SAYFALAR

20 Nisan 2013 Cumartesi

TARKANLAR - ETRÜSKLER - ROMALILAR



ROMA’DAKİ TARQUİNLER (TARKAN)



Son üç Roma Kralı Etrüsk’lüydü. Roma’yı yönettikleri MÖ 620-509 yılları boyunca Roma İtalya’nın en büyük ve en güçlü şehri oldu. Tarquinler zamanında, Capitolin Tepesine taştan duvarları olan tapınak ve forum yapılmıştır. İlk Etrüsk kralının adı Tarquin olduğu için diğer Etrüsk krallarına da Tarquin adı verilmiştir.


Bir sabah Roma şehrinin dış kapısının önündeki muhafız kulübelerindeki asker tekerlek sesiyle irkildi. Kulübesinden dışarı bakan asker dar sokak boyunca ilerleyen, içinde köle ve gümüş olan dört tane araba gördü. Kale kapısının yanında arabacı katırları durdurdu. Bir adam arabanın perdesini açıp dışarıya baktı. Muhafız kulübesinden dışarı çıkıp, saygıyla eğilerek:

“Kraliçe Tanaquille ile görüşmek için başka ülkelerden buraya mı geldin?” diye sordu.

“Evet” dedi.

Muhafız, başını salladı. Kapıları açmak için ipi çekti.

“İyi günler” dedi.

“Kraliçe Tanaquille’nin karşısında sana bol şans dilerim” dedi asker.

Araba çok doluydu. Tanaquille arabacıyı durdurup, perdeyi açmasını söyledi. O anda Lucumo ile karşılaştı. Lucumo’nun uykulu bir hali vardı. Karşısında Tanaquille’yi görünce gözlerini açıp, bağırdı:

“Bak!Tiber’e gelmişiz!”
“Tiber Roma’nın kalbidir” dedi Kraliçe.
“Roma çok güzel bir şehir. Hiç tek kiremitli ev görmedim. Tapınaklar ve sirk nedir? Roma’yı gezince çok şey öğreneceğime eminim. Sonra Roma’dan ayrılacağım” dedi Lucumo.

“Roma’yı ilk kez görüyorsan Tarquinia’dan ayrılmamalısın yoksa çok mutsuz olursun.”

“Neden bahsediyorsun? Evet babam Demaratus Korinthia’da doğup büyümüştür. Fakat annem asil bir sülaleden gelir. Ben Lucumo Roma’da doğdum.”

Tanaquille’nin söylediğine göre Roma şehrinin babasız doğan fakir Romulus kurmuştu. Şehire ilk yerleşen çobanlar ve diğer Etrüsk şehirlerinden kaçan köleler,zorla Sabin’in bakire kızlarını kaçırıp evlenmişler. Yarısı Latin yarısı Sabin olan Romalılar bu şekilde ortaya çıkmışlardı. Lucumo Tanaquille’nin konuşmasını kesip, konuşmaya başladı:

“Karşı dağdaki çobansız ve çoban köpeği olmayan sürüye iyice bak.”
“Ben hiç sürü görmüyorum” dedi.
“Bak iki tepesi olan dağ üzerinde otlayan koyunları da görmüyor musun?”

O anda, büyük bir kartal gökyüzünden aşağıya süzülüp Lucumo’nun şapkasını alıp, kayboldu. İnsanlar Tiber Nehri’nin ortasındaki dar köprünün ortasında endişeyle birbirlerine bakmaya başladılar. Tanaquille de çok şaşırmıştı.

“Kartal Tin’in elçisi olmalı. Tin bize gelecekte Lucumo’nun kral olacağını söylemeye çalıştı” diye düşündü Tanaquille.

Çok haklıydı. Lucumo ya da Lucius Tarquinius’u ,Romalılar Ankas Markius yerine kral seçtiler.

Kral olunca ilk iş olarak Roma’yı geliştirdi. Yol boyunca akan lağım ve baharda yağan sağnak yağmur, bataklığın kötü kokusunu şehre getirmiş ve sıtma gibi bir sürü bulaşıcı hastalığa neden olmuştu. Lucumo lağımın daha fazla akmasını engellemek için, hendekler kazdırıp üzerini taşlarla kapattırdı. Romalılar hendekleri kazıp, lağımı kapatan bu insanlara lağım işçisi adını verdiler. Daha sonra boş arazilerde sığır otlatmayı yasakladı. Otlakları taşlarla döşeterek, Romalıların evlerinin camından hayvanları seyretme huyundan vazgeçirmeye çalıştı. Bu boş arazi , insanların Pazar alanı ve halkın toplanma merkezi olan foruma dönüştü. Daha sonra, foruma kendi için bir saray yaptırdı.

Tüccarlar forumda mallarını satarken, dükkan ve tezgah kurmak için zaman harcamıyorlardı.

Forumun yapıldığı Capotilen Tepesi’ne Jüpiter, Juno ve Minerva adına muhteşem bir tapınak yaptırmaya başladı. Daha önceki krallar tapınak yapılırken para harcamamışlardı. Ayrıca tapınağın yapım çalışmaları ile bizzat kendileri ilgilenmemişti. Roma şehrinin kurulu olduğu tepelerin arasındaki bataklığı kurutup, sirk yaptırmıştı. İlk Roma sirki yapıldığı zaman bin kişi alabilecek kapasitedeydi. Sirkte yapılan her gösteriye kral da katılırdı.

Roma’da hayat savaş, eğlence ve inşaat çalışmaları ile geçerken Lucumo öldü. Yerine damadı Servius Tullus geçti. Servius Tullus’un geçmişi çok farklıydı. Romalılar Okrisia’daki kraliyet sarayında doğduğunu ve babasının bir uşak olduğunu söylüyorlardı. Geleceği gören Kraliçe Tanaquille , Servius Tullus’u bebekken gördüğü zaman gelecekte kral olacağını anladı. Yirmi yaşına geldiği zaman onu kızıyla evlendirdi. Servius Tullus,Tarquin’in varisi olmadığı halde maceraperest Mastarna’nın yardımı ile kral oldu.

Ne koşulda olursa olsun Mastarna ve Servius Tullus Roma’yı devlet haline getiren en önemli kişilerdir. O zamanlar yalnız Roma ordusu silahlı kabilelerin oluşturduğu Patricilerden (Eski Roma’da soylu sınıf) ibaretti. Patrici sınıfına ait olmayan Plebler onlara yardım ederdi. Plebler (Eski Roma’da sıradan halklar) zafer için değil sadece Patriciler ile eşit haklara sahip olabilmek için savaştılar. Demokrasinin babası kabul edilen Yunanlı Solon gibi yenilikçi olan Servius Tullus ,Roma halkını statülerine ve zenginliklerin bakmadan Patriciler ve Plebler olarak sınıflandırmıştır.

Orduyu da uzmanlıklarına göre beş sınıfa ayırmıştır. İlk grup seksen bölük içermektedir. İkinci, üçüncü ve dördüncü gruplar yirmi bölük ile hafif ve ucuz silahları olan askerlerden oluşmaktaydı. Beşinci grup ise otuz bölükten oluşmaktaydı. Hiçbir sınıfa ait olmayan vatandaşlar da (emekçi grubu) sadece esnaf, zanaatkar ve arabacı olabilmekteydi.

Bu şekilde sınıflandırma daha önceki halk arasındaki ayrımı ortadan kaldırmıştı. Eskiden sınıflar zenginliğine bağlıydı. Fakir bir Patrici beşinci sınıf vatandaşken, zengin bir Pleb birinci sınıf vatandaştı. Aynı olan tek özellik ise Patricilerin onsekizinci süvari alayına katılma hakkının olmasıydı.

Servius Tullus ,Roma’daki sınıfların haklarını koruyabilmek için seçim yaparak eşit sayıda üyenin oluşturduğu bir meclis oluşturmuştu. Seçim sayesinde kim en fazla oy alırsa mecliste söz sahibi olacaktı. Mesela ilk sınıf olan süvariler doksan sekiz oy alınca, mecliste söz sahibi oldular. Daha sonra meclise seçilen yüzbaşılar, konsüller ve diğer memurları seçiyorlardı.

Servius Tullus’u Etrüsk’lü diğer kral Tarquin izlemiştir. Ancak bir diktatördü. Ne senatoyu ne de meclis üyelerini tanımıştı. Bu yüzden Tarquinus Superbus yani Kibirli Tarquin olarak anılmaya başlandı. Lakia Vadisi’ndekileri esir ederek Roma’yı zenginleştirdi. Dönemindeki mimar ve mühendislerle görüşüp yeni tapınaklar yaptırttı. Yaşlı Tarquin döneminde yapımına başlanan eserleri de tamamlamıştır. Roma’nın yüzölçümü büyüyüp güçlü bir devlet haline gelse de , Plebler Tarquinus Superbus’tan nefret ediyordu. Hiç adil Servius Tullus’a benzemiyordu.

Bir gün kibirli Tarquin eski bir geleneğe göre sunakta tanrılara hediyeler bırakıp sunaktan ayrılmak üzereyken çok büyük bir yılan onu sırtından soktu. Tarquin ölmemişti ama zehirin etkisiyle hastalanmıştı ve hiçbir hekim onu iyileştirememişti. Şimdi ne olacaktı? Tanaquille uzun zaman önce ölmüştü. Kimse tanrıların ne istediğini Romalılara söylememişti. Bu korkuyla kralın kim olacağını anlamak için kralın iki oğlu Titus Arunsus ve asil Janius Brutus en ünlü kehanet merkezlerinden biri olan Delfi’ye gittiler. Brutus (Brutus kelimesi aptal anlamına gelir) asil bir aileye mensuptu ancak halk onu çok akıllı bulmazdı.

Delfi’deki rahiplere kralın kim olacağına dair sorular sormak için karanlık bir salona girdiler. O anda kahin kadın üzerlerine zehirli bir gaz yayıp, manasız bir şeyler söylemeye başladı.

Kahinin yanındaki rahip, manasız sözleri, Tarquinus Superbus’un oğullarına açıklıyordu:

“Annenizi ilk öpenin kral olacağını söylüyor.”

Tarquin’in oğulları ve Brutus rahibe ve rahiplere teşekkür edip Delfi’den ayrıldılar. Bu açıklama geleneklere uygun değildi. Hiçbiri kahinin ne demek istediğini anlamamıştı. Yalnızca bir şey çok açıktı: Kral olacak insan tahtta çok fazla kalamazdı. Titus ve Arunsus kahinin sözlerini hatırlayıca, Roma’da kalan ağabeyleri Sextus’tan bahsettiğini anladılar. İyi ki Sextus bu kehaneti bilmiyordu. Ayrıca kraliçe çapkın ve kötü olan Sextus’u asla öpmezdi.

“İçimizden biri kral olacak. Roma’ya varınca Arunsus ve ben Ana Kraliçeyi görüp tacı elde edebilmek için uğraşacağız” dedi Titus Brutus’a.

“Senin acele etmene gerek yok. Annen çok uzun zaman önce öldü” dedi Arunsus, Brutus’a.

Roma’ya varmak için bir gemiye bindiler. Kralın oğulları kaptana acele etmelerini söylüyorlardı. Eğer dokuz günde (Etrüsk ve Romalılarda hafta dokuz gündü) ulaşırsa kaptanı ödüllendireceklerine dair söz verdiler. Kaptan ödülü alabilmek için çok uğraştı ve Roma’ya beş günde vardı. Üç genç adam Roma’nın kapılarına geldiler. Titus ve Arunsus saraya gittiler. Brutus ise aklını kaybetmiş gibi yapıp kendini yere attı. Kimseye fark ettirmeden toprağa dudaklarını sürdü.

Brutus diğerlerinin aptal olduğunu düşünüyordu. Çünkü kehaneti doğru yorumlamamışlardı. Toprakanayı ilk öpen Roma’nın kralı olacaktı.

Bu sırada Tarquin iyileşmişti. Herkes çok şaşkındı. Oğulları da. Çok geçmeden Rutuli’ye savaş açtı. Rutuli’nin refah içindeki şehri Ardea’yı alıp , en güçlü oğlunu Ardea’nın yöneticisi yapacaktı. Ancak tepelik bir arazinin üstüne kurulmuş olan Ardea şehrinin sur duvarlarını geçmek zordu. Tarquin ,Ardea şehrinin kurulduğu tepenin eteklerinde kamp kurup, şehri kuşattı. İnsanların açlıktan ve hastalıktan ölüp teslim olmasını bekledi.

Kralın oğulları Titus, Arunsus ve Sextus Roma Ordusu ile Ardea’ya gittiler. Adam öldürüp şarap içtiler. Etrüskler arasında çok sevilen zar atma oyununu oynadılar. Gerçekte ataları bu oyunun Anadolu’da keşfedildiğini söylemişlerdi. Bir gün uzaktan akraba Lucius, prenslerin yanına gitti. Beraber şarap içip, karılarından bahsettiler. Her biri kendi karısının çok güzel ve çalışkan olduğunu söyleyip övünüyordu. Bu tartışma büyüyüp, ölümle sonuçlanacak hale geldiği zaman Lucius bir öneride bulundu : “Evime gidelim karım Lucree’nin dünyanın en iyi kadını olduğunu göreceksiniz” dedi.

Kralın oğulları başlarını sallayarak Lucius’un önerisini kabul ettiler, sessizce çadırlarından çıkıp atlarına bindiler. Birkaç saat içinde Roma’ya gittiler. Tarquin oğullarını evlendirmiş ve onlar için büyük güzel evler yaptırmıştı. Pencerelerden evlere bakınca prenseslerin günlerini şarap içip, eğlenerek geçirdiklerini gördüler.

“Bizim karılarımız tek başlarına eğleniyorlar, ancak senin karının tek başına eğlendiğini zannetmiyorum” dedi Sextus.
Lucius’un damarları patlayacak gibiydi. Çok sinirlenmişti. Kılıcı çekip bağırdı “Collatia’ya gelin”. 

Bir saat içinde ,Roma’nın on mil kuzeydoğusundaki eski Sabin şehrine vardılar. Şehir uykudaydı. Sadece Lucius’un evinde ışık vardı. Kralın oğulları ve Lucius atlarından indiler ve eve girdiler. Lucius’un karısı Lucree ile kölelerini gördüler. Herkes örgü örüyordu.

Kapının açıldığını duyan Lucree kafasını kaldırıp bakınca prensleri ve kocasını gördü. Koşarak Lucius’a sarıldı. Sextus bu sahneyi merak ve kıskançlıkla izliyordu. Tartışmayı unutmuşa benziyordu. Güç ve kaprisle Lucius’u yenemeyeceğine inanınca, şeytanca bir plan tasarladı.

Ertesi gece, Sextus herkese acele bir işi olduğunu söyleyip kamptan ayrıldı. Collatio’daki Lucius’un evine gitti. Toynak patırtısını duyan Lucree kapıya koştu. Kocası Lucius’un geldiğini zannetti. Kapıyı açıp Sextus’u görünce hayal kırıklığını gizleyip, nazikçe içeriye davet etti. Sectus’u misafir odasına aldılar. Köle kızlar ona yemek verdi. Ancak uyumadı ve herkes uyuyana kadar bekledi. Daha sonra Lucree’nin yatak odasına girdi.

Sextus Lucius’un evinden ayrıldığı zaman Lucree hizmetçilere kocası ve babasına iletmek için bir not yolladı: “Hemen gelin”.

Lucius Lucree’nin hizmetçisini görünce bir sorun olduğunu anladı. Bir sorun olmazsa karısı hiç kimseyi yollamazdı. Arkadaşı Brutus’a evine dönerken ona eşlik edip edemiyeceğini sordu. Lucius ve Brutus eve geldikleri zaman Lucree ağlayıp sızlıyordu. Simsiyah giyinmişti, Lucius sordu:

“Ne oldu?”

“Kralın oğlu Sextus bana tecavüz etti. Onu öldüreceğine söz ver” dedi.

Lucius ve Brutus çok öfkelendiler, kılıçlarını çekip Sextus’u öldüreceklerine yemin ettiler. Lucree ise duvardan bir bıçağı alıp bağrına soktu ve “Şimdi barışı öldürdüm” dedi.

Lucius ve Brutus bu sahne karşısında donup kaldılar. Kısa bir zaman sonra ilk olarak Brutus kendine geldi. Hemen Lucree’nin bağrındaki bıçağı çekip aldı.

“Roma’nın en iyi kadını olan Lucree’nin asil kanı üzerine yemin ederim ki intikamını alacağım. Artık, Sextus ve kraliyet ailesi bizim düşmanımızdır. Roma bu kraliyet ailesinden kurtulmalıdır” dedi Brutus.

Sonra Brutus Lucree’yi yatağa yatırıp Collatia’daki foruma gitti. Collatia halkının kraliyet ailesine karşı savaşmasını söyledi. Galeyana gelen silahlı kalabalık Roma yolunu tuttu.

Romalılar silahlanmış Collatia halkını görünce korkup evlerine saklandılar. Brutus, bütün Roma halkını tellal ile foruma çağırdı. Sextus’un Lucree’ye tecavüz ettiğini ve kraliyet ailesinin kötülüklerini anlattı.

Roma’da bu olaylar olurken, Tarquin ve ordusu Ardea’yı almıştı. Daha sonra Roma’ya doğru yola çıktılar. Ancak Roma’nın kapıları tutulmuştu. Tek kurtuluşları Roma’dan gitmekti. Tarquin ve ailesi Kaere şehrine gittiler ama öldürüldüler. Lucius ve Brutus Lucree’ye verdikleri sözü tutmuşlardı.

Bu olaydan sonra, Roma her yıl seçilen devlet memurlarının oluşturduğu senato tarafından yönetilmeye başlandı. En yüksek memur olan konsül sadece bir yıllığına seçilirdi. Romalılar bu sisteme Cumhuriyet adını verdiler. İlk konsül olan Brutus’un, Delfi kahinin söyledikleri hakkında düşünceleri doğru çıkmıştı.



Alexander Nemirovsky
"Tarihte ve Mitolojide Rehber" kitabından bir bölüm...



"Lucretia İntihar Ederken" 
Bu öykü birçok yazar, heykeltraş ve ressama esin kaynağı olmuştur. 
Lakin, bu hikaye bir kara propagandadır....




"Geçen yüzyılın başında ekseri bilginler Etrüsklerin M.Ö. 8 inci asırda tarih sahnesine çıktıklarına, kendilerinin o sırada birdenbire yoktan var olduklarına inanıyorlardı. Bu sebeple, İtalya’nın Bologna şehrinin yakınındaki Villanova kasabasında yapılan kazılarda Etrüsklerin medeniyet eserlerine pek benzeyen, fakat M.Ö. 8 inci asırdan daha öncesine ait eşya bulununca bilginler pek şaşırdılar. Bulunan sanat eserlerini meydana getirenlere bir hüviyet ve isim verilememesi yüzünden, kendileri için “Villanovian” adı münasip görüldü. Bir müddet sonra, daha da önceki devire ait eşya meydana çıkınca bunların sahibi “Protovillanovien” oldu. Bu acayip adlı milletler hakkında pek çok yazılar yazıldı, eserler yayınlandı. Bugün artık bilginlerin çoğu Villanovien’lerin de, Protovillanovien’lerin de, Etrüsklerden başkası olmadığı kanaatindedir. Böylece, İtalya’da, Etrüsklerin geçmişi M.Ö. Onuncu ve hattâ Onüçüncü yüzyıla kadar çıkmaktadır.

... Etrüsklerin menşei meselesi bilginler arasında tartışma konusudur (8). Ancak hiç bir bilgin’in inkâr edemeyeceği tarihî bir gerçek varsa, o da M.Ö. 8 inci asrın başında İtalya’da güçlü bir Etrüsk devletinin mevcut olduğudur. Meşhur Romalı tarihçi Titus Livius Etrüsklerin siyasî kudreti hakkında şöyle der: “Etrüsk devletinin kuvveti o kadar büyüktü ki, şan ve şöhreti Alp dağlarından Messina boğazına kadar, kara ve denizleri sarmıştı”. Ünlü Romalı hatip Caton ise: “Bütün İtalya Etrüsklerin egemenliği altında idi” der.

Tabiîdir ki, her iki yazar bu sözleri Etrüsk hâkimiyetinin zirvesinde bulunduğu devir için söylemişlerdir. Bu devirde, yani M.Ö. sekizinci ve yedinci yüzyıllarda (9), Arno ile Tiber nehirleri arasında bulunan Merkezî Etruria’dan başka, Etrüskler İtalya yarımadasının kuzeyindeki Po nehri vadisini de ele geçirmişler, güneyde ise, Yunan kolonilerine komşu olan toprakların çoğunu fethederek, Kapua şehrine kadar uzanmışlardı. Gerçekte Kapua’yı bir serhad şehri, yani Etruria’nın güneydeki kapusu olmak üzere, kendileri kurmuşlardı. Milâddan önceki yedinci ve altıncı yüzyıllar Etrüsklerin deniz gücü bakımından da, en kuvvetli oldukları devirdir. Bu devirde Etrüskler Akdeniz’in Batı kısmına tamamen hâkimdir. Ancak müttefikleri Kartacalılara Sardenya’nın bazı sahillerini işgal etmeğe müsaade etmektedirler. Korsika adası Etrüsk egemenliği altındadır. Etrüsk resmî donanması kadar, Etrüsk korsanları da, Yunanlı denizcileri dehşet içinde yaşatmaktadır. Bu duruma tepki gösteren Yunanlılar (Foçalılar) Etrüskler tarafından M.Ö. 535 de, Aleria’da ağır bir yenilgiye uğratılıyor.

Etrüsklerin siyasetçe kudretli oldukları devirde, Kuzey, Orta ve Güney Etruria’yı teşkil eden bölgelerin esaslı bir merkezî sisteme bağlı oldukları anlaşılıyor. Başlangıçta, her birinin birer kabilenin yaşama alanı olduğu tahmin olunan bu bölgeler, zamanla, Yunanistan’da olduğu gibi, birer site-devlet halini almış ve bunun neticesinde Cerveteri, Vulci, Volsinii gibi gelişmis şehirler meydana gelmiştir... Bazı etrüskologlara göre bu devirde Roma da, Etrüskler tarafından kurulmuş bir Etrüsk şehri idi.

Efsane der ki, Romulus M.Ö. 743 de Roma’yı kurduktan sonra, şehri iskân etmek için ırk ve sınıf ayırımı yapmadan şehre vatandaş kabul edeceği ilân etmiş, fakat Roma vatandaşlığına talip olanları da önce “asylum” (asul) adını verdiği bir sahada karantinaya tabi tutulmuştur. Böylece şehre Etrüsk olmayan bir çok unsurlar dolmuştur. Fakat anlaşıldığına göre Etrüskler, kendilerini kurucu ve soylu sayarak ayrı mahallede oturmuşlardır. Çünkü imparatorluk devrinde bile, Roma’nın göbeğinde "Vicus Tuscus", yani Etrüsk mahallesi diye bir bölge mevcuttu.

Roma’ya gelip yerleşen ve ekserisi bekâr olan yeni vatandaşların aile kurabilmeleri için, Romulus kestirme bir çare düşünerek, en yakın komşu kavim olan Sabinler nezdinde toptan kız kaçırma olayı tertip eder. Bunun üzerine Sabin babalar ve ağabeyiler Romalılara savaş açarlar. Ancak, Romalı kocalarını beğenmiş olan Sabin kızların araya girmesi üzerine savaş durdurulur ve anlaşma yapılır ve hattâ bir nevi siyasî birleşme olur. Roman’nın ilk kralı olan Romulus, genç yasta, bir fırtına esnasında kaybolur. Efsaneye göre göğe yükselip ilâhlaşır. Fakat bir rivayete göre de, İhtiyarlar Meclisi (Senato) üyelerinden bir grup kendisini öldürüp, cesedini yok etmiştir. İnsanın ister istemez aklına gelen şudur ki, olay bir soy mücadelesi neticesidir ve muhtemelen Lâtinlerin intikamı eseridir.

Romalı tarihçilere göre, Romanın Romulus’den sonraki krallarından bazıları Etrüsk, bazıları Lâtin idi. Ancak bunlardan önemli işler başarmıs ve Roma’nın hayatına yenilikler getirmiş olan Lâtin gösterilmesi bilhassa dikkati çekmektedir. Meselâ, Roma’da askerî ve idarî alanda büyük reformlar yapan ve bugün bile bir kısmı ortada duran meşhur Roma surlarını yaptıran Servius Tullius, Romalı tarihçilere dayanılarak, Sabin, yani Lâtin zannedilirdi. Zamanımızda bulunmuş vesikalar kendisinin Etrüsk olduğunu ispat etmiştir. Aynı şekilde, Roma’da Etrüsk dinini yerleştiren ve kökleştiren dindar kral Numa Pompilius’un Etrüsk olmaması düşünülemez. Halbuki o da, Romalı tarihçilerin iddiasına göre, bir Lâtin idi.

Bugün bir çok etrüskologlar Roma’nın kuruluşundan sonraki kralların hepsinin Etrüsk olmuş olduğunu düşünüyor ve Roma’nın krallık devrini Etrüsk devri diye niteliyorlar. Roma’nın krallık devri M.Ö. 509 yılına kadar devam eder ve şöyle nihayet bulur. 

İtalya yarımadasının güneyinde bulunan ve Etrüsklerin siyasî kudretini çekemeyen Yunan siteleri, Etrüsk devletini yıkmak için en iyi çarenin, en güçlü Etrüsk sitesi olan Roma’da karışıklık çıkarmak olacağını düsünürler. Etrüsk olmayan ahalinin gittikçe çoğaldığı bu siteye tüccar kılığında ajanlar göndererek, gerek halk, gerek asilzadeler arasında, Etrüsk kralı ve büyükleri aleyhinde propaganda yapmağa, halkı kıskırtmağa ve isyana teşvik etmeğe başlarlar. Kral ailesi hakkında çeşitli yalan ve iftiralar uydurarak, krala da “Mağrur Tarhan” adı takılarak, bu tabirin halk arasında yayılmasına dikkat ederler. Böylece zemin hazırlandıktan sonra, halkı ayaklandırabilecek vesileyi yaratmak için, kralın yetişkin oğullarından birini kullanmağı münasip görürler. Prense, genç ve güzel bir kadını önce yarı çıplak gösterdikten ve onunla yalnız kalmasını temin ettikten sonra, kadının namusuna tecavüz edildi diye sokak sokak bağırarak, halkı ayaklandırırılar. Kral, hayatını kurtarmak için, ailesiyle birlikte Roma’yı terk eder ve idare Etrüsk olmayanların eline geçer.

Roma tarihçileri bu olayı demokrasi ruhunun istibdada karşı zaferi şeklinde göstermek istemişlerse de, aslında bunun Lâtinlerin Etrüsklere baş kaldırması, yani bir soy tepkisi niteliğinde olmuş olduğunda şüphe yoktur. Ayrıca, Romalı tarihçiler komplo’nun sırf bir millî tepki zannedilebilmesi için, işin içindeki Yunan** parmağını daima gizlemişlerdir. Bu sebeple bugün bunu pek az tarihçi bilir ve zikreder...."


Adile Ayda
Etrüskler Türk Mü İdi?
8- Bu konuda, tarihin babası sayılan Herodot’un, her Etrüskoloji eserinde zikredilmesi âdet olan satırları şunlardır:
“...Manes’in oğlu Atys’in krallığı zamanında Lydia’da çok korkunç bir açlık hüküm sürmüştü… Kral halkı iki gruba ayırmış ve kur’a ile, bir grub kalıp öteki grubun göç etmesini kararlaştırmıştı. Lydia’da kalanlara kendi, göç edenlere de oğlu Tyrrhenos kumanda edecekti. Kur’a çekildikten sonra bir kısım Lydialılar İzmir kıyılarına gittiler ve orada gemiler inşa ederek hayatlarını kazanmak için bir yurt bulmak üzere denize açıldılar. Bir çok ülkeden geçtikten sonra, İtalya’nın kuzeyindeki Umbriya bölgesine geldiler ve buraya yerleştiler…” (Herodot, Perihan Kuturman tercümesi, Hürriyet İstanbul 1973, s. 43).
9- Etrüsk sanatının gelişmesi bakımından, bilhassa altıncı yüzyıl mühimdir.
** 'Yunan' kelimesi o dönemde kullanılmıyordu, 'Ellen/Hellen' olmalı... 'Manes' adı Kırgız Manas ile aynı iken 'Atys-Atyad' kelimesinde de Ata kelimesi mevcuttur. Ayrıca, Etrüskler, savaşçı, iyi birer binici ve usta birer 'Demirci Millet' olarak tanınırdı. -SB



Villanovan Kültürü Etrüsklere aittir.

"Tarquin" is Turkish of etymology... a title, today a male name; "Tarkan"
SB.