SAYFALAR

28 Mart 2017 Salı

Hazarlar ve Yahudiler




Foto sevgili Nuray Bilgili'den




Hazarların aslı Saka kabilelerindendir. Sakaların Horasan bölgesinde varlıklarını sürdüren kollarının bir kısmı Hindistan tarafına gitmiş, bir kısmı Partların bir kemiğini oluşturmuş , bir kısmı da Hazar Denizi civarına gelerek İtil nehri boyuna saçılmışlardı.(14)


Bundan başka Hazarları Hun döneminden sonra Güney Rusya bozkırlarını istila eden Türk Ogur kabilelerinin bünyesinde bir halk (15) olarak görenler olduğu gibi, onları Uygurların bir kolu olarak görenler de vardır.


Hazarların buradaki komşuları Türk asıllı Burtaslar, Bulgarlar ve etnik mensubiyeti tartışmalı Saklablar (Sakalibe) idi. Sınırları genişleyince Slavyanlarla da komşu oldular. Peçenek, Guz ve Kıpçakların bölgeye gelişleri çok daha sonradır. Bununla birlikte Bizanslı yazarlar Hazarları genel olarak Türk halkı olarak gösterirler. Arap yazarlar da bu görüştedir. Hazarlar ise kendilerini Ugor (Ogur), Avar, Guz, Barsil, Onogur, Bolgar ve Sabirlerle akraba sayarlar.(16) Bazı yazarlar, örneğin Pritsak, Hazarların adının Çin kaynaklarındaki K’o-sa şeklinin Dokuz Uygur kabilesinden altısının adı olan Kesa’yla yakın benzerlik arz etmesine dayanarak, onları Uygur asıllı göstermek isterlerse de, bu pek de tutulan bir görüş değildir.


Hazar dili Bulgar diline yakındı. Özellikle Arap coğrafyacıların, örneğin İbni Havkal’m “Hazarların dili Bulgarların diline yakındır” şeklindeki kaydı ile Tuna Bulgaryasıyla İtil civarında bulunan ve “Bulgar hanları şeceresi” denilen yadigârlarda ve bazı kitabelerde saklanan eski Bulgarca kelimeler sayesinde Bulgar dilinin bugünkü Çuvaşçaya yakın olduğu, Oğuz-Peçenek kabilelerinin dilinin mensup bulunduğu Batı Türkçesi grubuna girdiği, ama Doğu Türkçesi grubuna ait Uygurcayla hiçbir akrabalığının bulunmadığı anlaşılmıştır.(17)


Hazarların V. Yüzyıldan önce Hazar Denizi civarında bulundukları ile ilgili iddialar bir anakronizm teşkil etmektedir. Hazarlar güçlü bir hakanlık haline gelinceye kadar birkaç yüzyıl boyunca komşularına balık ve balık tutkalı satarak, kendi karınlarını ise ağırlıklı olarak balık ve pirinçle (18) doyurarak geçirdiler.


Bu sıralarda yani V. Yüzyıl sonlarında İran’da ortaya çıkan Mazdakizm (ilkel komünizm) hareketi ilk önceleri sempatiyle karşılandıysa da, sonradan onların yalnızca kendilerini düşünen egoist teröristler olduğu anlaşıldı. Anasına göz diken ve ona ilişmemesi için leş gibi kokan ayaklarını öptüren Mazdak’tan intikamını alırken “Ayaklarını öptüğümde duyduğum o leş gibi kokuyu hâlâ burnumda hissediyorum” (19) diyen Hüsrev Anuşirvan, Sakaların da yardımıyla Mazdakîlere karşı bir katliam başlattı. İşte bu katliamdan kurtulmayı başaran Mazdakiler, doğuda Eftalitler (Ak Hunlar-SB), batıda Bizanslılar tarafından istenmediği için Kafkaslara kaçtılar. (20)


Mazdakî hareketinin başladığı dönemde İran’daki Yahudiler iki gruba bölünmüşlerdi. Talmudçular ve Kabbalistler. Talmudçular Mazdakilerden nefret ediyorlardı; çünkü sahip oldukları serveti kimseyle bölüşmek gibi bir niyetleri yoktu. Kabbalistler ise Mazdakilere sempatiyle bakıyorlardı. Mazdakizm hareketinin İran’ı kasıp kavurduğu günlerde, Yahudiler kendi aralarında çatıştıklarından, Ortodoks Yahudiler olan Talmudçular orada nefes alamaz hale gelmişlerdi ve kaçıp Bizans’a sığınmak zorunda kaldılar. Gumilev’in tabiriyle “gerçi orada da asık bir suratla karşılandılar, ama yine de bu İran’da kalıp ölmekten daha iyi idi.” (21)


Mazdakîlerle birlikte Kafkaslara kaçan Yahudiler, Terek ile Sudak (veya Sulak) arasına yerleşip, yerli halk Hazarlarla takışmaktan kaçınarak sığır beslemeye başladılar; ama Sabbat bayramını ve sünnet olma geleneğini de bırakmadılar. Uzunca bir süre böyle geçti.


Bizans’a kaçan Yahudiler İran’da buldukları dini serbestiyi burada bulamadılar. 546’da Bizans imparatoru Justinianus bir ferman yayınlayarak Yahudilerin fısıh (hamursuz) bayramının Hıristiyanların Kutsal Haftasına rastlaması halinde, bunu kutlamalarını ve mayasız ekmek yemelerini yasakladı. 553’de ise Yahudilerin “sözlü geleneklerini” kullanmaları yasaklandı. Bu durum Yahudilerde İran yanlısı bir tavır oluşturdu. 602’de İran’la Bizans arasında savaş çıkınca, Yahudiler Bizans’ın arka bahçesinde din kökenli karışıklıklar çıkardılar ve el altından İran’a yardım ettiler.


723 yılma gelindiğinde İmparator III. Leon, Bizans İmparatorluğu sınırları dahilinde, yaşayan tüm Yahudilerin zorla vaftiz edilmesi yönünde bir ferman yayınlayınca, Yahudiler artık burada daha fazla kalamayacaklarını anlayıp Hazarya’ya göç ettiler. Hazarya’ya daha önce İran’dan kaçan Yahudiler Kabbalist, Bizans’tan gelenler Talmudçu oldukları için Kabbalistler tarafından pek de güler yüzle karşılanmadılar, ama ne de olsa kendi hemcinsleriydi. Hazarya’da Hazarlar ve Yahudiler tam 200 yıl birbirlerine karışmadan barış içinde yaşadılar.



Hazarlar ve Göktürkler

Biraz önce Hazarların Horasan taraflarından gelen Sakaların torunları olduğunu belirtmiştik. Hazarların ve Bulgarların bir zamanlar Horasan’da bulundukları konusunda bazı Yahudi rivayetleri de vardır. Buna göre Hazarların da aralarında bulunduğu dört Türk kabili si yağmur yağdırmak suretiyle düşmanlarını mağlup etme tılsımını biliyorlardı; hükümdarlarına Hazarca “Hazan ” diyorlardı. Yine Yahudi rivayetlerine göre Türk’ün hakimiyetindeki dört kabileden oluşan devlet, henüz Hz. İbrahim’in zamanında onun oğulları tarafından kurulmuştu. (22) Muharref Tevrat’a dayalı bu rivayetin elbette hiçbir bilimsel değeri yoktur. Yahudiler zaten bir dönem Araplarla, bir dönem Türklerle, bir dönem Japonlarla (23) akraba olduklarını iddia etmişlerdir. Güya Japon imparatoru Davut peygamberin soyundan ve Japonlar da kayıp on Yahudi kabilesinden birinden türeyen sülaleden inmişler (24)...


Z.V. Togan, hem Hazarların aslının Sakalar olduğunu ileri sürmekte, hem de Yahudi rivayetine istinaden “Yafes oğulları arasında en akıllı ve bilimli olanların yalnızca Türk ve Hazar olduğunu ” , diğerlerinin bozkır halkları olarak kaldıklarını belirtmektedir ki, Musa’dan 800 yıl sonra keyfi bir şekilde yazılan Tevrat’a dayanılarak Hazar adının çok eski olduğu şeklindeki bir iddia pek gerçekçi gözükmüyor. Halbuki Kazanlı tarihçi Haşan Ata el-Abeşî haklı olarak, Arapların Türklerle tanıştıktan sonra Türkçe konuşan bütün kabilelere Türk adını verdiklerini, fakat daha sonra Hazar civarındaki Türklerle karşılaşınca çekik ve dar gözlü oluşları sebebiyle onlara “Hazar” dediklerini (25) belirtmektedir ki, gerçekten de Arapçada “Hazar” ( arapça yazı var -SB ) kelimesi “çekik ve dar gözlü” anlamındadır. Zaten ne eski Çin kroniklerinde, ne Pers kaynaklarında “Hazar” adında bir halktan veya kabileden bahsedilmez.


Hazarların Hazar çevresine daha doğrusu İtil nehri boylarına ne zaman geldikleri tam olarak bilinmiyor; fakat bağımsız bir siyasi varlık olarak ortaya çıkışları Sabirlerin çöküşünden sonra yani VI. Yüzyılın ortalarından biraz sonralarına rastlamaktadır. (26) Yine de Hazarlar, Batı Türklerinin veya diğer deyişle On Oklar’m batı taraflarına doğru sarkıp, Hazarya’yı soluklanma noktası olarak kullanmaya başlamalarıyla birlikte, onlarla çarçabuk kaynaşmış ve hatta komşularına karşı kendilerine güçlü bir müdafi bulmuşlardı. Çünkü İtil deltasında ve Terek vadisinin ormanlık bölgelerinde yaşayan Hazarlar bozkırlı Kara Bulgarlar ve Dağıstan (şerir) dağlıları tarafından kuzeyden ve güneyden kıskaca alınmışlardı. (27) Aslında belli bir süre Sahirlerin hakimiyeti altında kalan Hazarlar, onların Avarlar tarafından ezilmesinden sonra, Avarların pençesine düşeceklerdi; ama Avarlar arkalarından kovalayan Gök-Türklerin kılıçlarından kurtulmak için hızlı bir şekilde Avrupa yönünde ilerlemelerini sürdürdüler. Sabirlerden ve Avarlardan boşalan yeri Kara Bulgarlar ve Dağıstan dağlıları alacakken, Türkler bölgeye çıkıp geldiler ve böylece Hazarlar, Sabirlerden kurtulduk derken, Türklerin hakimiyeti altına girdiler. (28)

Türklerin Hazarya’ya gelişleri, Gök-Türk Hakanlığının ikiye ayrılmasından sonra, Batı Türk Hakanlığının yayılma dönemindedir. Gerçi İstemi-han zamanında bir Kafkasya seferi düzenlenmişti, ama Türklerin ağırlıklı olarak Kafkaslara yönelmeleri VII. Yüzyılın başlarındadır. 571 yılında Bizans-Sâsânî savaşlarının başladığı günlerde, Gök-Türklerin batıya doğru ilerlemeleri sürüyordu. Kuban ırmağı havzası, arkasından Azerbaycan Türklerin eline geçtiyse de, Bizans’m yapılan anlaşmaya uymaması yüzünden bu ilerleme durdu.


Nitekim Türklere gönderilen Bizans elçisi Valentin, Türk Şad [T’anhan/ Türksant] tarafından bir güzel haşlandı. (29) “Ağzında on dili ve bin yalanı olan Rimler siz değil misiniz?” Sözlerini bitirdikten sonra on parmağını ağzına tıkıp çıkartarak devam etti: “Şu anda benim ağımda on parmağım olduğu gibi, siz Rimlerin ağzında da on diliniz var. Biriyle bana, diğeriyle benim kölelerim Varhonitlere (Avarlara) yalan söylüyorsunuz!... Şu bedbaht Alanlara ve hatta Utigur [Oturgur] lara bakın. Engin cesaretleriyle coşup, güçlerine güvenerek muzaffer Türk milletine karşı çıkmaya cür’et ettiler, ama ümitleri boşa çıktı. Bu yüzden tebaamız ve kölemiz oldular!” (30)


Türk Şad’m Bizans elçisine kızmasının tek sebebi bu değildi. Bir defa Bizanslılar büyük bir saygısızlık etmiş ve Türklerin yas döneminde çıkıp gelmişlerdi. Çünkü o sırada İstemi-han ölmüştü ve Türkler yastaydılar. Üstelik Bizans elçilik heyetindekiler Türk göreneklerine uyup yüzlerini bıçakla kesmemişlerdi. Ayrıca Türklerin Azerbaycan’da ilerlemelerini durdurmak için Sabir kitlelerini Avarlar vasıtasıyla ortadan kaldırmışlardı. Onlar Türk Şad’ın huzurundan ayrılıp Tarduhan’ın yanma gittikten sonra geri dönerlerken Kırım’da Kerç kalesinin Türkler tarafından fethedilmiş olduğunu gördüler. (31) Fakat Türkler Kırım’da fazla uzun kalamadılar ve bir süre sonra Bizans’ın baskıları sebebiyle geri çekildiler.


Fakat Gök-Türklerin Kafkaslarda ilerlemelerinin durması geçici idi. Çünkü Türk Hakanlığı içindeki iç çalkantılar durunca, Türklerin batıya yönelişleri tekrar başladı. VII. Yüzyıl başlarında Kafkas civarlarında iki yarı göçebe halk yaşıyordu: Kuban’ın kuzeyinden Don’a kadar uzanan topraklarda Bulgarlar (Uturgur, Unnogundur, Onogur vs.), Aşağı Terek ile Aşağı İtil sahillerinde ise Hazarlar. 589 ve 626-630 yılları arasındaki savaşlarda Hazarlar hiç de kafa yormadan kaderlerini Türklere bağladılar. Ne de olsa ikisinin kökeni de aynıydı. Hazarlar Sakaların torunlarıydı. Gök-Türklere ise Bizans elçisi Zemarkhos’un dediği gibi “eskiden Saka deniliyordu, şimdi adları Türk olmuştu.”


Türk-Hazar ittifakı konusun da Gumilev şöyle der: “Türkler ortaya çıkınca Hazarlar onların tuğları altına sığınmak ve hiçbir şeyin muhasebesini yapmamakta tereddüt göstermediler. Altaylardan Don’a kadar bütün bozkır kabilelerini kurt başlı tuğları altında toplayan Türkler, kervan yolunu felce uğratan baş düşmanları İranlıların hakimiyetindeki Trans-Kafkasya’yı ele geçirmek için çetin savaşlar verdiler. Türklerle birlikte Azerbaycan ve Gürcistan’ı yağmalamaya giden Hazarlar, büyük çapta ganimetlerle döndüler. Türk hakanlığı T’ang İmparatorluğu’nun darbeleriyle yıkılınca, serbest kalan Hazarlar kendi devletlerini kurdularsa da, başlarında yine Açina hanedanından hakanlar bulunmuştur . Türklerle başarılı bir simbioz sergileyen Hazarlar, 650’de güçlü bir devlet halini aldılar.” (32)


Türkler İran’ın şah damarlarını kestikleri için artık Perslerin Kafkaslar üzerinde bir etkisi yoktu, fakat İran’ı fetheden Araplar aynı sıralarda Kafkaslarda hiç hesapta olmayan yeni partner olarak devreye girmişler ve Hazarları tehdit etmeye başlamışlardı. Gerçi Hazarlar Araplara karşı olan tüm muhalif güçleri bir bayrak altında toplamayı başarmışlar ve hükümranlık alanlarını Kırım, Aral Gölü, Kuban, Oka, Desna ve Sakmar’a kadar genişletmişlerdi; ama o sıralar artık bölgeye sokulmuş olan Guzlar, kuzeydeki Madyarlar, batıdaki Alanlar ve (Kara) Bulgarlar hiçbir zaman onların dostu olmamışlarsa da, vaktiyle Batı Hunları bünyesinde acı tecrübeler edinen bazı halklar Hazar-Arap çatışmalarında taraf olmak istemediler.


Kara Bulgarların, Burtaşların, Madyarların ve daha sonraları Peçeneklerin, Guzların ve Kıpçakların “Türk ” adını hiç kullanmamış "İmaları belki anlaşılabilir, ama bir süre Batı Türkleri hakimiyetinde yaşayan, onlarla kader birliği eden ve üstelik de başlarında Açina soyundan gelen hakanların bulunduğu Hazarların “Türk ” adını kullanmamış olmaları ilginçtir.


Bizans imparatoru Heraklios’un Ermenistan ve Azerbaycan’da o zamanki adıyla Albanya’daki hakimiyeti pek de sağlam değildi. Ermeniler ve Albanlar Persler kadar Bizanslıları da sevmiyorlardı ve İsyan etmişlerdi. Bir yandan Perslerin diğer yandan isyankâr mağlupların arasında kalan Heraklios, eski dostları Türklerden müttefik atamak zorunda kalmıştı. İşte Bizans kaynaklarında Hazarlardan ilk defa bahsedilmesi de bu vesileyle olmuştur. (33) Türk-Bizans müşterek ordusunun Kafkaslardaki fetihleriyle ilgili detaylı bilgiyi, özellikle Kalankatlı Moses’in “Albanya Tarihi” adlı eserinde bulabilirsiniz. (34) Ermenistan’ın nihai olarak fethinden sonra Türkler tekrar çekip giderken , Heraklios da Perslerle yarım kalan hesabı tamamlamak için İran üzerine yürüdüğü sırada, Türkler belli miktarda askeri gücü Hazarların yanında bıraktılar (yaklaşık 40 bin savaşçı). 


Hazarların giderek güçlenmeye başlaması da bu tarihten itibarendir, ama yine onların komşularını ve hatta Slavları dahi haraçgüzar halklar haline getirmeleri için epey bir zaman geçecektir. Rus tarihçi M.İ. Artamonov, Hazarların bir hakanlık haline geliş tarihi olarak 651 yılını göstermektedir. (35)


Hazarların gerçek anlamda bir imparatorluğa dönüştükten yıkılışlarına kadar geçen süre, esasen iki yüzyıldan daha azdır. Yani Türk adını taşımayan bir Türk imparatorluğu, henüz iki yaşını bile doldurmadan tarihten sessiz sedasız çekilmiş ve günümüzde Hazarlıların torunları olduklarını iddia eden kimse kalmamıştır. Hazar İmparatorluğu’nun Araplar tarafından iyice hırpalandıktan sonra Rus knazı Svyatoslav’ın basit bir darbesiyle camdan bir fanus gibi darmadağın oluvermesinin asıl suçlusu Hazarlar değil, Yahudilerdir.


Konumuzun çerçevesi dışında kaldığı için detaylarına girmeyeceğiz, ama Yalıudilerin Hazarya’da güçlenip devleti ele geçirmeleri ve yerli halkı kendi devleti içinde adeta “parya” haline getirmeleri, gerçekten incelenmeye değer bir konudur . Kur ’an’ın yalnızca bir sayfasında Allah kelimesinin 16, Tevrat’ın bir sayfasında ise “altın” kelimesinin 25 defa tekrarlanması, sanırım Yahudilerin bu hakimiyeti neye borçlu olduklarını izah etmek için yeterlidir. Yahudi, “altın” için sadece kendisi gibi safkan bir Yahudi’yi satmaz. Ama onun dışında kalan insanların Yahudi için hiçbir değeri yoktur. Arap coğrafyacısı Mesudî’nin anlattığı bir olay bu konuda en çarpıcı örneklerdendir.


Kısaca anlatmaya çalışalım. Ruslar, Hazar Denizi sahilinde Müslümanların oturdukları Taberistan sahillerini yağmalamak için Hazarların Yahudi melikinden izin isterler ve ele geçirecekleri ganimetin yarısını vaat ederler. Melik buna izin verir. Ruslar o güne kadar düşman gemisi gelmediği için en ufak bir tedbir dahi olmayan Taberistan sahillerine gemilerle yaklaşıp birkaç ay boyunca binlerce Müslüman’ı katleder, ırzına geçer, bol miktarda ganimet alırlar. Fakat Hazar devletinin ordusunun neredeyse tamamı paralı askerlerden oluşmaktadır ve bunların ağırlıklı kesimi de Harezmli Müslümanlardır.


Bu Müslümanlar, Rusların yaptıklarını duyunca, Hazar melikine “aramıza girme!” diye ihtarda bulunurlar. Hazar sahillerine dönen Ruslar Yahudi melike söz verdikleri ganimetin yarısını gönderirler. Ama melik de onlara el altından Müslüman askerlerin saldırıda bulunacakları yolunda haber gönderir. Sonunda Ruslar kuvvetlerinin neredeyse tamamını kaybederler ve bir daha da Hazar Denizi’ne gemilerle gelip Müslüman topraklarına saldırmaya cesaret edemezler. (36)


Hazarların Yahudi yöneticileri yalnızca Müslüman komşularına ve diğer tebaa halklara ihanet etmekle kalmadılar, bizzat kendi halklarını da ağır vergilerle ezdiler. Maddi ve manevi olarak horladılar. Bu manevi horlanmadan Açina soyundan gelen Türk hakanlar da naiplerini aldılar ve saraylarında adeta bir kukla gibi tutuldular. 


Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nde cumhurbaşkanı ve başbakan ne ise (Türk (?) ve Gürcü), Hazarlarda da melikle (başbakan) ile hakan (cumhurbaşkanı) aynı şeydi. Özellikle Osmanlı’nm son yüzyıllarında nasıl Anadolu Türkmenleri artık Osmanlı’yı kendisine büsbütün el olarak görmeye başlamış ve koca imparatorluk çatırdarken kılını kıpırdatmamışsa, Hazarlarda da Ruslar küçük bir kuvvetle gelip devlete saldırınca yerli Türk halkı kılını kıpırdatmamıştı. Çünkü artık Hazar devletinde hiçbir şey Hazarların değildi. Kısacası onlar kendi devletlerine küsmüşlerdi. Rus tarihçisi L. N. Gumilev, bunu Hazar Çevresinde Bin Yıl ve özellikle Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları adlı eserinde dramatize ederek çok güzel bir şekilde anlatır. 


Günümün Türkiye Cumhuriyeti’nde de durum farklı değildir ve Atatürk’le birlikte biraz nefes almaya başlayan Türk halkı, onun vefatıyla birlikte yine Osmanlı günlerine geri dönmüştür ve bugün dahi durum aynen sürüp gitmekte, Türkler güya kendilerinin devletin sahibi olduğunu zannetmekte, ama esasen hiçbir şeyine sahip olmadıkları gibi, hiçbir nimetinden de yararlanamamaktadırlar. Etnik hafızaya sahip olmayan , kendi devletlerine sahip çıkmasını, (güya demokratik sistemlerde) seçim sandığından kimi seçip çıkardığını bilmeyen halkların kaderleri budur. Zaten mankurtların daha iyi hayat şartlarına sahip olma, kendi devletlerinin sahibi, hükümran insanlar gibi dolaşma hakları olamaz.



Hazarların akıbetini mi merak ediyorsunuz? 


Devletleri esasen Ruslar tarafından yıkılmadı. Svyatoslav ilk darbeyi indirdikten sonra Tuna nehri boyundaki kargaşayı halletmek için alelacele çekilip gitti, ama onun yarım bıraktığını Guzlar (Torklar) yani Türkler tamamladı ve Hazar devletini haritadan sildiler. Hazarların bir kısmı Polonya kralı Yogayla tarafından alınıp götürüldü. Bir kısmı, daha doğrusu Hazar kılıklı Yahudiler (37) İspanya tarafından gelip Kiev’de Yahudi kolonileri oluşturmuş olan kendi hemcinslerine sığındılar. Bir kısmı daha sonra tekrar bağ bahçelerine döndüler, (38) ama önemli bir kısmı bilâhare Rus kroniklerinde “brodnik ” yani Kazak (Kossak) diye zikredilen ve dini takibata uğradığı için çeteler halinde yaşayan küçük kitlelere dönüşüp, en sonunda Ruslar adına Kuzey Sibirya’yı fethedenlerin safında yer alıp kendi ırkdaşlarmı katlettiler.


Bu “brodnik ”ler yani Kossaklar, kendilerine neden Kossak (Kazak) adının verildiğini dahi bilmeden, (39) Kırım’da Kırım Türklerine, Osmanlı İmparatorluğu’nda sahil şehirlerinde yaşayanlara misli emsali görülmemiş zulümler yaptıkları gibi, Rusların Orta Asya’yı, Kafkasları işgali sırasında öncü kolluk kuvvetleri ve en nihayet Sarıkamış savaşı sırasında Türk-Rus sınırlan boyunda ve İran içlerinde tamamı kırılsa dahi Slavyanların zerrece göz yaşı dökmeyecekleri fedai bölükleri olarak görev yaptılar ve on binlercesi hayatını kaybetti.


Sonuç itibariyle Polonya hariç Rusya sınırları dahilindeki Yahudilerin büyük çoğunluğu hayatlarını saklayıp, yüzyıllar sonra da olsa İsrail’e dönmeyi başardılar; ama “ben Hazar Türküyüm”, “ben Hazarların torunuyum” diyen kimse kalmadı. Hazar devletini Türk devleti olarak sayan sadece biziz; ama acaba onlar kendilerini Türk olarak kabul ettiler mi?


Peki, neden böyle oldu? Sorunun cevabı çok basit: Yahudiler, birkaç bin yıl boyunca etnik hafızalarını korurken, Türkler etnik hafızanın ne olduğunu dahi bilmediler. Çünkü Türkler, Gök-Türk abidelerinde belirtildiği gibi, “karnı tok iken açlığı hatırlamayan, karnı açken tokluğu bilmeyen” ama her şeye rağmen “atlanınca atasını tanımayan” mankurt bir millettir; yeter ki karnı doysun, yeter ki hayvan gibi tıkınması engellenmesin, bu ona yeter ve bu satırların yazarı da ne yazık ki o milletin bir bireyidir!!



D.Ahsen Batur
1200 Yıllık Sürgün- Türk Sözünün Hazin Serüveni
Selenge Yayınları,2013 (okuyalım..)

14 Togan, Umumî, s. 20.
15 Artamonov, Hazar Tarihi, s. 10.
16 Artamonov, Hazar Tarihi, s. 155
17 Age., s. 156.
18 Himyeri, Ravzu’l Mi’tar, s. 11.
19 Biruni, Maziden Kalanlar, s. 184.
20 Gumilev, Eski Ruslar, 1/134
21 Aynı yerde.
22 Togan, Umumî, 21.
23 Nânâ, Yahudi Tarihi, s. 384.
24 Aynı yerde.
25 El-Abeşi, Türki Kavmler Tarihi, s. I I 2-113: “Araplarga evvel malum oluvları bile “Türk” ismindegine malum oldılar. Sonra Arablar bu Türkleming gözleri kıska ve tar oldığım (kavmi türkining Arab ve İranilerge nisbeten barçasmda köz tar ve kıskarak boladır) kördilerde, bu manide olan “Hazar” lafz-ı arabisi ile tesmiye eylediler. Şul vaktdm song uşbu tubangi Bulğarlar ve taht-ı tabiyetlerinde olan başka Türkiler barçası “Hazar” ismi ile şayi oldular..”
26 Kurat, Karadeniz’in Kuzeyinde Türk Kavimleri ve Devletleri Tarihi, s. 30
27 Gumilev, Hazcır Çevresinde, s. 208.
28 Artamonov, age., s. 179.
29 Taşağıl, Gök-Türkler, 1/33.
30 Gumilev, Eski Türkler, s. 69.
31 Taşağıl, 1/34.
32 Gumilev, Haz'ar Çevresinde, s. 208.
33 Artamonov, age., s. 195.
34 Kalankatlı Moses’in bu eseri Selenge Yayınları arasında çıkmıştır.
35 Artamonov, age., s. 230.
36 Mesudi, Murûc, s. 144-147.
37 Artamonov, Hazar Tarihi, s.
38 Dunlop, Hazar Yahudi Tarihi, s. 273.
39 Savelyev, Y.R, Drevnaya istoriya kazaçestva, s. 17.





ilgili:
Sabirs, Sabaroi, Sabiri, Savari, Sabans, Sibirs, Suvars, Zubur, Subartuans, Aksuvars, Aksungurs and other variations.

In the merry-go-around of the nomadic coalitions, the Kayi Huns supplanted Massagets (Masguts, Alans), or Massagets (Masguts, Alans) supplanted Kayi Huns at the head of the Northeast Caucasian Türkic tribes. Then Savirs supplanted  Kayi or Masguts, and became an umbrella term in the Byzantine-Persian confrontation, then Huns supplanted  Savirs and became a dominating force in the Caucasus till the the Arabs decimated them, and forced them to ally with Khazars. From then on, the North Caucasian Türkic tribes appear under the umbrella term of Khazars, although the Bulgar and Suvar magnates continued running the Khazar Empire.