SAYFALAR

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Kuban Kültürü (Koban Culture) / Proto-Türk






“Koban Kültürü”nün yaratıcıları Kimmer ve Saka (İskit) gibi
Proto-Türk kavimleridir."


Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisinde olmuşlardır. Kimmer, Saka, Hun, Bulgar, Alan, Hazar ve Kıpçak gibi eski Türk kavimleri çok eski tarihlerden itibaren Kafkasya coğrafyasını binlerce yıl hakimiyet altında tutmuşlardır.


Kuban Kültürü Kuzey Batı Kafkasya’da M.Ö. 2. milenyumun sonlarına doğru doğmuş, demir çağına kadar (M.Ö. 1200) devam etmiştir. Bronz Çağı’nın sürdüğü bu dönemde, Kuzey Kafkasya, en geniş metal üretim merkezlerinden biriydi. Arkeolojik bulgular da bu tezi güçlendirmektedir. Bronz parçacıklarından yapılan göz alıcı sanat eserleriyle ünlü Kuban Kültürü’nün asıl çıkış noktası Kafkas Sıra Dağları’nın meyilli etekleri ve bu eteklerin kuzey bölümleridir. Bronz Çağı’nın sonlarına doğru bronz işlemeciliğinde gelinen nokta, demirden araç-gereç ve silah yapım işini kolaylaştırmıştır.


Kuban kültürüne ait yerler ; Kolkhide (Abhazya), Soçi, Gelincik, Tuapse, Ts’emez (Novorosisk) ve Maykop’tur. Maykop kültürü Bronz çağına damga vurmuştur, Demir çağı ile birlikte Koban kültürüne geçilmiştir. Aynı ad konmamasının sebebi farklı kültür olması değil, aynı halkın çağa göre değişen kültürüdür.


Eskiçağ tarihinde “Bozkır Göçebeleri”nin yaratmış oldukları “Atlı Kavimler Medeniyeti” veya “Bozkır Kurgan Kültürü”nün sahipleri, Kafkasya coğrafyasındaki Türk varlığının başlangıcını oluşturmaları bakımından büyük önem arz etmektedir. Bozkır Kurgan kültürünün sahipleri olan Proto-Türk kavimleri, Kafkasya’ya geldikleri zaman burada dağ eteklerinde yaşayan yerli kavimlerle karışarak “Maykop” ve “Koban” kültürlerini oluşturmuşlardır. Bu kültürün önemli özelliği ise kurgan tipi mezarlardır. Bilindiği gibi kurgan tipi mezarlar Türk kavimlerinin en eski mezar formunu yansıtırlar. Kurgan tipi mezar kültürü en eski çağlardan M.S. XVIII. yüzyıla kadar Türk kavimlerinde muhafaza edilmiştir.


“Koban Kültürü” ilmî bir terim olup adını Kuzey Osetya’daki Koban köyünden almıştır. Yani aslî olan Kafkasya kültürü değil, Koban köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik eserlerin yansıttığı kültürdür. Bu kültür ise bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini yansıtan Kimmer ve Saka kültürüdür. Katakomb kültürü ile Koban kurganları birbirleriyle organik olarak bağlantılıdır. Öyle ki her iki gruptan elde edilen arkeolojik materyali birbirinden ayırmak imkansız gibidir.


Kimmerler MÖ.VIII. yüzyılın son on yılında Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda meskun iken, Sakaların (İskitlerin) gelmesiyle buradan Kafkasya’ya doğru yönelmişler, Derbent ve Daryal geçitlerini aşarak Anadolu ve Mezopotamya topraklarına yayılmışlardır. Sakaların (İskitlerin) baskısı sonucunda göç eden Kimmerlerden arta kalanlar kendileriyle akraba olan Sakalar tarafından izole edilmişler ve zamanla da onlarla kaynaşarak tarih sahnesinden silinmişlerdir.


Kimmerlerin arasında Bulgar Türklerinin atalarının da yaşadığı ve hatta Kimmerlerin tamamiyle doğrudan Bulgar Türklerinin ataları olduğu hakkında görüşler vardır. Sözgelimi Prokopius, Kimmerleri doğrudan Bulgarların ceddi olarak gösterir. İran-Hazar rivayetleri de Bulgarların ceddi olarak “Kimarî”den (Kimmer) bahseder. “Mücmel el-tavarih”te Yafes’in yedinci oğlu “Kemari”nin (Kimmer) Bulgarların babası olduğu yazılıdır. Macar mitolojisinde, “Vaktiyle Kimmer kralının Kutirgur ve Utirgur adlı iki oğlu varmış” şeklinde Kimmerlerin Kutirgur ve Utirgurların (Bulgarların) ataları olduğu ifade edilmektedir. Bulgarların yakın akrabası Hazar Türklerinin Hakanları da kendi cedlerini sırasıyla “Nuh-Yafes-Kimmer-Togarma” şeklinde göstermişlerdir. Kimmer’in oğlu Togarma ise bütün Türklerin atası sayılmaktadır.


Asur kaynaklarında “Aşguzai”, eski Yunan kaynaklarında “Skyth”, Çin kaynaklarında “Sai~Sak” ve Pers kaynaklarında “Saka” şeklinde anılan Sakalar (İskitler) Proto-Türk kavimlerin en önemli kolunu teşkil ederler. Sakalar da aynen Kimmerler gibi, Türkler dışında akla hayale gelebilecek her milletle soydaş gösterilmiştir. Bununla birlikte, Sakalar üzerine yapılan araştırmalar Kimmerlere göre çok daha ileri safhadadır. Bütün karşıt hipotezlere rağmen Sakaların kökenleri Orta Asya’ya bağlanmakta ve Sakaların Türk kökenli oldukları kabul edilmektedir. Arkeolojik materyal ve yazılı kaynaklar bu tezin ana dayanak noktalarını oluşturmakta ve diğer görüşleri objektif bir şekilde bertaraf etmektedir.


Sakaların etnik kökeni hakkındaki görüşler genel olarak üç grupta toplanmaktadır. Birinci grupta yer alan Avrupalı bilim adamları, Sakaların İranî bir kavim olduğunu kabul ederler. Bunların görüşü temelde Sakalar ile Perslerin akraba kavimler olduğu şeklindedir. Fakat, Sakalar gerçekten de İranî bir kavim olsaydı ve Perslerle bir akrabalıkları bulunsaydı; Sakaları çok iyi tanıyan Persler eski kitabelerinde Sakalardan yabancı ve düşman bir kavim şeklinde söz etmez ve Türk-İran savaşlarını anlatan Şehname’de Alp Er Tonga’dan Saka~Turan Hükümdarı şeklinde bahsetmezlerdi. İkinci grupta yer alan Rus bilim adamları ise Sakaların Slav kökenli bir kavim olduğunu ileri sürmektedirler. 


Bu görüşü savunanların başında İ.E. Zabelin gelmektedir. Halbuki, Herodotos ve Hippokrates’in eserlerinde Sakaların Slav kökenli olduklarıyla ilgili tek bir söz dahi geçmezken, İ.E. Zabelin ve diğer Rus tarihçiler, Sakalardan sanki Slav kökenli bir kavim olduğu ispatlanmış gibi söz etmektedirler. Üçüncü grupta yer alan Avrupalı ve Türk bilim adamlarının görüşleri ise Sakaların Ural-Altay kökenli bir kavim olduğu yönündedir. Bu görüşü ortaya ilk atan B.G. Niebuhr olmuştur. 


B.G. Niebuhr “Herodotos Tarihi”ni tarafsız bir yöntemle inceledikten sonra Sakaların Türk veya Moğol kökenli bir kavim olabileceğini ileri sürmüştür. Dayandığı esaslar ise başta Saka dili ile Türk-Moğol dili arasındaki paralellikler ve Saka hayat tarzı ile muhtelif Türk-Moğol kabilelerinin hayat tarzı arasındaki benzerliklerdir. B.G. Niebuhr dışında G. Grote, K. Neumann, G. Nagy, G. Kuun, E. Minns, O. Franke, E. Meyer, G. Huntingford, Z.V. Togan, S.M. Arsal, Y. Öztuna, M.F. Kırzıoğlu ve daha birçok tarihçi Sakaların Türk kökenli bir kavim olduğunu kabul etmektedirler.


Herodotos Tarihi’nde, Sakaların aslen Orta Asyalı göçebe bir kavim olduğu ve Massagetlerle (Hunlarla) yaptıkları savaştan yenik çıktıktan sonra Kimmerlerin yaşadığı yerlere geldikleri anlatılmaktadır. Hippokrates’in Sakaların hayat tarzı hakkında verdiği bilgiler ise Sakaların Türklüğü konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır:


“İskitler (Sakalar) göçebedirler. Sabit bir ikametgahları yoktur. Bunlar dört yahut altı tekerlekli arabalar içinde otururlar. Arabalarının dört bir yanı ve üstü keçe ile kaplanmıştır. Bu evler yağmura, kara ve rüzgara karşı dayanıklıdırlar. Arabaların bazılarını iki çift, bazılarını ise üç çift öküz çeker. Bu arabalarda kadınlar ve çocuklar birlikte yaşarlar Erkekler ise at üstünde onların yanında giderler. Bunları koyun, sığır ve at sürüleri izler. Bir yerde hayvanlarına ot bulabildikleri sürece kalırlar. Otların hepsi bitince başka yere giderler. İskitler (Sakalar) pişmiş et yerler ve kısrak sütü içerler. Bu sütten bir de hippage denilen bir peynir yaparlar. Onların adetleri ve hayat tarzları böyledir.




ADİLHAN ADİLOĞLU 
Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-Karaçay-Malkar, 
Cilt: 22, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002
(Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü)PDF
Adilhan ADİLOĞLU'nun diğer makaleleri: link
Hermitage Müzesinde Kouban Kültürü - link








Proto Türkler ve Kafkasya-Maykop Kültürü


Kurgancılar [eski Türkler], Kafkasya bölgesi tarafında da geniş bir alana yerleşmişlerdir. Burada eski Kafkasya kabileleriyle karşılaşmışlar ve onlarla etnik, kültür ve dil ilişkilerine girmişlerdir. Kafkasya kabilelerinin daha önceki dönemlerde mezarlarının üzerlerine kurgan yapma adetleri yoktu. Kafkasya ve Anadolu'daki kurganları, bugünkü Türk boylarının ataları olan Kurgancılar yapmışlardır.


Türklerin çok eski çağlarda Kuzey Kafkasya'da yaşadıklarının arkeolojik kanıtı, M.Ö. IV. bin'de yapılmış "Nalçik mezarlığı"dır. Bu mezarlık "Zatişye" [sessizlik] bölgesindedir. Burada şu anda Nalçik kurulmuştur. Bu mezarlıkta tespit edilen bulgular Kafkasya kabilelerinin ve Kurgancıların birbirleriyle yakın ilişkilerde olduklarını ortaya koymuştur. Kurgancılardan kalma eski arkeolojik kalıntılar, Çeçen-İnguş ülkesindeki Mekenski köyü yakınında, Kabardey'de Akbaş ve Kişbek köyleri yakınında, Malkar ülkesinin Bıllım köyü yakınında, [s.23] Krasnodar ve Karaçay-Çerkes bölgelerinde [Kelermeski, Novolabinski, Zubovskiy köyleri ve Aşağı Cögetey şehrinin yanında] oldukça fazladır. Kuzey Kafkasya'da Kurgancıların arkeolojik komplekslerin sayısı 35'ten fazladır.


Tarihi, arkeolojik ve etno-kültür veriler, beş bin yıl önce, proto Türklerin Kuzey Kafkasya'da yaşadıklarını göstermektedir. M.Ö. III. bin ortalarında Kuzey Kafkasya'da "Maykop" arkeolojik kültürü oluşmuştur. Bu "Maykop" adı, Maykop şehri yakınındaki kurganın adından gelmektedir. Maykop arkeolojik kültürünün, "kurgan kültürü" olduğunu özellikle belirtmemiz gerekir. Ama kurgan eskiden beri Kafkasya'ya has değildir. Kurgan kültürünün kökeni bozkırların etno-kültür belirtileridir. Maykop kültürü başlangıç dönemlerinde bozkırdaki şeklini ve defin töreni özelliklerini korumaktadır. Yassı ağaç ile kaplanmış toprak çukurlarda, ağaç kavuğundan organik maddelerden veya saf sarı maden döşek yapılarak defnediliyordu. Bu dönemdeki kurganlarda daha taş malzeme kullanılmıyordu. Ancak daha sonra, M.Ö. III. bin sonlarında, Maykop kültüründe, yerli defnetme törenlerinin özellikleri görülebiliyor. Bu özellikler; Kurganın temeline taşlar yerleştirilmesi, mezar içine taşlardan döşek yapılması, toprak kurganın içinde küçük taş kurganların yapılması v.s olarak gösterilebilir. Ama kurgan şekli ve yapılan tören değişikliğe uğramamıştır. Kurgancıların tesiri o kadar büyüktür ki, taş sandığı ve taşlardan yapılan yapıtlar defnetme törenleri olarak toprak kurganının altında kalıyordu. Bunu açıkça Novoslobodnenski köyünün yanındaki kurganda görebiliriz.


Kendine özgü etno-kültür özellikleri olan kurgan kültürü M.Ö. IV. bin sonlarında Anadolu'ya da nüfuz etmeye başlamıştır. Daha önce bilinmeyen ve yeni oluşan bu kültüre ait eserler Suriye'nin kuzeybatısında yer alan Amun ırmağı vadilerinde, [s.24] Hatay şehrinde ve Amanos dağı eteklerinde, Türkiye ve Suriyede bulunan Norsun ve Koruk tepelerinde ve diğer bölgelerde bulunmuştur. Buraya bu kültürü taşıyan halk, kendi adetleri ile büyük baş hayvancılık ve at yetiştirme gibi özellikleriyle nüfuz etmişlerdir.


İsmail Miziyev. 




"Maykop Kültürü kurgan kültürüdür; kurganlar kuzeyden güneye gelmiştir. Bilim bunun tersi bir hareketi tanımamaktadır... Maykop Kültürünün teşekkülünde esas rolü oynayan Yamna Kurgan Kültürü, ne batıdan, ne kuzeyden, ne güneyden ve ne de güney batıdan ortaya çıkmıtır. O kültür, İdil ve Ural arasındaki bozkırlarda doğmuştur.... Arkeolojik araştırmalar, İdil-Ural kültürüne benzer eski kültürlerin henüz mezolitik çağda Kuzey Hazar boyunca, Kafkasya ve Ukrayna'dan Balkanlar ve Macaristan'a kadar yayılmış olduğunu göstermektedir.... Kafkasya, her zaman Doğu, Yakın Doğu ve Doğu Avrupa bozkırları arasında bir yer olmuştur. Mezolitik, neolitik ve erken bronz çağında Kafkasya üzerinden çok sayıda kabilenin yer değiştirme hareketi çok sıktır." 


Kazi T.Laypanov - İsmail M.Miziyev
TÜRK HALKLARININ KÖKENİ
Selenge Yayınları








Kolkhis'teki ilk Türk varlığı, MÖ. 8.yyda kuzeyden inen topluluklarla başlar. Türk kültür dairesinde bulunduğu tartışma konusu olan bu unsurlardan birincisi Kimmerlerdir. Anayurdu Türkistan olarak bilinen bu topluluğun Ön Türklerin bir kolu olduğuna dair önemli deliller mevcuttur. MÖ.9.yyda İskitler, Hun kabileleri tarafından yerlerinden oynatıldığında Kimmer arazisine girmiş, bundan sonra da batıya doğru büyük bir göç hareketi başlatmıştır. Bu dönemde batıya göç eden Kimmerler, MÖ.705 civarında Kafkasya'nın güneyine yönelmişlerdir. Gürcü kabileleri de kuzeyden gelen bu tehlikenin önünü kesebilmek için bir araya gelerek Derbent geçidi önlerinde savunma yapmaya çalışmış ancak hiçbir varlık gösteremeyerek dağılmak zorunda kalmışlardır. Buradan Kolhis'e yönelen Kimmer akınları bölgede o derece etkili olmuştur ki, kısa sürede ülkeyi idare eden krallık ortadan kalkmıştır. Kolkhis'ten Doğu Anadolu'ya yönelen Kimmerler, kendilerini takip eden İskitlerin baskısı karşısında tutunamayarak tekrar Karadeniz'in kuzeyine çekilmek suretiyle bölgeyi boşaltmıştır.


Kimmerleri takiben Kolkhis'e giren ikinci Türkistan menşeli topluluk İskitler (Sakalar)'dir. Çeşitli itirazlar olsa da bu topluluğun Türk kültür dairesinde olduğuna dair çok güçlü deliller bulunmaktadır.Ermeni kaynaklarından İskitlerin, Derbent geçidinden İç Anadolu'ya kadar genişleyen, içerisinde Kolkhis'in de yer aldığı bölgeye hakim oldukları, MÖ.665 yılından itibaren de Kür nehrinin sağ tarafını ele geçirdikleri ve iki asırdan fazla bir süre burayı yurt tutarak Çoruh boylarına kadar yayıldıkları bilinmektedir. Ayrıca batıdaki Karadeniz sahili de İskit boylarının denetimine girmiştir. Kolhis'in üç tarafı İskitler tarafından çevrilmekle birlikte bu topluluğun yöredeki faaliyetlerine dair kaynaklarda herhangi bir bilgi zikredilmemesi, bölge tarihinin bu dönemini karanlıkta bırakmaktadır.


Bununla birlikte, Gürcü kaynaklarından öğrenildiği kadarıyla MÖ.336'da muhtemelen İskitlerle birlikte bölgeye gelen Kıpçak ve Bunturki [(Bön Türk) (otokton/yerleşik Türk)]'ler, Kolhis'in bulunduğu Hazar Denizinden Çoruh boylarına kadar uzanan sahayı hakimiyet altında tutmaktaydı. Bölgedeki İskit bakiyeleri, Arşaklı III Tridat (286-330) zamanına kadar varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde Batum, İskit kabilesi olduğu bilinen Masaget ülkesinin başlangıç yeriydi.


İskit bakiyelerinin bölgede varlığını devam ettirdiği sırada MÖ.6.yydan itibaren Grekler Kolhis'e koloni kurmaya başlamıştır. Mitolojide Medeia/Altınpost ülkesi olarak geçer. Sonra Ahamenişlerin sözde vasalı konumundaki Kolkhis MÖ.1.yüzyılda önce VI Mithradates'in daha sonra da Roma'nın egemenliğine girmiştir. Herodotos'un "Siyah Mısırlı'lar" olarak tanımladığı Kolkhis halkının etnik kökeni üzerine bilgi yoktur.


Kolhis'te İlk Türkler
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Tellioğlu
TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ
SAYI: 505-506 / Yıl: XLIII / Mayıs-Haziran 2005










Kolhide Kültürü, Koban Kültürü’nden çok az bir zaman sonra ortaya çıktı. Kolhide Kültürünün ilk buluntuları Abhazya’da ortaya çıkarıldı. Kolhide ve Koban Kültürünün temeli de Maykop Kültürü’dür. Maykop Kültürü ise Türk Kültürüdür. Kafkaslara inen R1b'lilerdir.




Osman Çataloluk (video) Maykop Kültürü:

"Basklar ile Etrüskleri bağlamak için Türklere ihtiyaç var. Basklar MÖ.2850 de İberya'ya girmiş. İberya eski adı Kafkasların adıdır. Kafkaslardan kalkıp İberya'ya geliyor. Yolda Anadolu'ya iniyor. Hurrileri, Hititleri oluşturuyor. Aşağıya iniyor Kenaniler oluşuyor. Oradan İsraile iniyor, bugünkü İsrailde %10 R1b1 var. Basklı ben Basklıyım demez, ben Avarım der. Bir Dağıstanlı ile Basklı dilde anlaşabiliyor. MÖ.4000 de gidenler dillerini hiç değiştirmemiş. Kafkasya'daki Maykop Uygarlığının çocukları bunlar, MÖ.4700. Her ne kadar Çerkezler Maykoplar bizim desede, çıkan kemikler R1b1 dir ve Basklara yakındır.

Fransa % 20 R'li var. Fransa'nın Marsilya bölgesine iki tane Avar (Alan) göçü var, Marsilya'nın büyük bir kısmıda Baskların akrabasıdır, İlk göç MÖ.2000 yıllarında ve bu Marsilyalılar onların çocuklarıdır. İkinci göç G'li göçüdür, Gürcü kökenlilerin göçüdür."





Antik batı kaynaklarının Kolkhis ismiyle kaydettiği bu bölge Gürcüler Eğrisi, İmereti, Abhazeti  olarak bilinmektedir. Romalılar devrinden itibaren ise aynı yöreye Lazika denilmeye başlanmıştır .




SAYMALITAŞ

OZ Damgası, Gamalı Haç, Svastika, adlarıyla anılan bu işaret Proto-Türk (M.Ö.dönemi) göçleriyle Hindistan'a gitmiş ve oradan yayılmış. Atası Anau-Türkmenistan'da olan Sumerliler de kullanmış. Saymalıtaş'taki swastika/Oz tamgası'nın tarihi MÖ.15bin-10bin olarak hesaplanılıyor. Truva'da MÖ.3000 ait mühürlerde , Beycesultan MÖ.2500 lerde de görünür. Hitit MÖ.1800 ve devamı Friglerde MÖ.8.yy da görüyoruz.



Damgalardan yazıya geçişin tarihi 5000 yıllık. olunca, Saymalıtaş Kırgızistan en eskisi oluyor... Detaylar için Dr.Mustafa Aksoy-link



"Hristiyan inancının simgesi haç ile Nazilerin de kullandığı gamalı haçın Türk kültürünün birer ürünü olduğunu arkeolojik ve etnografik bulgularla ortaya koyduk. Orta Asya'daki kaya resimler derinlemesine araştırılıp incelenirse Türk milletinin binlerce yıl önce Bering Boğazı'nı nasıl aştığını daha rahat görebiliriz. Hiçbir şey tesadüf değildir. Bu bulgular bazı çevreleri rahatsız edecektir, ama gerçekler bilimsel olarak ortadadır. Bu konuda yapılan çalışmaları arttırmalıyız. Türk kültürü, Avrupa'yı hatta tüm dünyayı etkilemiştir."

Yrd.Doç. Dr. Tahsin Parlak (1955-2011)
Atatürk Üniversitesi (AÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcılığı