Azerbaycan ve Türkiye Türkleri aynı genetik bağa sahip
olmalarının yanında Azerbaycan, Türkiye ve Urmiye Gölü üçgeni içinde yer alan
Türk Kurganlarının tarihlerinin M. Ö. 5-6 binlere giderken Orta Asya
Kurganlarının tarihleri M. Ö. 2000’lerden öteye gitmemesi yerleşim eskiliği
bakımından Anadolu’yu Orta Asya’nın önüne koymaktadır. Ayrıca Anadolu’nun tam
ortasında yer alan Çatalhöyük genetik sonuçlarıyla içerik bakımından % 40’ının
protoTürk olduğunu haykırmaktadır. Bu ProtoTürklerin kesin bir biçimde Orta
Asya’da değil önce Anadolu’da yerleştiklerini ispatlar. Son olarak Türk
mitolojisi ve destanları Mitanni, Asur, Rus, Lulu, ve Maday ülke komşuluklarından
bahsetmektedir, eğer Türkler denildiği gibi Orta Asya’dan çıkmadılarsa nasıl
oluyor da bu milletlerin komşuluğu bu destanlara yerleşiyor? Bunun da
araştırılması gerekir.
Besides of the Azerbaijan Turks and the Turkey Turks have
the same genetical ties, the dates of the Kurgans found within the triangle of
Azerbaijan, Turkey and the Lake Urmiyah of Iran go well ahead of VI to V BC.
This would entail that Anadolu (Anatolia) is previous than Middle Asia in which
the dates of the Kurgans do not go further than II. Millenia BC. In addition to
this, Catalhoyuk (Çatalhöyük) which is
placed at the center of Anadolu claims with its genetical results that 40 % its
inheritance is protoTurkic. As a result it can cearly be said that prototurks
settled in Anadolu well before than they have dwelt in Middle Asia. Lastly
Turkish mythology and epics talks about the neighborhood of Mitanni, Assur,
Urus, Lulu and Maday which are very well known Mesopotamian Cultures. If
ancient Turkic tribes and sates did not even have a neighborhood with such
mentioned ancient nations how would these names get into these epics? This
issue should be researched. Consists of the same genetic origin of the Azerbaijani
and Anatolian Turkmen next to Anatolia, Azerbaijan and Urmiah lake located
within the triangle BC Kurgan graves. 4000- 5000 to the date corresponding to
the outgoing BC in Central Asia and Altai. Kurgans of 2000 BC go beyond the
course of history in terms of Anatolia clearly proves that it was before.
Furthemore, the fact that 40% of the population of Cataloyuk located in the
center of Anatolia, genetically constitutes from Turks, and 7,000-year history
of this region shows that Anatolia was one of the earliest human settlements.
Anadolu ve Azerbaycan’ın en eski soy ve boylarının
şecereleri hakkında Türk efsanelerinden kısmen ya da tamamen bilgi sahibi olmak
mümkündür. Bu efsaneler ayrıca değişik coğrafyalara dağılan Türk
topluluklarının ilk yerleşim yerleri, ilk ataları, etnogenezleri ve bu gün
bulundukları coğrafyaya nasıl göçtükleri konusunda bilgi vermektedir. Bu
bilgiler ışığı altında Türklerin ilk yerleşim yerlerinin Orta Asya olmadığı
anlaşılmaktadır. Bu destanlarda ayrıca Türklerin kadim milletlerle ilişkisi de
anlatıldığından o dönemdeki sosyal hayat ve ilişkiler de gün ışığına
çıkmaktadır.
Bir Özbek destanı olan Hanname’de Azerbaycan’ın en eski Türk
soylarından olan Lululardan (Lulubiler) adında bir kavimden bahsedilmekte fakat
diğer Türk soy ve boylarından farklı olarak, bu halkın Nuh oğlu Yafes’in
soyundan gelmediği anlatılmaktadır.
Lulular Azerbaycan’da çıkan çivi yazısı tabletlere göre
Kutilerle birlikte Azerbaycan’ın en eski Türk boylarındandır. Destan’a göre
Türkmenler Nuh’un kızı Vejile’nin (Vesile) soyundan gelmesine karşılık Lulular
Nuh’un kızı Vejile ile birlikte çadıra kapattığı ve Allah’ın emri ile kızının
simasını alan bir köpeğin soyundan gelirler. Destan’daki açıklama şöyledir;
Nuh’un Ham, Sam, Yafes adlı üç oğlu ve Vejile adlı bir de
kızı vardır. Nuh tufandan önce gemisini yapan üç dülgere ayrı ayrı kızını
vermeyi vaat etmiştir. Tufandan kurtulduktan sonra gemisini yapan üç dülger
gelerek Nuh’a verdiği sözünü hatırlatır. Nuh peygamber bu vaadi Allah’ın izni
ile vermiştir. Lakin tufandan sonra bu vaadi yerine getirmek ona çok ama çok
zor gelir. Zira kızı bir tane talipleri üç tanedir.
Tanrı Cebrail’i Nuh’un yanına göndererek, bir eşekle bir
köpek alıp, onları kızı Vejile ile bir çadıra bırakmasını emreder. Nuh Allah’ın
emrini yerine getirir. Bir müddet sonra çadırın kapısını açınca orada bir
birine tıpatıp benzeyen üç kız görür. Nuh bu üç kızı üç dülgere verir ve
merakla sonuçta ne olacağını gözlemeye başlar. Nuh’un kendi kızı Vejile’den bir
oğlan uşağı olur ve adını Türkmen koyarlar. Dişi itten doğan kızın soyundan
Lulular türer (1)
Hanname’de Azerbaycan’ın diğer bir eski Türk sakini olarak
Kimmerlerin adı geçmektedir. Sadece bu bilgi bile Orta Asya’daki Türk halkların
birçoğunun Ön Asya ve Kafkasya menşeli olduğunu ve kesin olarak Türk soylu
olduğunu göstermektedir.
Hanname’ye göre;
Bükdi Han, Özbek Hanı Talim Han tarafından öldürülünce Türkmenler
Özbeklere hücum ettiler. Özbeklerin tarafında Özbekler, Rakkalılar (Medya’nın
Rakka vilayeti), Tohmaşlar, Kimmerler, Saklablar, Uygurlar ve Tiberler gibi on
boy var idi (2).
Hanname’nin başka bir yerinde Kimmer adlı bir vezirden de
söz edilmektedir. Şöyle ki; Toktamış Han beylerini toplayıp esaslı tedbirlere
ihtiyaç olduğunu bildirir. Beylerden Pir Arslan adlı biri Benen şehrinde Kimmer
adlı bir vezirinin yaşadığını bildirir. O vezir Ozkan Hana vezirlik etmiştir,
doğru bilgi ve nasihatleri ancak ondan almak olur. Toktamış Han derhal adam
gönderip Kimmeri getirtir ve ondan yararlanmaya başlar .(3)
Destanın sonraki bölümlerinde Kimmerle ilgili verilen bilgi
şöyledir: Kil Hanın oğullarından Kimmer adlı bir han var idi. Kimmer Han Ozkan
Hanın saygıdeğer vezirlerinden biriydi. Kendisi de Benen şehrinde yaşıyordu.
Kimmer’in soyundan Kıyat Han adlı bir han var idi. O da Benen şehrinden idi
(4).
Hanname’de Özbeklere karşı vuruşan Türkmenlerden
bahsedilirken Azerbaycan’nın yerleşik sakinlerinden olan Sakarlardan ve Salur
Kazan ellerinden bahsetmesi oldukça ilginçtir. Zira Herodot da aynı bölgede
Sakarta/Zakarta ülkesinden bahsetmektedir. Adı geçen etnonimler içerisinde
Lebnet (Lebne + ut; cam şekilcisi) etnonimi özellikle dikkat çekicidir.
Bu Türkmen boyunun adı Gürcistan’ın Azerbaycanlılarla meskûn
Lenbeli köyünün adında bugün de yaşamaktadır. Azerbaycan’da aynı isimle bir de
halı çeşidi vardır. Destanda Türkmen ordusuna katılan soy ve boylar şöyle
sıralanır: Türkmenlerin ordusu ise İskit, Salur, Temir, Taş, Çavdar, Çavuldur,
Bükdi, Çandır, Çigil, Lebnet, Sakar, Yıpar ve Oğuz ellerinden meydana geliyordu
.(5) Şüphesiz ki, bu bahsedilen Azerbaycan Türkmenleri, yani Oğuzlardır.
Hanname’de ayrıca Hazarın doğusunda yaşayan Türkmenlerden de
bahsedilir ve Özbeklerin onlarla savaşı tasvir edilir. Bu Türkmenlerin boy
adları incelendiğinde Hazarın batısındaki Türkmenlerin boy adlarından farklı
olduğu görülür. Destana göre bu savaştan sonra Türkmenler doğudan batıya göç
etmişlerdir. Göç eden Türkmen boyları; Baklan, Aklan, Köklen, Vardınık, Teke,
Yomut ve Derden’dir .(6)
Bu boyların büyük bölümü bu gün de Türkmenistan’da
yaşamaktadır. Bu boylara Azerbaycan ve Anadolu’da rastlanmaz. Türkmenistan’da
Oğuznamelerde adı geçen Oğuz boylarından dördü hariç diğerlerinin adına
rastlanmaz. H. Koroğlu bu konuda şunları yazıyor:
“…Ananeye göre Oğuzlar 24 kola ayrılır. Kaşgarlı Mahmut ise
bu sayıyı 22 olarak gösterir. Ancak o da bu ananevi sayıya 2 Halaç kolunu ilave
ederek ulaşır. Dede Korkut Kitabı’nda da 24 boy ismi verilmektedir. Günümüz
Orta Asya Türkmenleri de 24 kola ayrılır. Ancak onların adları artık çok
değişmiştir. Yalnız 4 kol bu gün de eski adlarını taşımaktadır. Bunlar Salur,
Eymirli, Çavdar, Karkın boylarıdır. Ön Asya Türkmenlerinin etnik terkibi şecere
(genealoji) bakımından Kaşgarlı Mahmud’un eserindeki klasik şekline uygundur”
.(7)
S.P. Tolstov’a dayanan Koroğlu, Selçukluların, Azerbaycan ve
Ön Asya’ya göçünden önce de buralarda Türkmenlerin yani Oğuzların yaşadığını
belirtmektedir:
“...Azerbaycan’a Xl. asırda gelen Oğuzlar burada yaşayan
Türk dilli yerli ahali ile karşılaştılar. Gelen Oğuzlu Kıpçakların artık
Azerbaycan’ın asıl ahalisi olmuş Hun menşeli Türklerle etnik yakınlığı çok
sayıda kaynak tarafından doğrulanmaktadır. Oğuzların 12 sağ ve 12 sol kola (İç
oğuzlar ve Dış Oğuzlar) ayırdığı 24 Oğuz Boyu tümen başı umumi adını taşıyan
Hun bölmesine de (24 Hun bilgesi) tam uygun düşmektedir.”(8)
Arap tarihçilerinin günümüze ulaşan eserleri incelendiğinde
Oğuzların Azerbaycan ve Anadolu’ya Selçuklular devrinden çok önce geldiği
açıktır. Mesela, Muhammed Vakidi (740-823) Halife Ömer zamanında, 638-639
yıllarında Arap ordusunun Van Gölü ve etrafındaki Ermeni yerleşim yerlerini
fethi döneminde Erciş (Van) gölü yakınlarında yaşayan Hıristiyan Oğuzlardan,
onların melikesi Turunç Hatun’dan ve onun İslamı kabul etmesinden
bahsetmektedir. Aynı hadise Enveri’nin Paris Milli Kütüphanesinde bulunan
yegâne nüshası Düsturname’de de geçmektedir .(9)
Enveri, o zaman bu bölgede yaşayan Oğuzlardan ve onların
Oğuz Tuman adlı liderinden de bahsetmektedir.
Hanname’de Gün Han’ın meşhur veziri Irkıl Hoca’nın adı
Özbeklerin ikinci efsanevi hanı Uluk Han’ın adı ile birlikte anılmaktadır:
“…Uluk Han öndersiz ve padişahsız gezen Özbeklere bir elçi
göndererek kendisine tabi olmalarını ister. Eğer baş eğmezlerse savaşacağını
bildirir. Bu vakitte Özbeklerin içinde Irkıl Kugardi adında akıllı bir adam
vardı. Bu aksaçlı bütün Özbekleri toplayıp Uluk Hanla birleşmelerini salık
verdi. Onun sözüyle Özbeklerin tamamı Uluk Hana tabi olmaya razı oldular ve
birçok hediye ile hanın yanına geldiler. Han da onlara beylik verdi.”(10)
Destanın “Uluk Hanın Türkmen dövüşü” adlı bölümünde
Türkmenlerin 27 uruktan (boydan) ibaret olduğu anlatılır ve birçoğunun adı
sıralanır. Sayılanlar, Azerbaycan ve Anadolu’daki Türkmen boylarıdır.
Türkmenistan’daki boyların adı geçmez. Yukarıda adı Lebnet şeklinde geçen boyun
adı bu listede daha düzgün olarak, Lenbe şeklinde verilir.
Bu bölümde Iğdırların da adına rastlanması dikkat çekicidir:
Türkmen boylarının adları; Çavuldur, Çandır, Salur Kazan, Çavdur, Çigil, Iğdır,
Ekdi, Bektaş, Sakar, Yapar, Lenbe, Oğuz, Vardınk, Kaynar, İskit…(11)
Destanda Asurlulardan da bahsedilmesi Özbeklerin etnogenezinin
ilk aşamasını Ön Asya, Kafkasya ve Azerbaycan’da tamamladığı fikrini
kuvvetlendirmektedir. Hanname’de Özbeklerin ilk hanlarının Hazarlarla
dövüşünden de bahseder. Hâlbuki tarihen yaşadıkları coğrafyanın Kuzey Avrupa, Kafkasya ve
Azerbaycan’la sınırlı olduğu bilinen Hazarların ne o gün ne de bu gün
Özbeklerle temasta bulunabilecek bir sınırları olmamıştır. Zira bu iki ülke hiç
bir zaman komşu olmamıştır. Hazarların da Ural çayından doğuya geçtiğini
gösteren herhangi bir kayda şu ana kadar rastlanmadığına göre Özbeklerin
atalarıyla Hazarlar arasında gerçekten de bir savaş olmuşsa, bu mutlaka
Kafkasya topraklarında olmuş olmalıdır. İşte bu savaş destanda şöyle tasvir
edilmektedir:
“...Ozkan Han Hazarlara karşı gelmiş ve Hazar hanını
öldürmüştü. Hazar Han öldürüldüğü zaman oğlu Kümüş (Gümüş) daha doğmamıştı.
Gümüş Han büyüdükten sonra olup biteni öğrendi ve Ozkan Hanın oğlu Uluk Handan
atasının intikamını almaya karar verdi. Uluk Han bunu işitince derhal ordusunu
toplayarak onun üzerine yürüdü. İki ordu karşı karşıya geldi. Savaştan önce
teke tek dövüş yapmak adetti. Hazarlardan Dimuk adlı bir yiğit ortaya çıktı.
Uluk Han da kendi yiğidi Macar pehlivanı meydana gönderdi. Macar pehlivan
Hazarlardan meydana gelen üç yiğidi teker teker öldürdü. Bunu gören Hazarlar
Tuğrak Dilaver adlı bir yiğidi meydana çıkardı…” (12)
Bu kısımda Macar antroponimine rastlanması çok önemlidir.
Zira burada hem Macarların etnogenezine aydınlık getirilmekte hem de savaşın
Doğu Avrupa arazisinde geçtiğini işaret eder. Bu son derece kıymetli bilgi
Özbeklerin ulu ecdatlarının Ön Asya ve Kafkaslardan Orta Asya’ya hangi yolla
göçtüklerini de aydınlatmaktadır.
Hanname’nin bir başka yerinde Hazarlarla ikinci dövüşten ve
bu dövüşte mağlup olan Özbeklerin Hazar hâkimiyetini kabul etmelerinden
bahsetmektedir: “Talim Han, Hazar Hanı
Kümüş Hanı öldürerek, babasının tahtını almıştı. Kümüş Hanın Ay Tokuş adlı bir
oğlu var idi. Ay Tokuş büyüyüp bir yiğit olunca, her şeyi öğrendi. Talim Hanın
oğlundan babasının intikamını almak için yola düştü.”(13)
Hanname’nin bu kısmında Azerbaycan’ın en kadim sakinlerinden
olan Kimmerleri bu defa da Özbeklerin müttefiki olarak görüyoruz: “Rak, Ilak,
Ruyin, Kimmer, Uygur, Saklab elleri de Özbeklere yardıma koştular. “ (14)
Destanın en ilgi çekici taraflarından biri Özbeklerin de
kendi soylarını aynen diğer Türk halkları gibi Nuh oğlu Yafes’e bağlamalarıdır:
“ Nuh’un Ham, Sam ve Yafes adında üç oğlu var idi. Bütün hanlar, Özbekler,
Türkler ve şimal halkları Yafes’in soyundan gelirler. Bütün güzeller Yafes’in
soyundandır. Buhara’nın güzelleri Horasan’ınkinden, Semerkand’ın güzelleri Buhara’nınkinden, Taşkent’in güzelleri de
Semerkand’ın güzellerinden daha güzeldirler. Bu ta şimale kadar bu şekilde
devam eder .”(15)
Görünen o ki, Özbeklerin etnogenezinde yer almış bir Türk
boyu Ön Asya ve Kafkasya menşeli olup bütün efsane ve destan içeriklerini Orta
Asya’ya giderken beraberinde götürmüştür. Mesela, Hanname’de 32 Özbek boyundan
biri olarak anlatılan Matienler böyledir. Bu gerçek metinlerden ortaya
çıkmıştır.
M.Ö. ll – l bine ait çeşitli çivi yazısı kaynaklarda
Azerbaycan ve Doğu Anadolu’nun kuzeyinde yaşadığı anlaşılan Türk dilli
halklardan biri olan Matienler’in (Myutenler) efsanelerinde onların şimdiki
Özbekistan arazisine Urmiye gölü (Güney Azerbaycan) sahillerinden göç
ettiklerini gösteren bilgiler bulunmaktadır. Meşhur Türkolog L. Tolstova,
Harezm Vadisi’nin Tarihi Onamastikasının bazı meseleleri adlı makalesinde bu
konu hakkında etraflı bilgi vermektedir. Tolstova L. ayrıca Herodot’un da
Matien’lerden bahsettiğini ve bunların adının Kuzey Anadolu’da yerleştikleri
yerin yakınındaki bir dağ adıyla ilintili olduğunu söyler.(16)
Herodot’un II.kitabında şöyle demektedir: “…Aras çayı Matien
dağlarından doğar ve doğu yönünde akarak Hazar Denizine dökülür…” (17)
Strabon ise Matien ülkesini Medya’nın bir eyaleti olarak
tarif eder.(18) Ağasıoğlu F. Strabon’un
(M.Ö.1 – M.S.1) Ermenistan’ın doğusunda, Atropatena’nın ise batısında kalan
Matien bölgesini Med (Medey, Medya) ülkesinin bir eyaleti şeklinde
kaydettiğini, sonraki kayıtlarda ise Matien boylarının Türklerin Özbek ve Karakalpak
boyunun etnogenezinde yer aldığını belirtmektedir.(19)
Bunlar büyük ihtimalle Özbeklerin atalarıdır. Matienler
(Myutenler) ismini bu dağdan almış değildir, aksine bu dağa ismini veren
onlardır. Zira eski Türk inançlarına göre, dağ, çay, göl adları yalnızca
coğrafi adlar olmayıp о yerin ilk sahibi olan ecdat ruhunun adıdır.
Altay Türklerinde Abu Kaan, Süt gölü, Ak Kaya gibi yerlerin canlı varlıklar olduğu ve
insanların dualarına cevap verdiği inancı vardır, bunlar insan gibi evlat
sahibi de olurlar. Abu Kaan dağının iki kızı vardır. Yеlbiz (Algız, Albız, Al
Anası) diye adlandırılan bu ilahi varlıklara Altaylılar şöyle dua ederler:
“Unutma bırakma (bеni), Ak yurdun еsеn yatsın .”(20)
Maaday Kara adlı Altay destanının kahramanı doğduğunda sağ
avucunda dokuz köşeli kara taş, sol avucunda yedi köşeli ak taş (21) olan
oğlunun düşman eline geçmemesi için onu Kara Dağın başında dört kayın ağacının
altında bırakırken; “Kara Dağ senin atan, dört kayın ağacı anan olsun” der.
(22)
Altay inancına göre, destanının başkahramanı Maaday-Kara ve
oğlu Göküdеy-Mеrkеn dağ ruhundan yaratılmıştır. Destanda Maaday Kara şöyle
anlatılır:
Оnun tünd kоnur (kapkara)atı su ruhundan yaratılmış,
Maaday Kara özü(kendisi) dağ ruhundan yaratılmıştır .(23)
Kara dağ atamdır, dеdi.
Kara dağ atam оlmuşsa,
Sözsüz men batıram (yiğidim) dеdi.(24)
M. Caferli Oğuz epik-mitolojisindeki dağları diri ve ölü
dağlar diye tasnif eder. Oğuzlar’da dağlar, canlı ve ölü olarak tasnif edilir.
Oğuzlar, insanları kargıdıkları (lanetledikleri) gibi, dağları da kargırlar.
Kargışın insana tesiri malumdur. Kargış, insanı tutar, başına kötü işler
getirir, öldürür. Oğuzlara göre dağ, insani özelliklere sahiptir, en azından
canlıdır. Canlılık, onun özelliklerinde ortaya çıkar. Dağı kargış tuttuğunda,
suyu akmaz, otu bitmez, geyiği kaçmaz, aslanı, kaplanı bulunmaz olur. Yani
saydığımız bu özellikler ortadan
kalktığında o dağı kargış tutmuş, dağ ölmüş demektir. Oğuz epik
ananesinde dağ canlılığını anlatan su, ot, geyik, aslan, kaplan semantemleri
dağın ruhunun, canlılığının işaretidir. (25)
Altay Buuçay adlı Altay destanının bir sürümünde belaya
düşen kahramanın Temiçieren adlı atı Altay Dağı’na (Ak Tayga) kaçar. At üç yıl
Ak Tayga’nın etrafında dolaşır. Sonra dağın bir yerinden bir kapı açılır. Ak
elbiseli, ak saçlı bir kadın (Ak emegen) elinde kızıl bir asayla kapıdan çıkar.
Altay-Buuçay’ı diriltmek için koca kadın göğe Ak Burhanın yanına gider. Yüce
Tanrı koca kadını Ak Altay’ın ruhu Ak emegen (Ak Ana, koca kadın) diye çağırır.
Ayrıca koca kadın Altay Buuçay’ın anası olarak adlandırılır.(26)
Şor Türkleri’nin inancına göre, Dağ iyesi (perisi) geceyi
dağda geçiren erlerin arasından birini kendine eş seçmek istediğinde o kişinin
yanına uzanıp onu kucaklar. Adam bunun dağ ruhu olduğunun farkına varır da
hemen onun uzun saçlarından ve iri memelerinden tutup altına düşürdüğü zaman
dağ perisi: “Senden bana er olmaz” diyerek kaçar. Yok, eğer ona karşı böyle
yapmazsa, dağ perisi adamın ruhunu ele geçirir ve o adam aklını yitirir. O kişi
bir süre mecnun vaziyette gezip dolaşır ve kısa süre sonra da ölür.(27)
A. Potapov’un
topladığı mitolojik metinlere göre, dağ perisi uzun boylu, büyük dişleri olan
bir kadındır.(28) Telengitler çocuğu olmayan kadınlar dağa çıkıp dua ederse,
çocuk sahibi olacağına inanırlar (29)
Abdülkadir İnan, dağı, Ana kompleksi’ne dâhil ederek Türk
mitolojisinde dağın ana rolünü üstlenmesine dair birçok kaydın mevcut olduğunu
bildirir. Bu da zaman içinde dağın ulu ecdat gibi kutsallaştırılmasını ve onun
etrafında çeşitli inançlar yumağının oluşmasını sağlamıştır. Bu inancın bir
sonucu olarak, Türkistan Türklerinin bulunduğu her bölgede dağ kültünün izlerine rastlanır. Buradaki
dağların çoğu, mukaddes, ulu ecdat, ulu hakan anlamlarına gelen Han Tanrı, Buz
dağ Ata, Bayın Ula v. b. adlarla da tanınmıştır (30)
Azerbaycan’da Dağ Kültü ile bağlantılı söylencelerin biri
şöyledir: “ Bir çoban ve sürüsü
susuzluktan eziyet çeker. Çoban yüzünü Kır Dağına döndürerek: “…Ey Kır Dağı,
sen buradan bir bulak (pınar) çıkar, ben sana bir ak, bir de kara koyun kurban keseceğim”.
Çoban bu sözleri dedikten hemen sonra yerden su çıkar. Bu öyle güzel bir
bulaktır ki, gözyaşı gibi duru, buz gibi soğuktur. Çoban ile sürüsü bulağın
suyundan kana kana içer ve susuzluklarını kandırırlar ama çoban ne ak koyunu,
ne de kara koyunu keser. Çoban sözünü tutmayınca hemen o saat çoban da, sürü de
taşa döner. “(31)
Dağların ayrılığı adlı başka bir mitte ise şöyle
denilmektedir:
“...Albız Dağı, sac asıp yufka pişirmek istedi. Odunları
yığdı ve ateşi yaktı, yufkayı bir bir yayıp sofraya serdi ve sacın kızmasını
beklemeye koyuldu. Büyük oğlu Kaçkar, ortanca oğlu Murat, küçük oğlu Kepez de
ocağın karşısında oturdular. Önlerinde de teleme (taze inek peyniri), ovma
(kurutulmuş yoğurt) vardı. Yufka piştikçe bölüştürüp sıcak sıcak yiyeceklerdi.
Albız Ana ilk yufkayı sacın üstüne salınca Kepez’in tersliği
tutup: “Bu yufka sadece benim, hiç birinize vermem” dedi. Murat: “Hayır, benim,
her şeyin ilkini hep sen alıyorsun, şimdi de ben” dedi. Koçkar: “Madem, böyle,
hiç biriniz üç yufka pişene kadar yufkaya el vurmasın, bekleyeceğiz, böylece
her birimiz birini yeriz.”
"Daha yufka pişmeden kardeşler dalaşmaya başlar, bir
birinin yakasına yapışırlar. Albız Ana onlara ne kadar söz söylerse de
dinlemezler. Koşkar onların arasında oturup, sakinleştirmek ister. Lakin Murat
yanmış bir kösek bulup Kepez’in boynuna indirir. Kepez bar bar bağırır. Boynunu
tuta tuta kaçar. Koşkar Kepez’i çok severmiş, küçük kardeşinin acısına
dayanamaz ve kızmış sacı kaldırıp Murat’ın başına çarpar. Murat da çığıra
çığıra başka tarafa kaçar. Albız ananın yüzü kızarır, canı sıkılır ve
sinirlenir. Koşkar dövüleceğinden korkup gün batımına gider. Üç kardeşin hepsi
ayrılıp her biri bir yanda karar tutar, Albız Ana tek kalır. O vakitten beri
kardeşler analarına, ana da öz
oğullarına hasrettir. Her bulak, her çay onların gözyaşıdır, onların bu
hasretleri, bu intizarları denizlerde, deryalarda görülür”. (32)
C. Beydili, İran mitolojisinde bütün dağların anası olarak
bilinen Elburz dağının adının da Albız//Alvız//Yalbuz adının tahrif uğramış
şekli olduğunu göstermiştir.(33)
B. Ögel’e göre Oğuz Türkleri dağ taş ruhundan güç
aldıklarına inandıklarından dağı sadece bir toprak veya taş yığını gibi değil
duygularla yoğrulup insanlaşmış güç veren destek olan bir varlık gibi
düşünmüşlerdir. (34)
Bütün bu yazılanlar Matien Dağı’nın adının semantiğini
aydınlığa kavuşturmak bakımından, büyük önem taşımaktadır. Özbek destanları
onların ve Karakalpak myütenlerin ulu ecdadının Matienler olduğunu ve Matien
dağı’na ismini bu halkın verdiğini göstermektedir.
Hanname’de bahsi geçen Özbek boylarının sayısı 32’dir ve
şöyle sıralanır: “O devirde Özbekler 32 uruktan, Türkmenler ise 27 uruktan
ibaret idi. Özbek boyları hep birlikte Salur üzerine hücum ettiler. Bunlar
Kıyat, Moğol, Dörmen, Saray, Celayır, Nayman, Kanglı, Hitay, Kerayit, Kıpçak,
Ming boylarıdır”. (35)
Burada sıralanan bütün boylar Cengiz (Çingiz) Han’ın kurduğu
siyasi birliğe dâhil olmuş Türk boylarıdır. Aslında, Özbeklerin kendi adlarını
Kızıl Orda Hanı, Cengiz Han’ın torunu Özbek Han’dan aldığı bellidir.
Bu, elbette ki, sonraki devirlerde ortaya çıkmıştır. Hem
Çingiz Han, hem de yukarıda adları geçen boylar tarihte yanlış olarak, Mongol
(Moğolistan Halkı) olarak takdim edilmiştir. Cengiz Han’ın mensup olduğu soy
menşece bir Türk-Tatar soyudur.
Lakin bütün bu soy ve boyları Moğol (Muğal) değil de Mongol
olarak adlandırmak ve iki ismi birbirinin aynısı gibi kabul etmek doğru
değildir. Bu iki etnonim arasında hiç bir alaka yoktur. Moğol ,bir Türk boyunun
Arap ve Fars kaynaklarındaki adıdır. Mongol veya Mongul ise bu günkü
Moğolistan’da yaşayan halkın Orta Asya Türkçesindeki adıdır.
Azerbaycan’da yaşayan bazı azınlıklar Azerbaycan Türklerini
Moğol/Muğal olarak adlandırmaktadır. Mesela Lezgiler, Avarlar, Buduklar,
Sahurlar bu güne kadar bu şekilde adlandırmıştır. N.Baskakov, Türk Dilleri
kitabında Mughallardan ayrıca söz ederek onları Azerbaycan Türkleri’nin
etnogenezine yakından iştirak etmiş Türk
dilli soy ve boylardan olduğunu kaydetmiştir. Hanname’de bütün bu boylar Yafes
oğlu Türk’ün soyu yani Türk Boyları olarak takdim edilirler . (36)
Kafkas dilli halkların ekseriyeti buradaki Türk soy ve
boylarının ortak bir isim altında Azerbaycanlı olarak adlandırılır. Mesela,
Vaynahlar (Çeçenler ve İnguşlar) yakın zamana kadar Azerilere Padar diyorlardı.
Azerilere, Laklar, Kacar, Lezgiler
Muğal, Gürcüler ise Tatar derler.
Yalnız Ermeniler ve Farslar, Azerilere gerçek adıyla hitap
ederler. Ermeniler Türk, Farslar, Tork, Talişlar ise aynı anlama gelen Tırk
derler. İlginçtir, Taliş dilinde Azerbaycan dili sözbirleşmesinin karşılığı
yoktur aynı manada Tırki zevon (Türk Dili) söz birleşmesi bulunur.
Abbaskulu Ağa Bakıhanov, Gülistan-i İrem adlı eserinde
Şirvan ahalisi’nin dilinden bahsederken, burada Türk ve Tat dilini konuşan
halkların yaşadığını söyler. Burada Moğol (Muğal) dilinde konuşan başka bir
halkın varlığından da söz eder ama bu halkın adını açıklamaz, yalnız eski
kaynaklara istinaden onların Massagetlerin torunları olabileceğini söyler.
Bakü’nün yerli ahalisini de komşu tat ve terekeme (Türk) köylerinin sakinlerinden
ayırarak Moğol dilinde konuşanların nesli gibi anlatır. Evliya Çelebi ise aynı
halktan Kaytak şeklinde bahseder ve yerli halkın onları Moğol (Muğal) şeklinde
adlandırdıklarını bildirir.
Onların Oğuz olduklarını, Buhara Lehçesi’nde (Çağatay Türkçesiyle)
konuştuklarını, Şirvan’ın Mahan vilayetinden geldiklerini kaydeder. (37) Bu bilgilere göre bazı yerli azınlıklar ve
Kafkas Dilli halklar Muğal adını başlangıçta sadece Türk Dilli Kaytaklara, yani
Uygur Dilinde konuşan halka vermişse de sonraları Lezgilerin ve onlarla komşu
olan diğer bazı halkların dilinde bu kelime Azerbaycan’ın bütün Türk Dilli
ahalisini ifade eden bir etnonime dönüşmüştür.
Yerlilerin Kaytakları, Muğal olarak adlandırmalarının sebebi
ise onların Moğollarla, yani Hülagülerle aynı dilde konuşması olmuştur.
Hülagüler devri Moğolları’nın, diğer bir deyişle, Azerbaycan’a dışarıdan gelen
Moğolların, yani Cengiz Han evlatlarının hangi dilde konuştuğunu ve Moğol
Dili’nin ne olduğunu ise biz Xlll. asrın meşhur Azerbaycan dilcisi İbn Mühenna’nın
Tercüman-i Farsi ve Türkî ve Moğoli (Fars, Türk ve Moğol Dillerinin lügati)
adlı eserinden öğreniyoruz.
Günümüze 5 kadim el yazma nüshası ulaşmış bu muhteşem eser,
Arap Dilinde kaleme alınmış ve ilk defa P. M. Melioranski tarafından geniş
çaplı bir incelemeye tabi tutulmuştur. Bu eserin Azerbaycan’da, Xlll. Asırda yazıldığının kati şekilde
anlaşılmasıyla çok büyük bir önem kazanmıştır. İlmeddin Alibeyzade eser ile
ilgili olarak şunları yazıyor:
“…Kitapta bir sıra ilginç genel nazari meselelere
değinilmektedir. Bunlar Türk Dilleri’ne ait bilgiler olduğundan ilmi bakımdan
çok önemlidir. Eserde Türk Dilleri’nin Xlll. asırdaki gelişimi, muhtelif
kolları, lehçe ve şivelerinin bir biri ile ilgisi ve yakınlığı anlatılmaktadır.
Bunlar çok önemli bilgilerdir. Yazar eserinde “bizim ülkenin Türk Dili ve
lehçesi” ıstılahını işler ki, bu, “Azerbaycan ülkesi ve onun dili” demektir.”
Bilgilerin ortaya koyuluşunda P. M. Melioranski’nin bakış
açısı çok dikkat çekicidir. Araştırmacı, Müellifin, gramerin muhtelif
yerlerinde lehçeler arasındaki farklardan bahsettiğini ve lehçeleri böyle
ayırdığını söyler. Türkistan, Türkmen ve bizim ülkenin Türkçesi, diye
bahsettiği, Kadim Azerbaycan lehçesidir. Müellif, Türkmen Lehçesi’nden çok
ötekilerden bahseder, lakin Bizim ülkenin Türk Dili ile mukayesede Türkistan
lehçesinin ses kuruluşunu yeteri kadar dolgun şeklinde vurgulamaktadır. O,
elbette, muhtelif kenar eklemeleriyle bu sonuncu ile daha çok meşgul olur bizim
ülkenin Türkleri arasındaki şiveleri detaylandırarak anlatır.
İbn Mühenna kendi eserinde umumilikle Türk Dili veya Türk
Dilleri dediğinde, onun üç önemli kolundan bahseder ki, bunların biri de
Azerbaycan Dili veya Lehçesidir. P. M. Melioranski’de kitapta yazılanlardan
aydınlanarak, müellifin Türkistan Türkçesi diye adlandırdığı Moğol dili, Uygur
dilinden başka bir şey değildir demektedir. Bunun böyle olduğunu İlhanlılardan
(Hülagülerden) günümüze ulaşmış ferman ve mektuplar da ispat etmektedir.
Bu resmi belgeler Uygur alfabesi ile Uygur Türkçesinde
yazılmıştır. Cengiz Han soyundan gelen Kızıl Orda Hanı Özbek Han’ın fermanı da
günümüze ulaşmıştır. Bu ferman da sözü edilen Uygur dilindedir ve sözü geçen
alfabe ile kaleme alınmıştır. Xlll. asırda kaleme alınmış olan ancak yazarı
bilinmeyen ve T. Hautsman tarafından yayınlanmış Kitab-ı mecmu ve tercüman-ı
Türkî ve Acemi ve Moğoli ve Farsi adlı lügatte de Uygur Dili Moğol Dili,
şeklinde takdim edilir.
Ünlü yazı tarihçisi İohannes Fridrix de Yazı Tarihi adlı
kitabında Cengiz Han’ın ve oğullarının devrinde Uygur Dili’nin devlet dili
olduğunu ve bütün resmi yazışmaların bu dilde ve Uygur alfabesi ile yapıldığını
vurgulamaktadır. Cengiz Han’ın iki bendi elimizde bulunan, kendi söylediği
kesin olan ve Şeceret-el etrak (Türklerin şeceresi) adlı bir Arapça anonim
belgede sunulan şiir de yine Uygur Türkçesindedir:
“Tengiz baştın bulkansa tondurur olum Cuci’dur,
Terek tubtin cıkılsa turkuzar olum Cuci’dur”
Bu bakımdan Uygurların, (Moğol/Muğalların) bugünkü Mongollarla
aynılaştırılması esasen yanlıştır ve Rus bilim adamlarının siyasi amaçları için
uydurdukları büyük yalandan başka bir şey değildir. Bu yalan Rus bilim adamları
tarafından bilim dünyasına sokulmuş, aslı güya Çin hiyeroglifleri ile Moğol
dilinde yazıldığı iddia edilen fakat Çince tercümesi günümüze ulaşan uydurma
Moğolların Gizli Tarihi adlı belgeye dayanmaktadır.
Eğer gerçekten Çin hiyeroglifleri ile yazılmış ve güya Moğol
dilinde olan metinler varsa bunların, nerede ve ne zaman yazılmıştır, Moğolcası
nerededir sorusuna da cevap vermesi gerekmektedir. Ayrıca hiyeroglifler,
fonetik yazı değil, sözlerin işaretlerle yazılışıdır ve hiyerogliflerle
yazılmış metinlerin fonetik seslenişini ortaya çıkarmak mümkün değildir.
Çince tercüme metnin bir sürü çeşidi günümüze ulaşmış ve o
da Cengiz Han’ın ve neslinin tarihçesinin çok sayıdaki varyantından başka bir
şey değildir. Uygur Türkleri’nin tarihine ait bütün Çin belgelerinde ve ne
olduğu tam anlaşılmadığı halde Rus bilim adamları tarafından dünyaya Moğolların
Gizli Tarihi şeklinde tanıtılan belgede dahi bu halkın adı aynen Rus ve Avrupa
kaynaklarında geçtiği gibi Tatar olarak geçmektedir (Ak Tatarlar ve Kara
Tatarlar). Bu kaynakların hiç birinde Mongol etnonimine rastlanmaz.
Xlll-XlV. asırlarda Uygur (Türkistan) Türkçesi, İlhanlılar
devrinde, Azerbaycan İmparatorluğu’nun resmi devlet dili olmuştur. Bu dil, bir
müddet Osmanlı sarayında da resmi dil vazifesi görmüş ve devrin Osmanlı
padişahları Hülagü hükümdarları ile yazışmalarında bu dilden istifade etmişlerdir.
Arapça kaynaklarda Cengiz Han evlatlarından Türk olarak
bahsedilmektedir. Kadim Çin, Rus, Avrupa ve Fars kaynaklarında ise onlar Tatar
olarak adlandırılır ve onların Mongol olduklarına gösteren tek bir işaret bile
yoktur. Tatarların eski Türk boylarından biri olduğu zaten bilinmektedir. Bunun
böyle olduğunu hem Orhon-Yenisey Abideleri, hem de Kaşgarlı Mahmud
doğrulamaktadır. Bütün eski Türk şecerenamelerinde ve Cengizname’de Cengiz
Han’ın soy ağacı Türklerin ulu atası kabul edilen Nuh oğlu Yafes’e bağlanır,
Oğuz Han’la aynı budağa mensup Tatar ve Moğol (Mughal) adlı ikiz kardeşlerden
söz açılır. Birçok durumda Tatarların bir kolunun adı veya Tatar adının eş
anlamlısı gibi kullanılan Moğol(Mughal) adı ikiz kardeşlerden birinin adıdır:
“…Yedinci nesilde Türkün ikiz oğlu oldu: Tatar ve Moğol.
Ataları İlli Han Türkistan’ı onların arasında böldü. Üçüncü nesilde Moğol’dan
Moğol oğlu Kara Han, Kara Han oğlu Oğuz Han dünyaya geldi. (38) İslam ve İsrail
Oğullarının tarihlerinde, Nuh peygamber yeryüzünü güneyden kuzeye üç hisseye
ayırır. Birinci hisseyi oğullarından Hama verir. Ham Sudan’ın atasıdır. Orta
kısmı oğlu Sama bağışlar. Sam da Araplarla Farsların atasıdır. Nuh peygamber
dünyanın üçüncü kısmını ise oğlu Yafes’e
verir. Yafes şark tarafına gider orada yerleşir. Türkler Yafes’e Abulca Han
diyor, ama onun Nuh peygamberin oğlu olduğunu bilmiyorlar. Bununla beraber bu
Türk Han’ın Yafes’le aynı devirde yaşadığını ve onunla aynı aileden olduğunu
bilirler. Moğolların hepsi, Türk kabileleri ve bütün göçerler onun neslinden
gelirler”. (39)
MoğollarTürk şecerenamelerinde Tatar Türkleri’nin 30 boyundan, Hanname’de ise Özbek
Türkleri’nin 32 uruğundan biri gibi kaydedilmiştir. (40)
Cengiz oğullarının soy efsanesi Göktürklerin Ergenekon
efsanesi’nin aynısıdır. Cengizname’de ise Moğolların soyu Hun efsaneleri ile
örtüşür. N. Y. Biçurin’in Uygurların Kökeni olarak adlandırdığı Hun efsanesi,
Çin kayıtlarında geçmektedir. Çin kayıtlarında hikâye şöyledir:
“Hun Şanyu’sunun (Hakan’ının) çok güzel iki kızı dünyaya
gelir. Kızlar o kadar güzeldir ki saray ahalisi onları tanrıça kabul ederler.
Şanyu: “Ben bu kızları insanoğluna veremem. Ben onları Tanrıya vereceğim.”
O, payitahtında bir kasır yaptırıp, kızlarını oraya
yerleştirir. Üç yıl sonra anaları kızları oradan götürmek istese de, Şanyu
itiraz eder, daha vakti gelmediğini söyler. Bir yıl sonra koca bir kurt kasrın
duvarlarını gece gündüz demeden oyar ve orada kendine bir yuva yapar. Küçük
kız: “Atamız bizi Tanrıya vermek istiyor, şimdiyse bir kurt gelip burada yuva
yapmış. Bu hoş bahtlık alameti olmalı.”
Küçük kız böyle düşünerek kurdun yanına gitmek istediğinde
ablası korkup, “O bir hayvan, yanlış bir iş yapıp anne babamızı utandırma”
dedi. Küçük kız ablasını dinlemeyip kurdun yanına gitti, onunla yaşamaya
başladı ve ondan bir oğlan doğurdu. Onun nesli çoğaldı ve devlet kurdular.”
(41)
Cengizname’deki efsanede ise şöyle denilmektedir:
“ Çok eski zamanlarda Ak Deniz sahillerinde Malta şehri
vardı. Bu şehri Altın Han idare ederdi. Hanın hanımının adı Kurlevuç idi.
Onların bir kızı oldu, adını Ulemlik koydular. Kızı güneşten ve aydan saklamak
için taştan bir saray yapıp onu orada sakladılar. Kız böylece büyüdü. O, çok
güzeldi, gülünce kurumuş ağaçlar yeşerir, otsuz çöller otla örtülürdü. Bir gün
o, dayısına; ”Bu sarayın dışında başka bir dünya var mı” dedi. Dayısı; “Bu
sarayın dışında bir dünya var, orada dünyanı ışıklandıran ay ve güneş var”
dedi. Kız penceresini açıp güneşe baktı ve hoşunu gitti. O, güneş şuasından
hamile kaldı. Altın Hanla hanımı bundan utanarak kızı bir kayığa koyup onu Tün
denize bıraktılar…” (42)
Bu efsanede Ağ (Ak) ve Tün (Kara) denizlerinin adlarının
geçmesi dikkat çekicidir. Gördüğümüz gibi, Moğolların efsaneleri onların
kökünün Ön Asya ile bağlı olduğunu göstermektedir. Aynı durum Göktürk
efsaneleri için de geçerlidir:
“…Türkütlerin
(Göktürklerin) ecdatları Garp denizinden (Hazar Denizi’nden) batıda
yaşıyordular…” (43)
Yukarıda anlatılan efsanelerin Azerbaycan sürümü de vardır.
Bu sürüm 1988’de Oğuz Etnografya Araştırmacıları Birliği tarafından Bakü’nün
Türkan kentine yapılan bir araştırma gezisi sırasında 75 yaşındaki Teyyub
Memmedağa oğlu Hanağayev’den dinlenip kayda alınmıştır. Ne yazık ki, o zaman
folkloru nasıl toplamak lazım olduğu bilinmediğinden söyleyicinin şivesini göz
ardı ederek efsane edebi sözden yazıya dökülmüştür. Azerbaycan’lı Dil ve
Folklor Bilimcisi Bahtiyar Tuncay’ın şahsi arşivinden alınan ve şimdiye kadar
hiçbir yerde açıklanmamış bu efsanenin mazmunu şu şekildedir:
“..Babam babasından, o da kendi babasından, o da öz
babasından işitip, nesilden nesile aktarırlar ki, kız kulesini Bakü’nün birinci
hanı özünün gözel-göyçek kızını yad gözlerden korumak için diktirmiştir.
Denilene göre, kız o kadar göyçekmiş ki, aya deyirmiş sen çıhma, men çıhım,
güne deyirmiş sen çıkma, men çıkım. Kızı gören onun güzelliğine tab getirmeyip
(takatı yetmeyip) kaş edermiş (bayılırmış). Öyle ki, halk arasında güzelliğinden
ötürü ona maral diyorlarmış.
Maral böyüyüb, haddi-buluğa çatanda han onu kısmeti çıkana
kadar namahrem gözünden uzak tutmağa karar verip ve kuleyi de bu maksatla
diktirmiş. Fikri kızı Rum şahının oğluna vermekmiş. Kızı darılmasın diye, Bakı
kentlerinden sabırlı, hayâlı, kırk ince bel kız seçip onun hizmetine verir.
Maral kızlara tek kalıp zikir ve dua etmek istediğini söyler. Böylece,
hücrelerden birine çekilip zikir etmeye başlar. Allaha onu bu mahpustan
kurtarması için gece-gündüz dua eder.
Günlerin birinde, bir gece vakti kulenin penceresinden içeri
bir ışık girer. Işık büyük bir kurda döner. Kız bunu görünce çok korkar. Kurt
dile gelip kıza: “Korkma, sen o kadar zikir ve dua ettin ki, Allah’ın sana
rahmi geldi ve beni gönderdi ki, seni bu mahpustan kurtarayım. Benim belime,
sarıl seni uzak ellere aparacağım.”
"Maral Allaha şükreder ve canavarın sırtına biner.
Kurt: “Boynuma sıkı sıkı sarıl ki, düşmeyesin” der. Kız onun dediği gibi yapar,
onun boynunu sıkıca sarılır. Kurt kızla birlikte dənize atlar ve yüzüp karşı
sahile çıkar. Bundan sonra kızı gören olmamış. Kurdun Maralı kaçırdığını gören
hizmetçi kızlar hanın korkusundan Allaha dua ederler ki, onları taşa döndürsün.
Amma Allah onları taşa çevirmez, guguk kuşlarına döndürür. Buyurur ki, Maralın dalına
uçsunlar ve ona yine evvelki gibi hizmet etsinler...”(44)
Rivayetlerde Cengiz Han’ın ulu ecdatlarından olan
Börteçine’nin (Bor Toğanın) denizi (Hazarı) aşarak bugünkü Moğolistan
topraklarına geldiği ve burada oturduğu açık şekilde ifade edilmektedir. Burada
o, Kao Maral (Maral Kova) adlı kızla evlenmiştir. (45) Cengiz’in doğumu ile
ilgili mitin kahramanı da konu bakımından büyük önem taşımaktadır:
“Alan Kova ersiz hamile kaldı. O: “Benim yanıma güneş şuası
geldi, yanımdan kurt şeklinde çıkıp gitti” dedi. Bunu yoklamaya karar verirler.
Üç kişi , biri Kıpçak Kara Bey, diğeri Türkmen Kel Mehemmed ve Uraluç Bey, Alan Kova’nın çadırı önünde keşik çekirler,
sehere az kala parlak bir şuanın düştüğünü görürler. Bir müddet sonra şua boz
kurda döner .” (46)
Burada olaya şahit olan bir Kıpçak ve bir Türkmen’in
bulunması dikkat çekicidir. Görüldüğü gibi Mongol’dan (Moğolistan’da yaşayan
halktan) destanın hiçbir yerinde bahsedilmemektedir. Cengiz Han’ın şimdiki
Mongolistan arazisinde (Moğolistan toprakları) doğduğu ve aynı arazide yerleşen
Karakurum şehrinde yaşadığı bir gerçektir. Fakat bu onu mongol yapmaz. Çünkü
bugünkü Moğolistan toprakları Göktürklerin de meskeni ve merkezi olmuştur.
Türk tarihinin en kıymetli abidelerinden sayılan
Orhon-Yenisey abidelerinin büyük bir kısmı aynı arazide bulunmaktadır. Bugünkü
Moğolistan halkının gerçek etnik adı Kalka’dır ve onlar Buryat ve Kalmıklarla
aynı halktandır.
Mongol (aslında Mongul) adını ise onlara Türkler vermiştir.
Kadim Türkçe’de Mongol (Mongul) küt beyin, yel beyin demektir. Aynı kelime Türk
dilinden Rusça’ya da geçerek tupoy mongol şeklinde ve aynı manada
kullanılmaktadır.
Kendilerini her zaman başkalarından üstün tutan Türkler,
komşularına çoğu zaman benzer aşağılayıcı adlar vermişler. Sibirya’da yaşayan Tunguzlara
(Tongus-domuz), Kuzey Kafkasya’da yaşayan Adıgelere (adık-ayı) dediklerini
söylemek yeterlidir. Farslara Tacik
(kadim Türk kaynaklarında tazik, yani tezek adını da Türkler vermişlerdir.
Albanya Tarihi kitabında anlatılana göre yerli hıristiyan Türkler, aynı adı
(tazik) Müslüman Araplara da vermişler.
Mongol ve Moğol etnonimlerinin benzemesi tesadüfî bir
fonetik benzerlikten başka bir şey değildir. Ruslar, bu benzerlikten
yararlanarak Cengiz Han’ın Moğolistan’da doğup yaşaması gerçeğini saptırıp onu
Mongollaştırmıştır. Bu sahtekârlığın sebebini anlamak için Marko Polo’nun XlV.
asırda çizdiği haritaya bakmak yeterlidir. Aynı haritada bugünkü Rusya’nın
bütün arazisi Tatariya şeklinde yazılmıştır. Bahsi geçen haritada ne Mongoliya
ne de Rusya diye bir ülke olmadığı gibi bu adla geçen küçük bir şehir bile yoktur.
Ptolemeous’un antik devirde çizdiği haritada ise aynı arazi
İskitya (İskitlerin Ülkesi) olarak adlandırılmaktadır. Kadim Yunanlıların
Türklere Skif (İskit) dediği bilinmektedir.
Ruslar, bugünkü Rusya’nın baştan-başa kadim Türk ülkesi
olduğunu gizlemek için Skiflerin güya İran Dilli, Moğolların (Tatarların) ise
güya işgalci Mongollar olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır. Bu azmış gibi bir
de Türkler için yalandan bir ulu vatan da uydurularak onun güya Altay dağları
olduğu iddia edilmiştir. Rus tarihçileri, Moğolları vahşi göçerler gibi
göstermektedir.
Tarihi kaynaklar ise Rusların göçeri dediği Cengiz Han’ın
Karakurum şehrinde yaşadığından ve bu şehrin Moğol devletinin payitahtı
olduğundan bahsetmektedir, yani Cengiz Han’ın yerleşik bir şehirli olduğunu
söylemektedir. Eğer Moğollar gerçekten de vahşi göçerler idiyse, Batı Han’ın
Sarayı için Batı şehrini inşa ettirmesinin sebebi nedir? Vahşi göçerin şehir
inşa etmekle ne işi olabilir ki?
Yeni Türk Ansiklopedisi’nde yazıldığına göre, Cengiz Han,
Göktürklerin dokuz Oğuz Hanları neslinden bir Bey ailesine mensuptur. Xlll.
asırda o ve halefleri, tarihte misli görülmemiş büyüklükte bir imparatorluk
kurmuşlar ki, bu imparatorluğun kapladığı alan 64 milyon kilometre karedir.
Aynı ansiklopedinin yazdığına göre Cengiz’in asıl hedefi Göktürk devletini, ya
da, Turan (Türkistan) imparatorluğunu diriltmekti. Fakat o devirde Türklerin
büyük kısmı artık müslüman olmuş ve eski Türk ideallerinden çoktan
uzaklaşmışlardı.
İşte bu sebepten de Şaman/tengrici (Türklerin eski dini)
olan Cengizlilere hoş bakmıyorlardı. Cengiz ise bunu affetmedi. Cengiz Han’ın
mensup olduğu halk uzun yıllar Otuz Tatar adı altında Göktürk (Türküt)
İmparatorluğu’nun, bir başka deyişle Turan’ın (Türkistan) merkez eyaleti olan
Ötüken’de (bugünkü Moğolistan’dadır), Göktürklere, daha sonra ise Dokuz Oğuz On
Uygurlara tabi olarak yaşamış ve bu adla da Orhon Yenisey abidelerinde
anılmışlardır.
Mesela, Kül Tigin (Kül Tekin) abidesi’nin doğu yüzünde 14.
satırda şöyle yazmaktadır:
“…Yıraya Baz kağan tokuz Oğuz budun yağı ermiş, kırkız,
kurıkan, otuztatar, kıtay, tatabı köp yağı ermis.”
Otuz Tatar soy birleşmesine dâhil olan otuz Türk, Tatar,
boyundan 28’inin adını büyük Azerbaycan tarihçisi Fazlullah Reşideddin’in Cami
et Tevarih inden, diğerlerinin adını ise Özbek Hanname’sinden öğreniyoruz:
“Tatar, Moğul, Derben (derbenut, derbent), Saray,Dörmen,
Celayir, ,Kanglı, Hitay, Kerayit, Ming, Corat, Sukait, Nayman, Bozdoğan, Orusut
(orus), Sulduz v.s.(47) Soy birleşmesine Tatarlar önderlik ettikleri için bu halk
tatar veya Otuz Tatar adları ile meşhur oldu. Cengiz Han, sözü geçen soylardan
Kıyat boyuna dâhil olan Bozdoğan (Boz Şahin) kolunun bir bey ailesindendir.
Soyadını soyun ongunu olan Boz Doğandan (Boz Şahin kuşundan) almaktadır. Bu
sebepten de Cengiz Han’ın, mensup olduğu soyun bayrağında Boz Doğan resmi
bulunmaktadır. Kaynaklarda sözü geçen soyun adına Bortogan gibi de rastlanır.
Bu da bizi Türk lehçe ve şivelerine has r – z ses değişmesinden kaynaklanır. Bu
soy hakkında ilk bahseden V. asırda Herodot’tur. Herodot onları Paratokan
olarak adlandırmış ve Azerbaycan’da yerleşik 6 Maday (Med) kabilesinden biri
şeklinde kayda almıştır.” (48)
Hanname’ye göre Kıyat boyu öz adını Kimeri Han’ın neslinden,
yani Kimmerlerden olan Kıyat Han’ın adından almıştır. Bu boy bütün tarihi
kaynaklarda Türk boylarından biri olarak geçmektedir. Bütün bu yazılı
kaynaklara rağmen XX. asırdan itibaren Rus Bilim adamları, onları takiben de
Avrupalı araştırmacılar uydurma Gizli Tarih’e dayanarak, Kıyatlardan Mongol boyu gibi söz etmeye
başlamışlar ve bu durum günümüze kadar bu şekilde devam ede gelmiştir. Kıyat
Han’ın tarihçesi destanda böyle anlatılmaktadır:
“Kimerinin soyundan Kıyat Han adlı bir han var idi. O da
Benen şehrinden idi. Ozkan Han’ın neslinden olan diğer büyük Özbek hanlarının
zamanında bu şehirde gizlenmiş ve sesini çıkarmamıştı. Aşbara Han’ın
oğullarının vaziyetini öğrenip, özünün de Kil Han’ın neslinden olduğunu
söyleyerek Turan üzerinde hak iddia etti. Bir ordu toplayarak Tohmaş şehri
üzerine yürüdü ve Aşbara Han’ın oğlu Arslan Han’la karşılaştı. Arslan ilə Kıyat
Han arasında geçen bu kavgada Arslan Han öldü. Kıyat Han Tohmaş şehrini ele
geçirip, Turan hükümdarı olarak tahta oturdu. Aşbara Han’ın ikinci oğlu
yaratdığı bu karışıklıklardan ve ettiği haksızlıklardan pişman oldu. Kerü Kırım
(Hazar) denizinin sahiline gelerek burada bir şehir kurup burada yaşamağa
başladı. Bu sebepten de bu şehre Ejder Han (Heşterhan) diyorlar.
Otuz yıl sonra Kıyat Han ölür, yerine oğlu Dürlügün (Türk
boylarından dürülgünler adını Dürülgün Han’ın adından almışlardır) geçer. Yirmi
yıl hanlık eden Dürülgünün ölümünden sonra oğlu Korulas (dürülgün boyunun
Korulas soyunun adı buradan kaynaklanır) tahta çıkar. Korulas’tan sonra oğlu
Noyan Han olur. Noyan’dan sonra da onun oğlu Buyan bütün Turana hükmeder. Buyan
Han’ın dört nikâhlı hanımı ve kırk kızı vardı. Buyanın oğlu yok idi. O, hep
oğlan arzular, fakat Tanrı ona hep kız kısmet ederdi. Böylece kırk kızı
olmuştu. Bu kadınlardan olan kırk kızdan bu gün Kırgız (kırkız) adı ile tanınan
kavim peyda olmuştur… “
Burada Kırgız halkının etnogenezinin kırk kızla bağlantısı
dikkat çekicidir. Hâlbuki kırk kız motifi Kafkas menşelidir ve Amazon
kadınlarından gelmektedir.
“Günlerden bir gün Buyan Han haremine gelir ve hanımlarından
birinin karnının çok kabardığını görür. Kadından karnını niye böyle şiştiğini
sorar. O da karnında bir oğlan uşağı olduğu için karnının kabardığını söylər.
Buyan Han da ona: “eğer bana bir oğlan doğurursan, seni baş hatun ederim, yok,
eğer kız doğsan, seni de, kızını da öldürürüm” der. Tam bu sırada Karavullar
gelip, Kıyan çölünde Uygurların hanı Buğur Hanın isyan edip onun üzerine
yürüdüğünü bildirirler. “(49)
Destanda daha sonra Buyan Hanın (aslında Muyan Han)
Uygurlarla savaşından bahsedilir. Bundan sonra isə Alan Kova ile bağlı malum
efsane iki farklı biçimde anlatılır. Efsanenin birinci şekli şöyledir:
“...Buyan hamile olan hanımına: “Eğer bana bir oğlan
doğurursan, seni baş hatun ederim, yok, eğer kız doğurursan, seni de, kızını da
öldürürüm” der, kendi ise Uygurlarla savaşa gider. Hanımı ise terslikden kız
doğurur. Bundan çok korkan kadın kızını oğlan gibi bakar, ona oğlan pantolonu
giydirip, oğlan gibi büyütmeye başlar. Adını da Alan Kova koyar. Atası
Uygurlarla savaşta olan Alan Kova büyüyüp on beş yaşına gelince artık özünü bir
yiğit gibi görmeye başlar, tuttuğunu ezer, dağlara, çöllere gidip av yapar,
aslanları, kaplanları tutarak baş-başa vurup öldürür.
Buyan Han savaştayken ona oğlu olduğunu həber verdiler, o da
bu habere çok sevinir. Savaşın bitiminde ata ile kızı görüşürler. Buyan Han bir
sürek avı düzenler, kız da atasının yanında ava iştirak eder, bir maral vurub
temizleyir, atının terkisine koyar. Ama ata binerken babası onun biniş
tarzından şüphelenir. Buyan Han kadınla erkeğin ata biniş tarzları arasındaki
farkı bilirdi. Atasının şüphelendiğini hisseden kız onun şüphesini dağıtmak
için bir atla bir çöl eşşeğini kovarak tutur, hanın karşısına getirip yere
çarpar. Eşəği yere öyle bir çarpar ki, hayvan parça parça olur. Böylece Buyan
Han’ın şüpheleri dağılır.
Kız eve varınca babasından ona ayrı bir ev açmasını rica
eder, atası da onun ricasını kırmaz. Kız kendi evinde yatarken, gecenin
karanlığında eve bir ay girer. Alan Kova bu aydan hamile kalır. Ay bacadan
çadıra girdiğinde kurt ve aslan kimi hayvanlar da göze çarpar. Kız seher vakti
uyanır halinde bazı değişiklikler olduğunu hisseder və hamilə kaldığını anlar.
Aradan bir müddet geçtikten sonra karnı şişer. Karnında birşeylerin kımıldadığını
hisseden kız durumu anasına anlatır. Anası şüpheye düşer, fakat yoklayıp
kızının bakire olduğunu görünce şaşar kalır. Böyləce, kızın aydan hamile
kaldığı anlaşılır….” (50)
Efsanenin ikinci biçimi ise şöyledir:
“…Kıyat kəbilesinde bir adam vardı. Bu adam eceli gelip
ölür, geride üç oğlu ve hanımı kalmışdı. Kadının adı Alan Kova idi. Eri
öldükten sonra kadın bir gece yatarken ay ışığı gibi bir şey pencereden içeri
girer, sonra da aslan ve ya kurt şeklinde çıkıp gider. Kadın bu ışıktan hamile kalmıştır.
Alan Kova’nın anası kızının hamile olmasından korkuya kapılır. Atası Buyan Han
henüz Uygur savaşından dönmemiştir. Anne kızını bir sandığın içine koyup Seroş
Çayına atar. Ay sandığı derhal ağuşuna alıp götürür. Bir müddet sonra Buyan
Han’ın Uygurlarla savaşta öldüğü haberi
gelir. Kızın anası kızını suya saldığına çok pişman olur, ama artık bir faydası
olmaz.
Dürülgün elinde iki kişi çay kenarında av yaparmış.
Bunlardan birinin adı Dam Buğa diğerinin adı ise Duvay imiş. Bir gün bunlar yinə
av yaparken suyun bir sandığı getirdiğini görürler. İki arkadaş ağır sandığı
tutup sahile çıkarır. Sandığı açınca içinde genç ve güzel bir kız olduğunu
görürler. Kızı sandıktan çıkarırlar, o da onlara başına gelenleri bir bir
anlatır. İki arkadaş kızı kendi obalarına götürürler. Aradan kırk gün geçer ve
kız ay parçası gibi bir oğlan doğur. Yedi gün sonra oğlana Buzancar adını
koyarlar. Bu uşak Cengiz Han’ın yedinci göbekten ecdadıdır.
Aradan iki yıl geçtikten sonra kız tekgöz Duvaya varır ve
ona on iki oğlan uşağı doğurur. Lakin kadın oğulları içerisinde en çok
Buzancarı seviyordu. Bu da kardeşlerinin onu çekememesine sebep oldu.
Kıskançlık o seviyeye geldi ki anaları kardeşlerinin Buzancara bir kötülük
edebileceğinden korkmaya başladı. Kadın Buzancar’ı yanına alıp, onunla birlikde
çay kenarına geldi, ona nasihatlar verdi.
“Ey canımın parçası,
kardeşlerinin ve yerlilerin sana bir kötülüğü dokunacak, hatta seni
öldüreceklerinden korkarım. Bu çayın yukarısına menbaına doğru git, her defa
kuş avladığında onun başını kes ve çaya atki sağ selamet olduğunu bileyim ve
teskin olayım” dedi. Kadın bu sözleri söyledikten sonra oğlu ile vedalaştı ve
evine döndü. Oğlan da anasının dediği gibi Kerü (Kür) çayının menbaına doğru
yola çıktı. Yukarıda bu çayın kenarında bir köy vardı. O köyde dört kardeş
yaşıyordu.
Bir gün onların ineklerinin ayağı kırılır. Bunu yapanı bulup
ona ineğin ayağını sardırırlar. Fakat ineğin ayağının sargısını ateş alır ve
alev harmana sıçrar. Bu durum kardeşlerin bir biri ile dövüşmesine sebep olur.
Onlar bütün suçu ineğin ayağını kıran kardeşte görürler. Buzancar kardeşlerin
arasına girip, onların sulh olmasını sağlar. Kardeşler onun aklına hayran
kalıp, ona birlikte yaşamaya davet ederler. Zamanla bütün elin hayranlığını
kazanan genç çok geçmeden ile han olur ve bütün Türk soy ve boylarını
birleştirir. Sadece Kıyat boyunun lideri Uygur Bekiş Han ona tabi olmak
istemez. Buzancar ordu toplayıp onun üzerine gider ve savaşta Bekiş Han’ı
öldürür. Sonra da Kıyat elinin bütün cemaatını kılıçtan geçirir…” (51)
Hanname’de yazılana göre Buzancar’dan sonra oğlu Bukay,
Bukay’dan sonra oğlu Kaydu, ondan sonra oğlu Bay Sunkur, Bay Sunkur’dan sonra
oğlu Tuman, ondan sonra oğlu Kabul,
ardından Kabul’un oğulları Bartan və Noyan, han olur. Noyan’ın oğlu neslinden
olan Temür ve Güren sırayla hanlık ederler. Bundan sonraki kısımda Yesugey
Bahadır ve Cengiz Han’ın tarihçeleri nakledilir. (52)
Karakalpak Türklerinin etnogenezinin ve zengin folklorunun
öğrenilmesi büyük önem taşımaktadır. Karakalpakların müstakil bir etnos
oluşturması Orta Asya’da Aral gölü etrafındaki geniş çöllerde meydana
gelmiştir. Fakat bu halkın şecere mitlerinin, efsane ve hikâyeleri etnosunun
şekillenme aşamalarının Orta Asyadan çok çok ötede, Ön Asya ve Kafkaslarda,
özellikle de Doğu Anadolu ve Azerbaycan arazisinde gerçekleştiğini ve etnik
köklerinin ise binlerce yıl ötesine uzandığını göstermektedir.
Karakalpak Türkleri’nin folklorunun, özellikle de şecere
folklorunun öğrenilmesi üzerinde uzun müddet çalışan S. P. Tolstov, T. A.
Jdanko ve L. S. Tolstova’nın çok önemli eserleri vardır. S. P. Tolstov
Karakalpak Türkleri’nin yaşadığı yerleri şu şekilde sıralar:
Aral etrafı kuzey Avrasya çölleri ile Orta Asya’nın dağlık
ön ve güney bölgeleri Hindistan’ın ve Güney Avrasya’nın orta kısımları,
Hint-Avrupa elementinin etnogenez ve glotogenezinin ortaya çıktığı önemli
mekândır.(53)
Karakalpak Türkleri’nin şekillenişi sırasında kadim göç
yollarından bir hayli yararlandıkları, medeniyet ve folklorlarını önemli
derecede zenginleştirdikleri ve bu yüzden de folklorlarının tarihin çeşitli
devirlerini yansıttığını yazan L. S. Tolstova’ya göre kök itibarıyla Kıpçak
olan, sonraki devirlerde Oğuz ve Peçeneklerle karışıp kaynaşan Karakalpakların
etnik şuurunda yabancı tesiri azımsanmayacak derecede fazladır. (54) T. A.
Jdanko bu halkın etnik köklerinden birinin M. Ö. Vll-ll. asırlarda
Sak-Massagetlerle karıştığını ileri sürer. (55)
İleride görüleceği
gibi iddiasında yanlış da değildir. L. S. Tolstova ise biraz daha ileri
giderek, bu köklerin çok eski asırlara gittiğini coğrafi olarak da Ön Asya,
Kafkasya ve Azerbaycan bölgesine kadar uzandığını bu sebeple bu halkın sonradan
Türkleşmiş İran dilli bir halk olabileceğini söyler. Bu Tolstova’nın
Özbek-sartların kökeninde yer alan Karakalpak rivayetlerini Makdisi (X asır),
Yakup Hamavi (Xlll asır) ve Hamdullah Kazvini’nin (Xlll-XlV asırlar) kaleme
aldıkları rivayetleriye harmanlamasından
kaynaklanmaktadır. (56)
Zira Özbek-Sartlar Özbekçeyi terk edip Farsçayı kullanan
Türk boyudur. Buna rağmen Tolstova, her şeyi birbirine karıştırdığı
Karakalpakların tarihi folkloru bu halkın etnogenezinin ve diğer halklarla
ilişkilerinin öğrenilmesinin önemi adlı makalesinde Karakalpak halkını teşkil
eden 6 esas Türk boyundan biri olan Matienlerin bir zamanlar Kuzey Anadolu’da
bulunan Myutenler olduğunu kabul etmiştir. Karakalpaklar 6 boydan meydana gelir
ve en önemlileri Matienler’dir. Bu konuda Berdah’ın Şecere’sinde şöyle tarif
edilir:
Myüten, Kongrat, Kıyat, Kıpçak,
Keneges, Mankıt bunlar bir bıçak.
Karakalpağın bütün altı boyu,
Yurtlarını yitirdi, onlarsız kaldı toprak.
Myütenlerin uranı – Ak Şolpan,
Kıyatların uranı – Aruhan.
Maykadan kongratlar töredi,
Bu ikisi sonradan birleşti. (57)
Günümüze ulaşan Myüten motif ve nesnelerinden bu halkın ata
yurdunun Güney Azerbaycan’daki Urmiye gölü civarı olduğu anlaşılmaktadır.
Karakalpak/Myütenler ve onlarla esasen aynı halktan olan ve Zerefşan Vadisi’nde
yaşayan Mitannilerden elde edilen bir rivayete göre Myütenlerin (Mitannilerin)
bütün fertleri öldürülmüştür. Bu halk adını Myüten adlı bir şahıstan alır. Bu
şahsın bütün nesli düşmanlar tarafindan kırılır. Sadece dul hanımı ve iki oğlu
sağ kurtulur. Hikâyenin Karakalpak varyantı Özbek varyantından farklı olarak,
Myütenin dul kalan eşinin adını da Ak Şolpan (Ağ Çolpan) olarak
vermektedir.(58)
Bu da Berdah’ın Şecerename’sindeki geçen isimle aynıdır.
Myüten folklorunda en ilginç konulardan biri de Myüten’in soyundan gelen ve
Myütenlerin atası olarak kabul edilen, devin sırtına binerek Kaf Dağının
(Kap-Tau) üstünden uçan Tamin adlı bahadırla ilgilidir. Bazı elementlerine göre
Melik Cemşid’in Masalı (nağılı) adlı Azerbaycan Masalı’nı hatırlatan bu
rivayette Kaf Dağı’nı Myütenlerin yerleştikleri alan içerisinde göstermektedir.
Bu gerçeği göz önünde tutan L. S. Tolstova:
"Karakalpak -Myütenlerin efsane ve rivayetlerinde bu
halkın veya onun soy babasının ilk atayurdu olan Kaf Dağı’na (Günümüz
Karakalpakları bu ad altında Kafkasya dağlarını işaret eder) sıkça rastlanır.
Bu hikâye ve efsanelerin bir kısmı Karakalpak halkının etnogenezinin orta
dönemine ait zamanları işaret etmektedir” demektedir. (59)
Karakalpakların tarihlerinin ilk dönemlerinin Ön Asya ve
Kafkasya ile bağlantılı olduğunu gösteren folklor materyallerinden biri de 1875
yılında N. Karazin tarafindan kayda alınan Kadının Hanlığı masalıdır. Bu
masalda bir vakitler Azerbaycanlılar, Farslar, Ermeniler, Aysorlar, Yunanlılar,
Araplar v.s. arasında meşhur olan Assur hükümdarı Semirami’da (Şamuramat)
hakkındaki rivayetin izlerine rastlıyoruz. (60)
Karakalpak masalında adı Samiram olarak geçen şahıs V. asır
Ermeni tarihçisi Moisey Horenatsin’in ** kaydettiği Şamiram’dan başkası
değildir. İ. M. Dyakonov, N. Karazin’in eserindeki Şamiram adının bu biçiminin
(Semiramida) eski Yunancadan alınmadığını orijinal yerli biçiminin böyle
olduğunu göstermiştir. (61)Bu isim M. O. Kosve’nin iddia ettiği gibi
Makedonyalı İskender’in seferleri sırasında Yunanlar tarafından Orta Asya’ya
getirilmiş Helenik bir isim kesinlikle değildir. (62)
Karakalpakların destanları içinde Amazonlarla ilgili konu ve
motiflere de rastlamaktayız ki, bu da bahsedilen halkın, tarihlerinin ilk
dönemlerinde Azerbaycan’da yaşadıklarına işarettir. Orta Asya halklarının hiç
birinin mitolojisinde benzerine rastlanmayan Kırk Kız Destanı bu motiflerden
biridir. Bu destanın konusu ile Kuzey Kafkasya halklarının ortak eseri olan ve
M. Ö. I. bin yılın ortalarında, İskit-Saka mühitinde şekillendiği hesap edilen
Nart Destanı’nın konu ve motiflerinin benzer olması araştırmacıları hayrete
düşürmüştür. Kırk Kız Destanı’nda kendi kırk kadın savaşçısıyla, yani kırk
Amazonla, birlikte uzak bir adada yaşayan ve halkını düşmanlardan koruyan
Gülayım (Gül Hanım) adlı hükümdar kadından bahsedilir. (63)
Araştırmacılar Gülayım figürünün Nart Destanı’nın Kabardin
varyantındaki Dahanaqo figürü ile aynılaştırırlar:
Nart Destanında şöyle diyor,
Alplar içinde alp olan, görsen, kimdir?
Alplığı ile alpları gölgede koyan,
Elbet ki, alplar alpı Dahanaqo erendir.
Ata bindiğinde azametinden yer titrer,
Onun koçak (cesur, kahraman) bir kız olduğunu kim bilir?
Sinesindeki gümüş kalkan ışıklar saçar,
Binici kız bindiği attan gurur duyar. (64)
Destandan anlaşıldığına göre dağ başında yaşayan sözügeçen
güzel ve savaşçı kadının bu destanın P. Akritas və Y. Stefanova tarafından sunulan
başka bir şeklinde ordusu tamamıyla kadın savaşçılardan (amazonlardan)
kuruludur. (65)
Benzer bir efsane günümüzde Azerbaycan’ın Zakatala ilçesinde
hem Türk, hem de Avar ahali arasında söylenmektedir. İlçe halkı ilçe arazisinde
bulunan kayaya elvurmaz. Çünkü Peri Kalesini aynı bahadır kadın ve Amazonlar
ile ilişkilendirirler.
L. S. Tolstova haklı olarak “Kırk Kız” destanının konusu ile
Nart Destanı’nın Osetin varyantının, Noza oğlu Barhu’nun ölümü adlı bölümünün
içeriği arasında benzerliğin çok fazla olduğunu yazar. Noza oğlu Barhu’nun
ölümü adlı bölümde aynen Karakalpak Destanı’nda olduğu gibi, yurdu yakılmış ve
akrabaları öldürülmüş olan kadın savaşçıların tasviri yapılır”. (66)
Kırk Kız destanında Kalmık ordusunun Gülayım Surtayşa’nın
yaşadığı şehre baskın yapmasından sonra kendi amazonlarına şöyle müracaat eder:
Bu zaman Gülayım ayağa kalkarak,
Gazaplanmış kızlara böyle maslahat etti:
“Ey benim küçük bacılarım, akrabalarım,
Yeter kederlenip, ağladığınız.”
“Gelin kolçaklarımızı takıp, sıkak kemerleri,
Ülkemizi tarumar eden zalım düşmanları,
Yorulmadan, gece gündüz takip edek,
Kılınçlarımızı kınından çıkarıp, çekek.
Atlarımıza binip yel gibi koşturak,
Zalım düşmana yetişip, haklayak.
Soyumuzu esir eden Suroyşa ile savaşıp,
Ya ölek millet için, ya da zafer kazanak.
Benzer hali Osetin Destan’ında da görmek mümkündür:
Mahalle yanıp küle dönmüştü,
Barhunun adamları darmadağın etmişti,
Darkavsarın kızı bütün kızları topladı;
“Ağlamaktan, sızlamaktan bir şey geçmez ele,
Ölülere ağlamaktansa verip biz el ele,
Hiç olmazsa küllerini koyak kabirlere” dedi.
Kızlar ölen akrabalarını gömdükten sonra öç almaya söz
verdiler.
Gazap ve hiddetle and içtiler,
Ki, düşmanı bağışlamayacaklar,
Kan bahasını mutlak alacaklar. (67)
Osetin ve Karakalpak destanlarının başka bir benzer tarafı
da kızların harp talimi yapma sahnesidir. Diğer bir benzerlik ise her iki
destanda da ikizlerin bulunmasıdır. Osetin destanında Hamıp ve Uruzmak adlı
ikiz kardeşlerden bahsedilir. Onların babası Ahsarın da Ahsartak adlı bir ikizi
vardır. Uruzmak kendi bacısı Satana ile evlenir. Karakalpak destanında ise
Arıslan və Altınay adlı ikiz bacı kardeşten ve onların doğru yoldan saparak
zina ettiklerinden bahsedilir. (68)
Kırk Kız destanı ile bu tip benzeşmelere Nart Destanının
Abhaz varyantında ve Kumuk efsanelerinde de rastlamak mümkündür. Bu destan ve
efsanelerde Satana 100, bazende 40 oğul anası gibi anlatılır. (69) Karakalpak
destanında ise yüz (bazı varyantlarda kırk) oğul anasıdır.
Azerbaycan’da da Kırk Kız efsanesi vardır. Bu efsanede
düşmanlardan kaçan kızların duaları ile dağ yarılır. Kızların kırkı da dağın
içine girer. (70) Kırk kızlar motifine Dede Korkut Destanı’nda da rastlanır.
Destanda Burla Hatunun kırk incebelli kızla birlikte Kıpçaklara esir düşer.
Kırk sayısı ile bağlantılı olarak verilmek istenilen,
insanoğlunun (kemiyyet) dünyayı kavrayışını gerçek ve mitolojik figürlerle
anlatma çabasıdır. Bu destan bütün mitolojiler arasında en fazla miktar
belirten destanlardan biridir ve ölçüt gibi iş yapar. Kırk sayısı Türk
mitolojisinde çokluk anlamına gelir. Bu düşünce bütün Türk ve Kafkas
halklarında aynıdır. R. Qafarov’a göre, kırk çokluk anlamındadır. «kırk düğmeli
elbise», «kırk çadır», «kırk deve yükü» dediğimizde ilk bakışta kutsallık
anlaşılmaz. Lakin düğmeler açıldığında bu rakamın arkasındaki sihirli âleme,
gizlenen âleme geçilir.
Azerbaycan Türklerinin «Aslı ile Kerem» destanındaki kırk
düğmeli gömlek motifi hayalden ibaret olan bu dünyanın sonunu, ömrün
tükenişini, gerçek âlem olan öbür dünyanın kapısının açılışını ifade eder.(71)
Sonuç olarak, Kırk kız destanının Kafkasya bağlantısı şüphe
götürmez bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu durum L. S. Tolstova,
B. A. Koloyev, M.Q. Vorobyova, T. A. Jdanko ve diğer birçok araştırmacının
dikkatini çəkmiştir. (72) L. S. Tolstova, Karakalpakların çok eski devirlere
ait folklorunda Kap-tau (Kaf Dağı/Kafkasya Dağları), Gürcistan, Dağıstan,
Kırım, Hazar Denizi ve Kara Deniz’in adlarına sıkça geçtiğini, daha sonraki
devirlere ait folklor nümunelerinde ise bu toponim ve oronimlerin Edil
(İtil-Volga), Yayık (Ural) ve Türkistan adlarıyla yer değiştirdiğini
göstermiştir. Bu Karakalpakların Kafkasya’dan Harezm’e göçüşünün folklordaki
aksinden başka bir şey değildir. (73)
Bu sonuca göre, Karakalpaklar Urmiye gölü ile Kafkasya
dağları arasında yerleşen yurtlarını, yani Azerbaycan arazisini, terkedip bir
müddet Kuzey Kafkasya’da, Kara Deniz’le Hazar Denizi arasında uzanan geniş
bozkırda yaşadıktan sonra Ural ve Volga arasındaki araziye göç etmişlerdir.
Bunu hem Karakalpak folklorundaki toponim ve oronimler hem de aynı bölgede
yaşayan Başkurt ve eski Bulgar Türklerinin (Volga Bulgarlarının) folklor
örneklerinde takip etmek mümkündür. Bu bakımdan Tolkav olarak adlandırılan ve
7-8 hecelik mısralardan oluşan Karakalpak halk şiir şekli ile aynı ölçü ve
kuruluşlu Kobayır adlı Başkurt halk şiiri biçimi arasındaki aynılık yine bu
durumun ispatıdır. Bu aynılık sadece Başkurt, Karakalpak ve eski Bulgar
şiirlerinin (jır) biçim ve ölçülerinde değil, bu şiirlerdeki Ay Nogayım,
Nogayım, Ay Uralım, Uralım gibi münacaat şekillerinde de kendini gösterir.
Mesela, Edil kayda, el kayda adlı bir Karakalpak tolkavından bir parçaya göz
atalım:
Nahırları (sığırı) doyuracak nece bol otlakları vardı,
Toprakları genişti, sular bol bol akardı.
Oranın kışı da yaz gibi geçerdi,
Ördekleri lap kazlara benzerdi.
Atlarsa koyun gibi canlıydı, etliydi.
Senden mahrum oldum, ay Jayıkım, Jayıkım.
Geceler kurbağalar yatmağa vermezdi imkân,
Orada atlara otlamaya yılanlar vermezdi mekân.
Yitirdim seni, ay gölüm benim, gölüm benim.
Yayığın serin sütünden,
Payızın sarı yemişinden,
Kışın balık sürüsünden,
Halkım mahrum oldu benim.(74)
Benzer motife “Ay Uralım, Uralım” adlı Başkurt kobayırında
da rastlarız:
Sürülerim burada otlardı,
Atlarım bu bozkırda eyi beslenirdi.
İneklerim burada movuldardı,
Koyunlarım bu yerde yeyip semirirdi.
Buranın akar çayları gümüş gibi parlayan,
At gibi hoplayan balıklarla doludur.
Deyingen karı tek kuruldar burda kurbağalar (75)
Kaşgarlı Mahmud’un (Xl asır) Bulgar Türklerinden verdiği
örnek de buna benzemektedir:
İtil suları akar, sahilleri döverek,
Sahil kayalarını tokaçlayarak.
Kurbağa və balıklar sürü sürüdür,
Onlarla kaynaşır göl. (76)
Bu yakınlık ve benzerlik sadece bu iki Türk halkının,
Başkurt ve Karakalpakların, belirlenemeyen bir zamanda aynı coğrafyada yaşamış
olmasından kaynaklanmayabilir. Meselenin kökünde etnogenetik bağların da
olabileceğini unutmamak gerekir. Ayrıca Başkurt boylarından Userkanların
şecerenamesinde de bu soyun başlangıcını aynen Karakalpak –Myütenler ve Özbek –
Matienler gibi Myüten beyden (Myüten biy) geldiği vurgulanmaktadır. Userkan-Myüten folklor birliği konusu yeni
bir konu olmayıp R. Q. Kuzeyev bu konuda defalarca yazmıştır. (77)
Ormambet Biy şiirinden alınan bilgi şöyledir, Karakalpaklar
Ormambet Bey’in (Manas’da Almanbet şeklinde geçmektedir) ölümünden sonra (XVl
asır) Volga ve Ural arası arazileri terk ederek doğuya göç etmiş ve şu an
yaşadıkları arazilere yerleşmişlerdir. Yine aynı devirde Karakalpaklar birlikte
yaşadıkları Nogaylardan ayrılmışlardır:
Ormambet bey öldüğünde,
On Nogay beyi bir birinden ayrı düşdü.
Ormambet beyin oğlu yoktu,
Yalnız bir kızı vardı.
Bu Nogayların birliğini bozdu.
Bu tolkavdan anlaşıldığı gibi, Karakalpaklar belirli bir
süre Nogay siyasi birliğine dâhil olmuşlardır.(78) Başkurtların da aynı dönemde
Nogay birliği içinde oldukları bilinmektedir. (79)
Kırgızlarda da Kırk kız Ata adlı efsane bulunmaktadır. Bu
efsane Karakalpak destanından daha çok Azerbaycandaki aynı adlı efsaneye
benzemektedir. M. İsmail Rüstemkızı’na göre, Kırgızların Kırk kız ata efsanesi
açıkça Türk Medeniyeti’nin оrtak özelliklerini göstemektedir.(80) Efsaneye göre
Köymеn dağında yaşayan оbalardaki kırk kız birbiri ile bacı gibi gеçinirmiş. Bir
gün bu оbalara Kuldurlar baskın yapar. Kızlar о sırada beraberce bir işle
meşkul imişler. Baskıncıları kâfir sayan kızlar оnların eline düşmektense
taş оlmayı dilerler. Bunun üzerine
Köymеn Dağı yarılır ve kırk kızı içine alır. Burası Kırk kız ata olarak
adlandırılmış ve ziyaret yеrine çеvrilmiştir. (81)
Kırk kız ata efsanesinin kök itibarıyla Kafkasya, daha
doğrusu, Azerbaycan’la bağlantılı olduğu ve Azerbaycan’dan Orta Asya’ya
götürüldüğü şüphesizdir. Efsanedeki taşa dönme motifi de Azerbaycan kökenlidir.
Bu motif Nahçıvan bölgesinden derlenen efsanelerde rastlanan ana motiflerden
biridir.(82)
M. İsmayıl Rüstəm kızına göre taşa dönme eski Türklerin
dünya görüşünün mitolojideki ifadesidir. Bu faaliyet belirli durumlarda dualar,
Tanrıya yalvarış ve niyet etme ile başlar. Kız ya da gelin gibi masum
varlıkların, esasen sevgililerin, zulümden kurtuluş yolu olarak dağa yüzünü
çevirip yakarması sonucunda taşa çevrilirler. İşin ilginç tarafı insana benzəyen
taşlar efsaneleşirken aslında taşlar da ulvileşir. Halk böylece yüksek manevi
duygularını taşlara kazımıştır. Taşa dönme motifinde eski Türklerin dağ, taş ve
kayalara bakış tarzı da ortaya çıkmaktadır” .(83)
Mireli Seyidov ise bu özelliği mitoloji düşüncesindeki eski
inançlarla bağlantılı olduğunu esas alarak şöyle açıklar: “Eski inanşa göre
ongun, ilah veya Tanrı bütün canlı ve cansızda bir cüz halinde var ve bütün bu
varlıklar kök itibarıyla akrabadırlar. Bu cüzün gücü ile canlı veya cansız
dönüşümü gerçekleşir. Taş insan olur, insan da hayvan ve saire döner” .(84)
Taşa dönme motifli Kırk kız ata efsanesinin Azerbaycan
kökenli olması, birçok araştırmacının Kırgız etnonimini Kırk Kız”la bağlaması
bu halkın da etnogenezinin ilk merhalesinin Azerbaycan’la bağlantılı
olabileceğini düşündürmektedir. Kırgız Türklerinin manevi dünyası ve
efsaneleşmiş tarihi geçmişinin “ansiklopedisi” olarak bilinen Manas
Destanı’ndaki birçok önemli konu ve yer bu ihtimalin katiyen uzak olmadığını
göstermektedir. Manas Destanı şüphesiz bir kahramanlık destanıdır. Bu destanda
Kırgızların etnogenezine açıklık getirecek etnogonik motiflere çok sıklıkla
rastlanır.
Aynı sözleri Manas’ın değişik biçimleri olan Alp Manaş (aynı
adlı destansı Altay masal kahramanı) ve Alpamışın (aynı adlı Kazak Destanı’nın
kahramanı) şahsında Altay ve Kazak Türkleri hakkında da söylemek doğrudur.
Manas destanı’nda Kırk Kız motifine rastlandığı gibi Kırk Eren ve Kırk Yiğit
motiflerine de rastlanır. Bunlarla ilgili olarak B. Ögel şunları yazmaktadır:
“Dede Korkut kitabındaki Oğuz beylerinin kırk yiğidi Türk
mitolojisinin ölmez ve deyişmez motifidir. Manas destanı’nda ve Dede Korkut
masallarında kırk yiğitle ilgili birçok olaya rastlarız”. (85)
Radloff, (V, p. 36-32) V. Radlova’nın destanın kahramanı
olan Manas’ın mensubu olduğu halkı bazen Kıpçak bazen de Karkar olarak
adlandırdığını yazmaktadır. Destanda Manasın kırk yiğidinden söz ederken
onların hem Manasa, hem de hanımı ve baş hatunu Kamkey Hatun’a sadakati özellikle
vurgulanır. Manas onları şöyle över:
“…Kırk yiğidin başı Kırkıt! Yedi kişinin yediğini bir
oturuşta yiyen Boş Çolok ile Çalbay!
Yelbegey ve sen Sırak! Kök Seliç ve sen Serik! Benim hilekər
yiğidim Kutunay! Benim pis
yiğidim Kutyakan! Benim genç uşağım Yayma Köküt! Sen, ey
Bayın oğlu Bakay! Ağ
Bottank’ın oğlu Bolat! Yoldaşım Bauke! Sen, ey benim
Yaysanım! Ey siz, soylu ailelerin
evlatları! Benim elbisem, sen ey kahraman Bürküt, benim
suyum, sen ey kahraman Sasam!
Geriye sıçrayan Kan Keldi, Kara Yoltay, Yam Keldi! Sen ey
benim nağmekarım Almandı!
Sökülenleri ören, kırılanları düzelten, sen ey keskin dilli
Acıbey, Kenan’ın oğlu! Sen ey Keneş
oğlu Kan Canıbey! Benim falcım Kara Tölök! Kırk yiğidin
yoldaşı Bölök! Kazaktan gelen
Kolmanbet! Kırgızdan gelen Yalmanbet! Kâfir ile müslümanın
yurdunu kuran, ey benim
savaşçılarım, Kara Bayır ve Kasalat, siz her şeyde
isabetlisiniz! Gecə bile tilkinin izini
yitirmeyen Şuutum benim! Genç Tünükey! Yine gece karsak
tilkisinin izini bulan benim kaplan
Şuutum! (86)
Bunlardan Bay oğlu Bakay hem Manas’ın atasının, hem de
kendinin veziri gibi görünmektedir. Manas onun hakkında hep; Bizlere Tanrı
tarafından gönderilmiş bir dost! diye bahseder. Bundan başka, Kamkey Hatun’un
babası evindeki kırk kızdan, han kızının kırk arkadaşından bahsedilerek onların
Manas’ın yiğitleri tarafından eş olarak alınmaları anlatılır.
Özbek Hanname’sinde ise Kırgızların soyu Cengiz Han’ın ulu
ecdadından Buyan Han’ın kırk kadınından doğan kırk kızla bağlantılıdır: Buyan
Han’ın dört nikâhlı hanımı ve kırk odalığı vardı. Buyan’ın oğlu yok idi. O, hep
oğlan arzular, fakat Tanrı ona hep kız kısmet ederdi. Böylece kırk kızı
olmuştu. Bu kadınlardan doğan kırk kızdan bu gün Kırgız (Kırkız) adı ile
tanınan boy peyda olmuştur (87)
Kırk kız motifi Kafkasya menşeli olduğu, bunun amazonlardan
geldiği söylendiği ve kırgızlar bu kütlevi (kırkın kırkla) evlenmeden
türediğine göre, bu kırk yiğidin etnik bakımdan kim olduğu sorusu cevaplanması
gerekir. Onların ve Manasın mensub olduğu halkın adı nedir? Bu sualin cevabı
Kırgızların etnogenezini anlamak bakımından çok büyük önem taşımaktadır. Cevap
ise Manas destanı’nın kendindedir. Destanda eserin kahramanı Manas’ın mensub olduğu halk bazen Karkar, bazen de Kıpçak
olarak adlandırılır. Bu gerçeği Bartold yazmaktadır: (88)
Abramzon’un Kırgızlar ve onların etnografik ve tarihi
ilişkileri adlı kitabında XVl asırda Karakışlakta geçen olaylarla ilgili olarak
Kıpçak-Karkar halkı’nın adı geçmektedir (89) Bu bilgi Kırgız Türklerinin
etnogenezini ve bu etnogenezin ilk coğrafi alanını belirlememiz için son derece
önemlidir. Mesela Strabon, Karkarların Amazonlarla komşuluğundan ve Amazonların
Albanya üzerinde yükselen dağlarda yaşadıklarından bahsetmektedir. (90)
Karkarların, Kafkas Albanyasının, yani Azerbaycan’ın en
kadim sakinlerinden biri olduğu bilinmektedir. (91) Alban alfabesinin kökeninde
Kıpçak – Karkar Dili’nin olduğu ve bu dil Albanya’nın edebi ve resmi devlet
dili olduğu da su götürmez bir gerçekliktir. (92)
Batı Azebaycan’da (bugünkü Ermenistan’da) Kıpçak –
Karkarların çok eski devirlerden beri yaşadıklarını, onların topraklarının
Ermenistan’dan Kilikya’ya kadar
uzandığını bizat Ermeni (Hay) tarihçileri itiraf etmektedir.
A. Agopyan, Albanya – Aluank, eski Yunan, Roma ve eski
Ermeni Kaynakları, adlı kitabında, Moks bölgesinde Karkar adlı bir ilden,
Tsopka ve Batı Klikya’da iki Karkar kalesinden, Lori ve Parisos’ta iki Karkar
kentinden bahseder. Ayrıca Mağrip tarafında yerleşen Karkar Dağı’nı
anlatmaktadır.(93)
Hazarda Garbi Azerbaycan’ın (bu günkü Ermənistan’ın)
Zengazur bölgesinde Karkarlara ait bir manastır kompleksi de bulunmaktadır.
Önceleri Gergerveng veya Karkarveng adı ile meşhur olan bu manastıra bitişik
Hazreti Meryem Kilisesi’nin yapılmasından sonra (1283) daha çok Meryem Kilisesi
veya Surp Sion manastırı gibi adlandırılan bu kompleks, Alban, daha doğrusu
Azerbaycan mimarlığının en önemli örneklerinden biridir.(94)
Karkarlar ve onların yaşadıkları bölge eski Ermeni (Hay)
kaynaklarında da geçmektedir. Mesela, Moisey Horenatsi (V. asır) Alban
alfabesinin Karkar Dili esasına göre meydana getirildiğini söylemektedir. Aynı
eserde Karkar meydanından ve Karkar melikliğinden bahsetmektedir. Gevond (Vlll.
asır) Karkar yönetiminden, Büyük Vardan (Xlll. asır) ise Karkar vilayetinden
bahsetmektedir. Tovma Artsruni ise Arapların komuta eden Türk kökenli Buğa’nın
Karkar beyliğine girerek, Berde şehrini zaptettiğini yazmıştır. (95)
Karkar adı Kafkas ve Orta Asya toponominde geniş bir yer
bulmuştur. XlX. Asırda şimdiki Dağıstan’ın Teymurhanşura vilayeti’nde kayıt
altına alınmış Karkar yer adına, Tiflis ili Tionet ve Ahalsik köylerinde kayda
alınmış Karkar Meydanı, Karkar Kutan, Karkar Dağı, Karkaris gibi toponimlere
(96) Kebele bölgesi arazisinde yer alan Karabağ Karakarı, yine Karabağ’la
Gedebey sınırında yerleşen bir dizi Karkar kentini (biri Gerger, diğeri ise
Harhar’dır) ve Nahcivan bölgesinde yer alan Harhar kentini sıralayabiliriz.
Xlll. asır Arap yazarlarından Yakut el Hamevi Beylekan yakınında yerleşen
Karkar şehrinden, İbn-i Hordadbeh (lX. asır) ise Şabran ve Derbent arasındaki
Karkar şehrinden bahsetmektedir.
Ayrıca Karabağ arazisindeki iki ayrı Karkar çayını da
eklemek gerekir. Türkiye ve Kuzey Azerbaycan arazisinde de Karkar, Harhar,
Gerger adlı birçok birçok yer adı bulunmaktadır (97) Bu sonuca göre,
Karkarların bir vakitler Orta Asya’da yaşadığını söylemek yanlış değildir.
Dionisiy Perieqet (ll. asır) Karkarların Emod Dağları’ndan Kang Çayı ile
sulanan topraklara kadar geniş bir arazide yaşadıklarını yazmıştır. (98)
Eğer Kırgız halkının özünü Kıpçak-Karkar ve Amazonlar teşkil
ediyorsa, bu halkın etnogenezinin ilk merhalesini Azerbaycan arazisinde
geçirdiklerini kesinlikle söyleyebiliriz. Manas Destanı’nın Altay varyantı olan
Alp Manaş Destanı’nın içeriği de konuyu aydınlatması bakımından çok önemlidir.
Dede Korkut’a dâhil olan Bamsı Beyrek boyunun konusunu hatırlatan bu masalın
kahramanı Manaş oldukça iri yapılı bir bahadırdır. Masalın N. Ulakaşev
tarafindan yazıya dökülen şeklindeki kısa bir bölüm şöyledir:
“…Onun (Alıp Manaşın) burnu tepeye, kaşları meşeye, gözleri
ateş meşalesine benzer. Atası küreyinde at sürüsü gezebilen Baybarak, anası
Arman Çeçen, bacısı Koodur. Annesi Alp Manaş’ın istemesine bakmayarak, Kırgız
Han’ın kızı Koyumyujek Arunu ona alırlar. Evlendikten sonra Manaş bir kitapta,
uzak ülkede yaşayan, kötü niyetli Ak-kanın insan yüzü görmemiş, kişi eli
deymemiş Erke Karaçi adlı dünya güzeli bir kızı olduğunu okur. Çokları bu kızla
evlenmek istemişse de içlerinde sağ kalıp, geri dönen olmamış.
Manaş ata anasının, bacısının ve kadınının itirazlarına
aldırmayarak, kızın aşkıyla yola çıkar. Ak-kanın hanlığı üzerinden kanatlı atla
bile geçmek çok zordur. Saray Tünd göy (Boz) çayın diğer tarafındadır. Bahadır
bin bir eziyet pahasına aylar yıllar alan uzun yolculuktan sonra, çaya ulaşır.
Burada rastladığı yaşlı bir kayıkçı onu ve atını çayın diğer sahiline geçirir.
Ak-kanın toprağına ayak bastığında atı ona buranın çok tehlikeli bir yer
olduğunu söyler, faqat Manaş onu dinlemeyip yoluna devam eder. Bir süre sonra
çok yorulduğundan dinlenmek ister ve derin uykuya dalar. Sahibini gözleyen onun
acı talihinden haberdar olan at yıldıza bakıp hüngür hüngür ağlamar.
Diğer taraftan Ak-kanın çobanları hayvanları otlatırken
Manaşın yattığı yere gelirler ve bahadırın tufanı hatırlatan horultu ve
nefesinden korkuya kapılırlar. Aceleyle hanın yanına gelip gördüklerini
anlatırlar. Ak-kan adamyiyen yedibaşlı Debelkanı vaziyeti öğrenmek için oraya
gönderir. Debelkan gök öküzüne binip azman bahadırın yattığı yere gelir,
çobanların doğru söylediğine şahit olur. Geri dönüp gördüklerini Ak-kana
anlatır:
-Uzun yıllar yaşadım ama ömrümde böyle korkmadım, böyle bir
mucize yaşamadım. Nasıl olduysa bahadırın burnuna düştüm. O vakit bahadır bir
aksırdı ve dalgalı kasırga gibi beni çok çok uzaklara, yüz gölün
arkasınafırlattı. Az kaldıı ölüyordum. Bir mucize eseri kurtuldum.
Ak-kan bunu işitir işitmez, savaş kuşamını toplayıp Manaş’ın
üzerine yürür. Manaş’a ne kadar ok atarlarsa, kılınç çalarlarsa hiç bir faydası
olmaz. Ona ne ok batar, ne de kılıç keser. Ak-kanın emriyle askerler bahadırın
yanında geniş ve derin bir kuyu kazıp onu içine itelerler. Kuyuya düşen bahadır
tam dokuz ay kuyuda uyumaya devam eder. Manaş uyanınca kendini eli kolu
zincirle bağlı halde bulur. Garip dünyada başına gelen bu acı durumdan çok
üzülür ve o kederle bir mani okumaya başlar. Onun naraya benzer sesini işiten
kuş ve hayvanlar kuyunun ağzına toplanırlar. Ama kimsenin onu kuyudan çıkarmaya
gücü yetmez.
Manaş çöl kazının vasıtasıyla evine bir mektup gönderir ve
başına gelenleri anlatır. Mektubu alan ana babası kardeşliği Ak-kobek’i onun
ardınca gönderirler. Ak-kobek varıp Manaş’ı bulur ama ona yardım etmez üstelik
anasının gönderdiği sihirli yemekleri kardeşine vermeyip kendi yer kuyunun
ağzına da irice bir taş da koyar. Sonra bir vakitler buralara gelip hayatını
yitiren yiğitlerin bıraktıklarını toplayıp geri döner. Maksadı herkesi Manaş’ın
öldüğüne inandırmak ve onun hanımı Kyumyujek Aruna sahip olmak, onunla
evlenmektir.
Manaş’ın ümidi tükendiği anda vefalı atı yetişir, kuyunun
ağzındaki taşı bir tarafa atıp sahibini esirlikten kurtarır. Kuyudan çıkan
bahadır tam dokuz yıl Ak-kanın askerleriyle dövüşür, tamamını kırıp sonuna
çıkar, Ak-kanı, Debelqanı ve Ak-kanın yüzlerce yiğidin kanına mal olmuş kızı
Erke Karçın’ı öldürür (masalın bir varyantında Erke Karçi onunla dövüşte ölür).
Bundan sonra Manaş yurduna geri döner. Onun sağ selamet
olduğunu gören anası, babası, bacısı ve vefalı hanımı çok sevinirler. Manaş
kendine hainlik eden ve kadınına göz diken kardeşi Ak-kobek’i ölümle
cezalandırır. “(99)
M. H. Tantekin bahsedilen içerikle Firdevsi’nin Şehname’sinde
yer alan Bijen ve Menije Destanı’nın içeriği ve V. asır Ermeni tarihçisi M.
Horenatsinin naklettiği tarihi hadise arasında bağlılık olduğu ortaya çıkmakta
ve bunların aynı kökten geldiğini ispatlamaktadır.(100) Firdevsi’nin naklettiği
bu destanda Ermenilerin de adının geçmesi dikkat çekicidir.
Alp Manaş masalında kahramanın kaynatasının ve anasının
adlarının antroponim değil, etnonim olması önemlidir. Alp Manaşın kaynatasının
adı Kırgız Han, anasının adı ise Ermen Çeçendir. Anasının adındaki ermen
(ermeni) ve Çeçen etnonimlerini görmemek mümkün değildir. Bu gerçek masalın Ön
Asya ve Kafkasya, özellikle de, Azerbaycan kaynaklı olabileceğini
düşünmektedir. Aynı konunun Kafkas halkları arasında da çok yaygın olması
tesadüfî değildir. Bütün bu bilgileri İran menşeli kabul ederek mukayeseye
çabalayan V. Miller’in yazdığına göre, Swanlar’da Alp Manaş’ın (Fars
varyantında Bijen, Ermeni varyantında Majan) adı Bejan, Osetinlerde ise Bezan
şeklinde geçer. (101)
Benzer konuyu M.Horenatsi (V. asır) de kaydetmiştir.
Horenatsi’de kahramanın adı Majan, görmeden vurulduğu ve onunla görüşmek için
uzaklara gittiği kızın adı Mantudur. (102) Alıp Manaş’ın O. Oçubay tarafından
toplanmış biçiminde kahramanın ardınca gittiği kızın adı Manjaktır ki bu da
Şehname’deki Menije adı ile örtüşür.(103)
M. H. Tantekin (2006) Deli Becan kişiliğinin prototipleri
meselesine dair adlı makalesinde sözü geçen Altay masalı ile benzeşen bir dizi
kişilik ve konuları inceleyerek Alp Manaş’ın Azerbaycan kaynaklı olduğuna, Orta
Asya’ya Azerbaycan’dan götürüldüğüne hiç şüphe yoktur sonucuna varmıştır. Bu
sonuca göre benzer destan kahramanlarına sahip Özbekler, Karakalpaklar,
Kırgızlar ve Altay Türkleri etnogenezlerinin ilk dönemini Ön Asya ve
Kafkasya’da geçirdikleri ortaya çıkmaktadır. Altay (Alatey) toponimine eski
Urartu kaynaklarında da (M.Ö. lX asır) rastlanmıştır. Y. Yusifov bu toponimi
Azerbaycan topraklarındaki en kadim devletin Aratta’nın başka bir adı
saymaktadır.
Strabona göre, Sarmatların bir bölümü Sarmat-Kazikler ya da
Sarmat-Kazaklar şeklinde adlandırılmıştır. İşin ilginç tarafı Kazak halkının
etnogenezine iştirak eden soylardan biri de Sarmat/Savromatlardır.(104)
Antik yazarlara göre, Sarmatlar, İskitlerle Amazonların
izdivacından türemişlerdir ve İskit dilinde konuşurlar. Bunların yazdığına
göre, Sarmatlar Kara Deniz İskitlerinden ve Don Nehri’nin doğusunda
yerleşiktiler. Bu kaynaklar incelendiğinde onların yerleşim alanlarının bugünkü
Rusya’nın Kalmikya, Heşterhan, Stavropol ve Rostov bölgelerini kapsadığı açıkça
ortaya çıkmaktadır. Herodot, Savromat olarak yazdığı halde, çok sonra IV.
asırda yaşamış Skilak Karianidli Sarmat ismini kullanmıştır. Ovidiy Nazon ise
her iki adı da kullanmıştır. Pliniy ise Yunanlıların Sarmatları Savromat olarak
adlandırdıklarını yazmaktadır.(105)
Siciliyalı Diodor ve Pliniy’nin bildirdiklerine göre
Sarmatlar Medyadan, yani güney Azerbaycan’dan İskitler tarafından
sürülmüşlerdir. Bu sebepten dolayı da bazı antik çağ yazarları Sarmatları
Medyalılarla, yani Madaylarla aynılaştırmıştır. Pliniy ve Yuly Solin Sarmatları
Medyalıların devam nesilleri olarak anlatır. Pliniy Türkleri, Sarmatların bir
kolu olarak anlatmıştır. Pompony ise Türklerle Sarmatların komşu akrabası
olduklarını yazmıştır. II. asır yazarı Dionisiy Pereqet ise Sarmatlarla
Hunların aynı soydan geldiklerini yazmıştır.
İşin gerçeği Kıpçak kökenli Kazak soylarından biri
Sarmatlardır ve Kazakların içerisinde Şermat veya Sarmat Teleu adıyla
anılırlar.(106) Bu gerçek eski
Atropatena’nın başşehrinin neden Kazaka (Kazak) olarak adlandırıldığını ve
Kıpçak kolunun Oğuz kökenli Azerbaycan Türkçesinde neden özel bir yere sahip
olduğunu anlamamıza yardımcı olacaktır.
Aslında Kıpçak kolunun Azerbaycan’daki kökleri en az Kuman
kolu kadar eskidir. İşin daha da ilginç tarafı bazı antik yazarların Sarmatların
soy atası olarak kabul ettikleri Maday halkının da Kazakların etnogenezinde yer
almış olmalarıdır. Tevrat’ta Yafes’in oğullarından birinin adı Maday’dır. M. Ö.
IX ve X. asırlara ait yazılar Maday soyundan gelen halktan, Maday halkından, M.
Ö. VII ve VI. asırlara ait yazılarda ise bu halkın Azerbaycan’ın güneyinde
kurduğu Maday devletinden bahsedilir. M. Ö. V. asırda yaşamış Herodot bu
devleti Medya devleti, halkını da Medyalılar olarak kaydetmiştir.
Azerbaycan’da şekillenen diğer Türk soy ve boyları gibi
Madayların da izlerine sonraki asırlarda Türkistan’da rastlanır. Azerbaycan’ı
terk eden bu kadim Türk soyu doğrudan Kazak Türkleri’nin etnogenezinde yer
almıştır. Kazak halkını teşkil eden Türkdilli soylardan biri de
Madaylardır.(107) Azerbaycan’da yaşayan bu halk sonradan buradan doğuya göçerek
Kazak, Kırgız, Özbek ve Karakalpakların etnogenezine doğrudan iştirak
etmiştir.(108)
SONUÇ
Türk halkı, destanlar oluşturan ve bu destanları ile milli
benliğini bulan, çok büyük bir geçmişe sahip halktır. Türk Tarihi’nin en önemli
bilgi kaynakları arasında yer alan Türk destanları, bize Türk tarihi ile ilgili
ciddi veriler sunmaktadır. Bu bakımdan Türk Destanları’nın, Türk tarih ve
Tarihçiliği açısından önemi yadsınamaz.
Türk Destanları ve Folkloru araştırıldığında şaşılacak
derecede ilginç verilerin gözlerimizin önüne serildiği görülmektedir. Bunlardan
biri de son yirmi beş yılda korkunç bir atılım yapan genetik mühendisliğinin
arkeoloji ile birlikte yarattığı bir alt kol olan Arkeogenetik verilerdir.
Arkeogenetik verilerle, Türk Destanları ve folkloru bire bir uyum içindedir.
Çalışmamızın ana ekseni Arkeogenetik verilerle Türk destanları'nın uyumunu
incelemektir.
Arkeogenetik verilerle uyum içinde olmayan Türk Tarihçilik
anlayışıdır. Makalemizde yukarıdaki söz konusu uyum dile getirilmeye çalışılmış
ve çeşitli örneklemelere girişilmiştir. İlgili uyumsuzluk ise yine kaynaklar
bağlamında ifade edilmiştir. Makalemizde Türk destanları ve folkloru
incelenerek, hangi medeniyetler ve hangi halklarla Türk halklarının diyaloğu
olduğu ele alınmış, ayrıca bu destanlardan yola çıkılarak bir takım tespitlerde
bulunma yoluna gidilmiştir. Bu yolda birçok ilginç nokta ile karşılaşılmıştır.
En ilginç olanı ise bir takım devirler ve halklar
incelendiğinde bu muhayyilenin M. Ö. 7000'lere kadar uzandığı ayrıca Sümer ve
Hurrilerde başat olan Subar/Sibir ve As/Kengerleri yarattığı anlaşılmaktadır.
Bu gruplar ise bu gün ne yazık ki Türk Tarihçiliği tarafından ele
alınmamaktadır. Değiştirilmesi gereken işte bu zihniyettir. Yoksa Türk Tarihi
baştan sona bir destanlar abidesidir.
Türk tarihçiliğinde Arkeogenetik verilerlerin görmezden
gelinemeyeceğinin altını çizmek istiyoruz.
Prof.Dr.Bahtiyar Tuncay
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi. Folklor Enstitüsü.
Öğretim Görevlisi.
Yrd.Doç.Dr.Osman ÇATALOLUK
Emekli Öğr. Üyesi. Genetik ve Arkeogenetik Uzmanı.
Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi
2014 / Cilt:1 / Sayı:2 / Mayıs
Bu makale Bahtiyar Tuncay’ın aynı adlı çalışmasından ve
Osman Çataloluk’un ekleme ve çevirileriyle hazırlanmıştır.
1 Ögel, 2006, s. 383-384
2 A.g.e., s. 399
3 A.g.e., s. 402
4 A.g.e., s. 409
5 A.g.e., s. 402-403
6 A.g.e., s. 405
7 Koroğlu, H. 1999, s. 15-16
8 Толстов, 1938, s. 80; Koroğlu, H. 1999, s. 14-15
9 Ögel, 2006, s. 403
10 Ag.e., s. 394
11 A.g.e., s. 395
12 Ag.e., s. 396).
13 Ag.e., s. 403
14 A.g.e., s. 403
15 Ag.e., s. 385).
16 Толстова, 1971, с. 246-253
17 Алиев, 1987, c. 14
18 Strabon, ll, 1, 14
19 Ağasıoğlu, F. 2005, s. 331
20 Kalafat, 1999, s. 85-86
21 Маадай-Кара,1973, c. 84
22 Ag.e., c. 87).
23 Seyidov, 1994, s. 195
24 Seyidov, 1983, s. 196
25 Begdili, 2007, s. 145
26 Бутанаев, 1984, с 94
27 Beydili, 2003, s. 89
28 Потапов, 1946, c. 148
29 Традиционное мировоззрение, 1989, c. 244
30 İnan, 1976, s. 32
31 Azerbaycan mitoloji metinleri, 1988, s. 83
32 A.g.e., s. 23-24
33 Beydili, 2007, s. 162
34 Ögel, 1995, s. 424
35 Ögel, 2006, s. 395
36 Ag.e., s. 387-388
37 Koroğlu, s. 100
38 Бичурин, 1950-1953, 1, 223
39 Ögel, 2006, s. 162
40 Ag.e., s. 395
41 Бичурин, s. 214-215
42 İnan, 1934, s. 195
43 Heyet, 1993, s. 72
44 B. Tuncay şahsi arşivi. İnv. № 0011
45 Jean-Paul, 2005, s. 310
46 İnan, s.196
47 Рашид ад – Дин, 1956, с. 346
48 Гейбуллаев, 1991. s. 257
49 Ögel, s. 409-411
50 Ag.e., s. 412
51 A.g.e., s. 413-414
52 A.g.e.,s. 414-415
53 Толстов, 1948 с. 341
54 Толстова. 1977. S.141
55 Жданко, 1950
56 Толстова, 1977. S.141-142
57 Karakalpak aruz edebiyatının yiğitleri. 9…1940, s. 6
58 Толстова, s. 144
59 A.g.e., s. 148
60 Каразин, 1875, s. 291
61 Дьяконов, 1956, s. 185
62 Косвен, 1947, s. 38-39, 42-43
63 Сорок девушек…, 1951; Kırk kız…, 1956
64 Нарты, 1957 а, с. 507-508
65 Акритас, Стефанова, 1958, с. 47-48
66 Толстова, с.154
67 Нарты, 1957 б, с. 39
68 Толстова,с. 154
69 Нартский эпос, 1957, с. 44, 167
70 Halk yaddaşının izleri, 2005, s. 33-34
71 Qafarov, 2010, s. 22
72 Колоев, 1959; Ворбьева, 1964, с. 58; Жданко, 1964, с. 12
73 Толстова, с. 158
74 A.g.e., с. 159
75 A.g.e., с. 160
76 A.g.e.,с. 160
77 A.g.e., с. 160
78 Толстова, с. 161
79 Очерки по истории Башкирской АССР, 1956, с. 72-75
80 İsmayıl Rüstemkızı, 2008, s. 60
81 Yüz bir Türk Efsanesi, 2004, s. 64-65
82 İsmayıl Rüstəm kızı, 2008, s. 51
83 A.g.e., s. 51-52
84 Seyidov, 1989, s. 262
85 Ögel, 2006, s. 498
86 Ag.e., s. 498
87 A.g.e., s. 410
88 Бартольд 1968: ll, 1, 541
89 Абромзон. 1960: 46
90 Гейбуллаев. 1991: 77-78
91 Kalankaytuklu, l, 27
92 Тревер 1959: 308
93 Акопян. 1987: 66-67
94 Tuncay, 2010, s. 17-18
95 Гейбуллаев, s. 77-78
96 Пагирев. 1913:122
97 Гейбуллаев. s. 79
98 A.g.e., s. 82
99 Tantekin, 2006, s. 96
100 Фирдоуси, c. 6-46; Tantekin, s. 108 -109
101 Миллер, 1892, c. 54-62; Tantekin, s. 112
102 Tantekin, s. 109
103 Жирмунский, 1960, c. 123
104 Абромзон, 1960, 116
105 Гейбуллаев, c. 329-330
106 A.g.e., s. 329-330,334
107 Востров, Муканов, 1968, c. 118
108 Велиханов, lV, c. 326; Abramzon, 1960, c. 66, 82;
Кармышева, 1954, c. 16, tablo 2;
Жданко, 1950, c. 41
KAYNAKÇA
1- Azerbaycan Folkloru Antolojisi. Nahçıvan Folkloru.
2- Ağasıoğlu F., B.2005,Azer Halkı
3- Azerbaycan Mitolojik Metinleri, Elm, 1988,Bakü
4- Bayat F., 1993, Oğuz. Epik Ananesi ve “Oğuz Kağan”
Destanı. Bakü, Sabah,
5- Bayat F. Türk Eskatoloji Düşüncesinde Dünyanın Sonu;
kalkançı çak.
6- Azerbaycan Şifahi Edebiyatına Dair Tetkikler,2003,XVll
kitap. Bakü, Seda, a.,
7- Bayat F. ,2003,Korkut Ata Mitolojiden Gerçekliğe,Dede
Korkut, Ankara
8- Bayat F. Köroğlu, 2003,Şamandan Aşıka, Alpdan Erene.
Ankara, Akçağ, c. 176
9- Bayat F. Adverme,2004, Dede Korkut Kitabı, Ansiklopedik
Lügat. Bakü, Önder Neşriyatı, a, 9-11
10-Bayat F. Alp. ,2004,Dede Korkut Kitabı, Ansiklopedik
Lügat. Bakü, Önder Neşriyatı,b.
11- Bayat F. ,2004,Oğuzname(ler). Dede Korkut Kitabı,
Ansiklopedik Lugat., Önder Neşriyatı, Bakü
12- Bayat F., 2006,Oğuz Destan Dünyası. Oğuznamelerin
Tarihi, Mitolojik Kökenleri ve Teşekkülü.. Ötüken, Ankara
13- Bayat F. ,2007,Mitolojiye Giriş, Ötüken,Ankara
14-Bayat F., 2007,Türk Mitolojik Sistemi. C. 1.,Ötüken. b.
İstanbul
15-Bayat F., 2007 ,Türk Mitolojik Sistemi,C. 2.. Ötüken,
İstanbul
16-Bayat F. ,2005,Türk dini – Mitoloji Sisteminde
Tanrı,Azerbaycan Şifahi Edebiyatına Dair Tetkikler. XVll kitap.. Seda, Bakü.
17- Bayatılar. ,1960,Azerneşr, B.
18- Besanoğlu Ş., 1966,Diyarbakır ağzı, Ankara
19-Beydili C., 1999,Türk Din Düşüncesi Sistem Gibi, “Çırak”
Dergisi, a, № 4
20- Beydili C., 1999,Evliya Korkut Ata, “Azerbaycan”
Dergisi, b, № 9
21-Beydili C., 2001, Korqut Atanın Adverme funksiyası.
Azerbaycan Şifahi Halk Edebiyatına Dair Tetkikler. X kitab, Səda, a. Bakü
22- Beydili C. ,2001,”Korkut” Adının Ölümden Kaçma Motifi
ile bağlılığı,DQJ, b, № 1
23- Beydili C. ,2003,Dünya Modeli. AF, V. kitap. BDU
Neşriyatı ,Bakü
24- Beydili C. ,2003,Türk Mitoloji Sözlüğü,. Elm. b. 418,
Bakü
25-Beydili C. ,2004,Can Yerine Can. Dede Korkut Kitabı.
Ansiklopedik Lügat., ÖnderNeşriyat, a,Bakü
26- Beydili C. ,2004,Korkut Ata. Dede Korkut Kitabı,
Ansiklopedik Lügat. Önder Neşriyat. b.,Bakü
27-Beydili C. ,2004,Tanrı Dede Korkut Kitabı. Ansiklopedik
Lügat, Önder Neşriyat. c. Bakü
28- Beydili C., 2004,Mitolojik Varlık ve Dünya Duyumunda
Yeri. AF, Vl. kitap. BDU Neşriyat. ç.,Bakü
29- Beydili C. ,2004,Türk Yaradılış Mitleri Hakkında,
“Ekologia, felsefe, Medeniyet” Mecmuası. XXXVl. d., Bakü
30- Beydili C., 2004, Mitoloji Varlıklar ve
Özellikleri,Filoloji Araştırmalar.. BDU Neşriyatı. e. Bakı
31- Beydili C. ,2004,Türk Eskatoloji Düşüncesi ve Dede
Korkut. “Globalleşme ve Azerbaycan Medeniyeti” ll. Respublika ilmi – praktiki
konferansının materialları. e. Bakü
32-Beydili C. ,2004,Mitolojide Kaos Anlayışı. “Ortak Türk
Geçmişinden Ortak Türk
Geleceğine” ll. Uluslararası Folklor Konferansının
Materialları.. Seda. F, Bakü
33- Beydili C. , Dede Korkut Kitabı. Ansiklopedik Lügat..
Önder Neşriyat, Bakü
34- Beydili C. ,2007,Mitoloji Ulu Ana Kompleksi Hakkında.
FM. AMEA Fuzuli ad. Elyazmalar Enstitütüsü, № 5. Bakü
35- Beydili C. ,2007,Mitoloji Ulu Ana Obrazının
Transformaları: Umay Evliya,Edebiyat Mecmuası. AMEA Nizami ad. Edebiyat
Enstitüsü İlmi Eserleri. XXc. Bakü
36-Beydili C. ,2007,Türk Mitoloji Obrazlar Sistemi: Struktur
ve Funksiya, Bakü
37- Jean-Paul R. ,2005,Orta Asyada Kutsal Bitkiler ve
Hayvanlar,İstanbul
38-Heyet C. ,1993,Türklerin Tarih ve Medeniyetine Bir Bakış
39- İnan A. ,1934,Çingizname,Azerbaycan Yurt Bilgisi. Lll
40- İnan A. ,1976,Еski Türk Dini Tarihi, , MЕB Yayınları,
İstanbul
41- İnan A, 1998, Erope ve Hurafe Motiflerinin Tarih
Bakımından Önemi. Makaleler ve incelemeler. 3. Baskı. lc., Türk Tarih Kurumu
Basımevi ,Ankara
42- İslam Ansiklopedisi, 1950,Xll cilt. Milli Eğitim
Bakanlığı. İstanbul
43- İsmayıl M. ,1955, Azerbaycan Halkının Yaranması.
“Azerbaycan Devlet Neşriyatı.” Bakü
44- Ismayıl Rüstem kızı ,2008, M. Nahçıvan Efsaneleri, Elm,
Nahçıvan
45- Kalafat Y. ,1999,Dоğu Anadоluda Eski Türk İnançlarının
İzlеri, Atatürk Kültür Mеrkеzi Başkanlığı, Ankara
46- Kalankaytuklu M. ,1993,Alban Tarihi,“Elm.”
47- Asan Beqimov,1956,Kırk kız. Karakalpak Halkının
Kahrarmanlık Destanı,Kurbanbay japaydan jazıp alğan xom baslağa tayarlağan
Nökis
48- Koroğlu H. ,1999,Oğuz Kahramanlık Destanı, “Yurt”,
49- Ögel B. ,1989,Türk Mitolojisi (Kaynakları ve
Açıklamaları ile Destanlar), I. cilt. Türk Tarih Kurumu Basımevi,Ankara
50-Ögel B. ,1995,Türk mitolojisi, II. Cilt, Türk Tarih
Kurumu Basımevi,
51- Ögel B., 2006,Türk mitolojisi. l c. B. “MBM.” ,Ankara
52-Kafarov R. O. ,2010,Azerbaycan Türklerinin Mitolojisi
(Kaynakları. tasnifatı. Obrazları. Genezisi. Evolusiyası ve Poetikası),
Filologiya elmləri doktoru âlimlik derecesi almak için takdim edilmiş tezin
avtoreferatı. Bakı
53-Karakalpak Edebiyatı’nın Yiğitleri ,1940,ll kitap
54-Radloff W. Proben der Volksliteratur der türkiscen
Stamine Südsibiriens. l-lX, St. Phg.
55-Radloff W. ,1893,Aus Sibirien. Zose Blatter aus meinem
Tagebuch,2 Anfl. Leipzig, m N l-ll.
56-Seyidov M. ,1983,Azerbaycan Mifik Tasavvuru’nun
Kaynakları,Yazıcı,Bakü
57-Seyidov M., 1989,Azerbaycan Halkının Soy Kökünü
Düşünürken, Yazıcı,Bakü
58-Seyidov M., 1984,Kızıl Savaşçının Dileği, Gençlik, Bakü
59-Seyidov M. ,1996,Yaz bayramı, Gençlik,Bakü
60-Seyidov M. Kam, 1994, Şaman ve Onun Kaynaklarına Umumi
Bakış,Gençlik ,Bakü
61-Tantekin H. ,2006, Deli Becan Suretinin Prototiplerine
Dair, Makaleler. Şirvanneşr.
62-Tantekin H. ,2004,Şehirli Nağılların Ongun ve Esatiri
Suretleri, “Şirvanneşr.”
63-Tuncay B. ,2010,Kafkas Albanlarının dili ve Edebiyatı,
Qanun
64-Абромзон С.М. ,1960,Этнический состав северной Киргизии.
Труды Киргиз-ской археологическо-этнографической экспедиции., вып., lV. Москва
65-Акритас П., 1958,Стефанова Е. Легенды Кавказа, Нальчик
66-Алиев К. ,1987,Античные источники по истории
Азербайджана, “Элм”. Б.
67-Бичурин Н. Я. ,1950-1953,Собрание сведений о народах,
обитавших в Средней Азии в древние времена, Т. 1-3. М.-Л.
68-Бутанаев В. Я. ,1984,Культ богини Умай у хакасов //
Этнография народов Сибири,Новосибирск: Наука
69-Велиханов Ч.Ч. Сочинения, тт. l-lV.
70-Ворбьева М. Г. ,1964,Племена и народы рабовладельческой
эпохи на территории Каракалпакии. В кн. Очерки истории Каракалпакской АССР. т.
1. Ташкент
71-Востров В.В. ,1968,Муканов М.С. Родоплеменной состав и
расселение казахов,Алма-Ата
72-Гейбуллаев, Г.А. К ,1991,Этногенезу азербайджанцев,“Элм”,
Б.
73-Дьяконов И. М. ,1956,История Мидии с древнейщих времен до
конца lV в. до н. э. М-Л
74-Жирмунский В. М. ,1960,Сказание об Алпамыше (богатырская
сказка). М.
75-Жданко Т. А. ,1950,Очерки исторической этнографии
каракалпаков,«ТИЭ. Новая серия» , т. lX.
76-Жданко Т. А. ,1964,Каракалпаки (Основные проблемы
этнической истории и этнографии). М.
77-Кармышева Б.Х. ,1954,Узбеки-локайцы Южного Таджикистана,
Москва
78- Колоев Б. А. ,1959,Мотив амазонок в осетинском нартском
эпосе, КСИЭ,вып. XXXll.
79- Косвен М. О. ,1947,Амазонки, история легенды, СЭ, , №
2-3.
80-Миллер В. ,1892,Отголоски Иранских сказаний на
Кавказе,Экскурсы в области русского народного эпоса М.
81-Нарты. ,1957,Кабардинский эпос, М., a.
82-Нарты., 1957,Эпос осетинского народа,М., б.
83-Нартский эпос. ,1957,Орджоникидзе,
84-Очерки по истории Башкирской ,1956,АССР, т. 1. Уфа,
85-Сорок девушек. ,1951,Каракалпакская народная поема, в
переложении Арсения Тарковского. М.,
86-Толстов С. ,1938,П. Основные вопросы Древней истории
Средней Азии. ВДИ, ,№ 1.
87-Толстов С.П., 1947,Основные проблемы этногенеза народов
Средней Азии, СЭ, № 6-7.
88-Толстов С. П. ,1948,Древний Хорезм. М.,
89-Толстов С. П. ,1960,Основные теоретические проблемы
современной советской этнографии. – В кн. Доклады советской делегации на Vl
Международном конгрессе антропологов и этнографов. М.,
90-Толстова Л. С. ,1971,Некоторые вопросы исторической
ономастики хорезмского оазиса. В кн. Этнография имен. М.,
91-Толстова Л. С. ,1977,Исторический фольклор каракалпаков
как источник для изучения этногенеза и этнокультурных связей этого народа, В
кн. Этническая история и фольклор. М,Наука
92-Тревер К. Л. ,1959,Очерки по истории и культуре
Кавказской Албании, М., Л.,
93-Фирдоуси., 1967,Шахнаме. M.
94-Çataloluk O. ,2013,Türk’ün Genetik Tarihi.. Togan
yayınları,. İstanbul
V. asır Ermeni tarihçisi Moisey Horenatsin’in ** hakkında
bir bilgi gelmiştir : SB
Elesger Siyabov –
Azerbaycan Dövlet Univesiteti, Tarix fakültesi:
"Moisey Kagankatvatsi ermeni deyildi, Azerbaycanin
guzey kisminin böyük bir erazisini ehate eden bir cografiyada uzun yillar var
olmus ve kökenin esasen hristiyan türklerin olusturdugu Alban veya Agvan
devletinin tarihini yazmis orta cag tarihcisi idi, Sadece onun yazdigi Alban
tarihi eseri orijinali kayb olmus bizim günümüze o eserin ermeni diline tercüme
olunmus varianti gelib catmisdir."
MARCO POLO
İngilizce pdf: The Complete Yule-Cordier Edition, Including the unabridged third edition (1903) of Henry Yule’s annotated translation, as revised by Henri Cordier; together with Cordier’s later volume of notes and addenda (1920) : The Travels of Marco Polo