30 Ekim 2014 Perşembe

TARIM MUMYALARI ve DOĞU TÜRKİSTAN



Tarım Havzasından yapılan kazılarda çıkarılan mumyalar hemen her platformda tartışmasız bir gerçekmiş gibi Hint-Avrupalı olarak sunulmaktadır. Peki bu doğru bir analiz midir?





DOĞU TÜRKİSTAN VE İLK SÂKİNLERİ
The Eastern Turkistan and Its First Habitants


The first inhabitants of Eastern Turkistan are always accepted as Indo-Germens, Tokharians, Chinese, Indians and everybody else in the foreigner history literature. According to this concept Turks came to this area very lately and they were invaders. Current article aims to show that Turks lived in the territory of Eastern Turkestan or Hsi-yü (statement in Chinese sources) since ancient times.



Türk tarihi alanında yapılan nesriyatta umûmî kanâat Türkistan ve bilhassa Doğu Türkistan sahasının ilk ahalisinin Türkler olmadığı ve Türklerin esasen Gök-Türkler devrinden sonra, yani VI. ve bilhassa VII.-VIII. yüzyıldan sonra bölgeye isgalci olarak geldikleri yönündedir.

Bu kanâat sâhipleri Türklerin ana yurdunun bugünkü Moğolistan’ın içleri olduğunu, bugünkü Türkistan sahasına çok geç devirlerde intikal ettiklerini ve hatta bölgenin ancak İslâmiyet’in yayılmasından sonra X-XI. yüzyıllarda Türklesmeye basladığını öne sürmektedirler.

Bu kanâat bir teoriden öteye gitmemektedir ve birçok cihetten ilmî mesnetten mahrûmdur. Bu düsüncenin esasına göre Doğu Türkistan İndo-Germen, Çinli, Hintli, Soglu, Tibetli, Tohar gibi milletlere yurtluk etmis ve Türkler ancak çok geç devirlerde gelen isgalcilerdir.

Bugün Çin isgali altında bulunan bölgenin çok eski devirlerden beri Çin veya su anda kaybolmus bir halkın yurdu olduğu fikri Çinliler tarafından bilhassa islenmektedir. Ayrıca Farslar da bugünkü Türkistan sahasının büyük bölümünü yurt tuttuklarını öne sürmüslerdir.

Firdevsi’nin Sehnâme’sinde İran-Turan mücadelesiyle ilgili anlatılanların tamamen hayal olduğu ve İranlıların kendileri için Hint-Avrupa mitolojisinden birçok sey icat ettikleri ilmî arastırmalar neticesinde tespit edilmistir.

Aynı sey Batılıların ve Rusların bölgede sömürgeci faaliyetlere girdikleri zamanlarda da yapılmıs ve bölge Türklerden baska herkesin yurdu olarak tasavvur edilmistir. Bu yaklasımların asıl maksadının bölgedeki siyasî emelleri mesrulastırmak olduğu anlasılmaktadır.

Bu teorileri destekleyecek elle tutulur hiçbir kaynak yokken bölgenin ilk sâkinlerinin Türkler olduğunu gösteren çok sayıda kaynak mevcut iken; anlasılmaz, karmasık ve içinden çıkılmaz bazı arkeolojik ve lengüistik çalısmalarla gerçekler saptırılmaya çalısılmaktadır.

Ana kaynaklara dayanarak erken Doğu Türkistan sahasını ilgilendiren çalısmalar yapan J. Deguignes, N. Ya. Biçurin (Iakinf), H. Yule, A. Wylie, J. Marquart, F. Hirt, A. Stein, E. Chavannes, J. J. M. De Groot, H. Lüders, Ts’eng Wen-wo, K. Shiratori, W. M. McGovern, W. Eberhard, A. N. Bernstam, M. Özerdim, L. S. Vasiley, Matsuda Hsiao, A. v. Gabain, W.Samolin, B. Ögel, Yü Ying-shih, B. Watson, E. G. Pulleyblank, H. W. Bailey, A. Onat, A. F.P. Hulsewé-M. A. N. Loewe, Su Bei-hai, Lin Mei-cun, B. A. Litvinskii, L. A. Borovkova, Yu Taishan gibi arastırıcılar birçok meseleyi aydınlığa kavusturmuslardır. Ancak Doğu Türkistan ve eski Türklük arasındaki bağ yeterince kurulamamıstır.

Makalemizde bazı yazılı kaynaklara dayanarak Doğu Türkistan’ın ilk sâkinlerinin kim olduğu tespit edilmeye çalısılacaktır. Bize göre Doğu Türkistan, Türklerin ana yurtlarından biri olarak kabûl edilebilir. Bölge Hunlardan baslamak üzere Türklerin hayat sahası hâline gelmistir. Bilhassa Çin kaynakları bu hususu teyit etmektedir. 

Makalemiz mukayeseli bir metotla bu fikri destekleyecek tahlillerle bölgedeki ilk sâkinlerin Türkler olduğunu, en eski Çin kaynaklarında esasen Doğu Türkistan’a atfedilen Hsi-yü (“Batı Toprakları”) tâbirinin ilk geçtiği yerleri inceleyerek Hunlardan ödünç alınmıs olabileceğini, Doğu Türkistan’ın asıl sâkinleri olarak kabûl edilen bazı milletlerin bölge ile hiçbir alâkalarının olmadığını veya bazılarının bölgeye çok sonraları geldiklerini ortaya koymak maksadı tasımaktadır. Bu hususta literatürdeki çesitli görüsleri bir araya getirmeye ve nihayetinde kendi görüsümüzü ortaya koymaya çalısacağız. Öncelikle sahadaki arkeoloji ve coğrafya çalısmalarına ana hatlarıyla göz atmak faydalı olacaktır.

Doğu Türkistan’daki Arkeoloji ve Coğrafya Çalısmaları

XIX. yüzyılın sonlarında artık Türkistan seyahatlerini tamamlamıs olan Avrupalı coğrafyacı ve seyyahların naklettiği rivayet ve hikâyelere göre Doğu Türkistan sahasında Mısır’dakiler kadar eski olan medeniyetlere ait harabeler mevcuttu. Bunun üzerine Doğu Türkistan topraklarında bir dizi saha taraması ve arkeolojik kazılar baslatılmıs ve birçok Fransız, Alman, Rus, Japon, İsveçli, Finli, ABD’li, İtalyan ve İngiliz arastırmacı Doğu Türkistan’daki kalıntılar üzerinde çalısmaya baslamıslardır. 1920’lerde bölge Çin ve Rusya arasında mücadele sahası olmus ve Çinliler buraya yabancıların girisine müsaade etmemislerdi. 

İkinci Dünya Savasından sonra ise kısa bir süreliğine Ruslar bölgede rahat hareket edebilmislerse de Çin’in iç savasını sonlandırması ve Doğu Türkistan’ı kesin isgalinin ardından bölge arastırmacılara tekrar kapatılmıstır. Sadece 1957 yılında Çek arastırmacı Pavel Poucha bölgeye girebilmis ve çalısmalarını 1962’de yayınlamıstır. Bu sahada Çinliler ancak 1950’lerden sonra arkeolojik çalısmalara baslamıslardır. En son Victor H Mair tarafından Tarım Havzasında çıkarılan ve M. Ö. 1800’lerden miladî 200’lere kadar tarihlenen mumyalar üzerine güzel bir kitap yayınlanmıstır. Tüm bunlara rağmen Doğu Türkistan’da sistemli bir arkeolojik çalısma yapılamamıs, tetkiklerde yetersiz kalınmıstır.

Yapılan saha çalısmalarının bölgeyi isgal eden veya isgal emeli besleyen emperyalist milletler tarafından yürütülmüs olması arastırmaların tarafsızlığını ve güvenilirliğini oldukça azaltmaktadır. Üstelik Doğu Türkistan sahasında Batılılar tarafından yapılan arkeoloji ve coğrafya çalısmalarının ideoloji merkezli olduğu ve bölgeyi Türklerden baska farklı kavimlere, topluluklara atfetme çabası tasıdığı görülmektedir. Öyle ki Batılılar kesfedilen arkeolojik malzemeyi tamamen taraflı yorumlamıs ve hatta sahtekârlıklara girismislerdir. Bugünlerde Tarım Havzasında yapılan kazılarda çıkarılan mumyalar hemen her platformda tartısmasız bir gerçekmis gibi Hint-Avrupalı olarak sunulmaktadır.



***(Zeki Velidi Togan, “Türk Sanat Tarihi Arastırmalarının Temel Meseleleri”, (Türk Kültürü El Kitabı, C. II/1a, Ed. Z. Velidi Togan-H. İnalcık-E. Esin, İstanbul 1972, s. 1) adlı makalesinde Doğu Türkistan’da yürütülen arkeoloji çalısmaları için su genel tespiti yapmıstır: “Doğu Türkistan’da sanat eserlerinin en çok meydana çıkarıldığı Kuça, Kızıl sahası dahi bir Doğu İranlı kavim olan Toharların kültür merkezi sayılıyordu. Buralarda kazılar yapan Alman Grünwedel ve Le Coq, VIII. yüzyıldan evvel hiçbir Türk sanat eseri bulamıyorlardı. Hatta Aryani kültür ve sanatını genisletme yolunda heyecana kapılarak Grünwedel tamamıyla uydurma harita yapmıs ve Koço’da Tohar Devleti’nin elçiliği bulunduğunu söyleyerek sahte bir haritada bu elçiliğin yerini tespit etmistir. Le Coq ise bugün Müslüman Türk ahalisi bir milyon sayıldığı Doğu Türkistan’da Koço merkez olmak üzere, Türklerden evvel Aryanî ırkına mensup on milyonluk bir nüfusun yasadığını, bütün kazıların mahsulünün onların olduğunu iddia etmistir. Hâlbuki Le Coq’un on milyonlara ait sözlerinin bos bir iddia olduğu açıktır”.

Meselâ buradan çıkarılan bazı mumyalar Amerika Birlesik Devletleri’nde “Avrupa tipli mumyaların sergisi” olarak lanse edilmistir. Betty Klinck, “European-looking mummies found in China, shown in California”, USA TODAY 19.03.2010.)***



Bölgede son otuz yılda yapılan arkeolojik kazılar neticesinde birçok rapor nesredilmistir. Bu kazıları yürüten esasen Çinlilerdir ve Çin Komünist Partisi emri altında çalısmaktadırlar.

Dolayısıyla raporlardan Doğu Türkistan ve Türklük için müspet neticeler beklemek beyhudedir. Ancak tarafsız yorumlara girisenler de vardır. Doğu Türkistan’daki çalısmaları değerlendiren P. İ. Sulga su neticelere varmıstır.

1- Tanrı Dağlarında çıkarılan VIII-III. yüzyıllara âit envanter kompleksleri (seramikler dısında) Sayan-Altay ve Kazakistan’da çıkarılanlara çok yakındır. Pazırık kurganlarından ve Cungarya’dan çıkarılanlarla yüksek düzeyde benzerlik vardır.

2- Bölgede Çin’in kuzeyi (Çinli değil- K.Y.) ve Kansu’dan gelen kültür tesirleri ancak M.Ö. IV-III. yüzyıllardan itibaren görülmektedir.

3- M.Ö. III. yüzyılda doğudan batıya doğru göze çarpan herhangi bir göç olmamıstır.

4- İpek Yolu sekillenene kadar Tanrı Dağları civarı izole bir hâldeydi ve buradaki ölü gömme âdetleri ve seramikler kendine has bir gelisme göstermistir.


Son yıllarda yapılan kazı çalısmalarının tarafsız bir yorumu Doğu Türkistan sahasının bugünkü Kazakistan ve Sayan-Altay sahası ile aynı kültür dairesi içerinde bulunduğunu göstermektedir.

Simdi Doğu Türkistan adı için kullanılan tarihî tâbirleri inceleyelim.


Doğu Türkistan İçin Kullanılan Tâbirler

Bugünkü Doğu Türkistan coğrafyası Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde yer almakta ve Çin idârî yapısı içinde “Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi” olarak adlandırılmaktadır.

Yazılı kaynaklardaki Türkistan kelimesi ilk kez Turkastanak seklinde eski Yunanlıların İskitya kelimesine karsılık olarak VIII. yüzyılda yasamıs olan Ermeni tarihçisi Musa Horenki (Moses Xorenac’i) tarafından kullanılmıs ve batıda İdil, doğuda İmaos yani Tanrı Dağlarının doğu tarafları, güneyde Maverâünnehir mukabili olan Sogd ile Arik yani Horasan arasındaki topraklara atfedilmistir. 

Daha evvel VI. yüzyılda Yunan kaynaklarında, Orta Asya için Türk adına bitisen Yunanca –hia- ekiyle “Turkhia” denilmisti. Avesta’da da Turan ve Türkistan kelimesi geçmekte ve Tanrı Dağlarının doğusundan İdil Irmağı, Seyhun ve Ceyhun, Horasan arasında kalan topraklar kastedilmektedir.

Çarlık Rusya’sı 1716 yılından itibaren Batı Türkistan’da malum istila siyaseti izlemeye baslamıs; Çin ise 1755-1765 yılları arasında Doğu Türkistan’ı isgal etmis ve buraya 18 Kasım 1884’de Xin-jiang (Hsin-chiang) adını vermistir. Batılılar da bu adı kullanmıslar ancak bazen de Doğu Türkistan demislerdir. 

Asağıda açıklayacağımız gibi Çinliler tarihte Doğu Türkistan’a “Doğu Türkistan veya Batı ülkeleri” anlamına gelen Hsi-yü diyorlardı. İngiliz tarihçiler XIX. yüzyılın baslarına kadar Batı Türkistan için Büyük Buhâra, Doğu Türkistan için Küçük Buhâra adını kullanıyorlardı. Fakat XIX. yüzyıldan sonra Batı Türkistan’ı Türkistan adıyla anmaya baslamıslardır. Batı Avrupa ve Rus tarihçileri ise Batı Türkistan tâbirini pek kullanmamıslardır. Rus edebiyatında Doğu Türkistan terimine XIX. yüzyıldan itibaren rastlanmaktadır. Ancak bu daha çok tarih, coğrafya ve etnografya terimi olarak kalmıstır.

Ruslar isgal ettikleri Türkistan topraklarındaki vilayetlerini Türkistan Genel Valiliği adlı idarî bir birim altında resmen 11 Temmuz 1867’den itibaren toplamıslardır. Doğu Türkistanlı aydınlar ise XX. yüzyılın baslarında Batı Türkistan’daki bu gelismeler doğrultusunda Doğu Türkistan terimini kullanmaya baslamıslardır. Sovyetler Birliği ise emperyalist maksatlarla Batı Türkistan tâbirini kullanmadığı hâlde Doğu Türkistan terimini kullanmıs ve buna karsılık Batı Türkistan yerine Orta Asya demistir. İkinci Dünya Savasından sonra Batı Avrupa ve Amerika Birlesik Devletleri’nde Türkistan terimi yerine “Orta Asya veya Merkezî Asya” (Central Asia; Средняя Азия) terimleri kullanılmaya baslanmıs buna karsılık Çin’e yönelen siyasî maksatlarla Doğu Türkistan tâbiri söylenmeye devam edilmistir. Bunun yanında coğrafî ve iktisadî gerekçelerle kullanıldığı anlasılan İç Asya (Inner Asia) terimi çok özel bir terimdir ve Doğu Türkistan’ı ifade etmemektedir.

Doğu Türkistan tarih boyunca türlü güçlerin hâkimiyet mücadelesine konu olmus ve bu yüzden çesitli milletler Doğu Türkistan’ın asıl ahalisi ve sonra gelenler isgalci gibi gösterilmeye çalısılmıstır.


Çin Kaynaklarında Doğu Türkistan (“Hsi-yü”) Tâbiri

Çinlilerin Doğu Türkistan için kullandıkları 西 域 Hsi-yü yani “Batı Toprakları” adını
Han Sülalesi devrinde (M.Ö. 206-M.S. 220) daha çok Tanrı Dağlarının güneyinden kıvrılan yol üzerindeki Yü-men yani “Yesim tası kapısı”nın batısındaki topraklar için kullandığı görülmektedir.

Esas itibarı ile Doğu Türkistan toprakları söz konusu olsa da yeri geldiğinde daha güneydeki ve batıdaki topraklar ile devletler ve halklar da kastedilmistir. Bu surette Çin kaynaklarının “Doğu Türkistan” hakkında bilgi verirken aslında İpek Yolu üzerindeki yerleri belirttikleri anlasılmaktadır.

Çinliler eskiden bu toprakları hiç görmemislerdi ve buraların Hunların atalarına ait olduğunu düsünüyorlardı. Çinlilerin ilk defa olmak üzere batılarındaki toprakları tanımasını sağlayan ve önceleri elçi, seyyah, casus ve daha sonraları general olan Chang Ch’ien’in (ölümü M.Ö. 114) gezip dolastığı topraklar için yazdığı seyahatnamesi Shih Chi (yazım tarihi M.Ö. 109-91)’nin 123. bölümünde yer almaktadır; ancak bu raporun hiçbir yerinde Hsi-yü yani “Batı Toprakları” ifadesi geçmemektedir. 

Öte yandan Shih Chi’nin yazarı Szu-ma Ch’ien bu adı sadece üç yerde zikretmektedir: Bölüm 60, s. 2109, satır 4’de, Hsi-yü etnik bir tâbir gibi görünmektedir; “西 月 氏 匈 奴 西 域 舉 國 奉 師”. Huo Chü-ping’in (M.Ö. 140- 117) biyografisinde Hsi-yü, Yüeh-chih ve Hsiung-nu (Hun)’lar ile yan yana etnik bir tasnife tâbi tutulmaktadır. Hsi-yü’nün Shih Chi’de görüldüğü bir diğer yer Bölüm 111, s. 2933, satır 8’dir. Burada gene Huo Chü-ping’in Hunların Batı Beyi Hun-hsieh’e yaptığı seferden bahsetmektedir:

“…去 病 率 師 攻 匈 奴 西 域 王 渾 邪”. Burada Hsi-yü tâbiri ile Hun devlet düzeninde bugünkü Doğu Türkistan topraklarını idâre eden bir bey bulunduğu ve bu toprakların Hun idârî sistemine dâhil olduğu görülmektedir. Szu-ma-ch’ien’in buradaki Hsi-yü kaydını Hun devlet sistemindeki bir tâbirden ödünç aldığı anlasılmaktadır. Hsi-yü tâbirinin Shih Chi’de görüldüğü son yer Bölüm 117, s. 3044, satır 5’tir: “康 居 西 域 重 譯 請 朝…”.

Buna göre Hsi-yü, K’ang-chü (Sogdiana) ile beraber coğrafi-etnik bir ad olarak veya bir devlet adı gibi kullanılmıstır.

Dolayısıyla Çinlilerin “Hsi-yü” yani “Batı Toprakları” tâbirini Hsiung-nu’lardan (Hun) ödünç aldıkları ve bu yönüyle “Batı Toprakları” tanımlamasının Hsiung-nu (Hun) idarî taksimatına has bir kavram olduğu anlasılmaktadır. 

O hâlde Doğu Türkistan toprakları Çinliler için çok “yeni” topraklardı ve esasında “Hunlara âit” idi.



Doğu Türkistan Sahasının İlk Sâkinleri Sayılan Milletler

1- İndo-Cermenler

Milattan önceki devirlerde İndo-Cermen halklarının bütün Orta Asya’ya yayılmıs olduğu ve milattan sonra I. yüzyıldan itibaren güney batıya doğru kaymaya basladıkları iddia edilmektedir. Oldukça tartısmalı olan ve fantastik bir biçimde epey eski devirlere atfedilen bir Aryan istilasından bahsedilmekte ve bu tezden hareketle İndo-Germen nüfusun bugünkü Doğu Türkistan coğrafyasında da yurt tutmus olduğu ileri sürülmektedir.

Hatta Yüeh-chih, Wu-sun, Saka, Kırgız gibi halkların Türk değil, esasında İndo-Germen olduğu tezinden hareketle Doğu Türkistan’ın ilk sâkinlerinin İndo-Germenler olduğu neticesine varılmaktadır. Hatta Türkistan sahasının ilk halklarından biri olarak Yunan Baktriyalılar zikredilmekte ve Sakalar dahi isgalciler olarak nitelendirilmektedir. İndo-Germen teoriler bilinen siyasî ve ideolojik mahiyetleri sebebiyle daha çok ilmî açıklamalara ihtiyaç duymaktadır. Bu sebeple İndo-Germenlerin Doğu Türkistan sahasına gelmis oldukları hususuna dahi tereddütle yaklasmak gerekmektedir.


2- Hintliler

Hintli tüccarların miladî I. yüzyıldan beri bugünkü Doğu Türkistan sahasında ticaret ile istigal ettikleri ve Tarım Havzasının güney ve batısında ticaret kolonileri kurdukları bilinmektedir.

Bunun dısında Budist misyonerler Hindistan’dan kuzeye gitmis, orada Budizm’i yaymıs, Kuça ve Hoten birer Budizm merkezi hâline gelmistir. Aynı zamanda bu misyonerler Gandara stili Buda heykelleri, Kuzey ve Orta Hindistan’dan kayın ağacı kabuklarına ve palmiye yapraklarına yazılmıs yazılar da getirmislerdir. Hintli rahipler Sanskritçe dinî eserler yazmıslar ve bu dili Orta Asya’da öğretmislerdir. Doğu Türkistan’da bıraktıkları yazılı bakiyeler klasik Sanskritçe değil “hybride” denen halk diline yakın bir dildeydi. Fakat Hintlilerin Doğu Türkistan sahasına yerlestiklerine veya siyasî bir bünye olusturduklarına dâir herhangi bir delil yoktur.

Doğu Türkistanlı tarihçi Turgun Almas’ın dediği gibi Budizm milâttan önce ve sonraki dönemlerde Hindistan’dan Tarım Havzasındaki Hoten, Kasgar, Kuça, Karasar ve Turfan’a yayılmıstı. O sıralar Budizm’e ait kitaplar Türkçe’ye veya Doğu Türkistan’da konusulan diğer dillere çevrilmediği için bölge halkı Sanskritçe ve Hintçe yazılmıs kitapları okumus ve bu dillerde ibadet etmislerdi. Bundan dolayı ele geçen yazılı belgelerin Sanskritçe veya Hintçe olması bölge halkının Sanskritçe veya Hintçe konustuğuna dalalet olamaz. 

Dolayısıyla Hintliler eski Doğu Türkistan’da ancak din kitapları vesilesiyle edebî bakımdan varlık göstermislerdir. Bölgenin etnik yapılanmasına tesir ettikleri söylenemez.


3- Sogdlar

VII. ve VIII. yüzyılda ticarî faaliyetlerini yaygınlastırmalarına rağmen tüccarlıklarıyla ün yapan ve İran dilli bir kavim olarak bilinen ve esas sahaları Maveraünnehr olan Sogdlar Doğu Türkistan’da hiçbir zaman kendilerine âit bir devlet kurmamıslardır. Güçlü kavimler arasında Doğu Türkistan’da varlıklarını sürdürmüs olmaları pek mümkün görünmemektedir.

Tanrı Dağlarının güneyinden kıvrılan yol boyunca elde edilen yazılı bakiyeler onların sehirlerde küçüklü büyüklü topluluklar halinde yasadıklarını göstermektedir. Çin kaynaklarındaki bilgilerden Ch’ang-an’da zaman zaman kalabalık bir kütle halinde bulundukları anlasılmaktadır. Nitekim Tarım Havzasının batısında ve Batı Türkistan’da bazı Sogdça belgeler bulunmustur. Bunların varlıklarını sürdürememelerinin ticarete pek düskün olmalarından kaynaklandığı görülmektedir. Sogdların milâdî devirlerden biraz önce Hoten civarında ticaret kolonileri kurdukları bilinmektedir.

Ancak Gök-Türkler devrinde Doğu Türkistan’daki ticarî faaliyetlerinde altın devirlerini yasamıs olan Sogdlar çok geç bir tarihte bölgeye gelmislerdir ve dolayısıyla ilk sâkinlerden biri olarak sayılmaları mümkün değildir.


4- Toharlar

İlim âlemindeki bazı görüslere göre Grek kaynaklarındaki Toharlar Çin kaynaklarındaki Yüeh-chih’lerdir. Eğer böyle ise bunlar Doğu Türkistan’ın asıl sâkinleridirler ve Hunların M.Ö. III. yüzyılda bölgede idâreyi ele almalarına kadar Tarım Havzası boyunca yayılmıslardır. Ancak bu Yüeh-chih=Tohar tezi çok tartısmalıdır ve birçok âlim tarafından kabûl edilmemektedir.

Ptolemaeus (M.S. 90-157) “ταχοροι” ile Seyhun Havzasının kuzeyini, “τόχαροι” ile Baktriya’yı kastediyordu. Tibet kaynakları ise VI-VIII. yüzyılda Besbalık, Qoço ve Karasar için “Twyry” adı kaydetmektedir ki, bu Tohar adıyla ilgili görünse de Henning tarafından doğrudan Besbalık, Qoço ve Karasar ahalisine verilen umûmî bir adla alâkalı gibi görülmektedir.

Ayrıca Ta-hsia=Tohar özdeslestirmesi yapanlar çıksa da Ta-hsia’nın bir kavim değil coğrafya adı olduğu bilinmektedir.

Annemarie von Gabain, Pamir yaylasının güney batısındaki bir bölgenin her zaman için Toharistan olarak adlandırıldığı görüsündedir. Tohar diline ait yazmalar sadece Tanrı Dağlarında bulunmustur. Yüeh-chih’leri Toharlarla eslestiren bazı görüsler olsa da bu görüsler ispata muhtaçtır ve Hint-Avrupa dil teorisi etkisindedir. Turfan’da bulunan dinî metinler Toharcanın (A) lehçesi, Kuça’dan Turfan’a kadar olan yerde bulunan dünyevî metinler ise Toharca (B) lehçesi olarak tasnif edilmistir. Toharca (B) lehçesinin Turfan’da yoğunlastığı söylenmistir. 

Toharlar Budist idiler ve bu münasebetle dillerine ait metinlerin tamamına yakını dinî mahiyettedir. Kuça da Toharlar için çok mühim bir Budizm merkeziydi. Eski Türkçe dini metinlerde geçen Budist terim ve deyimler Sanskritçeden Toharca aracılığıyla geçmistir. Toharca (A) lehçesi Budist Türkler tarafından kutsal sayılmıs ve ibadet dili olarak kullanılmıstır. Bunun yanında Toharlar arasında Maniheizm de yayılmıstı. Toharların geliskin bir kültüre sahip oldukları görülmektedir. 

Öte yandan Toharca (B) lehçesi konusanlar ancak Gök-Türkler devrinde Kuça’da yasamaktaydılar. E. Waldschmidt, plastik fresk ve resimlerin stil analizlerine göre Doğu Türkistan’da ancak miladî 600-800 yıllarında dinî cihetten Tohar kültürünün etkili olduğunu belirtmektedir. Toharca en eski metinlerin M.S. V. yüzyıla âit olduğu bilinmektedir.

Öte yandan Çinliler Tohar yer veya kavim adını çok sonraları, Tabgaçlar devrinde (M.S. IV. yüzyıl) tanımıslardır. Tohar = Yüeh-chih özdeslestirmesi bugün hâlâ dillendirilmektedir ve bu eslestirme doğrulanırsa Doğu Türkistan’ın en eski sâkinleri Toharlar olacaktır. Bize göre bu görüs uzak bir ihtimaldir.


5- Çinliler

Bugünkü Marksist-Maocu resmî Çin ideolojisine göre Doğu Türkistan’ın en eski sâkinleri sunlardır: 

i) Batılı ırklar: Hint-Avrupalılar 
ii) Doğulu ırklar: Moğol ırkı, Doğulu ve Batılı ırkların karısımı bir ırk ve Çin ırkı. 

Bu görüse göre Türk, sadece 552-744 yılları arasında hüküm süren bir kabileler birliğinin adıydı ve Doğu Türkistan’ın Türklük ile bir alâkası yoktu. Çinliler Önceki Han devrinde (M.Ö. 206-M.S. 25) ilk defa Doğu Türkistan topraklarıyla tanısmıs ve Sonraki Han devrinde (M.S. 25-220) özellikle 73-108 yılları arası tüm güçleriyle Doğu Türkistan coğrafyasını hâkimiyetleri altına almaya çalısmıslardır. T’ang devrinde (618-907) ise Doğu Türkistan’da epey güçlenmislerdir. Bu münasebetle bölgeye yerlesen Çinliler olmustur. Turfan’da çok miktarda Çin parası ve yazması bulunmustur. Bu metinlerin tamamına yakını Budizm ile ilgilidir; bunun yanında Konfüçyüs, Maniheist ve diğer inanıslara ait Çince metinler de mevcuttur.

Görüldüğü gibi Çinliler Doğu Türkistan’a ancak isgalci sıfatıyla nüfûz etmeye çalısmıslardır. Muasır tarih yazımlarında ise Doğu Türkistan’ı Çinlilerin kadim toprağı olarak göstermek için hemen her dilde türlü nesriyata girismislerdir. 

Çinliler bu tür propaganda kitaplarıyla çesitli tarihî belgeleri çarpıtarak neticeye varmaya çalısmaktadırlar. Meselâ Divanü Lûgat-it-Türk’de geçen “Tawgaç” maddesini misal göstererek Doğu Türkistan’ın Türkler tarafından dahi Çin toprağı olarak görüldüğünü öne sürmüslerdir. 

Kâsgarlı Mahmud söyle demektedir: “Tawgaç: “Maçin’in adıdır. Burası Çin’den dört ay uzaktadır. Çin aslında üç bölüktür: Birincisi “Yukarı Çin’dir ki doğudadır; buna Tawgaç derler. İkincisi “Orta Çin”dir; burası “Xıtay” adını alır. Üçüncüsü “Asağı Çin”dir, “Barxan” adı verilir; bu, Kasgardadır. Lâkin, simdi “Maçin”, “Tawgaç” diye tanınmıstır. “Xıtay” ülkesine de “Çin” denilmistir”. 

Hâlbuki “Çin” ve “Maçin” adları çesitli devirlerde farklı bölgelere atfedilmistir. Kaldı ki “Çin” adı esasında Türklerin yasadıkları Kan-su eyaletindeki Göksu bölgesi için kullanılmıs ve Türklerin en eski devirlerde kurdukları devlete “Çin” adı verilmistir. Çinliler ise “Çin” adını kabul etmemisler ve Türklerden ayrılmak için kendilerine “Han” adı vermislerdir ki bugün de aynı durum söz konusudur. 

Çinliler hiçbir zaman kendilerine Çinli ve ülkelerine Çin adı vermemislerdir. M.Ö. 221 yılında tüm Çin topraklarını tek bir çatı altında toplayan Ch’in Hanedanı’nın esasen Türk olduğu bilinen bir vakadır. Dolayısıyla Kâsgarlı Mahmut’un bahsettiği “Çin” ile Çinlilerin hiçbir alâkası yoktur.

Çinlilerin en eski coğrafya kitaplarından biri olan Shan Hai Ching (yazılısı M.Ö. III-II. yüzyıl)’de Kun-lun, Ch’i-lien gibi dağları ifade ettiği söylenen imlerin geçmesinden hareketle bugünkü Doğu Türkistan coğrafyasının Çin ile beraber düsünüldüğünü öne sürmektedirler. Bu iddiaların elle tutulur hiçbir tarafı yoktur.

Meselâ Türkçe olarak bkz. Tian Wei-jiang ve Cao Yi-qun, Xinjiang Tarihi, Beijing 2003, s. 5: “Xinjiang (yani Doğu Türkistan), eskiden beri Çin’in birçok milliyetlerden kurulu büyük ailesinin önemli bir parçasıdır. Uzun geçmise sahip tarihi ve parlak kültürü de Çin uygarlığının ayrılmaz bir bölümünü olusturmaktadır”. Çin hükümetinin çesitli dillerde ve bu arada Türkçe olarak da nesrettiği bir baska kitapta Doğu Türkistan toprakları Çin milletinin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmekredir.

1221 yılında Chin İmparatoru tarafından Cengiz Han’a gönderilen elçi Wu-ku-sun, Yü-men geçidinden (bu geçit tabiî Çin sınırı sayılır ve bundan sonra Doğu Türkistan toprakları baslar) sonra batıya doğru seyahatinde yüzden fazla sehir gördüğünü ve bu sehirlerden hiçbirinin Çince ad tasımadığını kaydetmistir.

Çinlilerin edebiyat, yazı, ticaret ve kültür cihetlerinden Doğu Türkistan üzerinde tesirleri olduğu bir gerçektir ancak Doğu Türkistan’ın ilk sâkinleri olarak sayılmaları mümkün değildir.


7- Tibetliler

III. ve IV. yüzyılda Doğu Türkistan sahasında kısmî faaliyetlere girisen Tibetli Ti ve
Ch’iang kavimleri bir yana Tibetliler ancak VII. yüzyıldan IX. yüzyıla kadar Doğu Türkistan’da önemli bir rol oynamıslardır. 783’de imzalanan Çin-Tibet anlasması Tibetlilere Doğu Türkistan’da haklar vermistir. Turfan’da ortaya çıkarılan Tibetçe Budist el yazmaları ve Tun-huang’daki bazı resmi belgeler XI-XII. yüzyıllara aittir. Miran kalesinin güney yolu üzerinde de çok sayıda yazma bulunmustur.

Böylece Tibetlilerin din ve kültür bakımından Doğu Türkistan’a bazı tesirler yaptıkları ancak VIII. yüzyıl gibi çok geç devirlerde isgalci olarak bölgeye geldikleri anlasılmaktadır. Dolayısıyla Tibetliler bölgenin ilk sâkinlerden biri olarak değerlendirilemez.


8- Moğollar

Moğollar ilk olarak XII. yüzyılın sonlarında Cengiz Han tarafından tek vücut edilip güçlenmisler ve bu sayede sonrasında Doğu Türkistan sahasına inebilmislerdir. Moğol boylarının bu sahada daha evvel etkin bir rol oynadıklarını söylemek zordur. Turfan’da yapılan kazılarda bulunmus olan mektuplar ve Moğolca Budist blok basma yazıları XIII. yüzyıla aittir. Devlet olma becerisini Türklerden çok sonra edinen Moğolların Doğu Türkistan sahasında eski devirlerde bir varlık gösterememis oldukları bir gerçektir.


9. Türkler

Türkistan’da yapılan kesiflerden önce Türk kavimleri ve Doğu Türkistan hakkındaki bilgilerimiz azdı. Elde var olan tek sey Selçuklulara ve Osmanlılara ait metinler ile Çağatay lehçesinde yazılmıs ve esas itibarı ile dinî ve edebî eserlerdi. Bunun yanında Doğu Avrupa, Batı Asya ve Sibirya’daki çok sayıda muasır Türk lehçeleri hakkında bazı malûmatlar da vardı. 19. yüzyıl sonunda Thomsen’in, simdiki Moğolistan topraklarında bulunan Orhun Kitabeleri’ni çözümlemesi durumu biraz değistirmeye baslamıstır. Akabinde Almanların Turfan kesifleri ile eski Türkçe el yazmaları ve blok basma yazılar ortaya çıkarılmıstır. Bunun yanında bulunan resimler, arkeolojik malzemeler bu sahadaki eski Türk varlığı hakkında bilgi edinmemizi sağlamıstır. Ayrıca Sinoloji alanında yapılan çalısmalar da bu varlığın epey gerilere gittiğini göstermistir.

Türklerin mense efsanelerinden biri Doğu Türkistan’da geçmektedir. Buna göre komsu ülke tarafından mağlup edilen ve soyları tamamen katledilen Türklerden sadece on yasındaki bir çocuk sağ kalmıstı. Galipler onu öldürmeye kıyamadılar ve onun ayaklarını kesip bataklığa yani Etsin Göl’e bıraktılar. Çocuk burada bir disi kurt tarafından beslenip büyütüldü. Çocuk büyüyünce kurt ile birlesti ve kurt gebe kaldı. Komsu ülke çocuğun yasadığını öğrenince oraya adamlarını gönderdi. Adamlar gelince çocuk ve kurt Turfan dolaylarına kaçtılar ve orada bir mağaraya sığındılar. Mağarada on çocukları oldu ve bunlar dısarıdan kızlarla evlendi. Böylece Türkler yeryüzüne yayıldılar.

Türklerin türeyis efsaneleri de göz önünde bulundurulunca Türklerin anavatanı tartısmalarında simdiki Moğolistan toprakları ve Altay tezi epey taraftar kaybetmis ve Batı Türkistan, Tanrı Dağları, Doğu Türkistan ve Aral bölgeleri tezi de dillendirilmistir. Yine de Altaylar ve Güney Sibirya sahasının Türklerin ana yurdu olduğu görüsünün hâkim görüs olduğunu zikretmekte fayda vardır.

Çinliler Doğu Türkistan’ı Hunların sağ kolu olarak görüyorlar ve Doğu Türkistan’a hâkim olmanın Hunların sağ kolunu kesmek manasına geldiğini söylüyorlardı. Çin kaynakları da Doğu Türkistan’ı Hun toprakları olarak kabul ediyordu. 

Meselâ T’ai P’ing Yü Lan’da Hsi-yü’nün Kao Tsung (M.Ö. 1259-1200) devrindeki Kuei-fang olduğu bildirilmektedir . 



***(Kuei-fang’ın Hunların ataları olmasıyla ilgili bkz. Cevat Türkeli, Çin Kaynaklarına Göre Hunların Ataları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamıs Doktora Tezi, İstanbul 1990, s. 36: “Kesin olan bir sey varsa o da Kung-fang veya Kuei-fang isimleriyle bilinen halkın Hunlar olduğudur”.)***



Buradaki Kuei-fang ise Hunların ataları olarak tasnif edilmektedir. Gerçekten de milâdî devirlere takaddüm eden yıllarda Çinlilerin Doğu Türkistan’a yönelmeleri Hunların sonunu getirmis ve Hunlar gittikçe zayıflayarak ikiye bölünmüslerdi. Bu gerçek Mo-tun’un M.Ö. 176 yılında Çin İmparatoru’na yazdığı mektupta hâkim olduğu toprakların merkezine Doğu Türkistan’ı koymasıyla da kendisini göstermistir. 



***(“Bundan sonra Lou-lan, Wu-sun, Hu-kai ile, bunlardan baska, onların yakınlarındaki yirmi altı devletin hepsi alındı”. Japon âlim Matsuda mektupta geçen bu kavimlerin yayıldıkları saha için söyle der: “Yüeh-chih’ler Kansu’da, Lou-lan Doğu Türkistan’ın doğusunda, Wu-sun’lar Tanrı Dağlarının kuzey doğu eteklerinde, Hu-kai ise bir Altay kavmi”)***



Çinliler Mo-tun’un ölümünden sonra Tarım Havzasının güneyindeki yollardan Doğu Türkistan içlerine girmisler, bazı Çinli tüccarlar Fergana’daki devletlere kadar uzanmıslardı.

Yine Hunların ataları oldukları kabul edilen Ti’lerin bulundukları istikamete göre doğuda olanlara yesil, batıda olanlara ak ve güneyde olanlara kızıl veya al denildiği ve böylece milattan önceki bin yılda bölgeye hâkim oldukları bilinen Ti’lerden Ak ve Kızıl Ti’lerin esas itibarı ile bugünkü Doğu Türkistan coğrafyasında yayıldıkları anlasılmaktadır. Nitekim Turfan ve çevresinin Kızıl Ti’lerin ve daha sonraki Töles ve T’ing-ling boylarının en eski yurdu olduğu Çin kaynaklarından tespit edilmistir.

Zeki Velidi Togan tarafından hiç olmazsa hâkim tabakasının Türk olduğu kabûl edilen Sakalar, çok eski devirlerde Doğu Türkistan’da Tarım Havzasının güneyinden kıvrılan yol üzerindeki merkezlerde ve özellikle Hoten’de ve Tomsuk’ta yurt tutmuslardır. Eski Fars kaynaklarına göre Sakaların yayıldığı sahalardan biri Fergana, Tanrı Dağlarının orta kısımları ve Kasgar dolaylarıdır. 

Sakalar çok eski devirlerde Doğu Türkistan sahasında yayılmıslar ve daha sonra bugünkü Afganistan’a çekilmis ve imparatorları Asoka’nın baskanlığında bir yandan Kuzey Batı Hindistan bir yandan da Doğu Türkistan’ın Güney bölgelerine inmislerdir. 

Sakaların X. yüzyıla kadar Hoten Devleti’ne hükmettikleri bilinmektedir. Hoten yüzyıllar boyu Budizmi desteklemisti, Budist kültürün önemli merkezlerinden biriydi. Hoten beyleri Hun ve daha sonraki diğer Türk devletleriyle yakın münasebetler kurmuslardır. Hotenli “Aslan” lakaplı beyler ilk olarak X. yüzyılda Karahanlılar tarafından düsürülmüslerdir. Saka dilinde ve Sanskrit alfabesinde metinler Hoten, Tun-huang ve kuzey yolu üzerindeki Maralbası gibi bazı noktalarda bulunmustur. 

Yine Sakaların adı Yarkend’in Çin kaynaklarındaki eski adı olan So-chü ~ Sha-ch’e 莎 車 *Saklâ~*Śaklâ olarak yeniden insa edilen adda görülmektedir; Sha-ch’e (Yarkend) adı kesinlikle Sakalardan yadigârdır.



***(Çin kaynakları Türklerin (Gök-Türklerin) ataları olarak “So” kavmini göstermektedir (Chou Shu,Beijing 1997, s. 908) ki bu adın Saka adının bir baska Çince yazımı olduğu kabûl edilmektedir (Yu Taishan, “The Origin of the Kushans”, Sino-Platonic Papers, Nu. 212, July 2011, s. 15).)***



Türklükleriyle ilgili bazı emareler olan Yüeh-chih’lerin ilk baslarda Tun-huang ile Ch’i-lien Dağları arasında, bugünkü Kansu bölgesinde yasadıkları anlasılmaktadır. 

Yüehchih’ler Hunlara yenilmeden önce batıda Tanrı Dağlarının doğusunda bulunan ve Wusun’ların yasadığı bölgede, Cungarya’da, Tarım Havzasındaki ülkelere kadar olan topraklarda; kuzeyde Moğolistan sahrasının büyük kısmında ve doğuda Kansu eyaletinin bütün kuzeyinde, Tun-huang çevrelerinde, Çin Seddi’nin en batısındaki Lin-t’ao, Lung-hsi ve Yüchung’a kadar olan sahada yasamaktaydılar. 

Yüeh-chih’ler M.Ö. 165’te Hunlar’a yenildikleri sırada Kansu dolaylarında yasıyorlardı ve göçüp İli vadisine çekilmislerdi . Ancak Yüeh-chih’lerin Hunlara yenildikten sonra da hâlâ Kansu dolaylarında yasadıklarına dâir malûmatlar vardır. Turfan bölgesinde ise Yüeh-chih’lerin bir kolu olan Koç veya Kos boyu (-an çoğul ekini alarak Kusan) yasamaktaydı. 

Bu boyun adı muhtemelen tamgasının “koç” olması dolayısıyla “koç” olarak kalmıstır (benzer durum “koyun” adıyla anılan Türk boylarının ve devletlerinin varlığı ile de gözlemlenebilir). Turfan için Çin kaynaklarında verilen Ch’e-shih 車 師 adındaki ch’e adı chü veya k’u olarak da okunmaktadır; dolayısıyla Türkçe Koç veya Kos halk adının chü-shih veya k’u-shih olarak Çinlilerce kaydedilmis olması pek mümkündür.

Türk boyları arasında sayılan Wu-sun’lar milattan önceki devirlerde Kansu’da ve Tun-huang ile Ch’i-lien (Tibet ile Çin arasında sınır gibi duran Nan-shan veya Güney Dağları) arasındaydılar. Bunların vatanı bilhassa Turfan sahasıydı ve Hunlar tarafından mağlup edilince M.Ö. 160 yılında batıya, Doğu Türkistan taraflarına göç etmislerdi.

Milâttan önceki devirlerde Batı Türkistan’ın kuzeyinde yasadıkları ve M.Ö. 1. bin yılda Doğu Türkistan’a girdikleri bilinen Kırgızlar M.Ö. 58 sıralarında Doğu Hunlarının batıya doğru ilerlemelerinden kaçarak doğuya gitmis ve Kumul’un batısına gelmislerdi. Bu sırada Kırgızlar Kumul ve Barköl sahasından batıya, Ak Tağ’ın güney eteklerine, Karasar’ın kuzeyine kadar uzanmıslar ve milâdın baslarında Kasgar’da yayılmıslardı.

Büyük Hun Devleti kurulduktan sonra Ting-ling’lerin güney grubunun Gobi Çölünden Çin’e ve Sarı Irmağın kaynağına doğru ilerledikleri ve tabiî olarak simdiki Doğu Türkistan’a girdikleri bilinmektedir. Yine Çin kaynaklarına göre miladî devirlerde bugünkü Doğu Türkistan sahasının doğu kısmında, Akdağ (Pai-shan)’ın eteklerinde, Hami dolaylarında ve Altay dağlarının güney batısında T’ieh-le (Töles) boyları yasıyordu. VI. yüzyılın baslarında Shan-shan dolaylarında Ting-ling’ler yayılmaktaydılar.



Sonuç

El-Birûnî, Türklerin Türkistan sahasının en eski ahalisi olduğunu kaydetmistir. Türk ırkının bir prototipi olan Andronovo kültürü tasıyıcıları M.Ö. 1700’den itibaren yavas yavas Orta Asya’ya hâkim olmaya baslamıslardır. Altaylara ve Tanrı Dağlarına yayılan bu ırkın hâkimiyeti Hun ve Gök-Türk çağına kadar devam etmistir. En geç Önceki Han (M.Ö. 206-M.S. 25) devrinde Tanrı Dağları etekleri, Tarım Havzası ve He-hsi koridorunda Türkler yasamaktaydı.

Rus Türkologu Malov, “Türkler milattan önce V. asırda büyük ölçüde simdi yasadıkları yerde yasıyorlardı” demektedir. Tolstov, Türklerin milattan önce 2500 civarında Türkistan bölgesine gelmis olduklarını ve Arîlerin bölgeyi istilasından sonra bölgede Türklerle karıstıklarını söylemektedir. Yine G. Schmitt’e göre kaynaklarda Chin-man olarak geçen Bes-balık en eski devirlerde bir Türk yurdu idi. Hattâ tarih öncesi dönemlerde bugün Çin toprağı sayılan ve esasında da Çinli addedilen, Doğu Türkistan’ın daha da doğusu olan Shen hsi, Shan-hsi, Chih-li gibi yerler tamamen Türklerle meskûndu. W. Eberhard da bugünkü Doğu Türkistan’ın asıl sâkinlerinin Türk olduğuna Sinolojik mülahazalar neticesinde varabilmistir.

Dolayısıyla Türklerin Doğu Türkistan’a çok geç devirlerde geldiği, bölgenin asıl ahalisinin baska milletlerden olduğu yönündeki genel görüs doğru değildir.

Sonuç olarak makalemiz umûmî görüsün aksine bilhassa Çin kaynaklarındaki kayıtlara dayanarak esasen Doğu Türkistan coğrafyasına atfedilen “Hsi-yü” adının ilk geçtiği yerler incelenerek Türklerden ödünç alınmıs olabileceğini; Doğu Türkistan’ın Hun Devleti için bir varlık sebebi olduğunu ve bu yüzden en eski devirlerden beri Türklerin hayat sahası hâline geldiğini; bölgedeki ilk sâkinleri baska milletler olarak gösteren arkeoloji ve dil çalısmalarının eksik ve bazen de taraflı olduğunu dolayısıyla yazılı kaynaklardan da istifade etmek gerektiğini ve Doğu Türkistan’daki en eski sâkinlerden birinin Türkler olmasının çok büyük bir ihtimal teskil ettiğini ortaya koymustur.





DOĞU TÜRKİSTAN VE İLK SÂKİNLERİ
The Eastern Turkistan and Its First Habitants
Arş.Gör.Kürsat YILDIRIM
İstanbul Ün. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü - pdf










Jeolog ve arkeologların bölgede yaptıkları araştırmalara göre bundan aşağı yukarı sekizbin yıl önce Orta Asya ikliminde büyük değişiklikler olmuş ve bir kuraklık yaşanmış; bu yüzden ecdatlarımızın bir kısmı Asya'nın doğu ve batı bölgelerine göç etmek zorunda kalmışlardır. Bunlardan vaktiyle Tarım vahası civarında yaşayan atalarımızın bir kısmı Altay dağlarına muhaceret ederek bugünkü Moğolistan ve Baykal Gölü çevresine yerleşmişlerdir. 840 yılında Moğolistan'dan Doğu Türkistan bölgesine göç eden Doğu Uygurları, aslında bundan sekiz bin yıl önce Tarım havzasından Moğolistan ve Baykal Gölü taraflarına göç eden ecdatlarımızın torunlarıdırlar.

Sekiz bin yıl önceki büyük göçte, Tarım havzasından yola çıkarak Ladak yoluyla kuzey Hindistan'a göç eden ecdatlarımız, Hindistan'ın asıl yerli halkı sayılan Dravidlerle birlikte Hindistan medeniyetinin şekillenmesine büyük ölçüde katkı sağlamışlardır. Arkeologlar XX.Yüzyılın 20.yıllarında, Indus nehri vadisindeki Harappa (bugünkü Pencap eyaletinde) Muhenjo-daro (Sind eyaletinde) gibi eski şehir harabelerinde yaptıkları araştırmalarda, Orta Asya Türk tipine ait, saçları iple bağlı bir heykel buldular. Bu heykel, sekiz bin yıl önce Tarım havzasından Kuzey Hindistan'a göç eden ecdatlarımızın, Aryanilerin Hindistan'a göç etmesinden binlerce yıl önce bölgenin yerli halkı Dravidlerle birlikte yaşadıkları döneme aittir.

Xinjiang Sosyal Araştırmalar Akademisi araştırma merkezi, 1971 yılında Könçi nehrinin civarındaki eski bir mezardan bir kadın cesediyle bir çocuk cesedi bulmuştur. Nanking Üniversitesi Coğrafya Fakültesi, karbonlama usulüyle bu cesetlerin bundan 6412 yıl önce defnedildiğini tespit etmiştir. Bu haber Halk Gazetesi'nde yayınlandıktan sonra, Xinjiang Gazetesi'nin 24 Şubat 1981 tarihindeki Uygurca sayısında da neşredilmiş ve şu yorum yapılmıştır.

"Bu cesetler, toprak seviyesinden biraz yüksekte bulunan kum tepeleri kazılarak çıkartılmıştır. Mezarın iki başına birer ağaç yerleştirilmiş ve ağaçların uçları toprağın üstüne çıkmıştır. Mezar dik olarak kazılmış, cesetler sağ tarafa doğru yatırılmış, üzerine ağaç latalar konulmuş, lata üzerine koyun derisi ve kamış hasır örtülmüştür. Cesetler kaba yün kumaşlara sarılmış olup, kadın cesedinin başına yün kalpak giydirilmiştir. Uzun sarı saçları omzuna kadar uzanan kadın iri gözlü, uzun kirpikli ve dik burunludur... Cesetle birlikte gömülen eşyalar içinde, çok güzel örülmüş kamış sepet vardır ve sepetin içinde bitki tohumları konulmuş, fakat bu uruklar zamanla toz olmuştur. Çocuğun cesedinin yanındaki kamış sepette ise buğday taneleri bulundu."

Bulunan bu iki ceset sekiz bin yıl önce yaşanan büyük göç sırasında, bulundukları toprakları terk etmeden önce Tarım havzasında hayatlarını devam ettiren atalarımızın etnik özelliklerinin ve uygarlığının araştırılmasında oldukça önemlidir.

Tarım havzasının eski yerli halkının sarı ırka veya Aryanilere (MÖ.1700 yılları civarında İran'dan geçerek Hindistan'a göç eden halk) mensup olmadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü burada yaşayan yerli halk Uygurların atalarıydı.

- Dravidler; Avstralo-Asyatik-Hindones ırkına mensup siyah saçlı, basık burunludur.

Yakın zamanlarda Tarım havzasındaki bazı yerlerde (Könçi nehri, Çerçen ve Çarkılık civarları) bulunan mezarlarda defnedilen kişilerin (erkek veya kadın) tamamı başları doğuya, ayakları batıya gelecek şekilde konulmuştu. Bu ne anlama gelir?

Ecdatlarımız, en eski dönemlerde şamani inanca sahiptiler. Şamanlar genelde güneşe, aya, göğe, yer ve su ilahlarına inanırlardı. Şamanların bu tür inançları gereğince ecdatlarımı çadır kapılarını güneşin doğduğu yöne koyuyorlardı. Türk ve Doğu Uygur kağanları (Orhon Uygur Hakanlığı), bazı törenlerde yüzünü güneşe çevirip oturuyor ve dokuz defa eğiliğ selam veriyorlardı. Hatta kağanların adları da bu tür gelenekleri yansıtmaktadır. Örneğin Orhon Uygur kağanlarından Çundi-han'ın lakabı "Kün Tengride Uluk Bolmış Alp Küçlük Bilge Kağan"dı.


Turgun Almas
Uygurlar
Selenge Yayınları





Ahşap Lahitten detay - 3.yy-4.yy









"Teke Boynuzu" takılmış Atlar...
Tıpkı Pazırık kurganlarından çıkartılanlar gibi...





28 Ekim 2014 Salı

ORDU - KUTYÖRESİ TÜRK YURDU





Ordu ili, M.Ö. 400 yılından önce günümüzdeki şehir merkezinin yaklaşık 5 km batısında, halk arasında Bozukkale olarak bilinen yerde "Kotyora (<Kutyöresi/Kutyorası)" adıyla kurulmuştur.

Şehrin buraya kurulmasının tek nedeni bulunmaktadır: 
Çevredeki tek "Doğal Liman" oluşu.

Kotyora kelimesini Rumca olarak kabul edip işleyen yabancı tarihçiler ve misyonerler, kelimenin günümüz Türkçesinde kullanılmamasını ve bu kelimenin manasının bilinmeyişini bir ganimet saymışlardır. Kelimeye bir anlam veremeyen tarihçiler de yabancıların dümen suyuna girmişler, konuyu içinden çıkılmaz duruma sokmuşlardır.

O hâlde Ordu ilinin eski adının Kotyora oluşunun sebebi nedir?
Hiçbir yer adı tesadüfen verilmemiştir. O hâlde Kotyora isminin verilişinin de bir tarihî alt yapısı bulunmaktadır.

Kelimenin aslı, KUT YORASI/YÖRESİ'dir ve burada Kutlar iskan ettiği için böyle bir ad verilmiş olmalıdır.


Kutlar kimdir?
Kutlar, B. Hrozny'ye göre Hazar Denizi'nin güney doğusunda, Türkistan'da oturmakta iken daha sonra M.Ö. 2500-2400 yıllarında Hazar Gölü çevresinden batıya doğru göçmüşlerdir. Kutlar, 2500 yılından sonra Akkad'ın Samî Krallığını yıkıp Mezopotamya'da 125 yıl hüküm sürmüşlerdir. M.A. Beek ise onların Kerkük ve çevresinde yaşadığını bildirmiştir.

M.Ö. 2500 yıllarında Mezopotamya'nın kuzeyinde hüküm sürmüş Kutların Türkçe konuşan bir kavim olduğu konusu bilim dünyasının aydınlattığı bir gerçektir.

Doğudaki dağlarda yaşayan Kut/Gutlar, M.Ö. 2300'lü yıllarda Mezopotamya'ya saldırıp büyük tahribatlar yapmışlardır. Bu saldırılar sırasında temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının büyük oranda yükseldiği ve asayişin bozulduğu tarihî kaynaklarda bir ayrıntı olarak yer almaktadır.

Pek çok bilim adamı tarafından Kutların 2260-2223'ten sonra Dicle Irmağı'nın kuzeyine doğru göçtükleri iddia edilmektedir.

Daha önce İran'daki Zağros Dağları'nın eteklerinde yaşayan Kutlar, M.Ö. 2150'de Akkad İmparatorluğunu yıkmışlar ve Anadolu'da hâkimiyeti ele almışlardır.

Trabzon'da bulunmuş M.S. 483 tarihli bir onarım kitabesinde, onarıma yardım edenler arasında Gutlar da sayılmıştır.

Bizans İmparatoru Mihail, 1042'de İstanbul'dan doğuya doğru sefere çıkar, Gutların memleketini tabiyeti altına sokar.

Bizans İmparatoru Diojen, Alparslan’ın ordusunu karşılamak üzere Malazgirt’e giderken askerlerinin arasında Gutlar da bulunmaktaydı.

Kut kavminin Türk kökenli olduğunu ünlü Sümerolog Prof. Benna Landsberger, 1937'de yapılan Tarih Kurultayı'nda Atatürk'ün huzurunda açıklamıştır.

Landsberger, ölüm yılı olan 1968'e kadar bu konuyu geliştirmeye 
çalışmış, konu ile ilgili olarak dersler ve konferanslar vermiştir. Kut dili ile Eski Türkçenin bağlantısı üzerinde çok emek harcamıştır. 

Devrinin önemli bilim adamları olan A. von Gabain ve László Rásonyi'nin de onun görüşlerine katıldığı anlaşılmaktadır.
Kutlara ait yazıtlardan anlaşıldığına göre kağanlarının adları; 
Yarlagan, Tirigan, Şarlak /Çarlak, El-ulumuş, İnim-bakaş'dır.

Bu isimlerin Türkçe oluşu, onların Türk milletinin bir parçası olduğunu, aslında, şüpheden uzak tutmaktadır.

Kutçadan kalan kişi, tanrı, yer adlarını ve cins isimlerin yapısını ve köken  bilgisini Sümerolog Kemal Balkan tahlil etmiş ve Türkçe ile Kutçanın bağlantısını ortaya koymuştur.

Landsberger, Anadolu'da yaşamış Gutium yahut Kutium milletinin Kutlar olduğunu, bu kelimenin Akkadca nispet eki -ium aldığını belirtmiştir.

Kütahya ilimizin eski kaynaklardaki ismi Kutium'dur. -ium'un Akkadca nispet eki dikkate alındığında adı geçen şehrimizin kurucusunun Kut / Gutlar olduğu açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Bu bölgede Kut isminin Kot biçiminde söylendiği ve kayıtlara geçtiği, Kutlara ait bir ölçü birimi olan kot ve Komar / Kumar boyunda da görülmektedir.

Bu, Yunan alfabesinde " u " sesinin olmayışından kaynaklanıyor olsa gerektir.

Ordu ilinin eski adı olan Kot< Kut Yorası/Yöresi adı işte yukarıda  anlattığımız Kut Türklerinin mirasıdır. Ordu'da Kutlarla ilgili başka yer adları da bulunmaktadır: 1455'te Ordu'da Kutlucalu, Kutlulu (Bolaman), Kutlulu (Bozat) adlı karyeler bulunmaktadır.

Ordu'ya bağlı Mesudiye ilçesinin Derinçay köyünün eski ismi ise Kotanı (kut-ana?)'dır.





Prof. Dr. Necati DEMİR
devamı pdf:







"Ordu" kelimesinin kökeni Türkçedir.

The word "order" (arrenged) is derived from "ordo-order-ōrdō (line of soldiers, band, troop)" and it is not Latin of origin, but Turkish. Means army, troop, line of soldiers in Turkish. Info like this: (Latin, Etymology: From Proto-Italic *ord-n- ‎(“row, order”). Maybe from Proto-Indo-European *h₂or-d-) is nonsense!











ISSIK GÖLÜ VE İSKENDERUN KÖRFEZİ






İSKENDERUN - ISSIKOS - TÜRKİYE (Issic Gulf-Strabon)
ESİK / ISSYK - ORTA ASYA


"Bilindiği gibi halklar muhaceret etmişlerse, gittikleri yeni topraklara eski yurtlarındaki coğrafi adların bazılarını taşırlar.

Orta Asya'daki Issık-Göl'ün adının eski çağlarda İskenderun Körfezi'nin İssikos Denizi (Sıcak Deniz) şeklinde görülmesi, insanın aklına ister istemez böyle bir ihtimali getirmektedir." - D.Ahsen Batur


Issıkos Sea "Sıcak Deniz" 

Issık;  öz (ruh), sıcak, ısı... Issık gölü  de "Sıcak göl" demektir. 







"19: After Aegaeae, one comes to Issus, a small town with a mooring-place, and to the Pinarus River. It was here that the struggle between Alexander and Dareius occurred; and the gulf is called the Issic Gulf. On this gulf are situated the city Rhosus, the city Myriandrus, Alexandreia, Nicopolis, Mopsuestia, and Pylae, as it is called, which is the boundary between the Cilicians and the Syrians. In Cilicia is also the temple and oracle of the Sarpedonian Artemis; and the oracles are delivered by persons who are divinely inspired."
Strabon/link




*

"İssedon: Bu da bir Türk kabilesidir: "iç" / "is" ("astar" + "giysi"): "astarlı elbise" demektir. G.A. Geybullayev (s. 296), bunu böyle kabul etmektedir; ancak, bu etimoloji inandırıcı kabul edilemez. Büyük bir ihtimalle eski Türkçedeki "iç"/"is" olarak değil, "issi"/"isse" ("sıcak") + "don" (ırmak") : "sıcak ırmak" diye tercüme etmek gerekir. "sıcak ırmakta yaşayanlar" fikrinden ise, "sıcak kaynaklarda" ifadesi daha doğrudur. Bu tür sıcak kaynaklar eskiden Pyatigorsk [Beştav] bölgesinde varmış. Karaçay-Balkarlar Beşrav'ın eski sakinleridir ve günümüze değin de bu yerleşim yeri "Issisuu"- "sıcak su" olarak adlandırılmıştır. Rus Kazakları da kendi köylerine Goryaçevodskaya adını vermişlerdir. Bu köy, çok sayıda mineral su kaynaklarının bulunduğu Beştav'da yer almaktadır."

K.Laypanov, İ.Miziyev - Türk Halklarının Kökeni




OCHUS - OXUS - AMUDARYA - CEYHUN RIVER
The name comes from 
OGHUZ TURKS - OĞUZ TÜRKLERİ - OĞUZLAR

"As one proceeds from the Hyrcanian Sea towards the east, one sees on the right the mountains that extend as far as the Indian Sea, which by the Greeks are named the Taurus. Beginning at Pamphylia and Cilicia they extend thus far in a continuous line from the west and bear various different names. In the northerly parts of the range dwell first the Gelae and Cadusii and Amardi, as I have said, and certain of the Hyrcanians, and after them the tribe of the Parthians and that of the Margianians and the Arians; and then comes the desert which is separated from Hyrcania by the Sarnius River as one goes eastwards and towards the Ochus River. "
STRABO GEOGRAPHY Book XI, Chapter 8


"From the same Indian mountains, where the Ochus and the Oxus and several other rivers rise, flows also the Iaxartes, which, like those rivers, empties into the Caspian Sea and is the most northerly of them all." 
STRABO GEOGRAPHY Book XI, Chapter 7













MÖ.333'de Makedon Büyük İskender'in  Pers kralı  Darius III.'ü yendiği büyük Issus Savaşı'nın olduğu yerdir.





2600 yıllık Issık Yazıtı Türk Yazıt Tarihini değiştiriyor. MÖ.5.yy
İskit/Saka Türklerine ait olan kurgandan çıkan kepçenin üzerindeki yazı Türkçe olarak okunmuştur.


2600-year-old Issyk Inscription.
Two lines of Saka inscription that changed view on the history of the Türkic people
The oldest inscription in Türkic alphabet, the Issyk Inscription, written on a flat silver drinking cup, was found in 1970 in a royal tomb located within Balykchy 

( Issyk), a town in Kyrgyzstan near Lake Issyk, and was dated by 5-th c. BC.



Elşad Alili'nin Bilim dergisinde yayınlanan "Issık (Esik) -İskit/Türk yazıtı" ile ilgili makalesinden 





 "Pinar" ile ilgili olarak:


Pinara Antik Kenti - Lukiya [Kurtların Ülkesi) Likya-Lycia] Minare Köyü/Fethiye
Meşe Ağaçları ile zengin bir bölgedir. Ayrıca
  Troyalı bir aristokrat olan okçu Pandaros/Pander (Pand+Er!) için Pinara'da bir kült yapılmıştır.
"Pandaros: Lykaon'un oğlu, Troya ilindeki Lykia'nın kralı. Athena onu antlaşmayı bozmaya kışkırtır. Diomedes'i yaralar ve onun tarafından öldürülür." Homer-İlyada





Pinarus River (Nehri)  (Türkiye Suriye sınırında Payas Çayı, B.İskender-Issus Savaşı)


"Gargı deresinin pinar odunu
A yavrum sürmelim,
Amman gel gaçalım
Arabacı yol ver geçelim
Henımlara fisdan biçelim
Nacaklar mı yardı senin budunu
A yavrım sürmelim."

Bodrum Türküsü "Kargı Deresinin Pinar Odunu"
Pinar bir Meşe türüdür.
Hasan Torlak



Pinar- Binar - Munar
Dede Korkut'taki Binar'dır, (b/p değişimi) Tepegöz hikayesindeki Munar'dır (b/m değişimi).

"Oğuz Destanı'nda Oğuz ve beraberindekiler İtil nehrine geldikleri ve bütün eşyalarını suya kaptırdıklarını düşündükleri sırada kendilerini hala ırmak kenarındaki yüksek bir ağaçta bulunurlar. Bu dönemle birlikte Oğuzlar'ın ormanlık yerleri yurt edindikleri, bu kabileye "ağaç-eri" dendiği belirtilmektedir (Ögel). Munar destanlarda geçen kocaman bir ağaçtır (Yudahin). Kalık Akiyev, Kırgız SSR İlimder Akademiyası tarafından 1957 yılında basılan kitapta "munar - dalları göğün yedinci katına, kökü de yedi kat yerin altına uzanan ulu bir ağaç, hayat ağacı" şeklinde bilgi vermektedir. 

Türk epik anlatımlarında "bınar"ın, "munar"a dönüştüğünü düşünüyoruz. Büyük bir ihtimalle eski "hayat suyu ve dünya ağacı" şeklindeki birleşik inançları, belki Dede Korkut'ta aynı şekilde devam etmiş; ancak "kuraklıktan dolayı yurtlarını terk eden Türkler'in bugünkü coğrafyalarında sadece "suyu olan yer, pınar" anlamıyla yaşamaktadır. Ayrıca halk arasında "pınar"a hala "munar, mınar" dendiğini de unutmamamız gerekir. Zaten Dede Korkut coğrafyasındaki "bınar", bizde "bunar" şeklinde söylenmemiştir, ancak b/p değişimiyle "bınar" "pınar" olmuştur.

Sonuç olarak diyoruz ki Tepegöz'de yer alan "Uzun Bınar'ın Gökyay'ın, Dede Korkut'ta belirtildiği gibi "nerede olduğu belli olmayan bir yer adı" olmayıp "Türkler'in efsanevi hayat ağacı munar olduğunu iddia ediyoruz."



Prof.Dr.Nerin Yayın,2008






__________________________


26 Ekim 2014 Pazar

SCYTHiANS - iSKiTLER







Papay/Papaios - Gök Tanrı - Baba - Babadan - Ata
5 Kartal/Kuş - 4 yön - Merkezde (+) Tengri ve dolaşan Kurtlar
MÖ.5.yy - 4.yy 
bulunduğu yer Ukrayna

İskitlerin atası olan Targitaos'un babası
Papay - Babay Çuvaş Türkçesinde Baba demektir.
Yunan mitolojisindeki karşılığı Zeus

(yabancı kaynaklardaki isimlerin Ellen dilinde olduğunu hatırlayalım!)

İSKİT = İSHGUZ - İSH (İÇ) GUZ (OĞUZ)
SCYTH - SKYTH - SKUZ
TAR / TUR = TÜRK





Api - MÖ.350
Papaios'un eşi - Targitaos'un annesi 
İskitlerin en uzun ikinci Nehirlerinin tanrısı Borysthenes kızı

Yarısı yılan yarısı insan - Yılan bacakları bitki motiflerine dönüştü ve hayat ağacı ile ilişkilendirildi. Bitkiler ile yılanların ortak yönü , hem yeraltında hem yerüstünde yaşarlar - her ikisi de kendisini yeniler. Bu durum da ise ölüm ve yaşam demek olduğu gibi yeniden doğuşu da temsil eder.

Başının iki yanında keçi/sonraki Göktürk devlet simgesi
Şahmeran....Medusa benzerliği






"Mahmud Kaşgarlıya göre APA "ANA" , "BÜYÜK HALAKIZI (dayıkızı,bibikızı) "BÜYÜK BACI" demektir.

APA ve ya APİ sözüne "ANA" manasında kalan İran halklarının ne lehçelerinde ne de yazılı menbelerinde rast gelinmediğinden böyle bir netice çıkara bilerek ki, APA aslen İran sözü olmayıp....Türk ilahesi Umayın adında skif ap kökünün olması faktı bize Api ve Umayın eyniliyinden haber verir.

"...Heredot'un bahsettiği İskitlerin atası Targitay'ın üç oğlundan birinin adı olan Lipoksay aslında Alpoksay'dır. Alpamış, Alp Er Tonga..."

Zaur Hasanov - "Çar Skifler" kitabından




"Eğer İskit cins isimleri İran ve Hint-Avrupa etimolojisini desteklemiyorsa, Pers şahıs adlarının varlığı yeterli bir delil olamaz; örneğin göçebe arabaları ve çadırlar, göçebe halklar için çok önemli eşyalardır. Üstelik İskitlere, İranlıdır gözüyle bakmak fevkalade yanıltıcı olur." Değerli Amerikalı şarkiyatçı ve Slavist Prof. K.G. Menges böyle yazmaktadır (1979, s. 29).


Persologlar, sadece İskitçe-Türkçe "Papay" ("Babay") (Ata), "Api" ("Apay") (Ana), "Atey" (Ata") (Baba) gibi şahıs adlarını zikretmekten kaçınmakla kalmıyorlar, ayrıca İskitlerin efsane isimlerinin etimolojik açıklamasını ilmi açıdan tatmin edici derecede yapamıyorlar. Bu isimler - Targitay, Lipoksay, Arpoksay, Kolaksay vd. tamamen arı Türkçe anlamları olan kelimelerdir (Miziyev, 1986, s. 45).

K.Laypanov,İ.Miziyev - "Türk Halklarının Kökeni" kitabından




Efes Hadrian Tapınağı diye adlandırılan (ama olmayan) Tapınak Cephesinde Demeter veya Natura 




ve mimaride Akantus çizimi







Urartu Bronz plaket - MÖ. 8.yy -7.yy  - Sol altta oturan keçi







İskit , MÖ.4.yy - Kazakistan 







 Ve kitap için link  /  link  /  Russian link




english-link 
ROYAL SCYTHIANS
CHAPTER IX. RECONSTRUCTION OF LANGUAGE OF THE "ROYAL SCYTHIANS"