇALIŞTIM YENİLİKLER GETİRDİM,
KIRIKLARA VE RAŞİTİZME ÇARELER BULDUM.
ANNE VE BEBEK SAĞLIĞINA ÖNEM VERDİM.
SİNİRSEL HASTALIKLARA ÖNERİLER SUNDUM.
ZENGİN FAKİR, SİYAH BEYAZ AYRIMI YAPMAYACAĞIZ
SÖZLÜ BİLGİLERİ GELECEK KUŞAKLARA AKTARACAĞIZ.
SÖZÜMÜZDÜR BU HERKESE EŞİT DAVRANACAĞIZ.
TUTMAYAN OLURSA DA ARAMIZDAN DIŞLAYACAĞIZ.
DOKTORLARIN HOCASI HİPPOKRATIN BİYOGRAFİSİNİ YAZDIM
BÖYLECE TÜM CİHANDA ÜN SALDIM.


Semra Bayraktar
Ekim, 2010
Derleme ve şiir bana aittir.


Soranos ile ilgili yazım ilk kez KURED'in (Kuşadası Rehberler Derneği)
"GuideWise-Rehberce Dergisi" Eylül 2010, Sayı 2'de çıkmıştı.