SAYFALAR

17 Nisan 2017 Pazartesi

Altay'dan Tanrıcı başı Akay Kine'den Ak Cang ya da Tanrıcılık....





"Gök Tanrı'nın çocukları, kul olmaz. Seni, anan, atan dünyaya getiriyor, terbiye ediyor, okutup, yıllarca yetiştirmek için uğraşıyor; sonunda kul ol diye bunları yapmıyor. Analar, çocuğunu kul olsun diye doğurmaz. Gök Tanrı da bunu istemez, bundan hoşlanmaz, buna kızar. Kul olanı tepersin, ayağınla tepersin; ona saygı duymazsın. Kullukta saygınlık yoktur.


Gök Tanrı, anan atan gibi onu sev ve onun eserlerine sahip çık ister. Gök Tanrı başını yere koyan, başını eğen oğul/kız istemez. Ben seni boynunu bük, başını yere eğ diye yaratmadım der. Bir insan bir şeyn kölesi kulu olursa o kişi sıkışmış, bastırılmış olur. Baskı altındaki kişi de bu baskıyı başkalarının üzerinde kullanmak eğilimine sahip olur. Bu eğilim, o insanın etrafına da yayılır; doğaya yayılır, kişi bu baskıyı hem çevresine hem de doğaya uygulamaya başlar. Dinler arasındaki savaşlar, insana ve doğaya zarar verme girişimleri, kul olmanın getirdiği baskıdan kaynaklanır. Bütün bu olumsuzluklar, insan zihninin altında bu kul olma baskısı yattığı için olur. 


Bizim dedelerimiz, kul olmamaya çok önem verirdi; onlar kul olmayı reddetmişlerdir; hatta kul olmanın dünyanın sonunu getireceğini söylerlerdi. Bu kulluğu zihninden atarsak eşitler arasında eşitlik prensibine göre dünya işlerini yürütürsek Ak Işık ortaya çıkabilir. Kul olma düşüncesi böylece kaybolur.


Bu prensibe dayanan insan her zaman güçlü, herkesi kucaklayan, herkese veren bir insan olur. bir insan bütün dünyaya sevgi ve saygı verirse, deünya da o insana aynı cevabı verir. Böylece bu insanda insanlığı ve yeryüzünü bitirme ve zarar verme düşüncesi kaybolmuş olur. Bu şekilde biz Gök'ü  (Tanrı'yı) sevindirmiş oluruz.


Tanrıcılıkta soyun devamı için günah işlememelisin, çünkü sen sadece kendinden sorumlu değilsin; önceki ve sonraki soyundan da sorumlusun. Tanrıcılıktaki sorumluluk çok fazladır. Kul olan kişinin sorumluluğu sadece kendisi içindir. Kul olanlar, her insanın Gök Tanrı olduğunu unuturlar. İnsanın doğuştan Tanrı olma şansı zaten vardır, insanın gelişmeye ihtiyacı yoktur; sadece doğru yaşaması yeterlidir. Başka dinlerde insanlar sadece kendilerinden sorumludur; ama Türkler sadece kendisinden değil, yaklaşık 17 soyundan sorumludur.


Bu dünyanın ortasına, merkezine Altay derler. Gök'ün oğlu her zaman toprak, gök ve yerin ortasından, yerin merkezi olan Altay'dan sorumlu olmuştur. Eşitlerin eşiti bizim soyumuzdan sorumludur. Gök'ün oğlu gök, yer ve orta dünyanın durumundan, kendi memleketinin durumundan, kendi kavminden sorumludur. 


Türk hiçbir zaman isteyen, yalvaran bir insan değildir. Çünkü o Tanrı'nın oğlu / Tanrı'nın kızı olarak, hiçbir zaman kul ve köle olamaz. Türk kendisini asla köle ve kul olarak düşünemez. Çünkü Türk Gök'e, yere, dağlara, nehirlere, ormanlara, okyanuslara, diğer milletlere ve dinlere eşittir. İnsanın Tanrı'ya bile kul köle olması iyi bir şey olarak algılanmaz ve bu çok büyük bir tehlike olarak görülür. Gök Tanrı da onun köle olmasından hoşlanmaz. Eğer insan kendisini here şeye eşit görmüyorsa, Gök Tanrı onu hoş karşılamaz.


Mesela hayatını çocukları üzerine kuran bir ana düşünelim. O, onları doğurmuş, kutsal ak sütü ile beslemiş, büyütmüş, çocukları sağlıklı ve iyi insan olsun diye eğitmiş, iyi bir mesleği olsun diye okutmuştur. Düşünün bir kere, bir gün onlar gelip başları eğik bir şekilde "Ben kul oldum" diyecekler. Bunu gören ana sevinebilir mi? İşte bu nedenle Türk hiçbir zaman kul olmamıştır ve olmaması da gerekir. Çünkü sonsuz Gök Tanrı'nın gönlünde hiçbir zaman tehlike ve korku olmadığı için, onun evladı olan insanın da gönlünde korku olmaması gerekir. 


Gök Tanrı'nın oğulları ve kızları zaten her şeye eşit olduğunu bilmektedir. Onların gönlünde etrafında olan her şeye karşı sevgi ve saygı vardır. Yani etrafını çevreleyen nesne ve insanlara karşı onun korkusu yoktur, onları tehlike olarak görmez. Çünkü sonsuz Gök Tanrı'nın oğlu ve kızları güçlüdür ve sorumludur. O, her şeyden sorumludur; gök, toprak, dağ, nehir, okyanus, suya karşı; insanlık, kabilesi, ailesi, çocukları, atalarına karşı; ayrıca bundan sonra devam edecek soyuna karşı da sorumludur.


Gök Tanrı'nın oğlu kendini Tanrı önünde sorumlu hissetmez; o Tanrı ile birlikte her şeyden sorumludur. Yani onlar diğer dinlerde olduğu gibi sadece kendileri için Tanrı'ya karşı sorumlu değillerdir. Etrafındaki her şeyden sorumlu olan insan, bozulanları düzeltmekten de sorumludur. Deniz kirleniyorsa kirletmemelisin veya engel olmalısın, orman yok oluyors ağaç dikmelisin gibi... Herhangi dindeki bir insan, bir günah işlese, bir ibadethaneye gider temizlenip çıkar, mesela kiliseden çıkarken artık günahkar olmadığını, tertemiz olduğunu düşünür. Bu zihniyet de bencil insanlar yaratır."






Tataristan'ın Tanrıcı inanca mensup fikir adamlarından da kullukla ilgili şu ifadelere şahit oldum : Kulluk inancının var olduğu bir din, korkaklığı, kendi kendini aşağılamayı, alçalmayı, bağımlılığı, boyun eğmeyi, kısace kölelerin tüm özelliklerini öğütlemektedir. Oysa savaşçı toplumun, cesarete, özgüvene, gurura, bağımsızlık anlayışına ihtiyacı vardır.


Bir inancın yarattığı insan tiği ve ruhsal durum, onun ibadetinde kullandığı sembollere de yansımaktadır. Ritüeller bu ruhsal duruma göre şekillenmektedir. Tanrıcılar, kulluk inancına şaşırarak baktıkları için kulluk göstergesi olan yere kapanma (secde) ve (Tanrıcıların ifadesiyle) "dilenci gibi" ellerin açıldığı dua pozisyonu, onlara göre asla kabul edilemez ritüellerdir. Kulluk inancını içeren dinlerde ibadetlerde yer alan semboller ve vücut dili kulluğu işaret etmektedir. Oysa Tanrıcılığın ibadet sembollerine baktığımızda 'Tengri gibi Tengri'de bolmuş' başı dik, asla ufuktan aşağı gözlerini indirmeyen, Tanrı'ya söyleyeceği sözü anasına babasına söylermişcesine rahat ve sevgi dolu ifade eden bir tarz göze çarpmaktadır; aczi ifade eden kulluk sembollerine hiçbir şekilde yer verilmemiştir.


Akay şöyle der: 

"Ben ibadet ederken yere bakmam. Yere baksan kul olursun, oysa ben Gök Tanrı'nın oğluyum. Sen kul olsan Tanrı da seni sevmez. Seni teper. Senin önüne kul gelse sen ona değer vermezsin; senin önünde eğilen adamı sen de tepersin. Karşına adam olarak gelen kişiye değer verirsin, onu seversin. Tanrı için de bu böyledir. O yarattıklarını yerlerde sürünen zavallı kullar olarak görmek istemez. Sen onun oğlusun, onun kızısın, evladısın. Tanrı'ya 'ben senin oğlun olarak geldim; kulun olarak değil' desen, o da mutlu olur.


Adem Havva'daki mitolojiden dolayı Tanrı onları lanetledi ve kul yaptı. Çünkü o mitolojide ensest var. Biz mescitte gördük; çocuklar, yiğitler kul oldu ve başkalarının boyundurluğu altına girdi. Tüm Müslüman dünyası da başkalarının boyunduruğu altında. 


Türk! Sende ruh var. Sen başka uluslara da ruh vermek için çalışmalısın. Onlar bizim düşmanımız olsa da onlara da yardım etmek gerek, çünkü biz Tanrı'nın oğullarıyız, Tanrı'nın kızlarıyız."



Araz Elses "Her Türk bir dünyadır" der....



Altay Tanrıcılarının başı Akay Kine:

"Muhammed de Gök Tanrı'nın oğludur. Biz aynı şekilde onu da severiz. Ama o bizden değildir. Bu nedenle Muhammed'in de bildikleri bu insanlık dünyasına lazımdı. O Arap milleti üzerinden gelmiştir. Arapların Ak dini İslam'dır. Onların şükran dili de Arağçadır. Türkler için ise Ak Din Tanrıcılıktır ve şükran dili de Türkçedir. Türklerin aldı (önünüzde) yolu açık bolsun (olsun).


Hz.Muhammed'e kutsal ruh indi. Ona kendi milletine bir mesaj iletme misyonu verildi. Arap milleti Hz.Muhammed sayesinde yükseldi. Biz Türkler de yükselmek istiyorsak bunu kendi liderimizin önderliğinde yapmamız lazım. Biz yükseldiğimizde de kimseyi kendimize benzetmek amacını gütmemeliyiz.


İslam, Arap dünyasının dini ve onların örf ve adetlerini içeriyor. Biz Araplara hürmet ediyoruz ve onların atlarına saygı duyuyoruz. Ama bu arada kendi örf, adet ve geleneklerimizi de sürdürmeliyiz. Diğer halklar ve inançlar da aynı şekilde bizlere saygı duymalıdır. Birinin diğerini asimile etmesi kabul edilemez. Bizim kendi tarihimiz ve medeniyetimiz var. Biz herkese anlayışlı davranmayı gerektiren bir gelenekten geliyoruz. Onlara saygı duyarken kendimizi unutmamalıyız. Bunun için de İslam ya da başka inanç sistemleriyle savaş haline girmemeliyiz. Bizim herkesi kucaklayan bir kültürümüz var.


Türk'ün yedi atasını bilmesi gerekir ki gücümüzü onlara verelim. Onlara algış veriyoruz. Onları yüceltiyoruz. Kendi atalarımızı bilsek onların adını anar, algış aytar, onlara güç veririz. Şimdi ise görüyorum siz Türkler, kendi atalarınızın adını bir kere de ağzınıza almıyorsunuz. Sadece Muhammed'e, Ali'ye, Nuh'a güç veriyorsunuz. Kendi atalarınızın adlarını bile unutmuşsunuz. 


Bir gün Türkiye'den biri 'İslam olmadan Türk olmaz' dedi. Ben de çıktım; sen ağacın kökünü, Ata babasını kessen o, İslam olsun, ne olursa olsun devrilir dedim. Niçin kendi soyunu bilen halklar güçlüdür? Eğer kendi dedenizi bilmiyorsanız, adını bilip ona dua etmiyorsanız, o size korumacı olacak yerde size düşman olur."



Gök-Tanrı İnancının Bilinmeyenleri
Din ve Millet Kavramları
Akay Kine'nin Bilgileri Işığında
Günnur Yücekal Arpacı, 2012
"Bu kitap 2006'da Altay'da yaptığım alan araştırması, geniş literatür çalışması ve 2009 yılında Altay Tanrıcı başı Akay Kine'yle yaptığım görüşmeler sonucunda ortaya çıkmıştır."




Mavi Gayzer Gölü - Altay



"Bizim vazifemiz ve amacımız eski öğretilerin dağılmış parçalarını bir araya getirmek ve hatırlamaktır. Bir araya getireceğimiz bilgi parçacıklarını saklayan Türk kavimleri değişik renklere bürünmüştür. Ama Altay, tüm Türklerin hafızalarında kayıtldırı, o yüzden aslında hiç unutulmamıştır. Hepsi bu inancı hatırlar ve bilir. Bizim belleğimizde kutsal kurallar genetik olarak kayıtlıdır. Atalarımızdan miras olan kutsal belleğimiz vardır. Bunlar devasa bir bulmaca, bir yapboza benzer. Bu yapboz parçalarını bir araya getirerek gerektiği yere koyarsak değişik renkleri bir araya getirmiş oluruz. Ve eski atalarımızın kadim bilgilerini kapsayan bu öğretiyi tamamen kavramış oluruz ve bu her biri ayrı bir bilgiyi içeren yapboz parçalarından o çok güzel resmi ortaya çıkarmış oluruz. Bu resim ile eski gök kuralları, toprak kanunları geri dönmüş olur. Sonunda değişik renklere bürünmüş Türk kavimlerinden elde edilmiş bir sürü renkteki bilgi parçacıklarının bir araya gelmesiyle biz, başlangıcın rengi olan Ak rengi elde etmiş oluruz."

"Burada oturan Gök Tanrı'nın oğulları, kızları Kızıl Tuğ'dan alımlı yürüsün. Gök Tanrı'dan Ak Altay'dan algışlı bolsun. Ardındaki yolu suluğ, korunaklı olsun, aldı yolu açık olsun.. Çeneliye laf söylettirmesin. Gözünden ateş çıksın. Güzel, görkemli, en yüceye çıksın."

Akay Kynyev (Kine) 







Altay/Altai-Turkish people-Altai Republic,Altai Krai.


Turkic-Speaking Period of Europe History








Preface

As far back as once can reach into historical memory, the European continent already contained several ethnically homogeneous territories. The westernmost was Gaul (Latin:Gallia), or Celica. To the east, as far as the Vistula River, extended Germania. Eastwards from the Vistula as far as the Ural Mountains lay the territory called by some ancient writers Scythia, by others Sarmatia, while yet others refer to part of it as Scythia and part as Sarmatia, Britain, Scandinavia and the Sub-Apennine peninsula were separate entities with distinct ethnicities, as was the İberian peninsula south of the Pyrenees. The vast expanse of Scythia-Sarmatia was, moreover from the very beginning itself divided into an assortment of substantial territories. An ethnic territory owes its name to the ethnonym of the dominant people or tribe living there. The lands in question, however, were occupied by a large number of different tribes and peoples all possessing their own ethnic names.


All ancient and most early mediacval, written sources concerned with European history exist in one of two languages: Ancient Greek or Latin. Neither was mush in use in ancient times for vernacular purposes on the European land mass, and after Late Antiquity they effectively fell into complete desuetude.


According to relevant historical written records compiled in the period between Antiquity and the Early Mediaeval period, there were more than 2.500 names of tribes and peoples on the European land mass. None of these names are derived from Ancient Greek or Latin, but from some other Europan language.


Yet, ethnonyms being themselves words that reflect the name of a defined community of people, it follows that they must have been integral to the lexicons of those languages spoken by European peoples at the time. To judge, however, from the great number of ethnonyms and other terms cited in the ancient sources, these languages differed fundamentally from those by European populations today. This naturally gives rise to certain questions: what were these languages? Who spoke them? What is the relationship of their speakers to today's European peoples? In what way and for what reasons did their languages change to those we hear today?


The earliest Europan ethnonym to be found in the pages of ancient written sources is that of the Cimmerians. Semantic and etymological analysis of this word shows it to have been typical Turkic tribal nomenclature. Ancient sources provide detailed information that the Cimmerians belonged to the Scythian people, who were later called the Huns. Generally speaking the Ancient Greeks bestowed the appellation "Scyth" on all those European tribes whose religious orientation to judge from the semantic implications of the word, centred of fire worship. The name the peoples themselves used to describe their race was, however "AS".


Modern opion holds that the Scythians inhabited a vast territory stretching from the Urals to the Vistula. Other names for them were the Sarmatians or the Savromatians. Analysis of their tribal ethnic names shows that they were all Turkic-speaking, indeed the works of numeerous contemporary scholars and specialist demonstrade convincingly that the Scythians were a Turkic people and this is directly confirmed by the documentary evidence in Western European written records from the Middle Ages.


Moreover, the Scythians were anthropologically speaking predominantly of the Europid type. The primevall habitat of the Scythian tribes in Europe, including Huns, Avars, Bulgars and other, was the Middle Volga Region and the Kama River Basin, where they appeared probably no later than the third millenium BC. Some of these tribes subsequently settled in the wide expanse of land between the Volga and the Don, an area they began to call Asia. 


At some point, evidently around the end of the third millenium BC, tribes from the Middle Volga Region migreated to Central, Southern and Northern Europe, passing as they went through the Upper Volga and the lands surrounding the Baltic Sea. In all probability these tribes were the progenitors and guardians of the so-called Battle-Axe Culture. At a later date these Turkic-speaking peoples from the Middle Volga and Kama Basin Regions began also to migrate, via the Sea of Azov and Black Sea regions, to Southern, Central and Northern Europe. In this way, since earliest antiquity the dominant peoples of Europe stemmed from Turkic-Speaking tribes.


Taking all factors into consideration, it seems likely that the greater part of the European territory into which the Turkic-speaking peoples migrated would have been inhabited by aborginal populations speaking autochthonous languages which were inflected. Clues, albeit extremely rare and meagre, that these lands were indeed inhabited by such tribes and peoples are occasionally to be found in the written records of ancient writers. The theory that the languages spoken by such folk would have been inflected, or fusional, rests on the following propositions.


As has already been point out, the only written sources to have been discovered in europe dating back to antiquity are in Greek and Latin even though, based on ethnonyms, onomastic and other linguistic studies a significant proportion of the population at this time must have been Turkic-speaking. But from the 10th to 12th centuries AD onwards written sources start to appear in a variety of inflected tongues which form the basis for all languages spoken throughout Europe today. To be precise, no traces have come down to us today of any inflected language before the 10th to 12th centuries. 


Moreover, at a slightly earlier time than this, sources in Ancient Greek disappear from the record followed after a short while by Latin. Later still Turkic onomastics and terms vanish from the Latin sources: all that remains are some Turkic ethnonyms surviving in corrupted froms in the now-proliferating fusional languages. To judge from written sources and archeological findings no significant waves of foreign-language-speaking populations penetrating into Europe occured at this time. All these considerations give rise to the presumption that on the eve of the 10th -12th centuries AD the Turkic-speaking population of Europe changed from speaking Turkic to inflected tongues.


And this may mean that although inflected languages had already been spoken there, or to be accurate the people whose languages these were had been living there since remote antiquity, for some reason the Greco-Latin sources make no mention of them. One reason for this may have been their social status. They were most probably indigenous populations whom the incoming Turkic-speaking tribes migration to their territory subjugated as they invaded, condemning them to a discenfranchised, historically inert position in the very lowest stratum of society, dismissed as the common folk, savages with whom the incoming Turkic-speaking population would have little or no contact. But at a particular moment in history one may speculate under the influence of powerful external factors, the Turkic-speaking section of the population that had held sway over Europe for centuries found itself obliged to adopt the inflected language of the indigenous peoples it had for so long subjugated. Possibly the underlying causes of this development are to be found in religion: from the end of the 4th century a schism ran right through Christendom.


The Catholic Church was in the ascendancy throughout the Roman Empire, whereas the populations of the remaining areas of Western and Central Europe, inhabited mainly by Turkic-speaking peoples of Scythian origin, clung to Arianism. Preached usually in the Turkic language, this was a theology universally proscribed as heretical, and heretics were savagely persecuted and repressed. Inasmuch as the Turkic language was associated with Arianism, those whose tongue it was could well have shifted to that of the indigenous common people for fear of the repression imposed by the all-powerful Catholic Church. This, then, could have been the principal reason why those sections of the European population speaking Turkic abandoned it in favour of inflected languages. The Church's chief instrument of repression in this process was the Inquisition, which as no doubt instituted expressly for the purpose.


In Eastern Europe the ethnic parameters developed rather differently. In the Middle Volga and Kama Basin Regions, as well as the area lying between the Volga and Oka Rivers and North-Eastern Pribaltika, the longest-established populations were probably Finnic-speaking tribes. At some far-off period of time Turkic-speaking peoples migrated into these areas, where although they lived side-by-side with the indigenous populations they did not mix racially. The indigenous tribes living in the northern parts of the Eastern Baltic Region, however, form an exception to this pattern as they were quick to assimilate their Turkic-speaking migrants.


It is diffucult to speak with any certainty about the ethnic origins of the ancient populations of the Middle and Upper Dnieper regions. Somewhere around the 5th century AD Slavic tribes migrated to Eastern Europe. These were Southern Slavs who had come originally from Dalmatia, thence passing through Bohemia, Poland, Northern Bielorussia to settle in the Volga-Klyazma River region.


Another group of Slavic tribes from the Middle Danube region made its way, probably at a later date, to settle in Central Europe in the regions of the Middle Dnieper and the Oka Basin. Some of the Rus' Turkic-speaking tribes originally from the Middle Volga and Kama Basin regions, in joinning the general migratory wave, took the northern route to end up in Eastern Pribaltika while still others came to the Erastern shores of Rus' origin penetrated as far as Lake İlmen and the dispersed to the Middle Dnieper, exercising control and influence over the resident Slavic tribes. 


By the 11th century they had moved as far as the Volga-Oka region. Written records from this area mention the presence there of the MOSK people who were to establish the powerful mediaeval state known as "Moskovia". Such is, therefore the likely ethnic background against which the ethnogenesis and subsequent history of the entire European community of peoples took place.


It should be pointed out that the theses and conclusions outlined in the proposed work are for the most part founded on an analysis of ethnonyms and other terms, and to some extent on an interpretation of historical data, that are absent from the central focus of most contemporary historiography. Needless to say, a comprehesive and credible understanding of all the processes involved in the ethnogenesis and credible understanding of all the processes involved in the ethnogenesis of the peoples of Europe requires the facts presented in the present work to be seen in the context of relevant findings from the fields of archeology, study of ancient texts, linguistics, turkology, ethnology and other related disciplines. 


Nevertheless, the significant scope of the information gleaned from study of ethnic names and other terms offers a basis for the proposition that a considerable elapse of time in the ancient history of Europe was a Turkic-speaking period, that is to say a time when the predominant element of the population of Europe in antiquity spoke a form of the Turkic language.


The purpose of a previous publication "The Turkic ethnicon analysis of Old European nations" was to demonstrate on the basis of the earliest historical sources the ethnic origins and relationschip of the primeval tribes and people of the Europe of antiquity; to decipher their ethnonyms, and to form an understanding of why it came about that these ancient denizens of our common land spoke in languages so fundamentally different from ours today. The results of this preliminary research were set out in that book. The project now proposed is a corrected amplified and partly revised second edition. The corrections stem from supplementary researches consisting, in the main, of further semantic analysis of a range of ethnonyms and terms. Additional material and partial revisions have been generated by the attempt to consider yet again a series of questions concerning the ethnogenesis of European peoples, taking into account their various ethnic roots and inter-European migratory processes. This work has necessitated a more precise title for this second edition.


For their work in the preparation of this book for the press the author wished to express his deep appreciation to G.Zavrorodnyaya, A.Zavogorodny, A.Phillips and G.Shuke.



Yu.N.Drozdov
Turkic-Speaking Period of Europe History
(The book is in Russian Language, but, there is a part in English: chapter 1:6 Huns , and chapter 14 on Christianty)





Scythian/Sacae Warrior, Pants and Bow


Al-Dawla al-Turkiyya (Turkish State)  i.e. Mamluks  (Kipchak Turks) ; 
Vase with Scythian/Sacae Bow






* Mosk people are Tree People; in Turkish Moşk-Muşki-Meşe, just like Agathirzi in ancient records, i.e. Ağaçeri Turks, one of the Scythian tribe, was also living in Turkey in the East of Black Sea Region in BC times.


Even the geographic name "Siberia" comes from "Sibir Turks"...











9 Nisan 2017 Pazar

Türk Tamgası; Turkish Mark





Pict - Aberlemno II taşından detay, MS 8.yy, İskoçya
Türk - Pantolon'dan detay, MÖ 1500, Doğu Türkistan


İskoçlar bu tamgayı hiç kullandılar mı?...
Does the Scottish people ever use this mark?
Türkler ise bu tamgayı hep (Anadolu'da) kullandılar, hem de pantalon bulunmadan önce.... Kültürel Hafıza...
But the Turks, does use, always (Turkey), this mark, even before the pants was found... Culturel Memory... 
(read the article of Dr.Mustafa Aksoy  with photos of this mark in Turkey+ his web page)






Aberlemno II - MS 8.yy (8th c AD), İskoçya (Scotland)
İskit - MÖ 4.yy Altın aplike, Orta Asya?
Scythian gold applique 4th c BC, Central Asia?
Niksar Çöreğibüyük Cami - 14.yy (14th c), Tokat/Türkiye



Niksar Çöreğibüyük (Yüreğibüyük) 14.yy - Aberlemno 8.yy ile benzer diğer betimlemeler de gözden kaçmıyor tabi....



Kün-Ay (Sun - Moon)
Pictic Stone, Class 1, 6th-8th c AD, class I have no cross. With "Sun-Moon(crescent)"





Pictish, class III, 9th-10th c AD
There are warriors with (+) symbols on their shoulders, and beneath them are two Wolf-Dragon with long tongues.
Turkish, 11th-12th c AD
Wolf-Dragon represents the "Time" and the person who holds the tongues controls the time,  (+) symbol represents the "God" which is called Tengri. (an other Turkish Art-Wolf-Dragon)






 for; Pazyryk - Unicorn - Symbols





Pictish painted pebbles, 1000 AD, Scotland
Khakassia Turks, 3000-2000 BC Petroglyph: A Shaman!(Kam in Turkish) with "The Seven Ancestor" and Tengri (God) symbol (+)







 PİCTS ( Pictler=Dövmeli):
* "Hint-Avrupalı veya Aryan değildir" Prof.Sayce

* "Bede Pictlerin İrlanda'ya İskitia'dan geldiğini belirtir... görülüyor ki Pictler Kelt-İskit karışımı... Kimmerler ile karışmış..."
["Bede states that the Picts came to Ireland from Scythia..it appears that the Picts were Celto-Scythians..mixed with Cimbrians.." - John O'Hart (Irish Pedigrees; or The Orgin and stem of the Irish Nation:book)]

Scythian-Cimbrians (Cimmerian) Turks
İskoçya- Pictlerin Ülkesi (Pictland)

Kinadius, Alpinus'un oğlu, İskoçların ilk kralı, 16 yıl boyunca varlık, refah içinde hüküm sürdü. Pictland Pictlere ithafen anıldı, söylediğimiz gibi, Kinadius yok etti."

["So Kinadius son of Alpinus, first of the Scots, ruled this Pictland prosperously for 16 years. Pictland was named after the Picts, whom, as we have said, Kinadius destroyed." 
( The History of Scotland, cilt 1: book]


"Alpin Evi" (House of Alpin)
ALP = Köken Türkçe
(ALP; etymology-origin is Turkish; brave, fearless, young warrior)

CLAN = Köken Türkçe, Oğlan kelimesinden Clan'a (Kabile)
Oghlan-Oğlan-Oglan-Glan-Clan
Etymology Turkish ; Oghlan (boy)- Oglan-Glan-Clan












EK:
Aberlemno MS 8.yy - Kelermes MÖ 7.yy - Perseus ve Medusa MÖ 7.yy / link
Virgil Aeneas'ta Ağaçeriler "Pictique" yani dövmeli / link
Kelts/Celts; etymology of this word is Turkish : root word "KEL" means "come" /link
Tengri Symbol among Cimmerians-Scythians and Hungarians

in the 7th-9th century of England, English nation was not yet formed...While the Turks erected the Orkhun Monuments...
"History without or within the Turks? " /link

TURKS... TÜRKLER