SAYFALAR

10 Ocak 2015 Cumartesi

KARADENİZ BÖLGESİNİN TARİHİ ; TÜRKLER







1. Türkiye’de Türk Kavimlerinin Öncüleri


Türkiye’de Türklerin varlığı ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. 3000 yıllarına kadar inmektedir.

Hattuşaş’ta bulunan M.Ö. III. bin yılın sonlarına, M.Ö. 2200’lere ait bir belgede Türkiye’de Türklerin bulunduğu, kralları İlşu Nail’in Anadolu’ya girmek isteyen Akkadlarla savaştığı kaydedilmiştir. M.Ö. 2200’lerde Akkad İmparatoru Naram-Sin Anadolu’ya bir sefer düzenlemiştir. 

Bu sefer ve savaşlar, “Şartamhari Metinleri” adıyla bilinen yazılı raporda anlatılmaktadır. Metinde Akkad imparatorunun Anadolu’daki Hatti Kralı Pampa’nın önderliğindeki 17 şehir devletinin oluşturduğu birliğe karşı savaşması anlatılmaktadır. Metnin 15’inci satırında Türki Kralı İlşu-Nail’in de bu birlik içinde yer aldığı kayıtlıdır.


Şartamhari Metinleri Hattusaş arşivinde ele geçirilen metnin kopyası (KBo III, 13 no.lu metin) şöyledir: 

( [ilk 7 satır kopuk] 
8. Bana karşı bütün memleketler isyan ettiler, 
9. Gaşua kralı Anmanailu, Pakki kralı Bumanailu, 
10. Ulluwi kralı Lupanailu sonra ... kralı ... İnmipailu, 
11. Hatti Kralı Pampa, Kaniş kralı Zipani ... kralı Nur-Dagan, 
12. Amurru kralı Huwaruvaş, Paraşi kralı Tişenki, 
13. Armanu kralı Mudakina, Sedir Dağları kralı İşgippu, 
14. Larak kralı Ur-Larak, Nikku kralı Ur-Banda, 
15. Türki kralı İlşu-Nail, Kuşaura kralı Tişkinki, 
16. Toplam on yedi kral ki onlar savaşa girdiler ve ben onları vurdum, 
17. Hurrilere karşı bütün orduyu seferber ettim ve sonra (Tanrılara) şarap takdim ettim, 
18. O zaman savaşçılarıma, binlerce düşman askeri hiç mukavenet etmedi (Memiş; “Orta Doğu’da Türklerin Varlığı Tartışmaları”, s.442'den naklen). 

Bu metin, Hititçe ve Hitit çivi yazısıyla yazılmıştır. Bu metin H.G. Güterbock tarafından 1938’de yayımlanmıştır. 
Güterbock; s.67-68.






Karadeniz’in Güneyinde İlk Türk Kavimleri


a. Kutlar / Gutlar

M.Ö. 2500 yıllarında Mezopotamya’nın kuzeyinde hüküm sürmüş Kutların Türkçe konuşan bir kavim olduğu konusu bilim dünyasının aydınlattığı bir gerçektir. Kut kavminin Türk kökenli olduğunu ünlü Sümerolog Prof. Benna Landsberger, 1937’de yapılan Tarih Kurultayı’nda ATATÜRK’ün huzurunda açıklamıştır.

Landsberger, ölüm yılı olan 1968’e kadar bu konuyu geliştirmeye çalışmış, konu ile ilgili olarak dersler ve konferanslar vermiştir. Kut dili ile Eski Türkçenin bağlantısı üzerinde çok emek harcamış, devrinin önemli bilim adamları olan A. von Gabain ve László Rásonyi’nin de onun görüşlerine katıldığı anlaşılmaktadır.
Landsberger, Anadolu’da yaşamış Gutium yahut Kutium milletinin Kutlar olduğunu, bu kelimenin Akatça nispet eki -ium aldığını belirtmiştir.

Kütahya ilimizin eski kaynaklardaki ismi Kutium’dur. -ium’un Akatça nispet eki dikkate alındığında adı geçen şehrimizin kurucusunun Kut/Gutlar olduğu açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Kutlara ait yazıtlardan anlaşıldığına göre kağanlarının adlarının Yarlagan, Tirigan, Şarlak /Çarlak, El-ulumuş, İnim-bakaş oluşu, onların Türk milletinin bir parçası olduğunu aslında şüpheden uzak tutmaktadır.

Kutlar B. Hrozny’ye göre Hazar denizinin güneydoğusunda, Türkistan’da oturmakta iken daha sonra M.Ö. 2500-2400 yıllarında Hazargölü çevresinden batıya doğru göçmüşlerdir. Kutlar 2500 yılından sonra Akkad’ın Samî Krallığı’nı yıkıp Mezopotamya’da 125 yıl hüküm sürmüşlerdir. M. A. Beek ise onların Kerkük ve çevresinde yaşadığını bildirmiştir.

Doğudaki dağlarda yaşayan Kut/Gutlar, M.Ö. 2300’lü yıllarda Mezopotamya’ya saldırıp büyük tahribatlar yapmışlardır. Bu saldırılar sırasında temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının büyük oranda yükseldiği, asayişin bozulduğu tarihî kaynaklarda bir ayrıntı olarak yer almaktadır. Pek çok bilim adamı tarafından Kutların 2260-2223’ten sonra Dicle ırmağının kuzeyine doğru göçtükleri iddia edilmektedir. Daha önce İran’daki Zağros dağlarının eteklerinde yaşayan Kutlar, M.Ö. 2150’de Akad İmparatorluğu’nu yıkmışlar ve Anadolu’da hâkimiyeti ele almışlardır.

Bizans İmparatoru Mihail 1042’de İstanbul’dan doğuya doğru sefere çıkar, Gutların memleketini tâbiyeti altına sokar. Bizans İmparatoru Diojen, Alparslan’ın ordusunu karşılamak üzere Malazgirt’e giderken askerlerinin arasında Gutlar da bulunmaktaydı.

Kutçadan kalan kişi, tanrı, yer adlarını ve cins isimlerin yapısını ve köken bilgisini Sümerolog Kemal Balkan tahlil etmiş ve Türkçe ile Kutçanın bağlantısını ortaya koymuştur.

M.Ö. 400’de şimdiki Ordu ilimizin ismi Kotyora olarak kaydedilmiştir. Bu ismin hangi tarihte bu şehre verildiği belli değildir. Ancak M.Ö. 400’den önceleri de şehrin bu isimle bilindiği anlaşılmaktadır. Bu isim büyük bir ihtimalle kot (kut) yorası (yöresi) kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş olmalıdır. M.S. I. yüzyılda Plinius bu şehri yine aynı isimle kaydetmiştir.

Trabzon’da bulunmuş M.S. 483 tarihli bir onarım kitabesinde, onarıma yardım edenler arasında Gutlar da sayılmıştır. Bu bölgede Kut isminin Kot biçiminde söylendiği ve kayıtlara geçtiği, Kutlara ait bir ölçü birimi olan kot ve Komar/Kumar boyunda da görülmektedir. Bu, Yunan alfabesinde “u” sesinin olmayışından kaynaklanıyor olsa gerektir.

Çaykara’ya bağlı Demirli köyünün eski ismi Kotu’dur. Araklı ilçesi Turnalı, İyisu, Pervane köylerinin ortasındaki tepenin ismi Kudula’dır. Trabzon’un yaylalarından birinin adı Kuti’dir.

1455’te Ordu’da Kutlucalu, Kutlulu (Bolaman), Kutlulu (Bozat) adlı karyeler bulunmaktadır. Çorum’da Kutigin, Tokat-Sonisa’da Kutlu, Karahisâr-i Şarkî’de Kutluca, Canik’te Kutluca Baba, Kutlucaviran (Reşadiye), Bayburt’ta Kutlulapa, Malatya’da Kutludere, Bolu’da Kutluviran, Kutluboğa, Kocaeli’de Kutluca (İznik), Kutluca (Gebze) adlı yerleşim yerleri bulunmaktadır. Artvin, Rize, Trabzon, Erzincan, Bayburt, Kars, Bitlis ve köylerinde altı-sekiz kilo tahıl alan tahtadan yapılmış ölçeğe Kot/Kut denilmektedir.

“Kot” kelimesinden türeyen kotar- “bir kaptan diğer kaba yemek boşaltmak”, kotarılma, kotarılmak, kotarma kelimeleri Türkiye Türkçesinde işlek kelimelerdir. Konuyu daha ilgi çekici duruma getiren ise 1069’da aynı ölçeğin bilinmesi; hem Balasagunlu Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserinde (kotur- “boşaltmak”, kotrul- “boşaltılmak”), hem de kut biçiminde Anadolu’da kullanılmasıdır.

Trabzon ve yöresinde, kepçeye; hamur ve çeşitli sıvı yiyecekleri karıştırmada kullanılan dört çatallı değneğe; meyve toplamaya ve balık tutmaya yarayan ucunda torba olan sırığa kotal, gıdal, kuteli denilmektedir. Bu kelime kutal, kuteli olarak tarafımızdan yüzlerce kez tespit edilmiştir ve yakında yayımlanacak olan Trabzon İli ve Yöresi Ağızları’nda (3 cilt) ayrıntılı olarak işlenmiştir.




b. Kaslar / Gaslar

Gaslar, Babil Kralı Hammurabi’nin M.Ö. 1750’de ölümünden hemen sonra Babil’e saldırmışlar, ancak başarısız olup geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Dağılan Kaslar Fırat kenarında Ana (Hana) şehrinde toplanmışlardır. M.Ö. 1677-1100 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm sürmüşlerdir. 

Yani M.Ö. 1700 yıllarında Türkçe konuşan Kaslar, Mezopotamya’nın kuzeyinde, Anadolu’da yerlerini almışlardır. M.Ö. 1680-1160 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren bir Kassit Devleti bulunmaktadır. Bu devletin krallarından ikisinin adı, (I. Kurigalzu, XV. ve XIV. yüzyıllar; II. Kurigalzu, M.Ö. 1343-1321) Kurigalzu’dur.

Kas Devleti’nin kağanlarının bazılarının isimleri şunlardır: Gandaş, Agum, Abirattaş, Tazzigurumaş, Burnaburiaş, Ulamburiaş, Karaindaş, Kadaşman, Karahardaş, Kudur, Adad, Marduk, Zababa.

Harezm’in eski idare merkezinin adı Kas olup Harezm Türkçesinde “çölde duvar” manasına gelmektedir. Bu şehir önemli bir medeniyet merkezi iken M.S. IV. yüzyılda siyasî önemini kaybetmiştir.


M.Ö. 333’te Yeşilırmak üzerinde, Pers Strabı Ariarates’in idaresi altında olan Gaziura adlı bir şehir (muhtemelen Amasya) bulunmaktadır.Strabon yüzyıllar sonra bu şehirden bahsetmektedir. Ayrıca Orta Karadeniz Bölgesi'nde Gaslarla ilgili üç yerleşim yerinden daha bahsetmektedir: Gazacene, Gazira, Gazelonitius.

Kaynaklardan anlaşıldığına göre Kasların bir bölümü Anadolu içlerinde iken diğer bir bölümü Altaylar bölgesindedir:
Kara Balasagun’da bulunan Göktürk alfabesi ile 752’de yazılmış Terhin Kitabesi’nde ve Moğolistan’da Tes ırmağı vadisinde bulunan 750’de yazılmış Tez Kitabesi’nde bu Türk boyunun ismi Kasar biçiminde geçmektedir. Kitabelerden Kasarların bugün Moğolistan sınırları içinde bulunan Altaylar bölgesinde, Tes ırmağının doğduğu yörelerde oturdukları anlaşılmaktadır.

Kasarların bir başka bölümü Hazar denizi çevresindedir. 576’da Göktürk Devleti sınırının Karadeniz kıyılarına ulaşmasından sonra, Batı Göktürk Devleti’nin batıdaki uç noktasını Kasarlar oluşturduğu için Çin kaynaklarında da yerini almıştır. Bizans sınırında yer almaları dolayısıyla Bizans kaynakları da onlardan, bu tarihlerde, sıkça söz etmektedir. Aslında batıya gelen Kasarlar, kendilerinden 558’de Sasanî-Sabar Savaşı’nda söz ettirirler.

Hazarlar, VII. yüzyılın ortalarına doğru Göktürklerden kopup müstakil bir duruma gelmişlerdir. VII.-X. yüzyıllar arasında, Hazar denizinin batısında, Don, Volga ve Kafkasya üçgeninde, geniş bir coğrafyada Hazar Devleti’ni kurmuştur. Hazar Devleti’nin kuruluşunun 650 yıllarında olduğu tahmin edilmektedir.

Bu yüzyılın ikinci yarısında Gürcistan ve Azerbaycan’a akınlar yaptıkları ve Tiflis’i topraklarına kattıkları bilinmektedir. 626’da Sasanîlerle Avarlar İstanbul’u kuşatmışlardır. Bunun üzerine Bizans İmparatoru II. Konstans Herakleios (641-668), Tiflis yakınlarında Hazar Yabgusu ile görüşmüş, ondan aldığı 40.000 kişilik bir ordunun yardımıyla Anadolu’yu Sasanî ve Avarlardan kurtarmıştır.*

*Hazarların Anadolu'daki varlıkları 600'lü yıllara kadar gitmektedir. Bizans-Sasanî savaşları sırasında Hazarlar Bizans tarafını tutmuş ve onlara askerî bakımdan yardım etmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak Hazar-Bizans dostluğu daha da artmıştır. Bizans İmparatoru II. Justinianus (685-695, 705-711) ve V.Kostantinus (741-775) Hazar prensesleri ile evlenmişlerdir.  
V.Kostantinus  ile  Hazar Prensesi Çiçek'in oğulları IV. Leon Hazaros (775-780), tarihte Hazar Leon olarak bilinmektedir. İbrahim Kafesoğlu; Türk Millî Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1999, s.168. Brook; s.473. Bütün bunların doğal sonucu olarak Hazarlar Anadolu içlerine kadar inip yer yer bu coğrafyaya yerleşmişlerdir.*


Tiflis ve çevresini uzun süre ellerinde tutan Hazarlar, zaman zaman Karadeniz’in güneyinde de etkili olmuşlardır. Osmanlılardan önce Hatay Kel dağının adı, Yunan haritalarında Kasios, Romalıların haritalarında ise Casius olarak kaydedilmiştir.

Hazar denizinin iki ismi vardır. Batılılar Hazar denizine Caspium (Kaspium) demektedirler. Kelime kökü Kas’tır, -ium ise Akatça nispet ekidir. Türkçe kaynaklarda ise Hazar (Kasar)’dır. Hem batı dillerinde hem de Türkçede kelimenin kökünün aynı oluşu gerçekten ilgi çekicidir. Durum böyle olunca Kafkasya kelimesindeki “kas”ın kaynağının da Kaslar olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

1486’da Maçka’ya bağlı Guzari köyünün isminin Gas/Kasların bir hatırası olduğu düşünülmektedir. Ordu merkez Artıklı köyünün bir mahallesinin adı Gas köyüdür. 1530 yılında kaleme alınan tahrir defterlerine göre Sivas ve Tokat-Kasin, Kara-hisâr-i Şarkî Kasir, Trabzon Kasırcalu, Kemah-Gazgar ve Kasan, Bayburt İspir-Kasalu-viran, Malatya-Kasaba, Kasrik, Gerger ve Kahta-Kasrik yer adları geçmektedir. Bu isimlerin Kaslarla ilgili olabilme ihtimalleri bulunmaktadır. İhtimallerin doğruluğu ileride yapılacak araştırmalarda ortaya çıkacaktır.



c. Kurlar/Gurlar

Gurların ana vatanının Çin sınırlarında olduğu anlaşılmaktadır. Gurların bir bölümü, bilinmeyen veya tespit edilemeyen bir tarihte, diğer pek çok Türk boyu gibi batıya göçmüşlerdir. Orta Asya’da kalan bölümü daha sonraki asırlarda tarih sahnesinde Uygur (Gur > Ugur > Yugur > Uygur) ismiyle yer almışlardır. Batıya göçenlerin bir bölümü Fin-Ogurlar olarak günümüzde dünya üzerinde yerlerini almışlardır. Macarların Hungar adına gelene kadar geçirdiği aşamaların şu şekildedir: On-Gur > Hungar. Bulgafiiline bağlanması gelenek hâline gelmiştir. Bulgar ismi ise belki de Beş-Gur>Bel-Gur> Bulgar gelişmeleriyle günümüzdeki biçimine gelmiştir.


ç. Kimmerler

Türk kavimlerinden Kimmerler ve Sakaların M.Ö. 2000’li yıllardan itibaren Anadolu’ya, dolayısıyla Karadeniz Bölgesi’ne gelip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Ön Asya’nın bilinen ilk Türkleri Kimmer ve Sakaların Karadeniz Bölgesi’nde iskân ettikleri bilim âleminin ortak görüşle kabul ettiği bir gerçektir.

M.Ö. VI. yüzyılda Aiskhylos, Karadeniz kıyılarındaki Skythiaları (Sakaları) tanıtmaktadır. M.Ö. II. yüzyılda Polybios, Historiae adlı eserinde Karadeniz kenarlarında Kimmer boğazından ve İskit yaylalarından bahsetmektedir. Kimmer ve Sakalarla ilgili önemli ve ayrıntılı bilgiler, Atinalı Ksenophon’un (M.Ö. 430-355) Anabasis (M.Ö. 400-401) adlı eserinde yer almaktadır.

Pers İmparatoru Keyhüsrev, kendi lehine savaşması için Yunanlı bir orduyu paralı asker olarak ülkesine çağırır. Keyhüsrev’in ölümüyle sonuçlanan Runaksa Savaşı’ndan sonra bu ordu, M.Ö. Eylül 401-Mart 399’da memleketlerine dönerken Fırat vadisinden Karadeniz’e ulaşır. Trabzon’a ulaştıktan sonra sahile paralel olarak Sinop’a kadar yürürler.

“Onbinlerin Dönüşü” adıyla tarihe geçen bu yolculuğu Ksenophon, Anabasis adlı eserinde ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Yunanlı askerlerin maceralarını anlatan eser, Karadeniz Bölgesi’nin etnik yapısıyla ilgili çok önemli bilgiler vermektedir. Ksenophon’a göre Karadeniz Bölgesi’nde bu yıllarda şu kavimler bulunmakta idi: Onbinler önce “Taokhlar”ın memleketine gelir. Sonra madencilikleriyle tarihe mal olmuş “Khalybler”i karşılarında bulurlar. Bayburt ovasında ise İskit/Sakalara rastlarlar. Trabzon tarafına doğru ilerlerken Makronlar ile karşılaşırlar. Batıya doğru ilerlediklerinde Kolkhlar, Driller, Massynoikler,  tekrar Khalybler  ve Tibarenlerin  memleketlerinden geçip Sinop’a ulaşırlar. Onbinlerin Karadeniz’e ulaştığı yüzyıllarda ise Trabzon’un doğusunda Bechireler, Ekekheirieler ve Kolkhlar oturmaktaydı. Bu kavimlerin hiçbiri Yunanca konuşmuyordu. Bir başka ifade ile Onbinler, bu kavimlerin herhangi biri ile aynı dili konuşarak anlaşamamışlardır.



d. Sakalar / İskitler

Sakaların ismi Anabasis’te Skythenler (İskitler) biçiminde geçmektedir. Onbinler, Taokhlar ve Kaliplerin memleketlerini geçtikten sonra Skythenlerin yurtlarına ulaşırlar. Bahsedilen bölge büyük bir ihtimalle Bayburt ve yöresidir.

Çince Se, Sai (Sak); Farsça Saka; Yunanca Skythai (İskitler); Hititçe Sakas adıyla geçen Saka Türkleri, M.Ö. XII. yüzyıldan itibaren Hazar denizi ile Tanrı dağları arasında geniş bir coğrafyaya hâkim idiler. Saka kelimesi Farsça “göçebe” sözcüğünün eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. M.Ö. VII. yüzyılda Tuna’ya kadar ulaştılar. Daha sonraki zamanlarda topraklarını genişletmeye devam ederek Hindistan’a indiler. Bütün İran’ı ellerine geçirdiler. Böylece Orta Asya’nın büyük bir bölümünde hâkimiyet kurarak bir imparatorluk durumuna geldiler.

Sakaların sınırı Karadeniz kıyılarına kadar uzanmıştır. Kurdukları imparatorlukta yönetici kendileri idi. Yönetimleri altında çeşitli milletler bulunmaktaydı. Bunlar arasında İranlılar da vardı. Bu yüzden bazı tarihçiler onları İran kökenli göstermek istemişlerdir. Hâlbuki Orta Asya’da yapılan kazılarda elde edilen bulgular, Sakaların sanat ve dillerinin Türk kültürü ve dilinin bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır. 

Kazakistan’ın Almaata kenti yakınlarında yapılan kazılarda elde edilen malzemelerden Göktürk alfabesine benzer bir alfabe kullandıkları anlaşılmıştır. Çıkarılan kaplar üzerindeki yazıda “Khan uya üç otuzı yok boltı utıgsa tozıldı (Hanın üç oğlu
yirmi üç yaşında yok oldu, (halkın?) adı sanı da yok oldu)” cümlesi yer almaktadır. İran destanlarında Afrasiyap, Divânü Lûgati’t-Türk’te Alper Tunga biçiminde adı geçen kahramanın Sakaların kağanı olduğu sanılmaktadır. Alper Tunga’nın ismi Şehname'de İran-Turan savaşının anlatıldığı bölümde geçmektedir. Bu durum aslında şüpheleri ortadan kaldırmaktadır.

Sakalar, tarih içinde zaman zaman Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Ksenophon’a göre M.Ö. 400’de Trabzon’a yakın bir yerde yaşamaktadırlar. Onlar, günümüz Türkiye’sinin doğu bölgesinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Sakaların bir boyu olan Phasian/Pasinler ve onların alt kolları olan Orbetler, Pasanlar, Gagavanlar, Kurmançlar, Sahatlar, Çavdarlar ve Şorlar Türkiye’nin doğusunda yerleşmişlerdir. Sakaların boyları Karduklar, Botiler ve Paktuk Türkiye’nin muhtelif yerlerinde iskân etmişlerdir. Yine Türkiye’deki Garzan, Arzan, Guran, Müküs, Albak Akari (Hakkari), Zap, Uşani, Botan, Kardak, Kürdek ... yer isimleri ve bu isimlerin bozulmuş biçimleri onların boy, soy ve aile isimlerinin miraslarıdır.

Sakaların ilgi çekici bir mirası da Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara ve Ankara isminin kaynağıdır. Yakutistan’da da Angara isimli bir şehir bulunmaktadır ve tıpkı Ankara gibi tiftik keçisiyle meşhurdur. (Bilâl Ak; "Ankara Adının Kaynağı ve Yeni Bir Yaklaşım" Türk Yurdu, Sayı 176, Nisan 2002, s.50-60.)

Sakalar, M.S. II. yüzyılın sonlarına doğru zayıflayıp yıkılırlar, Hunlar ve diğer kavimlerin arasına karışırlar. Çok az bir kısmı Moğol dönemine kadar varlığını sürdürmüştür. Moğol istilâsı sırasında kuzeye çekilmişlerdir. Günümüzde Moğolistan’ın kuzeyinde yarı bağımsız bir devletleri olan Yakut Türkleri, Sakaların/İskitlerin torunlarıdır.

Trabzon çevresinde Sakalarla ilgili en önemli kalıntı, yer isimleridir. Rize’nin güneyinden başlayıp yılan biçiminde doğuya doğru uzayan dağların ismi, Silan (Yılan) dağıdır. Türkiye Türkçesinde kelime başında yer alan y seslerinin Yakut Türkçesinde s- ile karşılanması hem Yakut-Saka bağlantısını ortaya koymakta hem de bölgede Sakaların varlığı konusunda
bize önemli bir ipucu vermektedir. Amasyalı Strobon (M.Ö. 64-M.S. 21), Geographica adlı eserinde Skydises / İskit dağından bahsetmektedir. Maçka’nın güneydoğusunda yükselen bu dağın adı bugün Kolat dağlarıdır. 

Heredot’un Karadeniz’in kuzeyindeki İskitler olarak tanımladığı Skolat/Kolatların ismine Kolat dağları olarak rastlamamız oldukça ilginçtir. Ayrıca Kolat/Kolatoğulları aile adı bu yörede hâlâ yaşamaktadır. Artvin Yusufeli Barhal köyünde bir Kolalet (Kolat yurdu anlamında) Mahallesi (Altıparmak köyü Uzun Çalı Mahallesi) bulunmaktadır. Çaykara’nın Şahinkaya köyünün eski ismi Şur/Şor; Trabzon merkez ilçeye bağlı Çamoba köyünün eski ismi Potila (Sakaların bir boyunun ismi Poti’dir); Arsin’in Yolaç köyünün eski ismi Mukuzi (Sakaların bir kolunun ismi Müküs’tür)’dir. Bu yerleşim yerlerinin ismi, Saka Türklerinin günümüze kalan mirasıdır.

Kardukların İskitlerin bir boyu olduğunu yukarıda söylemiştik. Akçaabat’ın Gardı/Gurdu Mera, Maçka’nın Hortuk Obi Bala ve Hortuk Obi Vasat adlı yerleşim yerlerinin isimlerinin İskitlerin Kardak boyu ile ilgili olduğu tahmin edilmektedir.




ORTA VE DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ’NİN TARİHÎ ALT YAPISI
(TARİH - ETNİK YAPI - DİL - KÜLTÜR)
Doç. Dr. Necati DEMİR
Genelkurmay ATASE ve 
Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, 2005





___________




Anadolu’da kurulan devletlerin, tarihin hemen her döneminde karşılıklı olarak anlaşmazlıkları olmuştur. Çünkü bu kara parçasının her zaman stratejik önemi görülmüş ve üzerine diğer devletler tarafından hesaplar yapılmıştır. Türkiye’nin yer aldığı bu coğrafya, asırlar boyunca insanların gereksinimleri ve bunları sağlama yollarının, güç denge ve kaynaklarının değişmesine karşın, önemini artırarak korumaya devam etmektedir. Bu coğrafyayı yurt tutan Türkler, daha az ilgi çeken bölgelerde yaşayan uluslara kıyasla daha dikkatli, kendilerini bekleyen tehlikelere karşı daha hazırlıklı ve güçlü olmak zorundadırlar. Bu sadece vatan sahibi olarak özgür ve bağımsız olmanın değil, aynı zamanda yaşamanın ve yaşamı sürdürebilmenin de ön koşuludur.

Türkiye’nin konumu nedeniyle dünya üzerindeki önemini etkileyen maddeler alt alta yazıldığı zaman nedenlerin çok olduğu görülmektedir. Siyasî, ticarî, askerî, iktisadî, stratejik ve hatta tarihsel yönlerden üzerinde yaşayanlara büyük olanaklar bahşeden böyle bir vatanda yaşamak gurur vericidir. Ancak, bu olanakları güce dönüştürüp ulusal bilinçle hareket edilmez ise önemi ile orantılı olarak karşıtlarının da olabileceği bilinmelidir.

Türkiye, bir tarafta dış güçlere karşı kuvvetli olmak zorunda iken, diğer taraftan eğitim eksikliğinden kaynaklanan sorunlarla da mücadele etmektedir. Ne yazık ki, sonrakiler öncekilerden daha az önemsiz değildir. Bu bağlamda soru şudur: Bu vatana göz dikenler mi daha tehlikeli yoksa, üç tarafı denizlerle çevrili bu toprakların hangi zorluklar, çileler ve meşakkatlerle vatan yapıldığının farkında olmadan yaşamak mı? 

Bu millet bilinen en eski tarihlerden beri yeri gelmiş ordular hâlinde vatanı için cephelere koşmuş, yeri gelmiş kendi toplumsal ve kültürel değerlerini yaratarak bu toprakları vatanlaştırmıştır. Çünkü toprak, bağrında yaşayan insanların dili, dini, yaşam biçimi ve anlayışı, toplumsal ve kültürel değerlerinden üzerine aldıklarıyla vatan olur. Dağların, derelerin adı Türkçe ise, insanlar Türk kültüründen hatıraları ad olarak taşıyorlarsa, işte orası Türk yurdudur.

Yüce ATATÜRK’ün 31 Ocak 1923'te İzmir'de eski gümrük binasında halka yaptığı konuşmasında "Buralar kırk asırlık bir ecdat yurdudur." diyerek, Türk kimliği ve Türk tarihine büyük önem vermesi, bu düşünceler ışığında daha iyi anlaşılmaktadır. Evet, Anadolu’nun kırk asırlık Türk yurdu olması önemlidir; ancak, bunun bilincinde olmak da bu gerçek kadar önemlidir. Ulusal bilinç, ulusal kültür varlıklarımızı araştırmak ve belgelerini ortaya koymakla gelişecektir. “Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin Tarihî Alt Yapısı” adlı elinizdeki bu eserin ulusal bilince katkıda bulunacağını umuyoruz.


Erdoğan KARAKUŞ
Dr. Hv. Korg.
ATASE ve Dent. Başkanı




Tarihî kaynaklar, yer isimleri, yörede konuşulan Türkçenin özellikleri, mimarî eserler, halk oyunları ve diğer kültür unsurları dikkate alındığında Trabzon ve çevresi, Türkiye’nin Türkleşen ilk bölgesi olduğu anlaşılmaktadır.

Turan kökenli Kutlar, Kaslar, Kurlar, Kimmerler, Sakalar, Alanlar, Avarlar ve Komarlar ile Türk kökenli Hunlar, Bulgarlar, Macarlar, Uzlar, Karluklar, Kumanlar/ Kıpçaklar, Kırgızlar ve Peçenekler; Oğuz Türklerinden önce Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne gelip yerleşmişlerdir.

Selçuklu Türkleri Malazgirt Savaşı’ndan hemen sonra 1080 yılında Trabzon ve çevresini topraklarına katmış, ancak kısa bir zaman sonra bölgeden geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

Selçuklu Devleti zamanında kurulan Saltuklu Beyliği, Dânişmendli Beyliği ve Mengücek Beyliği topraklarını kuzeye doğru genişleterek Karadeniz sahillerine yaklaşmışlardır.

Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne yakın coğrafyalarda kurulan Hacıemiroğulları Beyliği, Taceddinoğulları Beyliği, Şebinkarahisar Emirliği, Erzincan Emirliği sınırlarını sürekli Trabzon ve çevresine doğru genişletmişlerdir. Akkoyunlular, Doğu Anadolu Bölgesi’nden kuzeye doğru ilerleyerek Doğu Karadeniz Bölgesi’nin arkasındaki dağlara kadar ulaşmışlar, hatta çeşitli yollarla Karadeniz’in sahillerine inmişlerdir. Sürmene’nin Halanik köyünde Akkoyunluların bir pazarının olması gerçekten ilgi çekicidir.

Trabzon ve çevresi, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Trabzon ve çevresi Osmanlı topraklarına katılmadan önce bu yörede yaşayanların çoğunluğunun Hristiyanlaşan Türkler olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Oğuzlardan önce gelip Trabzon ve çevresine yerleşen Türklerin ağız özellikleri hâlâ korunmaktadır: Kelime başında k- ve t- ünsüzlerinin korunması, y->c-, -g->-v- değişmeleri, şahıs zamirlerinin bular, olar, şular biçiminde söylenmesi bunlardan bazılarıdır.

İslâmiyet öncesi Türk kültür unsurlarından olan kurt dede motifi, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde hâlâ canlılığını korumaktadır. Eski bir Türk yaylı sazı olan kemençe, bölgenin en önde gelen müzik aracıdır. Kaynağı Orta Asya olan serender mimarlık biçimi, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde en az 2400 yıldır bulunmaktadır.

Serender mimarlık biçimi ile yapılan ahşap camiler ve ahşap camilerin içinde yer alan motifler ise Türk kültürünün bir ansiklopedisi durumundadır.

Doç. Dr. Necati DEMİR




Türkiye’de Türk Kavimlerinin Öncüleri

2. Karadeniz’in Güneyinde İlk Türk Kavimleri 
a. Kutlar / Gutlar
b. Kaslar / Gaslar 
c. Kurlar / Gurlar
ç. Kimmerler
d. Sakalar / İskitler
1) Taokhlar
2) Kalipler
3) Makronlar
4) Kolklar
5) Drayalar
6) Massagetler / Massyonikler
7) Tibarenler 
3. Komarlar / Kumarlar
4. Hunlar
5. Bulgarlar 
6. Alanlar
7. Sabarlar / Sabirler
8. Hazarlar
9. Macarlar
10. Uzlar
11. Avarlar
12. Karluklar 
13. Kumanlar / Kıpçaklar
14. Kırgızlar 
15. Peçenekler
16. Diğerleri 
17. Anadolu Selçukluları Dönemi ve Birinci Dönem Türk Beylikleri
a. Anadolu Selçukluları 
b. Saltuklular 
c. Dânişmendliler
ç. Mengücekler 
18. İkinci Dönem Türk Beylikleri 
a. Eratnalılar 
b. Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti
c. Hacıemiroğulları Beyliği 
ç. Akkoyunlular 
d. Taceddinoğulları Beyliği 
e. Şebinkarahisar Emirliği
f. Erzincan Emirliği 
19. Osmanlı Devleti Dönemi 
20. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi 
a. Yeryüzü Şekilleri 
b. Akarsular
c. İklim
ç. Bitki Örtüsü
d. Nüfus





İKİNCİ BÖLÜM
ETNİK YAPI

1. Trabzon Yöresinin Etnik Yapısı
a. Kuzey Türklüğü
b. Oğuz Boyları
1) Çepni
2) Bayındır
3) İğdir 
4) Kınık
5) Salur
6) Yıva
7) Yüreğir


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DİL

1. Trabzon Yöresi Ağızlarının Genel Durumu
a. Birinci Ağız Yöresi 
b. İkinci Ağız Yöresi 

Harita 1: Ağız Araştırmaları iin Trabzon’da Derleme Yapılan Yerler
Harita 2: Trabzon İli Ağız Yöreleri Haritası 


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KÜLTÜR

1. Kurt Dede ve Tarihî Bağlantısı

2. Horan
a. Horan Kelimesinin Kaynağı
b. Horanın Coğrafyası
c. Horan Giysileri
ç. Horanın Temel Kuralları 
d. Horan Biçimleri 
e. Yörelere Göre Horan
f. Horan Terimleri 

3. Kemençe 
a. Kemençe Kelimesinin Kaynağı 
b. Kemençenin Coğrafyası 
c. Kemençenin Yapılışı 
ç. Kemençe Terimleri 

4. Serender
a. Serender Yapı Biçiminin Kaynağı 
b. Serender Yapı Biçiminin Coğrafyası
c. Serender Kelimesinin Kaynağı
ç. Serenderin Yapılışı 
d. Serender Terimleri 

5. Ahşap Camiler 
a. Ahşap Cami Yapı Biçiminin Kaynağı
b. Ahşap Camilerin Coğrafyası 
c. Araştırma Yapılan Ahşap Camiler 
ç. Ahşap Camilerin Yapılışı 
d. Ahşap Camilerde Öne Çıkan Bazı Motifler ve Tarihî Alt Yapısı 
e. Ahşap Camilerle İlgili Terimler

Sonuç ve Değerlendirme